14 Mayıs 2025 Çarşamba

Black Sabbath - Black Sabbath Vol. 4 (1972)

 İlk 3 albümden sonra grup daha melodik ve çeşitlilik gösteren bestelere imza atıyor bu albümle. Bazı hafif şarkılar ve baladlar içerse de heavy metal ve hard rock arasında güzel bir uyum yakalanmış. Ayıptır söylemesi, Masters of Reality'den daha bir çok sevdiğimi itiraf edeceğim bu sorgu odalarında. Bir kere Wheels of Confusion ile babalar gibi bir giriş yapıyorlar, progresif taraflarını gösteriyorlar. Snowblind da hakeza ağır bir parça. Eh, albüm kapağı da rengiyle yazı tarzı ile ayrı bir güzel.

7,75+/10

13 Mayıs 2025 Salı

Matt Elliott - The End of Days (2023)

 Hey yaşlı Matt. lezzetli müzik üretmeye devam ediyor. Akustik müziği de rahat bırakıyor, salıyor. Vokal bir giriyor, bir çıkıyor rüzgar gibi. Evet, depresif bıkkın tarafı var ve olacak. Amma dinlerken bulutların arasından güneşin sızdığını, ihtiyar kemiklerimizi ısıttığını da söylemek mümkün. Çünkü ara ara akdeniz tınlamakta. Bir de saksafon eklentisi var ki bayağı bayağı bas klarnet gibi geliyor kulağa. Yeni bir şeyler yok ve yeni birşeyler var. eski sözler var ve eski sözler yok.

7,50/10

9 Mayıs 2025 Cuma

Lalalar - Bi Cinnete Bakar (2022)

 Alternatif sahnede Adamlar ile ironik yaklaşım konusunda ortaklaşan bir grup Lalalalalar. Sound ise tabi ki farklılıklar içeriyor, eklektik ama tam da eklenememiş, oturmamış bir sentez. Albüm de upuzun. Her biri ayrı kulvarda çok sayıda parça var. Anadolu rock, arabesk, elektronik (dediysek mırmır değil güp güp kulüp), saykedelik pop, hip/hop vb. Canlı bir performansın çok daha güçlü olacağının emarelerini taşıyor kayıt. Eşlik edilesi nakaratlar dahilinde. Ben kulüp havasını sevdim şahsen. Gitar tonunu da. Yalnız Ölü Balıklar.., Kötüye Bişey Olmaz, Hata Benim Göbek Adım, Sol Şeritte, Mecnun'dan Beter Haldeyim bana hoş gelen parçalar.  Uzunluğu yoruyor tabi, bir bakıma 70'li yıllarda singleları toparlayan anadolu rockçıların eserleri gibi olmuş. Sonuçta neden bugün isimlerinin bu kadar sık kulağımıza geldiğinin kanıtı. Hak edenler de bir yere gelsinler artık...  

7,50+/10

8 Mayıs 2025 Perşembe

Louis & Bebe Barron - Forbidden Planet (1978)

 Radar ve sualtı ultrason yankıları, buton tuş düğme sesleri, elektronik dalgalar, uzay, uzay ve uzay. 60'ların bilimkurgu filmlerinin klişe bir yansıması. Zaten albüm ve şarkıların isimlerinden anlaşılacağı gibi bu da bir film müziği. 1958 senesinin tarihini taşıyan Yasak Gezegen filminin müziği ancak 20 yıl sonra yayınlanma imkanı bulmuş. Ambiyans ve efektlere dayalı ilk elektronik kayıtlardan biri olarak addedilen albümün kısa şarkıları da durumu kanıtlar şekilde genelde filmle ilgili sahnelerin adını taşıyor, Canavar geldi kaç kaç kaç, eve dönüş, yoksa orası bir vaha mı gibimsi. Dolayısıyla sahnelere özgü haleti ruhiyeyi uyandırmaya çalışmış denebilir. Tahmin edileceği üzere bugün belgesel hüviyetine dinleme daha anlamlı olabiliyor. Yine de hoşa gidecek bir kült yapısı var. Bu yüzden biraz fazlasını hak ediyor denebilir.

7,0/10

7 Mayıs 2025 Çarşamba

1349 - Liberation (2003)

 Kritikler haklıymış dedirtti vallahi. İlk dinlediğim üçüncü albümleri gerçekten en iyi eserleri olabilir. Bu ilk albüm o kadar etkileyici olmamakla birlikte aynı enerji ve saldırganlığı karakterine işlemiş, davulun tıngırtaçları sivriltilmiş. Frost yine şovunu yapıyor ve albüm de prodüksiyon olarak onu öne çıkartıyor. Gitar sesi biraz daha toklu olabilirmiş. Hayır, hayır darkthronevari sinek vızıltısına itirazım yok. Vokali de projeye yakıştırıyorum. Riders of Apocalypse, Legion gibi şık parçalar da var. Kötü demek de zor şimdi. Bir tık iltimas geçeceğim sanırım.

7,0-/10

6 Mayıs 2025 Salı

The Mars Volta - Frances the Mute (2005)

 Progresif rock ve metal benim küçük aklım için biraz zorlayıcı olabiliyor. Bu albüme de alışana kadar kaçbinmilyon kez dinledim, Allah bilir. Üstelik yırtıcı da. Ve manik. Dil değişiyor, ritimler değişiyor, ton değişiyor, tempo değişiyor, enstrümanlar değişiyor, kendimi güvende hissetmiyorum açıkçası. Bu çılgınca çalış basit ve masum bir progresif rock tanımını eziyor bence. Devasa parça Widow en normal şarkısı grubun. Ama bazen bir albüm bu kadar emek istemeli mi dinleyicisinden? 

7,25+/10

Mert Tutucu - Ömrüm Bir Karadutun Kar Görme Heyecanıyla Geçti

 Maalesef süreklilik kazanamayan Turgut Uyar Şiir Ödüllerinin 5.sini kazanan ve bu sayede basım imkanı kazanan bir şiir dosyasıdır. Mert Tutucu akademik yönünü kuvvetlendirip farklı cenahlarda dergilere ilgi çekici yazılar ile katkıda bulunmaya devam etmektedir. Şiirleri ise ikinci yeni'ye aşırı bağlı, sürekli imge üretimine dayalı bir seyir izliyor. O kadar çok üretiyor ki güzel ve etkileyici mısraya denk gelmemek imkansız. Bazı anlar şiirin içindeki bütünsellik yakalansa da bu bendini aşıp aşıp gelen sel imgeler yorucu gelebiliyor. Yine bazı anlarda da bu topraklarda çokca tutulan kendine acıma ve arabesk ekseni hissedilmiyor da değil, ne kadar modern/modern ötesi süslemelerle gizlenmeye çalışılsa da. Demek ki şiirlerin yazılışı gençlik vaktine denk gelmiş diye akıl yürütebilir, bir nebzeye kadar hoş görebiliriz. Lakin eserde rahatsız eden bir şey var ki bir noktadan sonra okumayı bitirecektim, sebat ettim. Belki de çok öykündüğü Zarifoğlu'ndan örnek alıp hemen hemen her şiire dini simgelerle doldurmayaydı, belki de gericiliğe yenik düşmüş Somali'nin aç kalmasının müsebbibi  hristiyanlar değildir. Aynı şeyleri devlet, mahpus, mavzer gibi imgelere bel bağlayan sosyalist şairler için de söyleyebilirim.

Korkuyorum, sayıyorum her üç dediğimde beni öp

Ben korkunca hep üç diyorum sevgilim, beni öp.

***

İsmim kağıtta kısacık yer tutar üzerimde seksen kilo kadar

***

Tanrı beni hiç çocuk yapmamış ne yazık, her yanım çiçek kesiği

***

Kim yürürse benden güzel yürür

Kim Konuşursa benden güzel konuşur şimdi

***

Kuru dalın ucunda bir zeytin sallansa her şey düzelecek.

***

Gözlerimi annemin entarisine siliyorum

Ağzım yüzüm kış çiçeği kokusu

5 Mayıs 2025 Pazartesi

Gogol - İvan İvanoviç ile İvan Nikiforoviç'in Öyküsü

 Cumhuriyet gazetesinin sanırım doksanlarda ya da olsa olsa erken 2000'lerde gazete promosyonu olarak verdiği bu klasik eserler serisi efsanedir. Maalesef çok azını toplayabilmişim. Topladıklarımı da bir kenara atmışım. Rus edebiyatının öncü ismi Gogol'un uzunca bir hikayesi de budur ve bu seri içinde yer almaktadır.Şimdi de okuma zamanıdır. Yine kendine has hiciv güldürüsü ile kaleme alınmış. Rus zenginlerin, toprak sahiplerinin incir kabuğunu doldurmayacak meselelere takılmasını işliyor eser. Bir zamanlar yakın arkadaş ve komşu İvanların (yazamayacağım tüm isimlerini gayri) eften püften bir sebeple tartışmaları, kasabanın eşrafının tüm ısrarı ve kafa koluna rağmen birbirlerini dava edişlerini okuyoruz. On yıllar ardından bile hala büyük bir iştahla bitmek bilmeyen davanın takipçileri olduklarını gözlüyoruz. Yazar da son cümleyle ne diyor? Beyler, bu dünya ne kadar can sıkıcı!

Jesu - Terminus (2020)

 Jesu yavaş yavaş benim radarımdan çıkıyor. Post-rock ve post-metal geçişler azalarak devam etse de bu albümü tanımlayan ana sıfat shoe-gaze oluyor. Ve ayakkabısını seyre dalanlar da bana pek bir iki sıcak gelmiyor. Dolayısıyla hedef kitle de artık belli olduğuna göre bu puslu havaları ardımıza bırakıp ileriye yönelelim

6,50/10

4 Mayıs 2025 Pazar

San Salvador - La grande folie (2021)

 RYM sitesi obskür, kıyıda köşede kalmış amma iyi albümler konusunda hoş öneriler sunabiliyor. Müzik elitleri popülerliğe burunlarını kıvırır ve keşifler yapmaya bayılır çünkim. Katalonya'nın San Salvador kasabasından çıka gelen bu folk grubu da öyle bir şey işte, wiki makalesi bile yok haklarında yazılan. Şarkılarını dinleyen de bir kaç onbindir herhalde en fazla tüm dünyada. Kaydın kalitesi ise onbin milyon baloncuk kıymetinde. Grup vokal harmoni grubu aslında, polifoninin gücüne inanmışlar. Aynı anda farklı sesler farklı melodiler yükseltiyor , birleşiyor, ayrışıyor, alçalıyor, patlıyor. Yine de kaosa teslim olmuyorlar. Vokale farklı vurmalı çalgılar ve alkışlar eşlik ediyor. Bazen o kadar baslıyor ki diskoda hissetmeniz mümkün. Huzur folklorde niyetiyle dinlediğinizde şaşıracağınız kesin. İlk dinleyiş gürültülü ve kafa karıştıran olacak. Vokaller bağırarak da söylemekten kaçınmıyor. Sıklıkla geçen kapitan kelimesi ile şarkıların konsept bir hikaye etrafında şekillendiğini sezdiğimiz albümün folk tarafı da ilginç. Belki hakikaten de Katalon musikisi böyledir, gerisi de tesadüftür ama Hint ve Arap tarzı da kulağa geliyor. Dinlerken yüreğinizi yelken gibi kabartacak başarılı bir kayıt. El-tawsiye. Favori parçalarım La Liseta ve La grande folie ve Quau Te Mena.

8,50/10 

Kurtuluş Kendini Anlatıyor III (Fırtınalı Bir Denizdir İçimiz,)-IV(Daha Dinmiş Değil Fırtına)

 3. ciltte İsmail Metin Ayçiçek, İzzet Köylüoğlu, Mustafa Öztürk, Saim Koç, Seyfi Öngider, Ziya Sümer, 4. ciltte Burhan Tanrıverdi, Celal Polat, Doğan Fırtına, Haşim Barış, Süleyman Toklu Kurtuluş'un 80 ortalarına kadar olan tarihini kendi açılarından anlatıyor. Anlaşılıyor ki kurucu diye sıfatlanan ilk üçlü grup tarihsel konumlarına güvenerek bütün kitlenin kendi peşlerinden geleceğine dair bir önkabul ile DY ayrılığının şokunu yaşıyorlar. Kuruluş arkasından da kibirli ve sözde sosyal demokrasi tezleri ile çelişkili davranışlarını devam ettiriyorlar. Ve bu tavırlar pek çok yönetici konumda kadronun da hareketten kopuşunu hızlandırıyor. İşin daha ilginci bu iki kitapta yer verilen 2. kademedeki MK ve il komite üyeleri de kendilerini eleştirdikleri merkeze dahil etmiyor. 

Halbuki yönetici konumundaki bu isimlerin de alttaki kadrolara ve sempatizanlara karşı bir sorumluluğu var. Olanaksızlığın koşullarındaki ortaklık herkesi eşitlese de en azından yöntemlerde empatik davranışların anlamlılığı fark yaratıyormuş. İşin özü bu. Herkesin de bahanesi bu. Ama ilk iki ciltte bu bahanelerin aktarımın bile ne kadar saygısızca olduğunun şimdi farkına varılıyor. Hele cezaevlerindeki verilen başarısız sınavları öğrendikten sonra. Diğer ilginç bir husus ise işçici Doğan Tarkan ve ekibine yapılan davranışın haksızlığına dair genel kabul. Halbuki troçkizme yada troçkizmin kendi şahsına münhasır bir koluna yakınlaşıp kendi arkadaşlarından da kopan bu şahsın hareketin kendisiyle kan uyuşmazlığı olduğu bariz gözlemleniyor. Sonrasında ne olduğunu da tarih göstermekte. Ona gösterilen hoşgörüyü (yada geçmişe yönelik günah çıkarma seansı) kendi arkadaşlardan sakınarak hareketi aşındırma yolunun seçilmesi de hareketin önde gelenlerin psikolojisi konusunda ipuçları veriyor. Ve tabi ki bu tarz kapalı organizasyonların sosyolojik analizi açısından da.








2 Mayıs 2025 Cuma

Praed - Kaf Afrit (2023)

 Mezdeke-Erkin Koray dabke melodilerini sürekli sonik bir saldırı perdesiyle yapıbozuma uğratan enteresan bir proje. Mahmoud Awad kadar radikal değil. O hiç dinlenemiyordu. Raed Yassin geliyor aklıma ki tam da bu projenin yarısı olmaya karar vermiş. Arabik caz etiketini ise hiç bir şekilde beğenmedim, meşrulaştırma oryantalizmi olsa gerek batılı zihinler için. Deneysel arabik tekno-elektronik ise cukka oturuyor. Tamam tamam hafiften bir caz estetiği var funk ile karışık. Zaten dinleye dinleye bu gürültüyü aralayıp keyfine varabiliyorsunuz. Yine de toplum içinde pek denemeyin. Taş yiyebilirsiniz kafanıza.

6,75-/10

1 Mayıs 2025 Perşembe

Halo 3- Halo 3 ODST - Halo Reach - Halo 4

 Halo The Master Chief koleksiyonunu bitirmek için ekstra efor gösteriyor, içimde beliren RPG iştahını bastırıyorum. Halo 3 , sevdiğim ikinci oyun kulvarında. Fakat remaster olarak kriterleri değerlendirdiğimizde bir üste çıkabilirmiş. Sanırım araç kullanma fonksiyonu da ilk bu oyunda beliriyor. Ya da kullanım daha zorunlu bir şart haline bürünüyor. Heyecana heyacan katmasına katıyor da oyun çok hızlı ilerliyor. Manzara da akıp gidiyor. Ruhumuz geride kalıyor. Özellikle flood denen zombimsi yaratıklarla ve onların tünelleriyle uğraşıyoruz. Klostrofobik ve kendi içinde bocaladığımız anlar da yok değil. Serinin en iyi, en güzel puanlarını toplamış oyunu olsa da bu koleksiyon içinde ikincinin ardında bir bocalama var. İleriye atmamış yani.

Halo 3: ODST oyununda serinin Spartan denen ana karakteri değil ODST timi mensubu farklı kişilerin gözünden oynuyoruz. İşgal edilmiş Kenya şehrinde bir araya gelmeye çalışan tim üyeleri olarak benzer senaryoları farklı açılardan oynama imkanına sahibiz. Sokak aralarında eh bu biraz yoruyor. Oyunda tab tuşuyla yön belirleme ve ipucu tuşları oyunun yeniliklerinden. Ama devamı gelmedi diğer oyunlarda. Diğer yandan önceki oyunlardaki kolaylık ve hızlı akış eleştirilerini dikkate alarak, düşmanları bir tık güçlendirmişler, sağlık çubuğunuz dolmuyor, sağlık kabini bulmanız gerekli. Ama aradaki videoları izleyecek vaktimiz yok, dolayısıyla kafalar biraz da karışıyor. Yine keyifli saatler sunmakta.

Halo Reach aslında kronolojide dördüncü oyun. Ama hikayede ilk oyunun öncesine dönmesinden gayri, böyle adlandırılmış olsa gerek. Her Halo oyunu oynanışında bir yenilik getirir. Burada ise öyle çok da bahsi geçilesi radikal bir değişiklik yok. İlk istilaya karşı görevden göreve koşuyoruz. İlginç bir şekilde en iyi Halo oyunu seçilmiş. Çünkü önceki oyunlarındaki eksiklikleri bir şekilde kapamış, rafine bir oynayış sunuyor olsa gerek. Ben o kadar da tav olmadım. Belki MCC koleksiyon kapsamında yeniden yapım diğerlerine nazaran geride kalmıştır, bilemeyeceğim.

Halo 4 ise benim için 2.si gibi bir kopuşu temsil ediyor. Gerçekten de oyunu yapan stüdyonun değişmesi ile öyleymiş. Ben iyi yönde bulurken bu değişimi, oyuncuların geneli tam tersine lanetlemiş, her bir yerlerde telin mitingleri yapmış. Bir kere yeni bir cins düşman gelmiş. Covenant ile de bunlarla da savaşıyoruz. Silahlar da değişiyor buna bağlı olarak. Grafiklerde de bayağı bir yenilik var. Daha keskin ve aydınlık bir oyun. Kurgu ve video hikayelere çok bakmadığım için iyi-kötü bir şey söyleyemeyeceğim. Ama uzay jeti uçurmak ve uçurmanın ötesinde hava savaşlarına katılmak gayet eğlenceli. Bence hakkı yenmiş bir oyun. Halo 2'den sonra en iyisi.



29 Nisan 2025 Salı

Ensiferum - Iron (2004)

 Doğrusunu söylemek gerekirse bir süredir viking metale olan ilgimi kaybetmiş durumdayım. Olsa olsa daha otantik folk eserler olabilir. Hem kıvılcım tekrar alev alacak mı gibisinden hem de büyük festivale hazırlık, bir kulak vereyim dediydim Ensiferum'un bu iki nolu kaydına. Aslında Ensiferum ve kardeşi Wintersun kendi farklılıklarını da sergileyebilen biraz farklı gruplar. Farklılık power metal etkisinde somutlanıyor. Sadece yerel ezgilerin rock enstrümanlarıyla sertcene çalınmasından çok öte besteler direkt folk metal evliliğin bir kaç nesil ardından gelen çocuğu gibi tınlıyor. Vokal de çeşitliliği yansıtmada mahir. Rifler ve melodiler güçlü. Synth ise şu ana kadar fazlaca yaşlanmış. Ben özellikle prodüksiyonda basın bazgın azgınlığını sevdim. Parçalar arasına giren daha sakin sözsüz araları da. Yine de büyük bir parantez açmak lazım, bir küller havalandı, kıvılcımlar da gördük amma alev malev yok henüz.

7,25+/10

27 Nisan 2025 Pazar

Kreator - Endless Pain (1985)

 Thrash metalin Alman ekolünün başlangıcında Venom ve Bathory gibi ilk dönem black metal grupların etkisinin olduğundan bahsedilir. Sodom'da çok belirgindir bu. Görece geç gelen bu ilk albümün soundu ise hızlı tempolu klasik bir thrash metal. Bu hatırlattığım etki ise vokalde gözleniyor. O zamanlar bahis mevzu olacak kadar farklı bir nokta teşekkül etse de bugün thrash metal içinde kirli vokalin fark edilmeyecek kadar normalleştiğini söylemek mümkün. Albüm agresif ve hızlı ritimleri ile yani enerjisi ile hoşa gitmekle beraber bestelerin bir çoğu ayırt edilemez şekilde birbirinin içine geçiyor. Zaten takip eden albümün ardından türün dinleyicisi üzerinde daha etkili bir izlenim bıraktığı söylenir. Bakacağız.

7,50-/10