Sovyetlerin beş yıllık planları ve Mao'nun "Büyük Atılım" ı zorlama inşalardı. "On beş yılda İngiltere'yi yakalayacağız" gibi sloganlar zorlamaya, Fikrin çarpıtılmasına ve nihayetinde Terörü uygulamanın bir mecburiyet haline gelmesine işaret ediyordu. Doğası itibarıyla hem demokrasinin hem de halkın yanında olan, halk arasındaki çelişkilerin doğru bir biçimde ele alındığı zamana özgü olan bir yavaşlık gereklidir. Bu yüzden, vaktiyle insanların sosyalist fabrikalarda yavaş yavaş çalışmış, kimi zaman pek çalışmamış olması, keza bugün Küba'da insanların hala yavaş yavaş çalışıyor olması o kadar da kötü bir şey değildir.
Ben aklıma gelen soruları yazacağım. Sovyetlerin yıkımında gözünü kapitalist ülkelerdeki tüketime (sadece lüks maddelere yönelik değil karnesiz, sırasız temel ihtiyaçlar) dikmiş insan psikolojisi, tamah etmeye hazır olmayan idealizmi bir kenara itmiş şartlanmış kitlenin payı...
Hristiyan Sorunu Üzerine isimli makaleden,
Marx'ın seküler olduğu iddia edilen modern devletin tam kalbinde Hristiyan bir temelin gizli varlığını ne derece sürdürdüğünü görmesine imkan sağlamıştır
Materyalist felsefenin din karşıtlığı da madeni bir paranın diğer yüzü gibi Hristiyan temelli batı uygarlığının parçası değil midir? Demokrasi diktatörlük yada iç savaş gibi anormalliklerle geçici kesintiye uğrayan bir süreç değildir, bazı şeyler örtüktür ama görüyoruz ki demokrasi yaftasını bırakmadan kolaylıkla ve çarçabuk otoriter ve şiddete meyilli (sadece fiziksel değil her aykırı görüşü terörizm ile, vatan hainliği ile suçlayan süreklileşmiş bir retorik baskı da) bir hale bürünebiliyor. Bu demokrasi ise demokrat değilim tepkiselliği de toplumda yayılmayı hak ediyor.
Komünist Bir Etik'ten Müşterekçi Bir Etiğe isimli makaleden,
Tartışmacı siyaset , iki tarafın da birbirine bağlı olduğu bir toplumsal ilişkidir. İki taraf da bu oyunu oynamak zorundadır. Direnişimizin sınırlı ve geleneksel anlamda bir sınıf savaşı çerçevesinde neoliberal, kapitalist düzene ortak olması hiç şüphesiz muhafazakarlığın ekmeğine yağ sürecektir... Tabi olduğumuz sistem, dünyamızı gitgide daha fazla bünyesine katan sistem yalnızca kontrolden çıkmış değildir aynı zamanda cezalandırıcı, akıldışı ve ahlakdışıdır. ..Yurttaş seçmenlerin özgür seçimleri, ne özgürdür ne seçimdir.
Muhalefet sınırlar çizgisinde hareket edebiliyor ve uzman bir satranç oyuncusunun karşısında her hamlesi karşı tarafı besliyor. Sınıf savaşı yok olmadı ama aktörler kendilerini unutmuş durumda. Paradigmalar değişiyor yeni müşterekler, yeni biçemler, yeni ilgi ve yaşam alanları doğuyor. Influencerlar, PC/PS/telefon oyunlarıyla sosyalleşenler, sanal para kumarbazları ... Daha gelecekte yapay zeka var . Ya da sadece görünür makyaj mı değişiyor?
Komünist Arzu isimli makale Walter Benjamin'den alıntı yapıyor. "sefalete karşı mücadeleyi bir tüketim nesnesi haline getirdiği".
Disiplin, çalışma ve örgütlenmeyi gerektiren benliği bilinçli ve pratik olarak kollektif bir komünist iradeye tabi kılmak. Nesne ve nesne-nedeni (özne) arasında her zaman bir boşluk vardır. Sömürülen ve üreten çoğunluk olarak halk ile komünist arzunun nesnesi olarak sömrünün olmadığı ,eşitlik,adalet ve özgürlüğün olmasıyla karakterize edilmiş, üretimin müşterek olduğu, bölüşümün ihtiyaca göre yapıldığı, kararların ortak iradece gerçekleştirildiği bir dünya. Komünist Arzu bu boşluğu , kurucu eksiğini ve açıklığını öznelleştirir.
Olanaksızı Hatırlamak ismindeki sunu somutluğuyla dikkat çekiyor. Kapitalizm insanı sadece kendi çıkarı uğruna yaşama derecesine indirgediğini, insanlıktan hayvanlığa bir gerilemeye sebep olduğunu söylüyor. İnsan-hayvan arası bir şey. Apple ürünleri satın alıp Starbucks'da keyif çatmak, instagram'da hava atmak gayet de insani görünse de.
Kapitalizm patolojik bir günlük yaşam modeli sunar ve öznenin hayvani oluşumunu , bedenini merkeze alan -çünkü bedenler tanımlanabilir, dolayısıyla da doğallaştırılabilir- bir özne anlayışına yol açar... Kapitalizm herkesi (her bedeni) kendi ticari becerilerine, kendi çıkarlarına, küçük arzularına ve fetişizmlerine indirger ve dolayısıyla genelleştirilmiş bir ticari hayvanlık üretir.
Bu tanım da yazarın Badiou'dan alıntıladığı idealizmsiz idealizmi içerir materyalist diyalektik karşısında yer alan demokratik-materyalist ideolojik bir parçanın projesine eşitleniyor. Aslında tam da adını koyamasa da bunun farkında olan azımsanamayacak bir kitle var. Ve tüm kafa karışıklığıyla fundamentalist yada ırkçı akımlara kendilerini kaptırıyorlar. Kimisi hedefe Batı'yı, kimisi Yahudileri kimisi İslamı ve göçmenleri koyuyor. Tutarsız ahlakçılığımız da cabası. Hepimiz öyle ya da böyle zehirlenmişiz. Geçmişi güzelleme hatasına da düşüyoruz. Şempanze savaşına bakılmalı wikipedia'dan. Sakın insanı insan yapan aç gözlülüğümüz, hırsımız, otoriterliğe ve şiddete yatkınlığımız olmasın.
Günümüzde Komünizm isimli makale de komünist hareketin seküler bir dine dönüştüğünü (mezhepleri bile yok mu bolca?) belirterek Spinoza'nın ünlü "hiç bir kurumun kendi sönümlenişine doğru işlemediği" aksiyomunu Lenin'in devletin sönümlenişi savının karşısına koyarak hatırlatıyor. Yazarın gündeme getirdiği her soru temelleri sarsacak tartışma konuları: üretim araçlarının mülkiyeti,piyasa ve plan ilişkisi, işyeri demokrasisi, eşitlik, demokrasi, enformasyon ve iletişim kanallarının devletten bağımsızlığı, örgütlenme özgürlüğü. Her biri reel sosyalizm denemelerinde karın ağrısı olmuş argümanlar.
Zizek de cevaplardan çok pratik politiğe dair sorular içeren sunumuyla konferansı sonlandırmakta.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder