Ani bir kararla biraz da Megadeath konserine gidememenin burukluğuyla , konserim geldi! nidalarıyla daldık organizasyona. Hatta bileti kapıdan aldım, 80 TL koydu biraz. Belki de en bi demokratik ülkemin en bi hoşgörüsüne tanık/kurban olmanın ezikliğiyle olay çıkar beklentisiyle heyecanlanmıştım. Bilmiyorum, işte. Zaytung'un yazısı güzel. Neyse iki grup vardı aklımda. TV'sini uydu üzerinden izleyenlerin yabancı müzik izleme ihtiyacını giderdiği başta Rebel TV olmak üzere değişik değişik Polonyalı kanallarda gösterilen bir çikolata reklamında, Nestle miydi?, kullanılan şarkısıyla tanıdığım Selah Sue'yu izledim önce. Özellikle bu parçayı aramıştım, oradan biliyorum bu ismi. İlk bir iki parça gayet güzeldi. Bu vampir aromalı çukulata şarksını da dinledikten sonra daha fazla kalmam için bir gerekçe kalmadı. Çünkü ses tertibatının çok da iyi olmadığı taa öteki uçta Kafabindünya'yı bir düzine dinleyiciyle birlikte izleme vakti gelmişti. Selah Sue performansı bitince kitle buraya kaykıldı. Neyse zehir gibi çaldı arkadaşlar. Yeni şarkılarında daha net bir şekilde görüyoruz ki grup post-rock şablonundan sıyrılıp deneysel denizlerde kulaç atmak,açılmak açılmak istiyorlar. Her ne kadar dinleyenler olumlu tepki gösterse de yeni parçalarından ska-death'i pek beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Death kısmı iyi de ska ile uyum ?, biraz cilalanması gerekiyor parçanın. Zaman su oldu, akıp gitti, doyamadık vallahi. Her festivalde kafası ağrıyan adam olarak bu geleneğe yine uydum. Güneş bana hiç yaramıyor doğrusu. Küçüklüğümde cildime sürünerek heba edilen kova kova yoğurttan biliyorum .Ya da göğsüm balon gibi şiştiğinde doktorun şu çocuğu güneşe çıkartmayın demesinden. Yok, ben hatırlamıyorum, bizimkiler böyle diyorlar. Şimdi bile güneş kremi felan fayda etmez. Kırmızı pancar olurum her kumsal gördüğümde. Kaderim mi benim beyaz bembeyaz olmak. Vampirler gibi köşe bucak gölge aramak, gölgelere sığınmak? Bu kadar demagojiyi içimden geçirdikten sonra Settle Down isimli hoş klibiyle dikkat çeken Kimbra'nın performansına göz attım. Bir kaç kere gittim, geldim olmadı. Sarmadı ama millet havasındaydı. Alternatif sahnede ise Mor ve Ötesi'nin ilk dönemini andıran Sapan adına bir grup vardı. Hiç duymamıştım, fikir belirtemiyorum. Bir kaç parçasıyla Ayyuka'yı da izledikten sonra, nağmeli böyle alaturka müziğe de çok ısınamıyorum nedense, Pulp'a kaçtım. Muh-te-şem-di! Hem dibine kadar rocker hem de sempatik Jarvis bayağı amca olmuş yafu. Takım elbiseyle İstanbul'un nemiyle tanışınca burası konser verdiğimiz en sıcak yerlerden biri derken eh en kötü günün böyle olsun diye geçiriverdim içimden. Özellikle laser şovuyla tribal halde seslendirdikleri parça, ismi her neyse, çok etkileyiciydi. Konser yorumunu defaatlen dinlemek isterim doğrusu. Rock parçaların remiksleine bayılan biri olarak Pulp'ın böyle bir çalışması var mıydı merak ettim, yoksa derhal yapmalarını salık verdim. Enerjik, samimi, nostaljik, gotik, sürreal, dinamik bir şovdu. Beğendim.
Konser izlemeye gelenler de tam tahmin ettiğim stile düşkün indie gençliğiydi. Afrika tamtamlarıyla dans eden delisi de vardı, bir çoğu bir örnek giyinen Bershka Youth da. İyi ki ben de şort giymişim o sıcakta. Oyunlar aktiviteler çok dağınık, konsantrasyon bozucuydu. Adam gibi konser yapın işte kardeşim, bu kadar yaymanın ne alemi var, değil mi? Bir de freshberry'i çok sevdim.
Bir süre önce de kafa dinlemek için yakınlığı sebebiyle Ayvalık'a gitmiştim. Orada çok da gezecek bir yer olmadığını görünce Cunda, Sarımsaklı, hatta antik kenti ve müzesiyle Bergama (taş toprak görmeden geçirdiğim tatile tatil demem)'ya kadar yaydık tatili. Bir de yüzyılın fiyaskosu Şeytan Sofrası denilen mevkiye çıktık. İyi hoş manzara da bu kadar endüstriyelleştirilecek bir şey görmedim ben yafu.
Ayvalık Tostu: 3 kere denedim, hiç de ahım şahım bir versiyonu denk gelmedi. Belki Cunda sahil restoranlarının bitiminde sessiz sakin 80-90'lar romantik pop şarkı seçimiyle gönülleri fetheden her bi zaman boş cafe de yediğim bir nebze öne çıkıyordu. Kafe Korozo gibi garip bir ismi vardı.
Damla Sakızı: Kavun içinde damla sakızlı dondurma deneyin, damla sakızlı kahve Cunda da Lokma İmparatorun'da hiç fena değil. Ama Bozcaada her zaman favorim olacaktır. Lokma İmparatoru'nun kendi elleriyle sattığı lokmaları hüpürdetin.
Midye Dolma: İstanbuldakilerin tersine tatlı denebilecek kıvamda pilavıyla bu midyeler temiz tertemiz. Müthiş. camekanlarda seyyar olmayan sokak satıcılarından alın.
Koruk Suyu: Ayvalık'da sokak arasına gizlenmiş Asmalı Bahçe'de için. Çarşıdaki kahve önündeki dededen meyva suyu, neydi hatırlayamadım vallahi, alın, böyle ferah ferah.
Günaydın esnaf lokantasında etli çorba için. Kabak Çiçeği Dolması keyfinize kalmış.
Balık ve deniz mezeleri için Cunda sahilindeki restoranlar tercih edilebilir. Nesos ve Bay Nihat hıncahınç dolu ve büyük ihtimalle pahalı. Yöresel balık olarak sunulan papalina bildiğin salamura hamsi. Sıcak ot ise gayet keyifli bir meze. Ecüş bücüş deniz yaratıklarını yemeye cesaret edemedim.
Sarımsaklı plajında denize girin, su soğuk ama bir o kadar keyifli. Sahil caddesini yürüyün. 2-3 disko ve birsürü kafe barın, emekli kahvelerin olduğu merkezini gezin. Yüce üstad Vedat Milör'ün kendilerini övdüğü programını durmaksızın büyük ekranda göstererek önünde müşteri kuyruğu oluşturan uyanık dondurmacıyı görün.
Yok balık balık nereye kadar tiksindim dersen Cunda da nezih Uno'yu bir ziyaret edin. Klas bir hizmet anlayışı var. Ambiyans da şahane.
Ayvalık ve Cunda da el işi göz nuru ürünlere göz atın. Özellikle deniz ürünlerinden yapılan rüzgar çanı, kutular, aynalar, biblolar, neler neler.
Eh, zeytinyağının anavatanındasınız, bir zahmet butik bir mağazaya uğrayın ve zeytinyağı satın alın.
Gölgeli bahçesine uzanp hamağında kitap okuyacağım bir yer bulamadığım için eksik bir tatildi.
Nasıl unuturum: Bergama'da yediğim kokoreç sadeliğin basitib enfes olabileceğini kanıtlıyor. Sadece et ve ekmek. Ne baharat ne acı. Şeker gibiydi. ya da açık hava iştahımı mı açtı ne?
bershka youth evet gerçekten de :)
YanıtlaSil