Tekrar bilmemkaç gün sonra merhaba. Bu romanı uzun süre önce okumama rağmen hala hissettirdikleri ile aklımda kaldığını söyleyebilirim. Geçen süre dolayısıyla detaylı çözümlemelere girmeyeceğim. Birbiriyle bağlantılı üç ana hikayenin yürüdüğü roman çok katmanlı olmakla tanımlanmakla birlikte ben biraz daha yataylığın hakim olduğunu düşünüyorum. Küçük bir kasabaya giden bir aile: Suna hanım, veteriner eşi ve evlerinden dahi çıkarılmayarak dünyaya/diğerlerine karşı korunan ve anneye bağımlı yetiştirilen çocuklar. Anne Maraş katliamında ailesinin hemen hemen hepsini kaybetmenin etkilerini taşımaktadır. Kitapta gereksiz yere şehrin eski ismiyle anılan Maraş katliamının yavaş yavaş tüm vahşetiyle gelmesi ve mezhepsel ayrımların dost komşu demeden vahşete evrilmesi tüm çarpıklığıyla gözler önüne seriliyor. Bu da romanda kendi suyunu takip eden diğer bir hikaye. Annenin çocuklarıyla ilişkisinin evrildiği yıkıcı nokta da annelerini kaybettikten sonra birlikte intihar eden gayet yetişkin (sanırım) üç kardeşin gerçek yaşamını hatırlatıyor. Bu hikayeye kasabanın yalnızlıktan bunalmış genç belediye başkanı da eklemleniyor. Üçüncü hikaye ise veterinerin bir türlü bulamadığı gergedanları ve gergedan çobanı arayışında metruk bir kulübede yaşayan anne ve çocukları ile iletişime geçememesi üzerine gerçeküstü bir gölgede şekilleniyor. Bu doğrultuda yazarın psikanalize yönelimli modern felsefe parçacıklarını metne yedirdiğini söylemek mümkün. Özellikle annenin anlattığı masalların dili yazarın güçlü yönü olmakla birlikte romanın akışında ve genel dilinde anlatamadığım bir renksizlik bulunuyor. Bu da elbette romanın sarsıcı etkisini perçinlemekte.
8
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder