31 Mart 2011 Perşembe

Deathspell Omega - Paracletus (2010)

Garip bir albüm bu, hem çalakalem baştan savma kaydedilmiş gibi duruyor hem de yılların emeği var gibi. Hem olabildiğince kaotik hem de seyrek (işte bu sebeple kıymetli) riflerin sıcaklığıyla kolay dinlemelik. Aslında Deathspell Omega'nın yanında nice black ve death grubu, diğer türlerden söz etmiyorum bile, çocuk korosundan farksız duruma düşüyor. Müzik dinlemek bile zevksizleşebilir, aman dikkat.
Bu albümün bir diğer özelliği ise parçaların sıralanışı. Birbiriyle bağıntılı şarkılar sanki bitimde yer alan Devouring Famine (dinlemek insanı tüketiyor vallahi) ve Apokatastasis Panton için varlar.

9,0/10

28 Mart 2011 Pazartesi

Ensemble Melpomen - Ancient Greek Music (2005)


Antik enstrümanlar eşliğinde ki Agora isimli güzel filmde de bir örneğini izlediğimiz çift flüt gibi, artık nasıl çalıyorlarsa şaşmamanın mümkünatı yok, eski Yunanca sözlerle bu albüm kaydedilmiş. Tabi o dönemden bu döneme beste kalmadığı için müzikologlar, var mı böyle bir terim?, çalgılardan, tarihi kayıtlardan ve dilin özelliklerinden yararlanarak bir tür antik Yunan müziği rekonstrüksiyonuna gitmişler.
Bu albümde beni rahatsız eden iki olgu mevcut: Sopranomsu bayan vokalin ses tonundan pek hazzetmemiş olmam. Ve şarkıların bir çoğunun melodiden yoksun yama parçası gibi tınlaması. Elbette kabul ediyorum, eski halk şarkıları da kompleks değil, tam tersine basit, kısa ve tekrara dayanıyorlardı. Ama ben buradaki ruhu da pek kavrayamadım.

6,75/10

27 Mart 2011 Pazar

Ursula K. LeGuin - Marifetler


Ursula ablamızın bir romanına başlamak düşüncesi bile insanı ilk başta sıkıntıya sokar. Çünkü sürükleyici ve aynı zamanda düşündürücü hikaye örgüsü ile birkaç gün gerçek hayatla ilişkiniz kopacaktır. Kitabın bitiminden sonra bile karakterler ve arkadaki imgeler, politik simgeler kafanızı kurcalayacaktır. İşte bu süreci göze alabilmek bile ilk başlarda güçtür.
Marifetler, anladığım kadarıyla gevşek olarak birbirine bağlı üç kitaplı bir serinin ilk cildi. Sesler'i henüz satın aldığım için net bir şey söyleyemiyorum. Özetin özeti bir özet geçersem yazarın en iyi kitapları arasına sokamayacağım bir roman bu. Ancak yapıtın sonlarında tanık olacağımız zeki bir twist, kıvrak bir dönüşle hikaye ilginç hale bürünüyor. O noktaya kadar okuması hoş ama büyük ölçüde boş olan hikaye gereksiz klan isimleri içerip klişe bir dünyayı mekan haline getirerek ilgiyi bir türlü maksimum seviyeye yükseltemiyor. Ne yapayım, Karanlığın Sol Eli gibi iç gıcıklayıcı bir eser benim favori Ursula romanım. Karşılaştıracağım örnek de o oluyor maalesef.
Spooooooooooooooooooooiler.
Bir kısım insan, başlarında marifet denen spesifik bir büyüye sahip feodal toprak ağası (heh he, romanda böyle bir şey yazmıyor bittabi) klanlar halinde yaşıyorlar. Aynı zamanda bu klanlar birbirlerinin toprakları için çatışıyor, zorlu yaşam koşulları. Ovalardaki insanlar için ise onlar cadı, korkulan kişiler. Ve uzun yıllardır aralarında doğrudan bir ilişki de olmamış. Neyse bu marifet babadan oğula anadan kıza geçebiliyor. Ancak soy içinde etkin olduğu için evlilikler bile bu marifetin korunmasına yönelik planlanıyor. Hayvanları çağırma marifetine sahip bilmemne klanının varisi Gry kızımız ve hikayenin ana kahramanı çözme yani bakışıyla öldürme gücüne sahip oğlumuz Orrec'in hikayesi bu. Orrec'in klanı yayılmacı başka bir grubun tehdidi altındadır. Marifetini çok geç sergileyen Orrec tam da hakim değildir bu güce. Kimseye zarar vermemek için babasına gözlerini bağlatır. Ovalardan göçme anası büyük ihtimal düşman klanın büyü gücü etkisiyle zaman içinde hastalanır ve ölür, ölmeden önce bir kez bağını çözer Orrec. Acıklı kısım bunlar. Sonra anlaşılır ki aslında kendisinin hiç gücü yoktur ve babası tarafından diğer klanlarca tehdit olarak algılanması için kullanılmıştır. Kısacası kitap toplumsal çıkarlar uğruna ne, ne kadar feda edilir sorusunu irdeliyor ve marifetinin av partilerinde kullanılmasına karşı çıkan Gry ile kendini hikaye anlatıcılığında geliştiren Orrec'in ovalara göç etmesi örneğinde bireyselleşme olgusu somutlaşıyor. Tabi böyle cesur bir adımı ancak şartlar olgunlaştığında yapabiliyorlar. Orrec'in babası savaşta ölüyor, çocukları o topraklara bağlayan pek bir şey kalmıyor, Orrec'in klanı Gry'ın ailesine katılıyor vs. Yani yazarımız ihanet olarak algılanabilecek reddetme ve terk pratiğini geçirecek kadar iddialı bir duruş sergileyemiyor.

MFÖ - No Problem (1987)


Dinlemesi kolay, sanki daha tropikal bu albüm yine keyifli dakikalar sunuyor. Niyet Neydi Akıbet Ne Oldu isimli şarkının nedense Will Smith'li gettin jiggy with it nakaratını hatırlatması oldukça garip. Çoktan unutulmuş bir şarkıdan sample'dır belkim? No Problem, Bazı Bazı gibi hafif Yalnızlar Garı, Muhabbetler Sana Doğru ile de ağır şarkı formatlarını her MFÖ albümünde olduğu gibi burada da bulabiliyoruz. Ama sanki daha oturmuş olgun bir sound ile karşı karşıyayız.

7,0-/10

26 Mart 2011 Cumartesi

Soom T & Disrupt - Ode to a Carrot (2011)


Nasıl anlatabilirim bilmiyorum. İngiltere'de mayalanmış Hint reggaesi, az dub, az 8 bit denen elektronik efektler, genelde bayan vokaller, sözleriyle ritmiyle ot içen ya da buradaki deyimle havuç tüttürenlere adanmışlık... Tahmin ettiğinizdn çok daha iyi bir çalışma ortaya konmuş. Boom Shiva, Ganja Ganja, Roll It.

8,0-/10

25 Mart 2011 Cuma

Eluveitie - Slania (2008)


Haydi'nin dedesiyle koşuşturduğu dağlarında mor renkli ineklerinden neskuvik sağabildiğimiz, kolunda 3 rolex takmayanın adam yerine konmadığı, minare gibi uzun şeylerden hazzetmeyen ve en bi demokratik geçinip aslında eski kıtanın en bi geri zihniyetli insanların nüfusunun çoğunu oluşturduğu diktatörlerin gizli kasası fonsiyonlu ülkesinden çıkma grubumuz, bu güzelcağız albümle büyük bir sıçrama gerçekleştiriyor. Önceki kayıtlarındaki Keltik folk ve melodeath ayrıksılığı artık parça bazında gidrilmiş güzel bir sentez yakalanmış. Folklorik enstrümanları özellikle ne olduğunu dahi bilmediğim gayda-tulumvari ağırlıklı olmak üzere, dinlemek apayrı bir zevk. Yalnız ucuz bile sayılabilecek dile pelesenk parçalar dikat çekiyor. İlk dinlemede bile haydörö haydörö eşlik etmeye çalışırken buluyoruz kendimizi.

8,75/10

21 Mart 2011 Pazartesi

Herbie Hancock - Head Hunters (1973)


Oturdum, grup içi aktivite olarak oynanabilecek ama grup karşısında çocuksu kalmayacak diğer yandan işle bağlantısı olan fiziksel aktiviteden ziyade sözcüklere dayalı bir oyunu internette bulmaya... Bizim oranın adetleri meşhurdur cinayetleri..
Funky cazzz.

8,25/10

20 Mart 2011 Pazar

Şaban İba - TKKKÖ Savunması : Poliste, Mahkemede, Cezaevinde Tavır


Kurtuluş Hareketi'nin önde gelen ismi 80 sonrası yakalanma sürecini ve ardından mahkemede yaptığı savunmayı anlatıyor bu kitapta. Mahkemeye sunduğu adil yargılanma hakkı talep ettiği bir kaç dilekçe ile birlikte eski fotoğrafları da içeriyor kitap. Geçmişe yönelik eleştirel bir tutumla TKKKÖ'nün 80 ortasındaki konferans-kongre kararları ve tüzüğü de yayımlanıyor. Ancak 2010 gibi güncel bir tarihte basılan yapıt, bu örgütün akıbetini, bu siyasal hareketin şu anki konumunu esgeçiyor. TKKKÖ sönümlendi galiba? Ne zaman? Niye? Cevapları bilen beri gelsin.

RETRO: Stratovarius - Episode (1996)


Power/progresif/neo-klasik metal anlamında her ne kadar güzel iş çıkarsa da bu grup hiç bir zaman favorilerim arasında yer almadı. Evet keyifli, dinlemesi hoş. Ancak ince tonlar ve parçaların somut belirgin sert bir özü olmaması kulağınızı müziğe fazlasıyla alıştırıyor, genel geçer melodiler kulağınızın üzerinden sıyrılıp geçiyor.

7,75/10

19 Mart 2011 Cumartesi

Rage - Perfect Man (1988)


Arada büyük bir fark var! Thrashımsı sönük heavy metal yerine olabildiğince melodik heavy/power metal sounduna bu kadar kolay evrilebilmek şaşırtıcı doğrusu. Heavy metal sahnesindeki vokallerin sıkça sergilediği tiz notalara çıkıp hüner sergileme anlayışını es geçersek ki neyseki sadece bir kaç parçaya ysirayet ediyor, şarkıların hemen hemen hepsi keyifli ve canlı bir dinleyiş sunuyor.
Bu arada blogu kapatan zihniyeti bir kez daha kınıyorum. DNS ayarları kalıcı bir çözüm sergilemiyor. Host dosyasını değiştiren bir programcık yükledim. Şu an yazabiliyor ancak diğer blogları görüntüleyemiyorum. İleri Demokrasi'de yaşamaktan gurur duyuyorum.

8,50-/10

16 Mart 2011 Çarşamba

Slayer - Reign in Blood (1986)


İşte bu! Siyah Kuğu'yu gecenin bir körü sinemada yalnız, etrafımda tanımadığım insanlar içinde yalnız, izlemişim. Çıkışta zaten gerim gerim dolmuşum, ıssız sokaklara vurmuşum kendimi. Kulağımda da Slayer. Allah Allaahh! Koşmamak, ki nefret ederim, koşarken kafa sallamamak, kafamı araba camlarına geçirmemek ve bittabi ayaza soğuğa nağralar atmamak için kendicağzımı görünmez bağlarla düğüm yapıyorum. İşte budur!
Sanki müzik hocaları yarım saatte bana thrash musikisini özetleyin bütün hünerinizle demişcesine yahşi, vahşi, öz bir albüm. Al sana thrash üle! Formülatik evet. O kadar kusur kadı kızında da olur. Bu kusuru da en iyi Raining Blood, sankim bir radyo programı cingılı değil miydi bu?, Angel of Death ve Jesus Saves vd. temizler. vb. değil vd...

9,0/10

14 Mart 2011 Pazartesi

RETRO: Blind Guardian - A Night at the Opera (2002)


Düzenleme açısından fazla cilalı, sound olarak fazla senfonik, biraz heyecanlı fazla iddialı dinlemesi zor bir yapıt. Fazla mazla, keyif veren madde ayarında melodileri bulabilmek için fazla çaba harcamaya gerek yok. Üstelik bunu ilk dinlediğimde grubun en iyi şarkısı diye nitelendirdiğim ve bugünse aynı hissiyatı maalesef paylaşamadığım And Then There Was Silence'ı hiç yokmuşcasına söyleyebiliyorum. Ki süper bir parça. Precios Jerusalem de ilk dinleyişte kulağa çarpıyor. Hemen hemen tüm besteleraynı progresif özelliği, değişken melodiler, paylaşıyor.

8,25-/10

13 Mart 2011 Pazar

3 Doors Down - The Better Life (2000)


Amerikan musikiseverler her nedense 90'ların popüler müziğine damgasını vuran, en bi popüler radyo listelerinde yer alıyordu şarkıları o zamanlar, grunge sonrası alternatif rock gruplarını pek bir gözardı ederler. Derler ki: sözler ve besteler olgun değilmiş, popülermiş felan ki pop-rock ve rock'n roll, ne bekliyorduk ki? Bir de bu albüm misalinde sadece bir iki hit parça içeriyormuş, geri kalan doldurma şarkılarmış. Pardon ama o bir iki şarkı dediğiniz Kryptonite ve Loser. Efsane şarkılardır, hatırlatırım. Geri kalanlar ise gayet dinlenilir ve isim zikretmek gerekirse Duck and Run, Smack ve So I Need You hiç de fena olmayan parçalar. Dolayısıyla rock'n roll ülenn.

8,0+/10

12 Mart 2011 Cumartesi

Lindsey Davis - Tunç Gölgeler


Didius Falco'nun maceralarını okumaya devam ediyoruz. Antik Roma'da bilgi toplayıcı(dedektif-gizli ajan karışımı bir meslek) olarak imparator adına çalışan Falco, önceki kitapta takip ettiğimiz komplonun izlerini silme ve gizemlerini açığa çıkarma gibi zor bir görevle uğraşırken diğer yandan senatör kızı Helena ile de gönül ilişkisini rayına ya da o dönemin deyişiyle patikaya oturtmaya çalışır. Konu kısaca bu. Ancak karakterlerin zenginliği ve çeşitliliği öyle bir halde ki hikaye geri planda kalıyor. Zaten kitabın yarısından sonra artık pek de umursamıyorsunuz. Esprileri ve hayata karşı takındığı alaycı tavrıyla tam da beğendiğim mizah anlayışını temsil eden Falco^nun akrabalarını, dostunu düşmanını okumak ayrı bir zevk haline bürünüyor. Hiç sıkılmadan kahramanımızın hayatını ezberliyor karakterini çözümlüyoruz. Puan versem 5 üzerinden 4 edecek romanın bu farkı oluşturan sebeplerine gelince: Dediğim gibi hikaye sonlara doğru saçmalaşıyor, kitabın ilk kısmında güçlü olan mizah sonrasında zayıflıyor. Her ne kadar dayak yese de fakir fukara da olsa kısacası anti-kahraman özelliklerine taşısa da Falco, sonunda gidişat açısından genelde hep düzlüğe çıkıyor, önce problem yarat sonra çöz yaklaşımı arkadan arkadan determinizmin ipuçlarını gösteriyor. Yaralanan akadaşı iyileşiyor, aslında ölmesini istemediği asi senatörün kaza sonucu öldürülmesi aslında işine yarıyor. Tabi bir de dönemine göre sıradışı kaçtığına inandığım kendine has ahlakçılığı ve inceden inceden pek çok emare yazarın feminen bakış açısının romana yansımalarını okulturuyor. Ne dersem boş, üç tlye alıp zevkle okuduğum bir kitabı kötüleyemem sonuçta. Yayınevinden Falco'nun diğer maceralarını a tez zamanda dilimize çevirmeleri bekliyoruz.

Iron & Wine - Kiss Each Other Clean (2011)

Sanatçının son albümüyle eleştiri almasının sebebi müziğini önceki basit yalın aldım elime sazımı ozancılığından bir adım öteye taşıyarak belki de kitleye uzanma çabası diyebileceğimiz indie folk-pop karması bir noktaya getirmesi oldu. Çünkü amerikan ehl-i folk sanatçıyı eski hali ile sevmişti beğenmişti bağırlarına basmıştı. Sanatçı demişken bu bir grup ismi değil, Demir ve Şarap isimli iki şahıstan hiç bir zaman müteşekkil olmadı. Bilakis adamımızın bizzatihi mahlası. Neyse hafiften enstrüman açısından deneysel takılan abimizin bir kere şemşeker sesini duymak bile bir lütuf. Üstelik Rabbit will Run ve hipnotik ama melodisi bir yerlerden tanıdık Your Fake Name is Good Enough for me gibi iki harika parçayı hediye ediyor. Genelde amerikan folk albümleri böyle, orta şeker parçalar ve birkaç hitten oluşuyor.
Şans verin verdirin.

7,0/10

9 Mart 2011 Çarşamba

Swallow the Sun - Hope (2007)


Çok güzel dinlemesi keyifli bir death doom albümü. Çok yaratıcı sayılmaz, eskiden sevdiğimiz gibi, sert brütal vokaller, az biraz clean vokal ki o pasajlar ister istemez Katatonia'yı hatırlatıyor. Gotik etkilenimler yok gibi bir şey. Hafif modernize doom death. Yalnız türün yaşadığı en büyük tehlikeyi bu albüm de atlatamıyor. Albümü defaatle dinledikten sonra şarkıları birbirinden ayırt edemez hale geliyorsunuz, birbirlerinin içine kaçıyorlar. Yani tek tek dinlediğinizde her bir şarkı pek ala. Arka arkaya sıralanınca türe uzak bir ademoğlunun katlanabilmesi azcık zorlaşıyor.

8,25/10

8 Mart 2011 Salı

Dirty Three - Ocean Songs (1998)


İsmi çokca duyulmamasına rağmen türün has hacip takipçilerinin müptelası olduğu post-rock gruplarından biri olan Dirty Three içerdiği keman ağırlığı ile dikkat çekiyor. Besteler klasik seyri izlerken müziğe daha çok keman ve bateri ikilisi yön veriyor. Bu cihette daha hareketli oldukları için Distant Shore, Authentic Celestial Music ve See Above, Sky Below daha bir dinlenesi parçalar oluyor.

7,75/10

7 Mart 2011 Pazartesi

MFÖ - Vak the Rock (1986)


Albümün taşıdığı imge ve imajın tersine suların biraz daha durulduğuna bizi şahit yazıyorlar. Albüme adını veren efsane şarkı belki de tek hareketli parça. Adımız Miskindir Bizim, Lay Lili Lili Lay, Bazen akla gelen diğer şahsiyet kişilik taşıyan parçalar.

7,25/10

6 Mart 2011 Pazar

Atlantean Kodex - The Golden Bough (2010)


Geçen sene heavy metal sahnesine şaşaalı giriş yapan birkaç grup vardı. Onlardan birisi de über süper albüm kapağıyla dikkat çeken Atlantean Kodex ve mitlerle örülü aynı ismi taşıyan kitabın konseptini izleyen albümü. Bir saati aşkın süresiyle ve uzun parçalarıyla, misal sondaki 15 dakikalık şarkı gerçekten zaman israfı, eleştirebileceğimiz albüm, Bathory'nin ağır folklorik atmosferini heavy/doom metal eksenine taşımaya çalışmış. Gittikçe güzelleşen seyirdeki setlist Vesper All Hymn ve Atlantean Kodex de zirve yapıyor. Ancak yaratmaya çabaladıkları bu sentezin biraz da garip kayıda ve özelliksiz çalma tekniğine bağlı olarak, kolayca alışabilir bir yanı olduğunu söyleyebilmek güç. Belki grup daha da profesyonelleşir ve türü bizim bile tahmin edemeyeceğimiz bir yöne götürür. O güne kadar bu albümle idare edeceğiz.

7,50/10

5 Mart 2011 Cumartesi

Sevgi Aktüre - Anadolu'da Demir Çağı Kentleri


Anaolu'da bronz çağı dönemini anlattığı kitabın devamında kentleri, sosyal ve politik yapılarbağlamında incelemeye devam ediyoruz. Konuyla ilgilenenlere ufuk açacak yetkinlikte bir çalışma. Örneğin "medeniyet" denilen şeyin ağırlığı Batı Anadolu'da özellikle Milet kentinde yoğunlaşmış iken Yunan yarımadası ve Atina'ya sonraki aşamada geçmesi yeni öğrediği bir olgu. İşin aslı antik Yunan tarihine karşı olan ilgisizliğimi değiştirmeyi başardı bu kitap.

RETRO: Stratovarius - Fourth Dimension (1995)


Yepisyeni bir vokalle , Kotipelto, artık grubun klasik sounduna kavuştuğunu ilan edebiliriz. Albüm sonlarında bir dalgalanıp durulsa da Galaxies gibi güzel bir parçayı içeriyor. Epik keyboard melodisi ile açılan parça aynı atmosferi metal sınırlarına taşımayı başarıyor. Thrashy açılış parçası Against the Wind, oryantal bir ezgiye sahip enstrümental Stratovarius ve Lord of Wasteland diğer hususi sevilesi şarkılar. Albümü dinlerken kimi zaman aklıma Scorpion gelmedi değil.

7,0+/10

4 Mart 2011 Cuma

RETRO: Slayer - Hell Awaits (1985)


Slayer'ı dinlemeyi bıraktığım albüm. Yıllar beni hiç değiştirmemiş. Çünkü fikrim pek değişmedi. Müzisyenlik işçilik harika. Albümün açılışında ne kadar kendinizi kassanız da boynunuzu durdurabilmek imkansız. Hell Awaits ve Kill Again örneğinde olduğu gibi. İlk albüme göre büyük bir adım olsa da. Progresif bestecilik ve bazı geçişlere şayan şayan takdir yollasak da. Vokal pasajlarında sıkıcı höy höy höy hececiliği ve gayet sıkıcı nakaratlar albümün özellikle ortalarında aldığım zevki itinayla öldürüyor. Kişisel bir şey.

7,75-/10

3 Mart 2011 Perşembe

RETRO: Blind Guardian - Nightfall in Middle-Earth (1998)


Grubun en bi olgun albümü dinleyenler tarafından çok seviliyor. Konsept olarak Silmarillion'u konu alırken konuşma pasajları vessair kısımlar aksine albümün akışına güç katıyor. Vokal ve koro düzenlemeleri fevkaladenin fevki. Ancak benim zevkime göre vokal ağırlığı biraz fazla. Konsept dedik şarkılar birbirini tamamlıyor dedik. Yine de zatihalihazırda klasikleşmiş parçaları çıkartmış durumda albüm. Nightfall, Mirror Mirror, Time Stands Still, Blood Tears, Noldor gibi.

8,50/10