22 Eylül 2015 Salı

Baran Dural - Başkaldırı ve Uyum: Türk Muhafazakarlığı ve Nurettin Topçu

Tarihleri devrimler ve devrimciler değiştirir ama muhafazakarlar yönetir.


Kapağına yazarın isminin yanlış yazıldığı bu baskıyı belki benim gibi sahaflarda bulabilirsiniz. Başka bir yayınevinden çıkan yeni baskısını bulmak ise nispeten daha kolay olacaktır. Yine de garantisini veremem. Niye mi bunları anlatıyorum? Bu kadar dağınık bir konuyu bu kadar derli toplu halde okuyucuya iletebilmek büyük bir maharet olduğundan dolayı okunmayı hak eden bir çalışma olması yeterli bir sebep bence. Kitap Sonuç yazısı ile kendisini anlatsın:

Türk Muhafazakarlığı ve Nurettin Topçu, başlıklı araştırma evreninde, önce genel olarak muhafazakarlığın nasıl ele alınması gerektiğini sonra da Türkiye'deki muhafazakar akımların Batı muhafazakarlığıyla ilişkileri tartışıldı. Türk muhafazakarlığının da, tıpkı Batı muhafazakarlığı gibi, pek çok altbaşlığa,değişik geleneklere bölündüğüne dikkat çekildi. Daha sonra ise Türk muhazakarlığının özgün ve zirve isimlerinden Topçu'nun el attığı  felsefi ve siyasal konulara getirdiği farklı yaklaşımlar ayrıntılarıyla irdelendi. Türkiye'deki muhafazakarlık akımı açıklanırken, elbette ülkenin içinden geçtiği modernizasyon süreçleri, Kemalist Devrim, yeni rejime karşı geliştirilen tepki de incelendi.
İlk bölümde tartışıldığı gibi gerek Batı gerekse Doğu (İslam topraklarında) muhafazakarlığının paylaştığı bazı ortak değerler açığa çıkarıldı. Ne var ki, iki akım arasındaki ayrılıklar daha anlamlıydı.
Hatırlanacağı gibi Hristiyanlık daha başlangıçta 'Hakkını teslim edecek bir Sezar' bulabilmişken, hem din hem de devlet olarak tarihte boy gösteren İslam'ın çıkış şartları, 'Hakkını teslim edecek Sezar' arayışını daha başta geçersiz kılıyordu. İslam'ın gelişip yayıldığı, üç kıtayı etkisine aldığı tarihsel şartlarda mevcut yapılanma, kuşkusuz İslam'ın lehineydi. Ancak ibre tersine dönüp, reform,modernizm, sanayileşme gibi temel uğraklarda İslam toplumları, Batı'nın kesin başarısını yakalayamayınca İslam toplumları için tehlike çanları çalmaya başladı

Merkez-çevre değişkenliği:

Muhafazakarlık Batı'da devletin kurucu öğelerinden biri olarak yer edinmişti. Gerek İngiltere gerek ABD'de muhafazakar düşünürler, devlet adamları aynı zamanda devletin kurucu ittifakında konumlanmışlardı. Biraz farklı bir seyir izleyen Fransa'da da devrimi takip eden restorasyon süreci muhafazakarlığın, kurucu unsur olarak yeni Fransa'nın temellerine eklemlenmesiyle son buldu. Bu seçenek Batı muhafazakarlığının daima merkezden konuşmasını, modernizme bütünüyle karşı çıkmayıp, kapıdan kovulan modernizmin muhafazakarlar aracılığıyla bir süzgeçten geçirilerek, yeniden toplumun önüne dayatılmasını sağladı.Ne de olsa muhafazakarlık, karşı çıkılsa bile, modernizmn söylemiyle konuşan savlarını modernizm bağlamında
anlamlandıran modern bir ideolojiydi. Gerçi muhafazakar düşünürler siyasete, ideolojilere hep ikircikli yaklaşmışlar ve siyasetin halka karşı sahneye konulan, ahlaksız bir oyun olduğunu öne sürmüşlerdir.Fakat bu samimi kuşkucu tavır bile, modern siyasette siyasal bir duruşu göstermesi bakımından ideolojiktir.
Doğu muhafazakarlığının yumuşak karnıysa, gerek Türkiye gerekse diğer modernleşme sürecine girmiş İslam topraklarında muhafazakarlığın, devletin kurucu öğesi olarak sayılmamasıdır. Batı muhafazakarlığı İngiltere ve ABD örneklerinde gözlendiği gibi merkezden konuşurken, Doğu muhafazakarlığı daima çevreye itilmiştir. Aslında bu kurucu elitler açısından, son derece anlaşılabilir ve mantıklı bir seçimdi. Batı'nın hızlı ilerleyişi ve Doğu toplumlarının gerilemesi, Batı'nın bir model olarak alınmasını dayatmıştı. 1. Bölümde belirtildiği gibi muhafazakarlık hedef olarak topluma genelde, varolan durumdan önceki durumu sunar. Batı muhafazakarlığı hem varolan durumun, hem de daha önceki toplumsal dönemlerin kurucu öğeleri arasında yer tuttuğundan Batı'da muhafazakar akımların, kurucu gelenekle radikal bir hesaplaşmaya gitmesi gerekmez.
Oysa Doğu toplumlarında kurucu elitler o an varolan durumun savunucularıdır. Muhafazakarlar ise o toplumsal sürecin muhalifidirler. Doğu muhafazakarlığının önerdiği bir önceki durum, o toplumsal dönemle bağlarını koparmış kurucu elitlerle radikal bir çelişki içindedir.
Yine sadece Batı muhafazakarlığını değil, aynı zamanda gelişmiş Batı toplumlarının sırtlarını yasladıkları ve bu tezde Batı muhafazakarlığının üçlemesi olarak adlandırılan antik Yunan, Roma hukuku ve Hristiyanlık üçlemesi, Doğu muhafazakarlığı içinde bulunmaz.

Türk muhafazakarlığının anadamarı ve Kemalizm:

Bu genel değerlendirmelerin ardından Türk muhafazakarlığına geçildiğinde, Türkiye'de Kemalist Devrim'in önemli bir kırılma noktası oluşturduğu söylenebilir. Elbette Cumhuriyet öncesi Türk muhafazakarlığının geçmişinden söz edilebilir, hatta 18. yüzyıl ve sonrasında gelişen muhafazakar birikimin, bugünkü dar şabloncu tezlerden çok daha anlamlı olduğu da ileri sürülebilir. Ancak yeni rejimin kurulup, muhafazakarlığın merkezden çevreye itildiği dönem cumhuriyet dönemidir Çevreye itilen muhafazakar elitler, Kemalist Devrim süreciyle radikal bir ikileme düşmüşlerdir. Zira muhafazakarlığın aydın tanımı organik aydın tanımıdır. Bu tanım gereği muhafazakar söylem çevrede de yer alsa, devletin kurucu öğesi sayılmasa da, bir yolunu bulup merkezden konuşmak zorundadır. Ahmet Çiğdem ve pek çok Türk siyaset bilimcisinin belirttiği gibi Türk muhafazakarlığı ikilemi genelde, suskun kalmak, Kemalizm'le göğüs göğüse hesaplaşmaya girmemek,
kabuğuna çekilmek ve yeni rejimin siyasal projelerine kültürel çekinceler koymakla atlatmaya çalışmışlardır.
Tezde, muhafazakar eksenin önemli bir bölümüne hakim olan bu tavır, Türk muhafazakarlığının anadamarı şeklinde adlandırılmıştır. Anadamar muhafazakar düşünürler, bir yandan Kemalizm'e kültürel tepkiler yöneltirken, diğer yandan da yeni rejimle çekinceli ittifak kurmaktan çekinmemişlerdir. Devletin merkezinde olmasa bile, küçük-orta bürokraside, üniversitelerde ve ilkokullardan liselere dek yayılan çeşitli kurumlarda yerleşen muhafazakar söylem, Kemalizm'im çeperinde, yeni rejimin lanetinden kendisini koruyarak yaşam sahası bulmuştur. Öte yandan bu noktada söylenmesi gereken Türk muhafazakarlığının anadamar yaklaşımının bir yandan Kemalizm'le kültürel hesaplaşmasını sürdürdüğü, diğer yandan ise Kemalizm'i sürekli üreterek ve yeniden üreterek toplumun alt katmanlarına kabul ettirme işlevini yüklenmesidir.
Ne var ki, muhafazakarlığın anlatısı masum değildir. Bu çekince muhafazakarlığı sahtekarlıkla ya da yalancılıkla itham etmek amacıyla dile getirilmemiştir. Zira siyaset bilimine göre, içine sözün ve siyasetin girdiği hiçbir anlatı masum değildir. Türk muhafazakarlığı da Kemalizmi yeniden üretirken Kemalizm'in radikal unsurlarını törpülemeye çalışmaktadır. Törpüleme ister istemez beraberinde Kemalizmin aşınmasını da getirmektedir. Bu bağlamda Erbakan'ın RP iktidarı döneminde söylediği
'Eğer Atatürk bugün yaşasaydı mutlaka RP'li olurdu' sözü muhafazakarlık açısından çok anlamlıdır. Rejimle çok ters düşmeyen kimi muhafazakar yayın organlarında zaman zaman öne çıkan bir yorumda Atatürk 'Meclis'i cuma namazı ve Kur'an'la açan , İslam'ı çok iyi bilen, İslam'a aşırı derecede saygılı, dinini üzerinde reform yapacak ölçüde hatmetmiş, beş vakit alnı secdeden kalkmayan' bir Atatürk'tür. Bu Atatürk yine milliyetçidir, dehasına şaşılacak bir devlet adamı ve korkusuz bir askerdir, hatta devrimcidir ama 1923'ün Mustafa Kemal'i değildir. Devrimciliği ise ödünsüz bir devrimcilik olarak değil muhafazakar devrimcilik şeklinde kendisini göstermektedir.

Modernizmin karşısında muhafazakarlık:

Topçu ve Türk muhafazakarlığına geçmeden muhafazakarlık-modernizm ilişkisine de değinilmelidir. Modern bir siyasal söylem olan muhafazakarlık, en derin çatışkıyı yaşadığı modernizmin meşru çocuğudur. muhafazakar aydın modernizmle ilişkisinde kelimenin düz anlamıyla
gerici ya da yobaz da değildir. Örneğim en azından Batı'da muhafazakarlığın felsefi babası sayılan Edmund Burke, İngiltere eski başbakanlarından Disraeli ya da Türkiye'de Remzi Oğuz Arık, Hilmi Ziya Ülken, Seyit Ahmet Arvasi ve Erol Güngör gibi düşünürleri, kelimenin düz anlamıyla yobaz, gerici diye nitelemek oldukça güçtür. (muhafazakarlığı gericilik ve yobazlık olarak yaşayan pek çok düşünürün varlığına karşın) muhafazakar akla göre modernizm, dünyayı temelinden sarsmaktadır. Ancak muhafazakar akıl, akreple yelkovanı geriye çevirmeye değil, eğer mümkünse yerinde tutmaya ve toplum mühendisliğine girişerek, akreple yelkovandaki aşınmışlığı düzeltmeye çalışmaktadır. Buradaki ikilemse muhafazakar-modernizm ilişkisinde modernizmin bağımsız, muhafazakarlığınsa bağımlı değişken olmalarıdır. Modernizm dünyayı sarasacak ki, muhafazakarlar onu düzeltebilsin!
Bu ilişki tezde de sıklıkla değinildiği gibi muhafazakar düşünürü, 'peşin yenilginin düşünürü olmaya' mahkum eder. Tarihleri devrimler ve devrimciler değiştirir ama muhafazakarlar yönetir. Örneğin gerek Türkiye'de ve gerekse Batı'da muhafazakar iktidarlar, ilerici ya da devrimci iktidarlara nazaran çok daha uzun ömürlüdür.Buna rağmen muhafazakar düşünür, siyaset adamı karamsar ve mutsuzdur. muhafazakar aklın karamsar, mutsuz psikolojisi, muhafazakarlık-modernizm ilişkisinde muhafazakarlığın bağımlı değişken olmasından kaynaklanmaktadır. muhafazakar akıl yenilgiyi kabullenir, ızdırap ve çileyi kutsar. Üstelik çektiği azabı, meşruiyetinin varlık nedeni sayar.
Bu bağlamda Nurettin Topçu, oldukça ilginç ve renkli düşünürlerdendir. Öncelikle düşünür, Türk muhafazakarlığının anadamar söyleminin içinde barınamaz. 'Anti'ler düşünürüdür. Ona göre Kemalizm'in çeperinde tutunmak ve onu yeniden üretmek boşuna çabalamaktır. Modernizmin diğer meşru çocukları kapitalizm, sanayileşme ve teknik de çekinceli ittifak kurulabilecek olgular değildir. Batılılaşmaya, Kemalizm'e, modernleşmeye,sanayileşme ve kapitalizme kendince savaş açar. Modern söylemin nimetlerinden (kitle iletişim araçları, sivil toplum örgütleri vs.) alabildiğince faydalanarak, modernizmi eleştirir. Ancak anadamar muhafazakarlar, aynı olguları bir şekilde merkeze tutunarak olabildiğince içeriden eleştirirlerken, Topçu radikalizminden de yararlanarak, ben ve öteki çatışkısını keskinleştirir.

Realizmle idealizm arasında gelip giden düşünür:Topçu:

Topçu da muhafazakar aklın, karamsar, mutsuz, çileci, ızdıraplı özüne sahip çıkar. Eğer kelimenin düz anlamıyla kimileri Topçuyu yobazlıkla, gericilikle itham edeceklerde, Topçu her ikisi de değildir. Tersine pek çok aydının rüyasında bile göremeyeceği kurumlarda, hayli nitelikli eğitim alarak donanmış bir entelektüeldir. Zamanında tüm kavram,akım, alanındaki bütün gelişmeleri bilir, yorumlar. Fransa'da Sorbon'da ruhçu, mistik felsefi gelenekten beslenir. Bağlandığı Hareket felsefinin kurucusu Maurice Blondel'le şahsen tanışır, uzun yıllar mektuplaşır. Çok genç yaşta Sosyoloji Derneği üyesidir ve derneğin dergisinde imzasıyla deneme mahiyetinde ilk makale girişimleri çıkmaktadır.
Topçu'nun amacı Hristiyan ruhçu felsefesini Türkiye'ye taşımak, Türk-İslam düşüncesinin yorumuna tabi tutarak, ülkesine özgü yeni bir kurtuluş reçetesi hazırlamaktır. O yüzden Bergson, Blondel gibi mistik-ruhçu düşüncenin zirvesindeki isimler hakkında kitaplar kaleme alır.
Genelde kendi yorumlarını katmaz. Bergson'un 'süre' izahına itiraz eder, ama Blondel'in 'mütercimi' gibidir. Ruhçu felsefenin Batılı özüne sadık kalır, başta Mevlana olmak üzere tasavvufun önde gelen isimlerinin felsefelerini özle birleştirir. Şeriata karşı tasavvufu savunması, şeriata çok
sert eleştiriler yöneltmesi, Hareket felsefenin temeline uygundur.
Kurumsallaşmaya karşıdır Topçu. Düşünüre göre din bile kurumlaştığı takdirde asıl misyonunu yitirir. Din devleti istemez. Bunun yerine devleti dine alabildiğince yaklaştırmayı hedefler. Köy imamının aynı zamanda köyün öğretmeni olması, İslam Enstitüleri ve İlahiyat Fakülteleri'nde
yetiştirilecek yeni din adamaları zümresinin sağlıktan sanayiye, köy sorunundan tüm sosyal meselelere el koymalarını önermesi, din adamının din adamlığından farklı ve seçkin bir iş sahibi olmalarını dilemesi bu çabanın ürünüdür.
Topçu'nun en bariz özelliği realizmiyle idealizmi arasında yaşadığı çelişkidir. Pek çok tarihselci düşünür gibi Topçu da zıtlıklar üzerinden anlaşılabilir. O okunması kolay, anlaşılması hayli güç bir düşünürdür. Çok sade ve akıcı bir dil kullanmasına karşın, okuyucu sürekli kafa karışıklığı içindedir. Örneğin İslam felsefesi üzerinde bir yazısında önce 'İslam'da felsefe yoktur' diye başlar. Önermeler şu şekilde devam eder: 'Aslında İslam'da felsefe hiç yapılamamıştır. İçtihat kapısının kapanmasıyla beraber felsefe kapısı da kapanmıştır. İslam'ın geleneğinde felsefe yapılamamıştır. Farabi ve Gazali İslam felsefesinin zirveleridir. Aynı iki düşünür Aristo mantığını İslam'da yerleştirerek felsefeyi köreltmişlerdir. İslam'da felsefe hiç olmamıştır.' Topçu'nun yaşamında düşünürün 4 döneme ayrıldığı belirtilmişti. fakat bu yazının 4 dönemle alakası yoktur. Zira Topçu aynı yazıda bir kalemde tüm bu önermeleri birbiri ardına sıralayabiliyor. Topçu zıtlıklara başvurarak karşılaştığı güçlükleri aşan bir düşünür. Dolayısıyla Topçu düz bir okuyuşta anlaşılamıyor, çünkü onda şeytan ayrıntılarda gizlidir.
Topçu'nun demokrasi yaklaşımında da benzer izlekleri yakalamak mümkün. Topçu varolanı değil olması gerekeni ele alıyor. Çok etkilendiği Platon gibi kendisine bir idealar alemi çiziyor. O idealar alemi, gündelik gerçekler ve sorunlarla karşılaşınca zıtlıklar başlıyor.Topçu mevcut toplumsal sorunları , modernizmin yıkıcı etkisini, insanın kendine, emeğine, ürettiği araç-gerece ve doğaya yabancılaştığını belirtirken en az Marx kadar, kapsamlı değerlendirmelerde bulunuyor. Toplumsal süreçlerde üretim ilişkilerinin belirleyiciliği ortaya koyuyor. Fakat sorunları görmedeki realizmi, çözüm ğretmeye geldiğinde kayboluyor. Topçu birdenbire sınırsız bir idealizme yelken açıyor. Bu yüzden de Cahit Tanyol'un Prens Sabahattin'i değerlendirirken kullandığı 'Tüm teşhisleri doğru ama tüm tedavileri ölümcüldü' nitelemesi Nurettin Topçu'ya da oturuyor.
Üstelik realizmiyle idealizmi arasındaki çatışkıyı Topçu da farkediyor ve 'idealizmimiz realite ile tezat halindedir' diyor. Bu söz aynı zamanda, muhafazakar düşünürlerin çoğu için de geçerli sayılabilir. muhafazakar düşünürün peşin yenilginin düşünürü sayılması da, realizm-idealizm
zıtlığından kaynaklanıyor. Topçu çatışkıyı gidermek amacıyla siyasetten ayrı kalarak İslam ahlakı ve tasavvufun sınırlarına çekiliyor. İslam ahlakı savunusu, düşünürün idealizmini en görkemli kullanabileceği alan. Dinin özünün ahlak olduğunu söyleyen Topçu, uslamladığı İslam
toplumu ve ahlak konularında sayısız makale yazıyor. Bu yüzden bazı takipçeleri Topçu'nun yaptığı ahlak bilimidir diyorlar.
Oysa bu niteleme yanlış. Tersine düşünürün neredeyse tüm kuramları baştan aşağı siyasal içerikli. Gökalp, bir milletin kuruluşunda bulunmuştu. Topçu ise radikal bir devrim döneminin ardından modernizmin yıkıcı etkisini alabildiğince hissedildiği bir toplumda yetişti. Gökalp'ın toplum mühendisliği kurmak üzerine inşa edilirken, o kuramlarını kurtarmak etrafında şekillendirdi. İkisi de isimleri yanyana anılmasa bile benzer saiklerden hareket ettiler. 'Kurtulmak aslında kurtarmaktır' diyen, topluma ruhçu-milliyetçi Müslüman Anadolu Sosyalizmini kurtuluş reçetesi olarak sunan, eğitimden iktisada, siyasetten dinsel ve sosyal sorunlara hemen her alanda yazan bir düşünür, hem de
Anadoluculuk gibi siyasal bir akımın II. kuşak liderliğine soyunan bir düşünür, sadece ahlak bilimci olabilir mi? Topçu yalnızca realizm-idealizm çatışkısı arasında boğulduğu uğraklarda, nefes alabilmek uğruna İslam ahlakı ve tasavvufa sığındı, idealizmini tatmin etti. Topçu kelimenin tam anlamıyla siyasal bir düşünürdü.

Topçu'nun özgünlüğü:

Bu noktada tek tek Topçu'nun siyasal ve felsefi görüşleri hatırlatılmayacak. Ancak Türk muhafazakarlığının geneline temayüz eden bir karışıklığın, Topçu için de varlığını koruduğu belirtilecek. Kimi muhafazakar düşünürleri sınıflandırmak zordur. Örneğin
Mehmet Akif, Necip Fazıl gibi düşünürler hem İslamcılık hem de milliyetçiliğin sınırlarında değerlendirilebilir. Topçu da farklı bilimadamlarınca, popülist, İslamcı, sağ İslamcı (şeriatçı), milliyetçi, cemaatçi milliyetçi, muhafazakar,Anadolucu, muhafazakar devrim ideologu olarak sınıflandırılır. Değerlendirmelerden popülistliğe atıfta bulunanı hariç, hepsi de tutarlıdır. Topçu popülist olmasına popülisttir belki ama salt popülizm nitelemesi Topçu'yu anlatmaz. Topçu hakkında Sina Akşin'in yaptığı tanımlama 'Sağ İslamcı (şeriatçı) ve 'İslamcı nasyonal (ulusçu) sosyalist' şeklindedir.Bu tanımlama bugüne dek Topçu için kullanılan en gerçekçi tanımlamadır. Tez bağlamında da savunulduğu gibi Topçu'nun özellikle Nasyonal Sosyalist (ulusçu sosyalist) yönelimlerinin altı çizildi. Gerçekten de Nurettin Topçu, Türk siyasal hayatında Nasyonal Sosyalizm'i İslamcılığı içinde eritip kimi aşırı yönlerini törpüleyerek, savunan ve tüm tepkilere karşın ideolojisinden vazgeçmeyen çok dikkate değer bir düşünürdür.
Topçu hakkında yapılan değerlendirmelerde sırıtan bir diğer husus ise düşünürün özgünlüğüdür. Evet Topçu, özgün bir düşünürdür ama takipçilerinin kullandığı anamda bir özgünlük değildir söz konusu olan. Örneğin tez bağlamında da zaman zaman gösterildiği gibi takipçilerinin 'Topçu Türk siyasetinde..... kavramını ilk telaffuz eden düşünürdür' yargısı, çoğunlukla doğru değildir. Topçu bazı kavramları ilk dile getiren kişi olmaktan ziyade, o kavramlara yeni bir anlam kazandırma açısından özgün bir düşünürdür. Topçu Blondel veya ruhçu felsefenin genel savunularını alır, aynen kullanır; fakat bir süre sonra bunları Türk-İslam felsefesinin motifleriyle birleştirip,farklı terkibe ulaştırırdı. Nurettin Topçu'ya özgün kılan en  başat unsur, düşünürün terkipçiliğidir.
Türk muhafazakarlığının önemli ve zirve isimlerinden Nurettin Topçu'nun düşünceleri, bugün ölmeye yüz tutmuş durumda. Lideri olduğu II. Anadolucu kuşak da siyasal varlık gösteremiyor. Yine de düzgün, alabildiğince dürüst ve inatçı kişiliğiyle , terkipçi özgünlüğüyle , yetiştirdiği binlerce öğrencisiyle siyaseten savunduğu değerleri günlük hayatında da yaşamasıyla Nurettin Topçu, Türk muhafazakarlığının tozlanmış bir zirvesi olarak, muhafazakar yazında yeniden ele alınıp tartışılacağı günü bekliyor. Pek çok fikrine katılmak mümkün olmasa da, muhafazakar akımlar arasındaki çekişmelerin söneceği bir tarihte Topçu'ya itibarı onu yaşamı boyunca ve öldükten sonra
bile kıyasıya yermekten geri durmayan andamar Türk muhafazakar düşüncesi tarafından iade edilecek. Zira, Türk muhazakarlığı tarihi gibi, Türk milliyetçiliği,İslamcılığı hatta sosyalizm tarihleri de Topçu'suz yazılmaya kalkışılırsa eksik kalacak.

Nihai bir genel değerlenmdirme:

Ancak Topçu ve Türk muhafazakarlığı olgularının masaya yatırıldığı bu çalışmanın sonunda Türkiye'de muhafazakarlığın genel algılanış, daha doğrusu muhafazakar söylemce kodlanış şekli üzerine eleştirel bir değerlendirmede bulunmak gerekiyor. Çalışma evreni boyunca başta İngiltere olmak üzere Batı muhafazakarlığında, muhafazakarlığın sınıfsal bir yönü ve bu sınıfsal niteliğinden kaynaklanan ideolojik duruşu olduğu vurgulandı. Ne var ki, aynı sınıfsal niteliklerin Türk muhafazakarlığı içinde bulunduğunu söylemek güç. Bu eksiklik belki de Türk Vlığının neden bu kadar zor anlaşılır,karmaşık ve seçmeci bir yapısı olduğunu açığa çıkarıyor. Türk muhafazakarlığının
çalışma boyunca eleştirilen omurgasızlık,eyyamcılık ve çapsızlığı da bu duruş eksikliğinden kaynaklanıyor olsa gerek.
Genel olarak Türk muhafazakarlığı çok renkli bir bulamaç görüntüsü veriyor. İslamcılıktan milliyetçiliğe, klasik muhafazakar düşünceden dar şabloncu tutuculuğa kadar sağ görüşün içinde yuvalanmış pek çok isim muhafazakar şemsiyesi altında birleşebiliyor ve zaman zaman kimi düşünürlerin nasıl adlandırılması gerektiği ulaştıkça ulaşılmaz olan bir muamma haline gelebiliyor. Türkiye'nin düşünsel tarihi üzerine eser veren farklı araştırmacıların aynı düşünür hakkında, birbirini çok fazla da tutmayan en az 10 farklı açıklama getirmeleri, kimi düşünürleri milliyetçilik, muhafazakarlık ve İslamcılık akımlarının hepsine yerleştirebilmeleri, mevcut kafa karışıklığını daha da artırıyor. Sanki Batı'dakinin aksine, muhafazakarlığın Türkiye'de bilimsel bir tarif yapmayı kolaylaştırıcı bir tasnif öğesi olması beklenirken, bilimsel tarif ve analizleri kadük bıraktıracak bir işlev gördüğü anlaşılıyor.
Tabii tezin genelinde muhafazakarlığın Batı ve Doğu'da sağın tüm renklerini kolaylıkla buluşturan bir şemsiye ya da paratoner görevi gördüğü de belirtildi. Batı'da sağın pek çok rengi muhafazakarlık şemsiyesi altında ortak, belirli bir ideolojik ve sınıfsal
duruş oluştururken aynı işlevsellik Türk muhafazakarlığı için geçerli kılınamıyor. Üstelik yerli muhafazakar söylem de pek çok açıdan yan yana getirilmesi mümkün olmayan aydını anadamar yaklaşımı çerçevesinde kuşatabiliyor. Söz konusu anadamar Türk muhafazakarlığı kavramı,
araştırmacıya muhafazakar düşünürler-Kemalizm/modernizm ilişkisi dışında da çok fazla bir açılım sağlamıyor. Bu yönüyle Türk muhafazakarlığı açıklık ve bilimsellikle pek fazla bağdaşmayan bir kamuflaj ya da sis perdesi gibi çalışıyor. Belki de kimi akım ve düşünürler açıktan ifade edemedikleri rejim eleştirilerini,  muhafazakarlığın kendilerine oluşturduğu sis perdesinin ardına gizleyerek, fazla tepki çekmeksizin dillendirme fırsatı buluyorlar. Dolayısıyla Türk muhafazakarlığı her zaman şüpheyle yaklaşılması, şerh düşürülerek yargılanması gereken bir kavram olma özelliğini sürdürüyor.

Topçu'nun tüm demokrasi değerlendirmeleri irdelendiğinde, düşünürün ideal düzeninde, seçim mekanizması ve seçmenlere ancak katlanılması gereken bir kötülük olarak baktığı anlaşılır. Seçimlere katlanmalıdır, çünkü eğer katlanılmazsa halk gereksiz kalkışmalarla devletle hesaplaşmaya girişebilir. O yüzden seçimlerin alabildiğince kısıtlı ve hijyenik bir ortamda, önceden belirlenmiş listeler halinde mümkünse de plesibit şeklinde yapılmalıdır.
....
Topçu..disiplinli ahlaklı fakat fakir bir toplum modeline yaklaşıyor. Refah toplumuna karşı ahlak toplumu önerip fakirliği tüm sınıf ve sınıf fraksiyonlarına paylaştırmayı amaçlıyor....Topçu'ya göre milletlerin hayat hamleleri millet mistikleri uzamıyla gerçekleşir. Millet mistikleri toplumlarıyla tezat halinde yaşayan münzevi ruhçu önderlerdir. Toplum ancak kendisini millet mistiklerinin ellerine teslim ettiği takdirde rahata ulaşacaktır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder