Uzakdoğu kültürünü fantastik kurguya aşı niyetine taşıyarak ihtiyaç duyduğu yeniden canlanışa, kabul edin George R.R. Martin fenomenliğinden sonra fantastik kurgu nereye yol alacak yada alabilecek sorusu tür içinde bayağı sert bir kaygı, büyük katkısı bulunduğu iddia edilen belki de söylemek gerekirse biraz pohpohlanan bir yapıt bu. Hiç vakit kaybetmeden söyleyeyim ki bir yönüyle evet, bir yönüyle de hayır. Nasıl Taht Oyunları İngiltere'deki bir iç savaşı temel alarak kendini kurgulamışsa bu roman da Çin'deki iç savaşları baz almakta. Basit bir askerin kral olabildiği, ihanetin ve onurun birlikte yol aldığı bir gerçeğin yansıması. Diğer yandan iktidarı alanın her seferinde gücü kendi keyfince kullanması tarihe özgü bir gerçeklik olarak kalıp kurguda yer almasaydı keşke. Ayrıca insanların savaşına aralarında yaptıkları anlaşma gereğince ancak dolaylı yoldan müdahil olabilen tanrı/tanrıçalar maalesef Forgotten Realms örneğinden daha fazla yaratıcı olamıyor. Bununla birlikte tonla ilginç karakterin yer aldığı ve görece sıradan kişilerin de hayatlarının aksettirilmesi bu romanın güçlü tarafı. Bazen ne kadar ana kurguyu beslediği şüpheli olsa da benim hoşuma giden bir ayrıntı bu. Uzakdoğu kültürü draması ve poetikası ile sayfalara yansıtılsa da biraz Anglo-saxon okuyucuyu ki global okuyucu kitlesi oluyor kendileri, sıkmamak uğruna hayli törpülenmiş hissiyatı uyandırıyor. Hatta pragmatizmin ve akılcılığın bariz bir şekilde tarafı tutulmuş. Nihayetinde özgünlük konusunda hoşuma gitmeyen daha doğrusu beklentiyi karşılayamayan bir çalışma olması okuma keyfini kaçırmıyor, yine de 600 sayfa gibi bir ebadın içinin tamamıyla doldurabildiğini söylemek de bir o kadar zor. 7,50- 8 gibi bir not verebilirim, bilemedim
Konuyu kısa geçeceğim, çok şeyler olmakta çünkü. Spoiler anlayacağınız bundan kelli.
Küçümsenen Xana devletinin başındaki imparator Mapidere, tüm devletleri nihayet birleştirmiştir. Kendi aklınca barışı getirdiği için haklı konumdadır. Ama bu başarı, dökülen nice kan üzerine olmuştur. Yönetimi de baskıcıdır. Bizimkiler gibi büyük altyapılar inşa ettirmekte, zorunlu olarak dört bir yandan insanları esir gibi çalıştırmaktadır. Zoraki görev için bu esirleri zamanında getirememenin ölümle eş tutulması neticesinde isyan, bizzat rütbesiz ya da küçük rütbeli askerlerce başlatılır. Yörenin bir şehrinde serseri Kuni Garu da ufak soylu bir kadınla evlendikten sonra başladığı bu işte aynı sonla karşılaşacağını anlayınca o da isyana katılır. Eski devletlerin kraliyet ailesinden kalan son fertler de soylu olarak yavaş yavaş arenaya çıkar. Ama bunların hikayeleri hep aynıdır. Sülaleleri öldürülmüştür ama biri illaki kalmıştır, intikam peşindedir felan. Kuni karahindiba çiçeğini sever ki romanın ismi sonu konusunda bu şekilde ipucunu vermektedir. Diğer yandan 2 küsür metre boyunda devasa savaşçı Mata ile tanışırız. Açık, mert ve korkusuzdur, alavere dalavereyi sevmez. Hatta savaşlarda bu ikisinin yolları da kesişir bir ara, kardeş gibi olurlar. Fakat zaman içinde farklı yaklaşımları bu iki kişiyi karşı karşıya getirecektir. Kuni, pragmatiktir, insanları kullanmada başarılıdır, diplomatiktir ve gereksiz kan dökülmesini sevmez, merhametlidir. Mata ise doğruluk ve dürüstlük gibi konularda çok katı, acımasız ve şövalye ruhludur. Öyle bir zaman gelir ki komutan Mata, tüm adanın krallar üzerinde bir konumda hakimi haline gelir. Kafasına göre yeni krallıklar oluşturur, bu krallıklar birbiriyle çatışmaya başlar, eski Xanalılara zulüm yapılmasına seyirci kalır. Uzak bir adaya sürdüğü Kuni ise ölüp cesedi bile pinçik pinçik edilen eski imparatorun yola çıkış gayesinin haklılığına kanaat getirir. Adalar birleşmeli ve barış hüküm sürmelidir. Ama bunun yolu acımasızlık değil eşitlik ve adalet üzerinde gerçekleşmelidir. Yavaş yavaş o da gücünü artırarak genel huzursuzluktan da faydalanıp Mata ile son düğümü çözer. Mata kendi hayatına son verir. Kuni ise diplomasi gereği biraz da iki kadınla evlidir ve ikisinden de çocukları vardır. Takip edecek cilde aile içi taht mücadelesinin rengini vereceğini anlarız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder