21 Şubat 2016 Pazar

Peyniraltı Edebiyatı # 32 - Hürriyet Gösteri # 317 - Samsa #2 - Nepal #1 - Hiç #4 - Keşke #15 - Anafor #3

Peyniraltı Edebiyatı

Peyniraltı Edebiyatı geçen ay dosya konusu olarak beat edebiyatının öncüsü Jack Kerouac'a yer verdi. Yolda ismi romanıyla bütün bir kuşağa ilham vermekle beraber savundukları ile takip edenlerinden farklı bir yerde durmanın sıkıntısını hayatı boyunca duyduğunu okuyoruz. Dosya oldukça farklı bir muhteva içeriyor. Yazar'ın Tanrı adındaki şiiri, bir Can Bonomo yazısı, Kerouac üzerinden beat kuşağına tiyatral bir bakış içeren bir makale, yazar üzerine aykırı şair Allen Ginsberg ile yapılan bir söyleşi gibi başlıklar bu çeşitliliği sağlamakta. Yine öyküler ve şiirler var. Bir çoğu yine olabildiğince asık suratlı. Abrakadavra gibi bir kaç öykü ironinin boşa düşmesini engelliyor. Güzel bir Akşam ismindeki şiirde de bu tarz bir yönelimin işaretlerini okuyabiliyoruz. Plastik Destan'ı okumamış mıydık biz, devamı mı, yeniden gözden mi geçirilmiş, önceki nüsha elimde olmadığı için kontrol edemedim.

ben,
hiçliği yok olarak doğurdum
ve hiçliği doğurarak var oldum. (Tan Babür)
..


şimdi dur yanımda
bakarken soğuk ve büyük bir aynaya

her şey yok olacağına varır (Emre Varışlı)

Hürriyet Gösteri

Arayıp bulmanın zor olduğu, bir çoğunun hala yayınlanıp yayınlanmadığını unuttuğu ve hatta umursamadığı derginin 2015'in son üç ayını kapsayan sayısı yine her sayıda olduğu gibi Doğan Hızlan girizgahını bir kenara bırakırsak, bir Yaşar Kemal değerlendirmesi ile açılıyor. Bu sefer merceğin odağında İnce Memed duruyor. Poetikada ise Tevfik Fikret, Cevat Çapan, Ataol Behramoğlu, Garip şiiri, küçük İskender, Edip Cansever, röportajıyla Şeref Birsel, 80'ler kuşağı yazı dizisi vasıtasıyla Murathan Mungan konuk ediliyor. Tabi bu şairlere hangi mercekle bakıldığını öğrenmek için dergiyi almanız lazım. Misal küçük İskender yazısının başlığı Aziz İskender'in Din Bilgisi. Şairin Niyeti ve Okurun Niyetinde Tozan Alkan'ın Duvardibi şiiri ele alınıyor. Çalışma Masası köşesinde Gültekin Emre öykü kitaplarına yer vermiş. Klasik yazar Panait Istrati üzerine oldukça kişisel bir yazı ile sayfalar şenlenmiş. Kendini bolca tekrar Nedim Gürsel ve Enis Batur üzerinden de yaşanıyor. Marksizm ve Dil başlıklı yazı dizisi de bütün hızıyla devam ediyor. Gelelim ilgi uyandıran diğer makalelere: Sinema müzisyen işbirliği konusunda bu sayıda yer bulan isimler De Palma ve Pino Donaggio. De Palma filmlerini izlemek istedim doğrusu. Ayrıca Ararat ve Kesik filmleri kıyasında, Ermeni sorunu üzerinden çözümsüzlüğü vaat eden Türk karşıtı sinemacılığın da ismi konması önemli. İlginç bir kurgu işleyen Aseksüel Koloni ya da Antiope isimli romanı konu alan son yazı da konu aldığı buroman dolayısıyla oldukça dikkat çekici.

Duvardibi / Tozan Alkan

şimdi sen öldün
şimdi tüm seherleri yeryüzünün
ölüyor bende

duvar dibinde bir avuç adam
atlardan konuşuyoruz uzun uzun
taşın yoğunluğundan
ve suyun nasıl yürüdüğünden betonda

evi boşaltacaklar evi
kimse eriklerden söz etmiyor
sanki erikler hiç yokmuş gibi

bir kadın elleriyle saçını tarıyor
yanı başında kutsal kitaplar yalvaçlar
kadının öpüştüğü yanık orman

durup durup başlıyoruz birbirimize
çizik bir plağa bozuk bir saate
aslında her şey güne gecikmek için
arada erikler oluyor
erikler ölüyor

biz duvar dibinde bekleyen adamlar
toprağın ağzına bakıyoruz dalgın
topraktan çıt çıkmıyor,

çıt.
çıkmıyor.

Samsa



İkinci sayı olarak imlenen bu sayıdan önce başka sayıların olduğunu bildiğim için, yakın dönemlerde baştan başladıklarına kanaat getiriyorum. Kapaktan anlamayacağınız gibi Italo Svevo'ya bir saygı duruşu mevcut. Calvino ile karıştırdığımın şu an itibariyle farkına vardım. Yaşlılık ve Zeno'nun Bilinci gibi eserleriyle bilinen yazarı başka yayınlarda konuk edildiğine pek sık tanık olamazsınız.
Dramatik bir bakış açısıyla başlayan Yazgı ismindeki hikayenin evrildiği noktayı çok beğendim, günler sonra ara ara aklıma gelen nihayetiyle bayağı keyiflendiğim oldu. Umarım bu beni psikopatlar sınıfına dahil etmiyordur. Bir bisikletin dilinden, ne demekse, dökülenleri aktaran bir hikaye ile bir haşerat firmasının işkenceli ölüm vaat ettiği el ilanı formatındaki diğer bir hikayeyi de düşününce dergideki egzantrik öykücü tavrın biraz öne çıktığını görüyoruz. Başrollerinde Tom Hanks'in oynadığı Cast Away filmindeki modernizm eleştirisine de 6 sayfa ayrılmış durumda. Kapaktan ziyade iç dizaynın daha göze hoş göründüğünü söylemeden de gçemeyeceğim..

Gözlerini açtığında, soğuk bir nezarethanede duvara sırtını vermiş titriyordu. Karşısında ise ayakkabısını yastık yapmış ve olduğu yere kusmuş baygın iki adam yatıyordu. O an içindeki derin sıkıntının farkına vardı. Kadının ölmesinden ziyade en büyük kederi insanlara kendini anlatmak zorunda kalacak olmasıydı. Anlamayacaklardı...
Yerinden doğruldu. Yerde yatan baygın adamların yanına giderek hangisinin kustuğunu anlamaya çalıştı ve kusmayan adamın karnına sağlam bir tekme yerleştirdi. (Yazgı'dan/Sinan Yaşar)

Nepal


2016'nın gelişiyle fanzin, okuyucularına merhaba diyor. Daha ilk dakikalarda gösterilen özeni hissedebiliyorsunuz. Sayfa tasarımları da sergiledikleri modern tavırla uyum içinde. Bununla birlikte anlaşılmazlık, anlamsızlık içinde kaybolmuyorlar. Fanzin'in en büyük sürprizi ise uzunca bir Osman Konuk şiiri: yazmak istedim. Öyle destek olsun diye verilmiş eften püften bir şey değil. Osman Konuk şiirine bütüncül açıdan yaklaştığımda hayranı olmamakla birlikte bu şiir gayet iyi, iyinin iyisi. Diğer şiirler, ustanın işiyle doğrudan karşılaştırılamasa da gözlemleri, samimiyeti, tutarlılıkları ile oldukça sıkı bir görünüm sergiliyor. Modernist bakış açısı sadece şiirler değil öykü ve diğer yazılara da sinmiş durumda. Okuması keyif veren bu ürünlerden Fatih Çünkioğlu'nun şiiri (hangi dizeyi alacağımı bilemedim: bir şeyler olduğunda bir şeyler olmuş gibi davranmanı engelleyen müzikler biliyorum diyeyim şiirine başlangıç olsun) ve Fazıl Hüsnü Dağlarca ile senkronize yüzme üzerine röportaj ismini taşıyan kurgusal yazısı ve Sevil Tekin'in öyküsü gözüme daha bir hoş görünenlerden. Kusuruma bakmayın ama Osman Konuk'un şiirinin tümüne yer vereceğim. İkinci sayıyı merakla bekliyoruz.

Not: fanzin editörlerinden Enes Kurdaş'tan gelen talep üzerine şiiri sünnet ettim. Çok yanlış ve gereksiz ve manasız bir politika, yine de saygılıyız efendim.

yazmak istedim

ne yaparsan yap, ne olursa olsun, nerede ve ne kadar kötü ve ne kadar korkunç kötü
nefes almaya devam et,devam et, nefes almaya devam et; yanına benim nefesimi de al
bir kesekağıdına doldurulmuş iki nefes, üstünde adım yazıyor;
eski ahit'e inanma, yeni ahit'e de; en son ahit'e göre nefes almaya devam et
şairler işlerine baksın, herkes işine baksın, nefes almaya devam et

yaşlı, kambur bir kadın akşam namazına yetişmeye çalışıyor; yetişirse ertelenecek
bir kıyamet sorumlusu gibi;
yetişiyor, erteleniyor
nefes almaya devam et, farzın ikinci rekatına yetişiyor; devam et
tarih coğrafyayı yeniyor; yaşlı, kambur kadın kıyameti yeniyor
çay içmeyi otuz iki yıl önce bıraktım, kumsal henüz yaratılmamıştı, sudan çıkmamıştık
kumsalı yaratan kumsalı görmüyor mu; kumsalı neden görmüyorsun
kızmakla üzülmek ayrı söylenmemeli; şairler nerde
farzın ikinci rekatında kıyamet erteleniyor; devam et, nefes al, hayatta kal

dostoyevski'yi yanlış anladıkları için ruslar hep ölüyorlar ve hiç gülmüyorlar
tekil ve şahıs olanlar biz diye konuluyorlar ve siyam ikizi bile değiller
kızmakla üzülmeyi birlikte ifade eden bir kelime yok; şairler nerde
m.s.'yi herkes milattan sonra diye yanlış okuyor; şairler nerde
bütün çöp bidonları, düşünce özgürlüğü bidonları ve huzurlu zamanlar ağzına kadar doluyor
romantizm romantikleri; 19. yüzyıl bütün yüzyılları ve sonsuz türde soslar ana yemekleri yendi
sonunda kendi kanıyla soslanıyor tekil şahıslar, mektup yazamadığı için sanatı icat eden; şairler nerde

yersiz dipnot:
en çalışkan şair de o şiiri yazamadı, ruhunu ve en güzel gömleğini sattı, zaten artık yeni soslarımız ve acılarımız var.

daha sakin ve teorideki yerine bakılırsa, klasik roman yeni romanı yener
bilinçle kullanılmış ve atılmış poşet çaylar ne acıklıdır
sonunu ve başlangıcını gördüğüm iki yüzyıldan
aklımda kalan tek resim, bir ayrılık sahnesi
hakkını helal et!, hakkını helal et!

halep

cemal'den bahsetmiştim, (yedi çocuk), halepli, kaçak gece işçisi,
akşamları görüyorum: "keyfe hal, cemal" diyorum, hemingway'e benziyor
sormadım ama dünyayı gezmek istemiyor kesinlikle, roman yazmıyor,
yedi çocuk, sabah evine vardığında,
çocuklarını saydığında, eksiksiz çıksın istiyor

yüzümdeki yeni çizginin bir isme ihtiyacı olacak
anlık bir iyimserlikle, diyelim ki yeni bir alfabenin ilk harfi
değilse de kolayı var, çizgisiz yüz unutkanlık işareti
yine de derinliğine düşününce
...
bu kadar düşünce özgürlüğü gereksiz

yazmak istedim

.
.
.


Hiç


Cengiz Aytmatov temalı dördüncü sayı, yine gelenekten beslenen ve tarihin parçası olarak merak uyandıran yazılarla zenginleştirilmiş durumda. Elbette içeriği eleştirecek bilgiye sahip değilim. Ama şair padişahlar ya da Mihri Sultan namındaki kadın divan şairi üzerine bir kaç sayfa bir şey yazıldıysa onları okumak, tekdüzeleşen ve gittikçe karamsarlaşan küçük dünyamdaki ufkun sınırlarını zorlamaya yarayacak olumlu bir harekete dönüşüyor. Aynı zamanda  Melih Cevdet Anday'ın  Olsun Da Gör başlığını taşıyan şiirinde olduğu gibi ustaların daha önce basılmış şiirlerine de yer verilmesini kesinlikle sayfa ziyanı olarak görmüyorum. Ömer Erim'in Ben Kazandım ismindeki öyküsü öne çıkan yazılardan. Artık folklor tarafında aidiyete dönüşen sözcüklerin etimolojik açıklamalarına yer verilmesi de gözden kaçmayan şık hareketlerden biri.

Keşke


15. sayıyla birlikte yeni bir formatta okuyucunun karşısına çıkıyor dergi. Boyutu ve profil resimli kapağıyla benzerleriyle benzeştikçe benim de dikkatimi çekebiliyor. Bu benzeşmeleri eleştirsek de fontlar dahil kapağıyla dergi, sade bir güzellikle beni mest ediyor. Belki Haydar Ergülen söyleşisi değil ama Hasan Ziya'nın kaleminden çıkan Haydar Ergülen de Nerden Çıktı Deme, Gün Gelir Elbet Sen de Düşersin O Küle başlıklı yazı oldukça kapsamlı. Öykülerden Beşeriyet Bahçesi ve şiirlerden aşağıda yer verdiğim örnek gözüme çarpanlardan. Kolektif kimlik olarak olmasa bile kimi yazılardaki dile bakınca muhafazakar bir anlayışın izlerini görmek mümkün.

'oniki çiçek' yarası / Aziz Kemal Hızıroğlu

                                              -göçe zorlanan bütün güzelliklere-

çocuktuk, afacandık, biz altı kardeş
terli bir temmuzdan beş gün çalınıp
yayladaki sütannemize götürüldük

yılan yollardan sesli bir gemiyle
bulutların üstünden gittik, sağ salim
aynı sesli gemiyle babaevine döndük

yandık yaylada, bronzlaştık, üşüdük
vargel çiçekleriyle karşılanmıştık
vargit çiçekleriyle uğurlandık

dönerken oniki farklı çiçek kopardık
çocuk başına ikişer güzellik olsundu
Karadeniz'le öpüşen bahçemize ekmeye kalktık

hiçbiri tutmadı çiçeklerin
iki gün geçmeden öldüler, usul usul ağladık
köpeğimiz Villis'in ulumasını günlerce durduramadık

o gün bu gün biz altı kardeş
ne zaman yayla sözcüğü duysak
göz göze gelmekten utanırız, hep utandık

topal ömrümüzle fındık kabuklarına girdik
çay bahçelerine karıştık çoluk çocuk
çiçek yetiştirmeye soyunamadık

anılarımızdaki kıyımla kaldık sis içinde
çiçekli evlere tahammül edemez olduk
kırlaştık kırklandık yaşlandık

yaramızı hala kapatamadık

Anafor


Sanal dergi üçüncü sayıyla sona ermiş görünüyor. Makalelerin başlıklarını sayalım: Antikapitalist ve Antiotoriteryen bir Politik Hareketi Düşünmek ve Şimdiden Hazırlıklı Olmalıyız(Occupy-Gezi gibi hareketlerden fazlasıyla beklenti içine girip kapitalist krizi abartan iki yazı), Üstün Faşizmi ya da Türcülükten Kurtulmak (neredeyse primitivizme  varacak hayvan hakları savunusu), Kimliklerden Sıyrılmak için:Queer Kuram, Camcorder (öykü), Dilenci (öykü), Bir Hristiyan Ölmek (şiir), Yaşamın Manipülasyonu, Thatcher'dan Bugüne Premier Lig, Marx ve Marxizm için: Kostas Axelos ile Bir Görüşme, Kök-Faşizm (Umberto Eco çevirisi), Çizgisel Olmayan Tarih, Toprak İnsana Değil, İnsan Toprağa Aittir (bu tarz kızılderili şefi mektupları bana fabrikasyon gibi geliyor da neyse). Ürettikleri değil ilettikleri ile fena değilmiş aslında.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder