Bu kitabı post yapısalcı bir kaç makalenin yerleşik ahlak kavamını ters yüz etmesi neticesinde peki marksistler ne düşünüyor bu konu hakkında merakımın neticesinde almıştım. Ve kitap sıkıcı "diyalektik ve pratik" kavramlarının incelendiği ilk bölümüyle beni hayal kırıklıklarından oluşan derin bir denizin devasa dalgalarına gömmüştü.. Öz-yönetimci bir sosyalizmin savunucusu olduğu anlaşılan yazarın 60'lı yılların sonunda kaleme aldığı kitabın sonraki bölümlerinde yazarın Marksistlerin vulgar ahlaksızlık=burjuva kültürü ürünü eşitliğinin ötesine geçmeye çalıştığını anlıyoruz. Politik alanda da bürokrasinin karşıtı çizgiye yerel ve işçi yönetimlerine , rotasyonla yöneticilerin belirlenmesine dayalı özyönetimcilik anlayışı yerleştirilir. Yugoslavya'nın o günkü koşullarında da özyönetimciliğin pratiğe dökülmesindeki gerilik eleştirilip, Stalinist köklerden beslenen devlet-önder-ideoloji mitleri konusunda uyarılar yapılır. Ahlak olgusu da daha çok politika çerçevesinde politik hareket/liderlik ile üyeleri arasındaki ilişki bağlamında ele alınır. Evet yukarıdaki basit eşitlik reddedilmiş olmakla beraber sunulan şey ortodoksitenin demokratik bir yorumundan öteye gitmiyor.
60 ve 70'ler boyunca hümanist marksist Praxis hareketinin liderlerinden olan yazarın sonraki politik gelişimi ilginç bir mecraa izliyor. Tito'yu yeterince demokratik bulmayan çizgiden Miloeviç'in Sırp milliyetçisi hareketinin ideologlarından biri olma yönünde izlediği bu yol bir röportajda kendisine sorulduğunda geçmişte savunduğu özgürlük ve eşitlik ilkelerinin birleştiği bir nehir yatağı konumundaki katılımcı demokrasi ideasının bugün ütopik bir fikre dönüştüğünü ama belki de hiç gerçekleşmeyecek bu ilkelerin peşinde koşmanın, toplumsal ilerlemenin şartı olduğunu söylemektedir. Yugoslavya'yı oluşturan diğer uluslara göre Sırplar'ın Tito döneminde ezildiğini ileri sürerek bizim buralarda da izdüşümünün oluştuğu milliyetçilik ve sosyalizm sentezi bir fikri hala savunmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder