segue il tuo corso, el lascia dir le ganti.*
Kitap, yazarın kendi kaleminden çıkan biyografi ve kronoloji ile oğlu tarafından yazılmış önsözün hemen arkasından devam ediyor. Ardından metne geçiyoruz.
1980'lerdeki bir röportajında bile sağ sol ayrımının suniliğine inandığını söyleyebiliyor ve ekliyor: Bilhassa sosyal sınıflara ayrılmamış bir ülkede sağcı solcu ne demek? Bunları açıklayarak bile ideolojik konumunu belli ediyor aslında. Zaten istemesek de ideolojilere muhtaç olduğumuzu belirtiyor. 'İdeolojiler siyaset dünyasının haritaları' Soruyor ve cevaplıyor: 'Haritasız denize açılınır mı? Ama harita tehlikeli bir yolculukta tek kılavuz olamaz' Pusula olarak 'şuur' mefhumunu ortaya koyuyor, tarih, milliyet, kişilik şuuru. Bir yandan Batının teknolojisini alıp kendi geleneğimiz üzerinden ilerleyelim diyen Osmanlıcılar acımasız tenkitlerinden kurtulamıyorken, diğer yandan bunun hafiften sol daha doğrusu liberal bir versiyonunu savunduğunu, kendi içinde çelişkiyi göstermekten imtina edercesine, açıkça dillendiremiyor. Liberallik derken büyük bir samimiyetle her türlü düşüncenin ülkede tartışılmasına olanak verilmesini istiyor. 'Düşünceye hürriyet, sonsuz hürriyet. Kitaptan değil kitapsızlıktan kurtulmalıyız. Bütün ideolojilere kapıları açmak, hepsini tanımak, hepsini tartışmak ve Türkiye'nin kaderini onların aydınlığında fakat tarihimizin büyük mirasına dayanarak inşa etmek. İşte en doğru yol'
Batılılaşmak ve çağdaşlaşmak eleştiri oklarının baş hedefi olmaktan kaçamıyor kitap boyunca. Sadece eleştiriyle sınırlı değil, batılılaşmanın entelektüellerin hayatındaki hazin etkileri dramatik bir biçimde ortaya konarak okuyucunun gözünde etki perçinlenmeye çalışılıyor. Cemil Meriç, kendi tarihimizi ve medeniyetimizi çok daha eski, çok daha asil, çok daha insanca gibi sıfatlarla tarif ederek batı kültürü ile farkını sık sık vurguluyor. Biz ve Onlar bölümünün başında Metternich'den alıntıladığı cümleler Cemil Meriç'in politik konumunun bir özeti değil midir? 'İmparatorluk günden güne zayıflamaktadır. Niçin saklamalı? Onu bu hale düşüren sebeplerin başında Avrupalılaşma zihniyeti gelir...Babıali'ye tavsiyemiz şudur: hükümetinizi dini kanunlarınıza saygı esası üzerine kurunuz. Devlet olarak varlığınızın temeli, Padişahla Müslüman tab'a arasındaki en kuvvetli bağ dindir. Zamana uyun, çağın ihtiyaçlarını dikkate alın. İdarenizi düzene sokun, ıslah edin. Ama yerine size hiç de uymayacak olan müesseseleri koymak için eskileri yıkmayın. Avrupa medeniyetinden sizin kanun ve nizamlarınıza uymayan kanunları almayın. Batı kanunlarının temeli Hristiyanlıktır. Türk kalınız...Kısacası biz Babıali'yi kendi idare tarzının tanzim ve ıslahı için giriştiği teşebbüslerden vazgeçirmek istemiyoruz. Ama Avrupa'yı örnek olarak olmamalıdır kendine. Avrupa'nın şartları başkadır, Türkiye'nin başka.'
İslamın toplumsal hayatta alması gereken rol Cemil Meriç için nettir. Din ya da kültürden öte bir anlam taşımaktadır, 'İslamiyet'in temel mefhumu eşitliktir Batının gerçekleştirmeye çalıştığı eşitliği çoktan fethetmiştir. Demokrasinin ta kendisidir İslamiyet'. Aydınlar ise din olarak -izmlerin dogmalarına, nasslarına sarılmışlardır. Zaten Avrupanın tek hedefi Osmanlı ülkesinin dinsizleştirilmesidir. Osmanlıcılığı batı entelektüelleri üzerinden yeniden üreten Cemil Meriç, sosyalizmden milliyetçiliğe zengin biyografisinden de ilham alarak farklı ideolojilere kendi fikrine katkıda bulunması ölçüsünde hakkaniyetle yaklaşabilmektedir. 'Marksizmin tek büyük faydası olmuştur: dikkatimizi liberal Avrupa'nın yalanlarına çekmek. Yani içtimai ilimlerin birer ideoloji olduğunu öğretmek. Weber de bir nevi Marksizmin panzehiri olarak tavsiyeye şayan' Dolayısıyla münazaraya dayalı bir mücadeledir tercihi. 'Zora yok demek, insana güvenmektir. Düşmanı dost ederek yoketmek. Küçültmek değil, küçülmekten kurtarmak. Hakkın ezeli gücüne, cihanşümul gücüne inanan zora yok diyebilir. Tek düşman var: aldanan. Savaş bir irşat. Savaş, ışıkla karanlığın diyoloğu. Düşman, gözü bağlı olandır. Savaşın amacı bu bağları çözmek, kinin, öfkenin, peşin hükmün, küçümseyişin bağlarını, güvensizliğin, inadın bağlarını' Bu sözler aynı zamanda aydının topluma olan sorumluluğu konusunda da ipuçları taşır. Materyalizmsiz bir diyalektiğin taraftarıdır düşünür. Nihayetinde çatışmasız toplum beraber otlayan, beraber geviş getiren adsız bir sürüdür.
Onca politik saptamalarına rağmen Tagore ile Gandhi'yi kıyasladığı yazısında mistisizm ile idealizmin, ruh ile maddenin fikriyatta, bilgelikte, sanattaki sentezini yakalamasından dolayı kendi yerini açıkça Tagore'un yanında belirleyecektir. Kaleminin keskinliği kendisini şairane olmaktan ziyade hicive, tenkite, polemike yaklaştırmasına rağmen gönlü Tagore'un yanındadır. Son olarak çuvaldız hikmetindeki, acı suyu saptamalarla biz de değerlendirmemizi sonlandıralım.
'Batıdan pozitivizmin döküntüsünü almışız. Avrupa insanı hiç değilse Aristo mantığına inanmış. Belki ruhunu öldürmüş, maveraya sırtını çevirmiş, büyük, ebedi ve mutlak hakikata yabancı kalmış. Bir kelime ile ruhunu satmış şeytana. Ama madde dünyasında zaferler kazanmış. Kıtalara ferman dinletmiş. Ve dinletiyor. Avrupa, yarım. Biz yarım bile değiliz.'
'Büyük adam, bir devin sırtına tırmanan cüce. Dev: halk. Şuursuz, sevimsiz, tehditkar. Yığın kadındır. Irzını teslim edecek bir zorba arar. Çobansız rahat edemeyen kaz sürüsü.'
* sen yoluna devam et, herkes ne derse desin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder