“Kim iyileşmeye tahammül edecek güce sahip?
Kesinlikle kitleler değil, kesinlikle zayıflar ve dışlanmışlar değil. Hiçlik istencini istedi aslında onlar, ondan besleniyorlar, çünkü yaşamları için gerekli istenç bu. Eğer bu hastalıktan kurtulup iyileşselerdi, mutlaka bundan ölürlerdi de. Onlardan ”üstün bir birlik”, ”kolektif bir varlık” oluşturdukları yönündeki inancı kaldırın; yalnızlık, adanmışlık, vatan, kamu yararı yanılsamalarını kaldırın onlardan, sürücül içgüdüyü sökün, onları evrenin geçici olduğuna, sonunun olmadığına, karmaşık ve anlaşılmaz bir dünyada yaşadığımıza ikna edin, parçalanırlar. Halkın bireysel özgürlük gücü yok; projesiz, programsız, ortak kadersiz, güvensiz, mutluluk vaatleri olmaksızın yaşayamıyorlar. Bunlar olmadan anarşi, terör ve kendini yokediş içinde soluyorlar. Afyona ihtiyaçları var -dine, paraya, çalışmaya, ulusal gurura-; afyonu kaldırdığınızda o hiçlik içinde çözüleceklerdir; sürünün birliğini kırdığınızda, her hayvan kendi köşesinde ölmeye gidecektir.”
"İyileştirmek" isteyen, "iyileştirebilen", kendisini bekleyen tehlikeyi göz ardı etmeyen üstün insandır, "üstinsan" dır. Hiçbir şey yatıştırıcı kesinlikleri, araçların ve amaçların rahat dünyasını, nedenselliğin ve mantığın sakin evrenini terk etmekten daha korkunç değildir; ve bunun karşısında, hiçbir şey "iyiliğin" var olduğuna, "kötülüğü" alt etmek gerektiğine ve insanlığın ahlaki ve maddi gidişatını daha iyi hale getiren "Büyük Adamlar" a minnet duymak gerektiğine inanmaktan daha basit olamaz. Etna'ya dalmak için, doğanın insanlıkdışılığını, ahlakdışılığını, kestirilemezliğini kabul etmek için başka bir ruh yapısına sahip olmak gerekir. Kim kendisini sürekli parçalanmaya, kendisinin dağılma ve yeniden yapılanmasına yem etmeye tahammül edebilir? Kim kendisini kaosun bir yankısı haline getirebilir ve kendi bedeninde ve ruhunda güçlerin oynamasına izin verebilir? Trajik bir kahraman, kendisinin üzerine çıkmış bir insan. Nietzsche'nin "politika"nın karşısına koyduğu şey, kendilerini uzakta, yükseklerde tutan yalnızların kaderidir; varoluşlarının, oluşun işitilmedik, inanılmaz yolunu göstererek insanlığı "kurtardığı" yalnızların kaderi. Sanatçı, filozof veya Buda, İsa, Sezar veya Bonapart: her biri kendi biçiminde büyük ve gözüpekti; ve her biri kendisini Dionysos'a uzanan tehlikeli yola adadı
Dünyayı varlık düşüncesine tabi ederek hakikati anlamının ışığından hareketle kabul ettiğimiz ve anladığımız sürece nihilizm alt edilemez, çünkü nihilizm belki en çok da ışıkta saklanır. Işık aydınlatır; bu demektir ki ışık saklanır, muzipliği budur. Işık aydınlatır: aydınlanan şey, dolaysız bir hazır bulunuş içinde kendini sunar; bu dolaysız bulunuş, kendisini ortaya çıkaranı göstermeden gösterir kendini. Işık kendi izlerini siler; görünür kılar ama kendi görünmezdir; dolaysız tanımayı güvence altına alırken kendisi dolaylı olanda kalır ve kendini hazır bulunuş olarak ortadan kaldırır. Demek ki ışığın aldatmacası, ışıldayan bir bulunmayışa kaçıvermesidir, bu bulunmayış da her türlü karanlıktan sonsuz kat daha karanlıktır çünkü ışığa özgü karanlık, aydınlık ediminin ta kendisidir, ışık oyuna karıştığını gene kendisi bize unutturabildiği ölçüde oyundadır
Nietzsche bu zihinsel eğilimler sosyolojisinde şaşırtıcı bir belirti bulur: Toplum, kendi kitlesi yüzünden hasta düşmüştür: "Bu yüzyıl kitlelerin yüzyılıdır, onlar kitlesel olan her şeyin önünde, yüzükoyun yatarlar." Yaşayan her şeyin hafifliğini dile getiren hızlarıyla eski Yunanlılar'ın tersine; modernler, yoldaki çakıltaşlarına takılan, fena halde kötürüm, yarı cüce, yarı köstebek bir hantallık ruhuna sahiptirler. Onlar, denildiği gibi bir "yığın" dır, "kitle" dir; ve bu kitleler, halk kitleleridir. Toplumun kitlesel karakteri halkın, yani Nietzsche'ye göre, içinde payağılık kaynayan ayaktakımının özüdür. Halk psikolojisi, ruh soyluluğunun karşı kutbunda yer alır; burada her şey, hayatiyetten yoksunluk, altsınıf bayağılığı ve zihinsel karmaşadan ibarettir. Güç istemi ve yaşamın yaratıcı gücü yok edilmiştir; her yerde var olan yararcılık kaygısı, aynı zamanda anlam yokluğu da olan değer yokluğunun hükümranlığına tanıklık eder. Saçmalık iyice yerleşir. Bu bayağı ve saçma sapan ortamda, bir işaret şaşırtıcı değildir: Kitleler parayı Tanrılaştırdılar! Çünkü "Para güç, zafer, üstünlük, paye, nüfuz demektir". O, güç istemi sanılan şeyi dışa vurur ve güç olduğuna inanılan şeyin hizmetindedir. Almak ve sahip olmak susuzluğunun insan türünün yarası haline geldiğini gösteren bu Tanrı, varoluşu uğursuz bir komediye dönüştürür -ticaretin kral olduğu bir komedi: Maddi manevi her Şey satılık olmuş, paraya dönüştürülmüş, yani türdeşleştirilmiştir. Her şey sarsılır: Yeryüzünü de bu evrensel değeryitimi sarsar. Farklılığın saltanatının artık hiçbir geçerliliği kalmaz. Artık, başkasılığın anlamı kalmamıştır. Soyluluğun belirtisi olan sınıf ve mesafe duygusu yok olmuştur. Toplumun basitliği böyledir işte. Anonimlik, kitlesellik, kişiliksizlik,. toplumsal dünyanın farklı bütünler oluşturan türdeş unsurlarını (Anaxagoras kuramına göre), yoksunluk ve vasatlık olan tekbiçimciliğe ve tekdüzeliğe vardırır. Batı' da her yerde, doğuştan gelen güç istemi tersine çevrilerek özgünlük yetersizliğine dönüşmüştür. Yakında kültür yasa girecektir; "kara bir örtü" tüm dünyayı kaplamaktadır. Her şey, çoktan, iç karartıcı bir günbatımından ibaret olmuştur: Toplumsal hiçlik yayılmaktadır.
11. Kötü işiten işittiğine hep birşeyler ekler.
26. Tadını çıkarana, ağaçın amaçladığı meyveymiş gibi gelir; oysa onun amaçladığı çekirdektir.
61. İnsanlar ışığın çevresinde toplaşırlar, daha iyi görmek için değil, daha iyi parıldamak için.
62. Kişi "insan arama"ya çıkmadan önce, lambayı bulmuş olmalıdır.
63. Her sözcük bir önyargıdır.
73. Ne kadar yükselirsek, uçamayanlara o kadar küçük gözükürüz.
155. Bize aykırı gelene değil, bizi hiç ilgilendirmeyene karşı en çok haksızlık ederiz.
168. Doğruluk kendi başına bir güç değildir: gücün yanında yer almazsa, hemen batıp gider.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder