Geçen sene oldukça ses getiren Netflix dizisi Witcher'ı ne oyunlarından ne de kitaplarından bilmişliğim yoktur. Demem o ki yargımın önü de yoktur. Ama bu kadar tantanayı da anlayamadım pek. Bir kere farklı zaman dilimlerini sanki öyle değilmişcesine anlatmasını garipsedim. Bir de duygusallık, dram, aksiyon, aşk, entrika gibi pek çok şeye ancak sığ bir şekilde bulaşılmış. Soldaki kadının oyunculuğunu da sevemedim. Ha, oturunca pıt pıt izledim. Ama bir oturuşta izleyemedim. Devamını da izlerim.
Altered Carbon, önceki gönderi de nedense Carbon Altered diye ısrarla yazmışım, bu ikinci sezonunda aynı tadı vermedi. Siyahi bir vücutta dünyaya geri dönen Takeshi yine kendini entrikalarla örülü bir senaryonun piyonu olarak buluyor. Bu sefer ilk sezonda ölen isyankarların lideri yavuklusu ile yolu da kesişiyor. Ah eski düşmanı peşlerini bıraksa. İşin garibi çekik gözlü ilk Takeshi de ortaya çıkıyor. Poe hem hafıza kaybı yaşıyor hem siyah Takeshi'nin nankörlüğüne uğruyor hem de başka bir sanal hatuna aşık oluyor. Hiç bir şey anlamadınız değil mi? Çünkü dizi uçtukça uçuyor. Hadi hayırlısı. Ama biz geçen sezondaki Takeshi abimizi özlüyoruz.
İşte dizi gibi dizi. Yüksek Şatodaki Adam 4. sezonu ile sona eriyor. Mükemmelliyetçi yani bildiğin kıl birisi olduğum için mıymıntılık yapmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Ticaret bakanı Tagomi çok saçma bir şekilde harcandı. Ve lider kadroya suikastlerin dayanılmaz kolaylığı... Önceki sezonda gıcık olduğum tipler de büyük ölçüde elendi. Sahneye siyah devrimciler çıktı. İnanılmaz keyifliydi, atmosferi zati şükela şöbiyet. Oyunculuk ve karakter namına da devleşen abiler. İyiydi, tadı damağımda kaldı.
Bir Türk, bir Rus, Bir İtalyan, bir Faslı, bir Leh, bir kaç Belçikalı uçağa binmiş. Pis kaatil Abdliler de binmeye çalışmış ama tekmeyi basmışlar. Türk karakteri Ayaz cuk oturmuş. Pisliğe bulaşmasına rağmen kendine has bir ahlakı, vicdanı olan, gururlu, milliyetçi, karizmatik bir adam. Sezon az bölüm barındırıyor. Tempo da yüksek olunca sular seller gibi akıyor. İzletiyor kendini yağni. Karakterlere de, tabi hepsi aynı kuvvette değil, eğilinmesi aksiyonu dengeleyerek tamamlıyor. Güneş ışığının değdiği yerlerde insanların topluca ölmesi sebebiyle bir grup insanın bindikleri uçağı dönen dünya üzerinde hep karanlıkta tutmaya çalışmaları gibi bilimselliği zorlayan bir konuyu takip etmesinden anlayacağımız üzere kurgunun ciddiyetine çok da takılmamak lazım.
Bu dizinin ilk ilk sezonu için yazdıklarım geçerli, hatta çok güzel ve kapsayıcı yazmışım. Yalnız bu sezonda bir kaç iyi bölüm vardı, şaşırtıcı bir şekilde senaryosu iyiydi. Zamanda geriye savruldukları ya da Maqui isyancılarının holoromanının işlendiği bölümler gibi. Sezonun son bölümünde sonradan kalıcı olacak kadroya Borglu bir katılım da söz konusu. Ama hala aynı fikirdeyim. İnsansı görünmeyen ve insaniyetten uzak sosyalliğe sahip uzaylılar nerede? Burnun üzerine iki çizgi, alnın üstüne iki şişlik koymakla olmuyor.
Vee Doc Martin. İşinde başarılı cerrah Martin yıllar sonra kan tutulmasına tutulunca pratisyenliğe dönerek çocukluğunun geçtiği şirin mi şirin kasabaya yerleşir. Kasabalılar gıcıktır ama doktor'dan ötesi yoktur. 5 kelime ile gününü geçiren, utanmazca kaba ve huysuz doktor sosyalleşmekten de çook uzak bir kişiliktir. Yine de bir şekilde kasabaya uyum sağlar ve hatta aşık olacak bir kadın bulur kabullenemese de. Köküne kadar garip mizahıyla İngiliz hamurundan bir dizi. Kafam dünyayı almıyorken açıyorum bunu, kendimi çayırlı çimenli yerlerde yosun kokulu sahillerde buluyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder