Neden çekip gitmiyoruz kıyılara?
Babam altmışını devirmesine rağmen hala çalışan; erken emeklilik bir işe yaramadı, kendi emekliliğim ise mezarda, bir matbaa işçisidir. Eski çalıştığı yerlerde kitap, roman hatta çizgi roman bile bastığı olurdu. Eve de bu kitapların bir nüshasını getirirdi hiç okumaya meraklı olmamasına rağmen. Annem ise kitaplardan nefret eder, boşa yer işgal ettiğini düşünür. Bu ikilem arasında kitapların bir kısmını, hepsini değil maalesef, kurtarmayı başardım. Onlardan birisi de Ada Yayınlarından 2600 nüsha basılan bu ikinci baskısı. Neyin? Farklı tekniklerle yazılmış alt bölümlerden oluşan uzunca şiir Oza eserinin. Kimin? Bir zamanlar binlerce kişiye stadyumlarda okuma gerçekleştiren Sovyet şairi Andrey Voznesenski'nin. Ülkemizde de özellikle bu şiiri az çok bilindiğinden farklı yayınevleri tarafından basılagelmiş. Şu anda da Ülker İnce çevirisiyle Ve Yayınevininin baskısı bulunabilir durumda. Benim kitabın tercümesini yapan isimler ise Mehmet H. Doğan ve Turgay Gönenç. Bu arada Nadir Kitap'da ederi yetmiş tele. Acaba annem böyle değerleneceğini bilse bu kitapları dağıtır mıydı?
Eser, çevirmenlerin önsözü bölümüyle açılıyor. Teknolojik ilerleme ve politikaya karşı insanın ve sevginin yanında yer tutan şairin, Beat kuşağının rüzgarını da hissettirmekle beraber özellikle Pasternak'ın adımlarını takip ettiğini öğreniyoruz. Kitabın kapanışında şiirin hikayesinin ve şiirin bulunduğu göndermelerin açıklamaları yapılıyor ki çok düşünceli bir davranış olmuş.
Oza bir otel odasında bırakılmış bir anı defteri biçiminde yazıldı. Oza kahramanın adıdır. Şiirler arasında insana düşman, ruhsuz 'programlanmış hayvanlar'ın yabancı dünyasını betimleyen düzyazı geçişler kondu. Sanatta kötü yada kötülük genellikle fantasmagorik bir biçim alır. Bu gelenekten ayrılmamaya çalıştım. Ama temanın aralarında bir fizikçinin, bir tarihçinin, bir kuzgunun, bir şairin monologları serpiştirilmiştir.Şiiri okurken siklotron adlı bir cihaza rastlayacaksınız. Fiziğin o dönemdeki en büyük keşiflerinden bir parçacık hızlandırıcıdır bilgisini geçip sevaba gireyim. Bence biçemin özü biraz gölgelediği doğruysa da şairin iletmek istediklerini oldukça net bir biçimde aktarabildiğini söylemek mümkün. Belirtildiği gibi teknik ilerlemeye karşı şüpheyle yaklaşmanın ötesinde insana ve sevgiye zararı dokundukça teknolojiye de baskıcı sosyal yapılara da apaçık muhalifliğini gizlemiyor; şair. Hatta Stalinciliğe karşı alıntıladığım şiir bu tutumun özeti gibi. Kuzgun'un yer aldığı 6. bölüm ve zaman dizgesini alt üst eden aşkı tarifleyen 7. bölüm ile bir kaç mısra dışında (ne korkunç bir başına düşünmek şimdi seni? / daha da korkunç, bir başına değilsen oysa) poetik anlamda beni etkileyen yerler çok da fazla değil. Ama işin ironik tarafı da bu. Aralara düz yazının, farklı bakış açılarının, öykülerin girdiği bir metin bu. Etkileyiciliği de bu bütüncül yaklaşım da. Daha da fazlası, şairin tutunduğu duruşta.
Türküler söylemeyin Stalin üzre;
Öylesine kolay bir türkü değildir o,
Karmaşıktır kırçıl bıyıkları gibi onun,
Bulanık kimi zaman, kimi zaman açık.
O büyük mühendisin döşediği boruya
Perçinlenen civatalar, somunlar
Bir çember gibi sıralanmış ardarda
Gözcüler gibi tümü, ama insanlara kör onlar.
Kimbilir kaç kişi itildi zorla
Dikenleri olmağa o kırçıl bıyığın,
Titredi, bulandı kan kırmızı şaraba,
Her çalınışında ulusal marşın?
Yırtıcı bir kuş gibi dolandı durdu
Gerdi kana bulanmış kanatlarını
Bütün heybetiyle, ülkenin üzerine
Devletin koca bıyıkları.
Türküler söylemeyin Stalin üzre;
Ne bir somun ne de bir civatayız biz;
Bilin, boğulmayacağız bundan böyle
Mavi sakallı dumanında onun hiç birimiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder