31 Ağustos 2008 Pazar

Hypocrisy - Abducted (1996)


Brütal yanlarını kaybetmeden melodik death icra eden, bazı parçalarda Amon Amarth'ı hatırlatan gitar tonu ya da yine bazı parçalardaki thrash etkilenimli riffleri kullanan ama arkadaki perdede hep doomvari etkiyi taşıyan Hypocrisy'nin bu albümü atmosferik geleneğini albümün sonunda yer alan Pink Floydumsu baladları ile devam ettiriyor. Kısacası melodik ve brütal death , thrash etkilenimli melodik death ve clean vokalli son kısım olmak üzere üç kısımdan oluşuyor parçalar. Kötü parça olmamakla birlikte hızlı tempolu parçalar melodi açısından birbirine karışıyor. Vokallerdeki ağırlıklı shriek tarz da can sıkabiliyor.
Bunların dışında belki de artık yaş icabı ekstrem müzikteki farklılıkların farkındalığına varamamak gibi bir dertle muzdarip olmamdan gerek yeterince albümden zevk aldığımı söyleyemeyeceğim. Keşke başka bir zamanda tanışsaydık...
Öne çıkanlar:Carved Up, Paradox, Killing Art, Point Of No Return, When The Candle Fades, Buried..
7,75/10

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Björk - Debut (1993)


Şeker küplerinden sonra Björk'ün ilk albümünün Post olduğunu zannedenlerdenseniz benim gibi, bu albümü duyunca oldukça şaşıracaksınız. Çünkü karşımızdaki albüm oldukça iyi.
Deneyselliğin biraz daha dağınık ve küçük ölçütlerde kullanıldığı albümün atmosferi genellikle 90'ların dans müziğiyle şekillendirilmiş. Diğer yandan klasik Björk baladlarının öncellerini de burada görmek mümkün.
Belki kulağınıza albümdeki parçalardan Venus As A Boy ordan burdan karşı komşudan kulağınıza çalınmıştır.Ama iddiaya varımki bu albümden tek duyduğunuz bu parçadır. Halbuki albüm, içinde Human Behaviour, Big Time Sensuality, One Day, Violently Happy ve Play Dead gibi zevkle dinlediğim parçaları da içermekte. Müzikal açıdan belli bir konsepti izlemezken , dinlemesi oldukça kolay ferah bir albüm olmuş Debut.
i play dead : it stops the hurting
9,0/10

Metallica - Garage Inc. (1998)


Eski ve yeni coverlardan oluşan bu geniş albümü baştan sona daha önce dinleme fırsatı bulamamıştım. Aslında Load sonrası döneme ait olması sebebiyle umurumda da olmamıştı. Hard rock'tan yeni dalga İngiliz metaline ve punk müziğe 27 parça ile kapsamlı bir karışım sunan albümde bu yüzden tutarlılık aramak gereksiz olacak.
Turn The Page, Whiskey In The Jar ve Die Die Darling yorumlarını iyi- kötü kavramlarıyla kısıtlayamayacak kadar radyolarda dinledik zaten. Die Die Darling gibi başta, bana Discharge albümünü yükletecek kadar basit ve etkileyici Free Speech For The Dumb ya da Anti-Nowhere League coverı So What olmak üzere Punk yorumlarına bayıldım, Kill'em All'u pek beğenen biri olarak. Amma ve de lakin albümün sürprizi aslı Nick Cave'e ait Loverman oldu. Load ile birlikte vokal performansına aşırı önem vererek hepimizi canımızdan bezdiren Hetfield, sonunda ses rengine uygun bir yorum ortaya çıkararak muradına ermiş. Büyüyü bozmamak için orjinalini dinlememeye karar verdiğim Loverman, herkesin beğenisini kazanacak şarkılardan değil.
7,50/10

17 Ağustos 2008 Pazar

Portishead - Third (2008)


Uzunca bir süre albüm yayınlamayan grup alemlere yeni ve naorjinal albüm ismiyle geri dönünce, interneti kritikleri ne kadar değiştikleri hakkında yorumlar doldurdu. Kanmayınız! Aynı karanlık hava, aynı hüzünlü ve uğursuz vokaller devam ediyor. Değişiklikler ise pek çok. Ama ilk albümlerini yayınlayan Portishead ile şimdiki Portishead aynı. Beth Gibbons'un vokalleri biraz daha geri çekilerek enstrüman performansları ve beste düzenlemeleri farklılaştırılarak biz bir grubuz temasına ağırlık verilmiş. Eskisi gibi trip hop yerine alternatif elektronik, folk rock etkisi ağırlık kazanmış. Parçalara da çeşitlilik kazandırılmış, saf folk şarkılardan grubun alamet-i farikası huzursuz yaylıları içerenler ya da deneysel karanlık elektronik parçalar aynı karanlık bulutun altında sıralanmışlar. Yalnız Roads, Glory Box, Wandering Star, Only You , All Mine gibi ağır duygusal hit parçalara burada rastlamak oldukça güç. Albümün toplamda oluşan atmosferi oldukça kuvvetli. Lakin duygusal hüzne dayalı atmosfer yerine kasvetli , tekin olmayan bir boşluk hakim albüme.
Alışması ve sindirmesi oldukça güç olan albüme giriş parçam WE CARRY ON oldu, parça boyunca arkada yankılanan kabile tamtamına benzer elektronik ritim ile gitar rifi 6 buçuk dakikalık hipnotik bir şölen sunuyor. İlk single Machine Gun ilginç sample ile ya nefret ya sev parçası. Ben bazen seviyorum bazen nefret ediyorum! Bu şarkının son melodisi eski Türk film müziklerini andırıyor. Eğer şarap eşliğinde albümün batıni anlamını keşfetmeye karar vermişseniz (ki mutlaka yapın) bu iki parça gelince yerinizde duramayarak metalcinin dans dersine giriş kitabının ilk bölümünü uygulamaya başlayacaksınız, yerinizde sağa sola sallanarak kuul bakışlar atmak diye tabir edelim bunu.
Diğer uzun parçalardan Small içindeki üç ayrı düzenleme ile ilgiyi çekiyor. Magic Doors ve eski tarzlarına yakın kapanış parçası Threads de öne çıkanlardan. Albümün ilk yarısı ise daha yalın parçalardan oluşuyor.
Herkesin idrak edemeyeceği bu ağır karanlık kadife perdeyi aralayabildiğim için oldukça memnunum.
9,50/10

16 Ağustos 2008 Cumartesi

Hypocrisy - Maximum Abduction (1995)



Sadece 4 parçadan oluşan ve çok şükür soundlarını melodi yönüne 90 derece kırdıkları EP. Vokaller Roswell 47 ve Carved Up boyunca yırtıcı ve sert bir performans sergilerken son iki parçada clean'e dönüyor. Açılış parçası Roswell 47 , sanırım grubun takipçilerinin favori parçalarından biri, klasik orta tempo death şarkısı olarakdan çok da abartılacak bir konumda değil bence. Ama CARVED UP dehşet, fevkalade , müthiş bir melodik dinamik death-thrash parçası. Request Denied clean başlayıp böürtülü vokale dönen ağır tempolu hüzünlü yer yer doom havası koklatan hoş bir parça. Son şarkı olarak ise Kiss'den Strange Ways seçilmiş. Full clean seslendiren parça alternatif metal/gothic rock tarzına yakın.
Kısacası tadı damağımda kaldı. Abducted'dan umutluyuz.
9,0/10

14 Ağustos 2008 Perşembe

Metallica Retro 4 And Justice For All (1988)


...And Justice For All (1988)
Grubun ilk dönemdeki albümlerine göre biraz daha az sevmişliğimden dolayı bu albümü yazmayı sonlara bıraktım. Aslında oldukça iyi olan parçaların biraz uzatılarak ve progresif hale getirilerek -zaten thrash hayranlığım yoktu, progresif hale getirilmesi de pek cezbetmedi- içlerindeki bir an baymaya başlaması bir sebep. Ama dinlerken bu kayıtta ,bu soundda bir şeyler eksik diye düşünmemin sebebi araştırınca ortaya çıktı. Yeni elemanları Jason Newsted'i albüme koymayı unutuvermişler! Evet, müzisyen olmadığımız için bazı şeylerin farkındalığına kolay varamıyoruz. Savaş karşıtı marş haline gelen One ile birlikte Harvest of Sorrow ile And Justice For All bu albümde yeralan parçalar.
Left Me with Life in Hell
8,75/10

9 Ağustos 2008 Cumartesi

Björk - Post (1995)


Björk'ün uluslararası arenada ün kazandığı albümlerden Post , jazz ve dans etkisindeki müziği ile diğerlerinden farklılık gösteriyor. Özellikle parçaların tempo ve tür bakımından çeşitlilik göstermesi en sevdiğim şey bu tarz albümlerde. Bu albümde Army of Me, Hyper-Ballad, It's Oh So Quiet, I Miss You, Enjoy, I Go Humble gibi birbirinden güzel parçalar yer almakta. İsmini saymadığım diğer parçaları da dnlemek oldukça keyifli. Ama albümde yer alan , konserin ruhuna da uygun pop-jazz ve latin dans melezi I Miss You'nun çalınmamasından dolayı Björk'e kırgınız. Hele ne olduğu belirsiz 2 dakikalık Cover Me'ye ne gerek vardı?
9,0/10

7 Ağustos 2008 Perşembe

Knight Errant - Knight Errant (1999)



Bayağı eski olmasına rağmen popülarite açısından diğer gruplardan nedense daha az ilgi gören folk etkilenimli heavy/power metal icra eden , folk demişken kemanlarla bir İrlanda Kelt folklorün daha çok andırıyor, grubumuzun bu ilk albümünün bir çok parçasını zamanında G.Erkin Erkal'ın programında dinlemiştim ve almaya karar vermiştim. İş güç derken hala o zamanlardan beri satın alacağım albümü. Gençlik günlerini arkada bıraktığımız gibi bu nostaljik iç geçirmeyi de bir kenara itileyip albüm nasılmış bakalım.
Hani bazı müzik aslında pek iyi değildir ama onu ilginç kılan çekici bir unsuru vardır. İşte burda da vokalin rengi çok enteresan. Yani sevmiyorsunuz ama seviyorsunuz. Müzik ise genelde gaz höylölölöy tarzında, dinlemesi çok eğlenceli. Besteler basit, fazla teknik kompleks bir tarafı yok. Keman solo felan atıyor gitarla. Lirikler ise gereğinden de basit olmuş. Özetle albümü dinledikten sonra böyle karışık bir hale geliyoruz.
Zaten Nothing's Like It Appears, Gilgamesh ile Knight Errant parçalarını ailecek seviyorduk, Vatikan çekirdek ailesi, tek kişilik; şimdi yanlarına On the Green, Prince of Lights gibi şarkılar eklendi. İçinden Almora'yı doğuran grubun ikinci albümüne de bir kulak vermek gerek.
8,0 /10

6 Ağustos 2008 Çarşamba

Thom Yorke - The Eraser (2006)



Radiohead'in fanı olmamakla birlikte efsanevi OK Computer albümünü dinlemişliğim ve beğemişliğim vardır. Kendine has vokali ve müzikal fikirleri ile dünyada öne çıkan solistlerinin ilk albümünden Harrowdown Hill'in klibi yavaş yavaş bünyeye nüfuz ederken tüm albümü dinlemeye karar verdim. Ve sonuç! İlk single'dan da daha vurucu başdöndürücü The Clock.
Albümde birkaç parçadaki gitar tınlaması dışında, arkalardan çok arkalardan, rock namına bir şey yok. Elektronik beatler, daraltıcı synthler, samplelar, sözlerindeki karamsarlığı hissetmenize rağmen dinlendirici olabilen statik bir vokal. Albüm çok hareketli olmasa da bazı parçalarda transa geçmiş şekilde yerinizde sallanıp uzaktan dans etti edecek imajını çizebilirseniz de. Gitar demişken The Clock'un sonlarında yavaş yavaş hızlanan elektronik vuruşlara eşlik eden kısım gerçekten büyüleyici. Black Swan da backvokal olarak kendi kafasına buyruk şarkıya eşlik eden ikinci Yorke, And It Rained All Night adlı parçayı yağmur hissiyatından tamamiyle bağımsız ürkütücü bir karanlık formuna somutlaştırarak başrole geçiyor. Harrowdown Hill ile politik bir şarkının nasıl sloganlara takılmadan duygusal ve çarpıcı bir beste ve şiirsel sözlerle oluşturulabileceğini görüyoruz.
The more you try to erase me
The more, the more
The more that I appear
(8,0 /10)

4 Ağustos 2008 Pazartesi

3 Ağustos 2008 Björk Konseri

Yine bir pazar akşamı Sortie'nin Sapphire'in önünden geçip sosyalleşerekten konser alanını doldurduk. Kalabalık idare eder, hava serin, daha ne isteyelim. Björk karnaval havasında üflemeli çalgıcı trompetçi tromboncu arkadaşları ile şarkılarını farklı bir şekilde yorumlarken kulaklarımız Bachelorette'yi All Is Full Of Love'ı boşuna aradı. Setlistin yarıya yakını pek de favorim olan parçalar değildi doğrusu. Ama bir röportajında da dediği gibi insanları konserinde dans ettirmek istiyor Björk:İşte bu nedenle konserin özellikle ikinci yarısındaki parçalar kah alıştıra alıştıra acıtmadan kah bodoslama kafa göz yararaktan kaliteli, lazer gösterili teknoya bağlandı. Kaybettik kendimizi. Vokal performansı pes seslerde bazı anlar cortlasa da, elektronik vuruşlar vokali boğsa da yer yer iyi vakit geçirdik.
Ekibinin el kol şaklatmaları hoplamaları zıplamaları "geçerken uğradıydım" modundaki seyircinin donuk bakışlarından oluşan Çin seddinde dağıldılar. Haksızlık etmemek gerek ki azınlık bir grup bilakis eğlenmesini bildi. Böyle şovlara seyirci olarak pek alışık olmadığımızdır sebebi diye düşünüyorum. Björk'e tembih edilmiş gibi konser boyunca suskundu. Mercy leri dışında. Onlar ne güzel mercylerdi! En sonunda da bizi uykuya gönderdiğinde konserin başlangıcından beri sadece 1 saat 10 bilemedin 20 dakika geçmişti.
Bu arada Battlestar Galactica'nın radarına benzer elektronik aletleri ekranda gördük. Bir de renkli zeka küpü ayarında bir şey vardı. Turn table ve react table diye geçiyorlarmış. Vışş teknolojiye bak dedik sessizce.
Eveeet, bir sürpriz olmazsa bu sezonki konserleri bitirdik, gelecek programda görüşmek üzere, esen kalın.
Sevgiler saygılar.

Hypocrisy - The Fourth Dimension (1994)


Vokallerini grubun has adamı Peter Tägtgren'in teslim aldığı bu albüm önceki saldırgan agresif ve hızlı tempolu sounddan uzaklaşarak nispeten daha ağır bir yapıya bürünmüş. Bununla birlikte ince ince atmosfere de devam edilmiş. Liriklerde hala anti-hristiyan ögeler yoğunlukta.Yalnız ordan burdan duyduktan sonra albümü melodik death sanıp dinlemeye başlarsanız, benim gibi şaşırabilirsiniz. Birkaç parçanın biraz daha melodik olması insanı Gothenburg'a götürmüyor sonuçta!
İlk dört parça, über-atmosferik açılış parçası Apocalypse, Mind Corruption, özellikle Reincarnation ve Reborn ortalığı patlatıyor. Hemen takipçisi black-doom- death kombosu Black Forest'dan sonra Afakanlar esnemeler eşliğinde kapıma dayanıyor.
Kışş kış afakan kışş kışş
(6,25/10)

3 Ağustos 2008 Pazar

Michel Tournier - Altın Damla


Bir köşeyazarının tavsiyesinden gaza gelip fantastik bir kitap zannederek satın aldığım Altın Damla, Fransız yazar Michel Tournier tarafından post-modern bir iklimden beslenerek yazılmış. Konusu Cezayir'de bir vahada yaşayan İdris adlı gencin sarışın bir Fransız tarafından fotoğrafının çekilmesi ile başlıyor. Geleneklerinde gücü dolayısıyla başkasının eline geçmesinin sakıncalı olduğuna inanılan fotoğrafını bulabilmek için, sarışın kadının Paris'den yollayacağını belirtmesine rağmen göndermemesi nedeniyle , İdris yollara düşer. Aslında bu sebeplerden birisidir. Bir yandan kadını düşünmektedir, diğer yandan da kısılıp kaldığı vahada geleneklerden sıyrılıp kapitalizmin sunduğu nimetlerden faydalanmayı istemektedir.
Yazar resim mitini ayriyetten anlattığı yan hikayelerle güçlendirirken hat vasıtasıyla yazının resmin nasıl üstesinden geldiğini de yine bir hikaye ile betimliyor ve genel konu akışına , İdris'in hayatına bağlanıyor. Bu Bedevi gencin başına gelen anlamlı tesadüfler zinciri post-modern bir gerçeküstücülüğün ürünü. İşte bu sebeple kıyısından köşesinden fantastik bir anlatıma bulaşmış. Lakin diğer yandan işlediği Fransa'da göçmenlerin sorunu gibi oldukça reel sorun bence anlatım tekniğinin kurbanı olmuş.
Masalların ve gerçeğin modern ötesi bir kulvarda beraber işlendiği bu kitap şaheser olmayabilir. Bununla birlikte yazarın külliyatına başlamak için iyi bir örnek gibi duruyor.

2 Ağustos 2008 Cumartesi

27 Temmuz 2008 Metallica Konseri




Ali Sami Yen'de festival havasında gerçekleşen konser, pek çok insanın beğenisini çoktan kazanmış durumda. Kalite çıtası özellikle Metallica tarafından yükseltilse de bu organizasyonun kusursuz olduğu anlamına gelmiyor. İçeri girişimiz yaklaşık 1 saat sürse de (kusur 1) açılış grubu The Sword'un geç çıkması sayesinde fire vermeksizin grupları dinleyebildik. The Sword üzerimizdeki görevi tamamlayalım havasında olsalar da performansları gayet iyiydi. Grubu pek tanımayan izleyici buna rağmen ağır metal riffleri ile konsantrasyonlarını dağıtmayıp gruba destek verdiler. Ses tertibatı b.ktandı bu arada(kusur 2). Arkasından Pentagram seyirci ile bütünleşerek performanslarını icra ettiler. Ses b.ktandı. Olduğum yerden, sahnenin 50 metre sağ önünden, vokalin sesi gelmiyordu bile. Down'ın sahneye çıkması ile bi kaç seyircinin olumsuz tepkisi olduysa da geneli negatif etkilemedi. Ama konserin itici olmasının sebebi sadece Anselmo, grup elemanları ya da kendini bilmez seyirci değil bu tarz müziğin Türk örf ve adelerine uymaması idi :-)) Yani bu sludge-stoner-doom tarzı oldukça Amerika'ya özgü ve bizim buralarda heyecan dalgası yaratmaz. Ancak konserde oluşan birden çok dalga vardı: Tribünlerden saha içine yayılan Meksika dalgası! Tezahüratlarla beklediğimiz Metallica sahne performansı ve şovu ile boyun kol sırt gibi uzuvlarımıza bol bol ağrı tedavisi uyguladı. Kireçlerimiz çözüldü. Ses ise ancak Metallica sahnedeyken düzelmeye başlamıştı. Konser biterken veletlerin yorgunluktan yerlere yığıldığını gözlemledik. Gençlerin çokluğu gelecek açısında umutlandırdı beni. Umarım destekleri her grup için devam eder. Bense 7 saat ıkış tıkış hazırolda konseri izledikten sonra Mecidiyeköy'de yürümeye başlayınca ayaklarımın beynimin yürüme komutlarını iplememesiyle öyle başına buyruk takılmasıyla yorgunluğumun derecesini anlayabildim. Erken çıkmamız sayesinde caddede trafiği durduran keşmekeşden de kurtulmuş olduk(kusur 3). Bu arada içerideki yiyecek içecek standlarında kuyruklar uzundu. Hatta muhtaç kaldığımız 2 ytllik bir bardak su bile bitti(kusur 4).
Kaçıranlar kafalarını duvarlara mı vursunlar, Boğaziçi köprüsünden mi atlasınlar, hiiiç umrumda değil. Biz ordaydık ve anlatacak bir hikayemiz var.