21 Aralık 2013 Cumartesi

Ahmet Arif - Hasretinden Prangalar Eskittim

Eşitlik ve adalet arayanların dillerine türkü olmuş şiirlerin yazarı Ahmet Arif, defalarca baskı yapan Hasretinden Prangalar Eskittim adındaki artık mecrasında efsaneleşmiş yapıtının yanısıra ölümünden sonra yayımlanmamış şiirlerinin toplandığı Yurdum Benim Şahdamarım ismindeki kitabın da yazarlığını yapmıştı. Metis'den çıkan 40. yıl özel basımı sadece bu iki kitabın toplamı değil, Cemal Süreya gibi isimlerden şair ile ilgili makale ve röportajlara da yer vermesiyle öne çıkıyor. Bu makale ve röportajlar dahil hepi topu 180 sayfada şairin edebi hayatının derlenebilmesi, şairin titiz çalışmasının örneği olarak tanımlanıyor. Yalnız her şey o kadar net mi? Gelenekten beslenen, hapishanelerde pişmiş, egemenlere karşı öfkeli, yurduna karşı sevdalı bu şiirler, hırçın ve kendi içine dönük, meldoramatik ruh hali arasında gidip gelen edaya sahip bu şiirler, kulağa gelenden çok daha naif soluklanan bu şiirler, yaşamında taşraya hatta varoşa dokunmadan büyüyen yeni nesillerce zor duyumsanabilecek bir boyut sergiliyor, bence. Yanılıyorum belki, sadece kendi düşüncelerimi haklılandırıyor bile olabilirim. İçindeki vurucu dizelerin varlığını reddetmeye de elbette yanaşmayacağım, her aklıselim gibi. Fakat burada anlatılan kavga, sevda, hayat benim ait olmadığım bir rüyadan akıyor gibi. Telaşın, grinin hakim olduğu, karın bile yere düşmeden eriyip kirini yığdığı bir kentte yaşıyorum ben. O çıplak dağlar, aşiretler, o kadar yabancı ki anlatılan hikaye bana. Belki de, belki de yıllardır biriktirdiğim beklentinin artık sıradanlaşmış ,o kaçınılmaz son tepkisidir bende doğan, bilemiyorum.


        Terketmedi sevdan beni,
   Aç kaldım, susuz kaldım,
   Hayın, karanlıktı gece,
   Can garip, can suskun,
   Can paramparça...
   Ve ellerim, kelepçede,
   Tütünsüz uykusuz kaldım,
   Terketmedi sevdan beni...   


   Haberin var mı taş duvar?
   Demir kapı, kör pencere,
   Yastığım, ranzam, zincirim,
   Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
   Zulamdaki mahzun resim,
   Haberin var mi?
   Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
   Karanfil kokuyor cıgaram
   Dağlarına bahar gelmiş memleketimin...     

   Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
   Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
   Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...        
   Ve zehir - zıkkım cıgaram.
   Gene bir cehennem var yastığımda,
   Gel artık...

   Akşam erken iner mahpushaneye.
   Ejderha olsan kar etmez.
   Ne kavgada ustalığın,
   Ne de çatal yürek civan oluşun.
   Kar etmez, inceden içine dolan,
   Alıp götüren hasrete.

   Akşam erken iner mahpushaneye.
   İner, yedi kol demiri,
   Yedi kapıya.
   Birden, ağlamaklı olur bahçe.
   Karşıda, duvar dibinde,
   Üç dal gece sefası,
   Üç kök hercai menekşe...


   Dağlarının, dağlarının ardı
   Nasıl anlatsam...
   Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz.
   Çırılçıplak,
   Vay kurban...
   "Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda."
   Yiğitlik, sen cehennem olsan bile
   Fedayı kabul etmektir,
   Cennet yapabilmek için seni,
   Yoksul ve namuslu halka.
   Bu'dur ol hikayet,
   Ol kara sevda.

   Öyle yıkma kendini,
   Öyle mahzun, öyle garip...
   Nerede olursan ol,
   İçerde, dışarda, derste, sırada,
   Yürü üstüne - üstüne,
   Tükür yüzüne celladın,
   Fırsatçının, fesatçının, hayının...
   Dayan kitap ile
   Dayan iş ile.
   Tırnak ile, diş ile,
   Umut ile, sevda ile, düş ile
   Dayan rüsva etme beni.

   Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
   Namuslu, genç ellerinle.
   Kızlarım,
   Oğullarım var gelecekte,
   Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
   Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
   Gözlerinden,
   Gözlerinden öperim,
   Bir umudum sende,
   Anlıyor musun ?


   Ard- arda kaç zemheri,
   Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
   Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...           
   Bir ben uyumadım,
   Kaç leylim bahar,
   Hasretinden prangalar eskittim.
   Saçlarına kan gülleri takayım,
   Bir o yana 
   Bir bu yana...



   Bunlar,
   Engerekler ve çıyanlardır,
   Bunlar,
   Aşımıza, ekmeğimize
   Göz koyanlardır,
   Tanı bunları,
   Tanı da büyü...


   Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı, 
   Böyle arkasında bir soğuk namlu 
   Bulunmayaydı, 
   Sığınabilirdi yuceltilere... 
   Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,      
   Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı, 
   Yanan cıgaranın külünü, 
   Güneşlerde çatal kıvılcımlanan 
   Engereğin dilini, 
   İlk atımda uçuran 
   Usta elleri... 


   Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz 
   Rivayet sanılır belki 
   Gül memeler değil 
   Domdom kurşunu 
   Paramparça ağzımdaki... 

   Vurun ulan, 
   Vurun, 
   Ben kolay ölmem. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder