Film festivalinden bir kaç film seçip izlemeye çalışıyorum bugünlerde. İşte tam da o bugünlerden birinde, yani bugün İstanbul'un bir ucundan öteki ucuna gidip izlediğim filmde aklıma naçizane bir özdeyiş geldi. 30'undan sonra entel olunmaz, entel doğulur. Allah'ım ya Rab! Bir kadının virane bir odanın duvarındaki manzara resmine bakmasını 15 dakika, sonrasında yine o duvar resmini izleyen aynı kadın ile arkasında arada sırada cebinden çıkardığı içkiyi hüpleten bir adamı yaklaşık yarım saat (zaman görecelidir), sonrasında bu kadınla artık ona sırnaşmaya başlamış adamı arka cepheden resmi de görecek şekilde bir 10 dakika, kadının odayı terketmesiyle tablo karşısında şişenin dibini gören adamı bir 10 dakika, artık bitsin dedirten, makinist ağbi ileriye saaar diye çığlık attıran sekansın bitiminde de seyirci olarak o duvarı bir 10 dakika daha izledik. Oyunculukmuş, sembolizmmiş peh. Hiç Nuri Bilge Ceylan, Tarkovsky, Zeki Demirkubuz izlemedik zaten. Sokakta kalmış çocuklu bir babanın açlıkla, depresyonla imtihanı diye konuyu okuyunca, bir de doğunun uzağından sahneye teşrif edince film,bir Grave of Firefiles olur mu acaba beklentisiyle mendilimi hazır edip gitmiştim halbuki. Bu arada popuyla değil filmleriyle de atılım yapan Kore yapımı olmadığını Çince diyalogları duyunca farkına vardım. Evet, bu iki dili ayırt edebilecek kadar entelim. Bir Japon filminin beklentisini örnek alacak kadar da saf. Neyse uzatmayalım, salondaki (varsa gizli) pedolar en azından mutlu oldu, şirin ufak kızı kıyafetini değiştirirken çıplak gördükler. Ama akıllanmadım agalar. Yarın da Doğunun Çocukları'na gideceğim. Sabahın köründe. Pazar 1.30 her zaman sabahtır, sabahın körüdür. Onun da konusu ilginçti. Festivalin gözde filmlerinden Budapeşte otelini de festival dışında bir seans da izlemiştim. Cart parlaklıkla masalsılığı sağlayan Amelievari filmlerden hoşlanmamakla birlikte, kendine özgü mizahına mizah demek zorken bile fena değildi. Yafu ben komedi filmlerini sevmiyorum zaten. Mizahmış, pehh. Ne gereksiz...
Bathory'nin ikinci albümü ilk albüme çok benziyor. Hala thrash ruhu, başta Born for Burning ve diğer bir kaç şarkıda faal olmakla birlikte Norveç soğuğunun Total Destruction gibi daha black şarkılarda kendini iyice belli etmeye başladığını görüyoruz. Atmosfer olarak da bu değişimi duyumsamak mümkün. Fark sadece bu. Norveç değil İsveçmiş.İsveç'e soğuğu yakıştıramadım bir an.
7,50/10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder