20 Ağustos 2009 Perşembe

Kaldıraç - Anadolu Devriminin Yolu (bir programatik yaklaşım)


Sol sektoloji konusuna meraklı biri olarak bu broşürle Kaldıraç grubunun görüşlerini özet ve derli toplu bir şekilde görme olanağı buluyoruz. Öncelikle amacım eleştiri felan getirmek değil, bu beni aşar. Sadece diğer okuduğum kitaplarla aynı sınıflama içinde değerlendirip aklıma gelen fikirleri sanal sahifeme aktarmak istiyorum. Kullandığım dil arada sırada sarkazma da alaycılığa da kaçabilir, ben buyum böyleyim, yapacak bir şey yok.
İkinci öncelikle benim nerede durduğum bilinmeli. Özellikle saptamaları dolayısıyla Marx'a, Lenin'e , Troçki'ye, Bookchin'e vs.. saygım vardır. Hem güdülmekten hoşlanmamam hem de diğer öznel sebeplerle örneğin dini inancım sebebiyle Marx tarafından afyonkeşlere benzetilmek , -izmlerin doğrudan dışına düşerim. Milliyetçiliğin her türlüsüne karşıyım, ezeni ezileni süzüleni hepsi aynı kapıya çıkıyor, komşu halklara düşmanlık üzerinden uluslaşmaya. Vaktim oldukça ve kafam aldıkça post-yapısalcılıkla ilgili makalelere vessair gözatarım. Dayanak noktası olarak herhangi bir kutsal kitabın yerini pratik, etik ve bittabi keyfimi ikame ettiğim için çok da ciddiye almayınız beni.
Başta kitabın ismi bana grubun Türkiye kavramına illet olduğunu ve Anadolu gibi ulusdışı bir adlandırmayı tercih ettiklerini hatırlatıyor. Tabi Trakya'yı Bulgaristan'a vermiş de olabilirler. İşin ilginci Osmanlı zamanında , çok önceleri batılıların bu toprakları Türkiye olarak tanımlamaları da bir değer teşkil etmiyor onlara göre demekki. Giriş bölümünü karıştıralım; ".. Anadolu, bugün, 21.yy'a girerken, tüm karşıdevrimci saldırıyı geri püskürtecek büyük doğuma hazırlanıyor", aşırı optimizm, ya da Kemalizm'den kopmayan sol gelenek saptamaları gibi klişeler. Hemen ardınan "ulusal sosyalizm bakışının devrimci teoride yol açtığı tahribat" tan bahsedip sosyalist devrim stratejisi benimseniyor. Tabi ki devrimin öznesi partidir, Anadolu işçi sınıfının öncü gücüdür, dardır sıkıdır illegaldir. Kaldıraç grubunun özgün tarafı çağın kapitalizmini tekelci kapitalizm olarak sınıflandırmasıdır. Bu durumda devlet ise polis, ordu gibi kolluk kuvvetlerini mafyalalaştıran ve halkı etkilemede din yerine medyayı tercih eden ve vatandaşlarına şiddeti değişik vasıtalarla sistematikleştiren Tekelci Polis Devleti olur. Kapitalizm kaça ayrılır, farkları nelerdir, küreselleşme olgusu açıkta kalan sorular.
Türkiye öznelinde ise Kurtuluş savaşı aslında gizli bir iç savaştır aynı zamanda denilip sanki o yılarda burjuvazi ile işçi-halk hareketi arasında iktidar mücadelesi varmış gibi sunuluyor. M.Suphi ya da Yeşilordu gibi örnekler de bu konu içinde ise Kemalizm için ufak bir teferruat olduğunu tarih bize göstermiştir. Türkiye'de kapitalizmin gelişimi düzgün düzgün anlatılırken hep ama hep dikkat çeken bir cümle vardır. Türk burjuvazisi Rum ve Ermeni ya da Yahudi burjuvazisinin mallarına el koyarak ortaya çıkmıştır. O kadar tekrar ediliyor ki artık "burjuvazinin iyisi gavur olur" tadı vermeye başladı. Türkiye, orta derecede gelişmiş kapitalist ve emperyalizme bağımlı bir sömürge ve aynı zamanda bölgesinde alt-emperyalist bir devlet olarak nitelendiriliyor. Haklı olarak hizmet sektöründe çalışanlar ya da memurlar da işçi sınıfına dahil ediliyor. Türkiye tekelci polis devleti olmasından dolayı hükümetleri tekellerin yürütme komitesi konumundaymışlar. Aslında oligarşi ile tekelci polis devleti arasındaki ayrımın (varsa eğer) ortaya konması için bu paragraf tam bir fırsatmış, kaçmış. Sisteme karşı mücadeleyi anti-faşizm, anti-emperyalizm ve anti-tekelcilik'e sınırlamanın yanlışlığından bahsedilip proleterya öncülüğünde yarı-proleter yoksul köylü ve kent emekçileri ittifakıyla yapılacak devrimin anti-kapitalist özelliğine vurgu yapılıyor. Yapılacak bu devrim ise parti önderliğinde gerilla savaşı ile doğum yapacak bir ayaklanma neticesinde olacaktır. Şimdi gerilla savaşı ve sosyalist devrim, gerçekten ezber bozuyor grup. Ve söyleyecek söz bulamıyorum. Örneğin Almanya gibi gelişmiş bir kapitalist ülke için de gerilla savaşını mı esas alıyorlar? Hala insanları herhangi bir devrimci durum yokken öldürmek, düşmanlıklar yaratmak, şiddeti olağanlaştırmak...
Devrimin renkliliği başlığında çeşitli grupların emek cephesinden bahsediliyor. Kastedilen tek parti önderliğini kabul eden yarı-özerk grupların tabiyet cephesi, her sözde sosyalist devlette gördüğümüz halk cephesi örneğinden hiç farklı değil. Demokrasinin manası da bu kadarla kalıyor grup için sanırım. Sonra sihirli bir cümle geliyor. "Dini bir temelde de olsa düzene karşı savaşımı destekler" Belki başkaları gibi anti-emperyalizm cephesine el-Kaide'yi davet ederler. Pardon anti-kapitalist cepheye..
Uluslar ve halklar bölümünde grup anti-Türk karakterini şu cümleyle saklayamaz duruma geliyor (eski dergi sayfalarında Türk kimliğini hatırladığım kadarıyla söylüyorum, Kapadokyalı, Pontus gibi yeniden-icat terimlerle ayrıştırıyorlardı ) : Türk tarihi bu topraklarda hep bir barbarlığın ve talanın adı oldu. Ve tarih bilmeyenleri kandırabilecek bir cümle ile aslında kendileri ile çelişiyorlar. O cümlede süreç içinde asıl Türkmenlerin yok edildiği belirtiliyor. Doğru ama aslında şehirlerde Fars kültüründen gelen ve Türkleşen müslümanlara, yerleşik hayata geçen Türkmenlere ve devşirme idari kadroya sahip Osmanlı yönetimine, öncesinde Selçuklulara, karşı isyan eden Türkmen boylarının asıl yağmacılığın kaynağı olduğu es geçiliyor. Bu tarz cümlelerle bu topraklarda çoğunluk olan benim gibi etnik Türklere hangi yüzle propaganda yaparlar, anlamak mümkün değil.
Kürtlerle ilgili "Kürt devrimi ... bağımsızlık ile sosyalizm savaşımını birlikte yaşıyor" cümlesine gülmemek mümkün değil. Gençliğin "devrimci sosyalistlerin kadro kaynağıdır, fidanlığıdır" olarak saptanması alenen çıkarcı ve faydacı bir yaklaşımın ürünü. Bir kadeh alkollü içeceğe attığı ilacın erimesini ellerini ovuşturarak bekleyen Nuri Alço imajı belleğimde canlanıyor. Kadının kurtuluşu sosyalizm mücadelesine bağlanıyor, ortodoks bir yaklaşım aslında.
Tek ülkede sosyalizm mümkün ama diğer ülkelere yayılmadıkça yaşaması zor tezini takip ediyorlar. Proletarya diktatörlüğünün sovyetik kurumlar üzerine inşası üzerine yazılanlar, Rusya devrimi ardından yapılan ilk şeyin sovyetlerin söndürülmesi olduğunu bilen biri için gayet havada kalıyor. Zaten kendi kendilerine işçilerin emekçilerin temsilcisi sıfatını layık gören profesyonel devrimci kadroların iktidarı aldıktan sonra uğraştıkları mücadelenin meyvesini yönetime çöreklenerek almak varken ütopik bir değişim sürecini tercih etsinler , hiç bir zaman anlamamışımdır. Broşürdeki açıklama ise proletarya diktatörlüğünü mevcut düzeni korumaktan alıkoyacak şeyin, onun bir yarım-devlet olma özelliği ile partinin devlet ile özdeşleşmeyen varlığıdır şeklinde oluyor. İkna edici mi?, hiç sanmıyorum. Ardından reel sosyalizm üzerine yapılan kısıtlı bir eleşti mevcut. Rus devriminin içe kapanması , kapitalizmin refah ve ücret pratiklerini bünyesine taşıyarak devrimin sürekli kılınamaması. Halbuki Stalin devrimi gayet canlı tutmuştu, Kırım Tatarlarını, Volga Almanlarını ve daha bir sürü halkı, muhalifleri katlederek çalışma kamplarına gönderirken, Ruslaştırma kampanyalarını yürütürken gayet devrimci bir politika izleniliyordu. Sanki hep insan olgusu ve bilinci unutuluyor, basit yeni insan yaratmak klişeleri ile geçiştiriliyor.
Ekte ise yine Kürt sorunu üzerine daha fazla detaya girilmiş. Ben daha UKKTHcıyım ben daha PKKcıyım dışında bir yenilik yok. İnsanların elinde silah birbirini öldürmesini savunmak ve teşvik etmekle halkların kardeşliği sloganını savunmanın çelişkisini hissetmemek ne garip. Bu dünyada birbirini öldürdüler ama öbür dünyada kardeşler.. Tabi materyalizmde öbür dünya inancı yoktur. (ŞŞş duymasın halklar, uyandırmayın milleti şşş)
Kısacası Leninizm'den ayrılmayan lakin aşamalı devrim karşıtı olarak anti-kapitalist mücadeleyi yücelterek ve tekelci kapitalizm tezini savunarak diğer gruplardan ayrışan Kaldıraç'ın broşürde anlattıkları böyle özetlenebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder