31 Ağustos 2014 Pazar

Juliet McKenna - Einarinn'in İkinci Öyküsü: Kılıç Ustasının Yemini

Bu bloga okuduğum kitapların kısa bir özetini çıkarmamın tek sebebi normal bir insana kıyasla hafızamın bir miktar daha zayıf olması. Ama her nedense bu serinin ilk cildi için işte öyle, böyle deyip geçmişim. Bu cildi okurken rastladığım geçmişe dönük bir kaç göndermenin çok faydası oldu desem yalan söylemiş olurum. Uzaktaki bir adatakımında yaşayan sarı kafalı insanlar esrarengiz büyüleriyle bir tehdit olarak beliriyor. Bir grup arkadaş bu tehlikeyi sezimliyor. Büyüyle hakimiyetini kaybeden bir arkadaşlarını öldürmek zorunda kalıyorlar. Sonunda egemenler tehlikenin farkına varıyor. İlk kitabın hikayesi kabaca bu. Hani hep eleştiririz ya holivudçuluk romanlara sızmıştır. Tehlike her zaman , zaman ayarlı bomba düzeneği sıfırlandığı ana kadar geçerlidir. Nefes nefese kalırız. Hani böyle daha günlük işlere odaklanmış eserler okumak, izlemek isteriz. İşte burada da uzaktan gelen ve henüz somut bir düzeye çıkmamış bir tehlike işleniyor. Ve zerre ilgilenmiyorum. Coğrafyası, tarihi ve mitolojisi ile, yazarın ısrarla o dünyanın tanrı ve tanrılarının isimlerinin ve rünlerin deyimlerde kullanması okuyucuyu o atmosfere sokmak için geliştirdiği güzel bir yöntem, zengin bir dünya kurmayı başarsa da yazar, kurgunun sürükleyiciliği ve ilgi çekiciliği konusunda zayıflıklar taşıyor eseri. Kılıç Ustasının Yemini'nde de en enteresan öğeler egzotik olduğu kadar günümüz dünyasının kültürlerini birebir yansıtmaması sebebiyle takdir toplayan Aldebrashi coğrafyası ile karşılaşma anında ortaya çıkıyor. Ve bu kitabın yan öğesi aslında.
Büyücülerin reizi durugörüsüyle olası istilanın gerçekliğine kanaat getirmiştir. Doğudaki bir kıtadaki kayıp koloniden kalan kalıtları toplayan emektar büyücü Viltred ile reizin adamı büyücü Shiv, bu sarıkafaların da kalıtların peşinde olduklarının farkına varır. İlk kitabın kahramanlarından Ryshad, yeminli adamı olduğu prensin de görevlendirmesiyle gruba katılır. Sevdiceği azgın hırsız Livak ve bir ayağı sakat paralı asker bir hayli Hallice de ikna edilir. Kalıtları yağmalayan grubun peşine düşülür. Bu arada Ryshad'ın kılıcının da bu kalıtlardan biri olduğu ortaya çıkar. Hayal ve rüyalarla bin-binbeşyüz yıl önce kaybolan koloninin kurucularından genç Temar'ın hayatına bağlanırız. Öyküde paralel olarak koloninin kuruluşu ve sarı kafaların o zamanlarda bile bu koloniye rahat vermeyip yok ettiklerini okuruz. Aradaki bağlantı bu kalıttır. Her neyse bir şeyler olur ve Ryshad kendini kaybeder. Kendine geldiğinde esir pazarında Aldebrashi savaş beyine satıldığını görürüz. Bu beyin hanımlarından en gencinin kölesi olur. Koruması, oda hizmetçisi, makyözü, yatak arkadaşı ve köpeği gibi her türlü şey görev tanımı içerisindedir. Görece bağımsızlığı olan bu hanımlar kendi aralarında entrikalarına devam ettirirken diğer yandan sorumlu oldukları ticari alanlarda zenginleşerek beylerini onurlandırırlar. Sıcak bir iklime sahip olan bu kültürü Hint, Arap ve hatta Japon kültürlerine benzettim, biraz. Yaratıcı aslında. Ne var ki anakaradaki elementel büyü burada yasaktır. Bu beyin eşlerinden biri sarı kafalı bir büyücünün takipçisi olmuştur hatta onu konuk olarak adaya getirir. Ryshad ve kılıcı hedeftir. Al gülüm ver gülüm büyücünün ve eşinin foyasını ortaya çıkarır Ryshad, düelloda da bu büyücüsüyü defeder, kendini transport ederek kaçar melanet adam. Kadını da öldürürler günler süren işkencelerle. Ryshad serbest kalır ve doooğğru büyücülerin adası Hadramut'a götürülür. Yapılan deneylerle şu öğrenilir. Eskiden efirik püfürük büyü imparatorlukta varmış ama unutulmuş. Kolonidekiler de sarıkafa istilasına direnirken içlerindeki en güçlü büyücü Guinalle sağ kalanları derin bir uykuya yatırır ve ruhlarını en sevdikleri eşyaya hapseder. Bir gemiyle bu kalıtlar anakaraya geri gönderilir ve bir sefer hazırlığı yapılarak vücutların da kurtarılması için imparator ika edilmeye çalışılır. Gel ve de gör ki imparatorluk dağılmış iç savaşlarla her yerde yıkım ve kaos hakim olmuştur. Bin yılı aşkın süre yardım gelmez, unutulurlar tabiri caizse. Bedenler büyülü bir mağarada uyur da uyur, gözleri felan şişer. Hadramut'ta koloniye bir sefer düzenlenerek kalıtların elde bulunanlarıyla vücutların voltranı oluşturması ve uyanacak eski bilginler sayesinde etirik büyüde yeniden güç kazanarak sarıkafa istilasını önlemek hedeflenir. Koloni yıkıntısına varılır. Ryshad artık zihnen bir Temar olmaktadır bir kendisi. Kafa gidik yani. Mağarayı bulurlar ama sarıkafalılar da oraya varmıştır. Ahh sonunda holivud! Guinalle ve bir miktar kolonici uyandırılır. Savaş felan. Ryshad tekrar Aldabreshi'deki büyücü ile karşı karşıya gelir. Bu sefer zihin yıpratan büyüsüne Guinalle sayesinde hazırlıklıdır. Beklenen sonuç. Ve beklenen sonuç: Livak, canım, annemle tanışacağın vakit etek giysen iyi olur!

30 Ağustos 2014 Cumartesi

Liberteer - Better to Die on Your Feet Than Live on Your Knees (2012)

Ya şu son günlerde cehenneme düştüm ya da cehennemin zaten hep bulunduğum -1. katından -2. katına indim, bilemiyorum yorgunum. Öfke duyamayacak kadar yorgun. Fakat sinir yatışması için nasıl elde bulaşık yıkamak benim için bir yöntem oluyorsa bir o kadar da sert müzik dinlemek de öfkeli anlarıma çare oluyor. Çok sevmesem de death metal ya da daha seyrek olarak grindkor tam bir cuk oturan örneklemlemlemeler. Kara bayrağı sallandıran Usame kılıklı bir adamın nakşedildiği albüm kapağı, albüm ve şarkıların adı ile tabiki sözler anarşist özgürlükçü bir politik tavır konusunda ipucu, çok hafif bir deyim kalıyor ama, veriyor. Müzik grindkor'un ilerletilmiş bir hali. Vokaller hardkora yakın olmakla beraber albüme epik bir hava aksettirmek istemiş grup. Bunu sadece introlarda, ara parçalarda duymak mümkün değil ayrıca misal senfonik bir ara parçadaki ana melodinin hemen arkasından gelen sert parçada kırık bir şekilde tekrar edilmesiyle de yani asli unsura nüfuz edilmesiyle tanık oluyoruz. Tam olarak bahsettiğim acayip provokatif sözler içeren, bakınız;
To be happy, god damn it, kill those who own property
To be happy, god damn it, cut the priests in two
And answer to no one, not even god above
For it real we'd need to kill him too
99 To 1, arkasından aksiyon jeneriği Sweat for Blood ve nihayetinde Barbarians at the Gate üçlemesi.
Diğer bir ilginç husus İrlanda ya da Keltik folk melodilere de flüt trompet aracılığıyla sıkça başvurulması. Örneğin başlangıç introsu ve hemen ardındaki şarkı Build No System'de sadece bunu değil ayrıca askeri tempoda trampet geçişleri ile karşılıklı etkileşimin uyumunu duymak da mümkün. Bir nevi direnişi şiddetten yadsımayan tematik bir manifesto ilanı sergileniyor, hem müzik hem de sözler bakımından. Türün benim gibi takipçisi olmasanız bile bu yapılan işe bir kulak vermek gerekiyor.

Class war never meant more than it does now
In factory lines are labourers caged
We working class slavers so compelled by the wage
Our paychecks mollifying indignant rage

7,0+/10

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Mastodon - Once More 'Round the Sun (2014)

Bir önceki albüm o kadar eleştiri almıştı ki dinlemeyi bırakın hafızamdan bile silmişim. O albüm özellikle ticari yanı kuvvetli olmakla ve hard rock'a kaymakla suçlanmıştı. Dinlemediğim için bilemeyeceğim ama özellikle vokallerde ve şarkı yapısında bu etkiyi son albümlerinde de fark edebiliyoruz. Demek ki tüccarlık kisvesinden biraz sıyrılmış olacaklar ki bu albüm beğenileri bünyesinde topladı. Hunter'a getirilen diğer bir eleştiri öne çıkan bir parça içermemesiydi. Grubun albümlerinin hiç birinin çok sayıda hitlerle dolu olduğunu söylemek mümkün değil. Ama hep baba, kasıp kavuran bir kaç şarkı da albümlerini taçlandırmıştır. Bu albümde ise her tür dinleyicinin zevkine göre şerbet bulmak mümkün. Yine de progresif ve ağır tonaj müziklerini bir miktar daha tercih ettiğimi söylemeliyim. Benim ilgimi çeken parçalar albümün güzel bir özetini yapan açılış parçası Tread Lightly , melodik Motherload , ilk yarısı ile Asleep in the Deep, biraz Ember City oldu. İlginçtir her ne kadar kendi içinde evrimsel bir değişim sergilese de grup kendine özgü öyle bir sound oluşturmuş ki bütünlükçü ve tutarlı yapı kaybolmak bilmiyor. Bir istisna var yalnız: hey ho go rockn roll felan diye çığıran kızların varlığı fazla Marlyn Manson kaçmadı mı? Ender bulabildiğim bir saatlik zaman dilimini de bu albüm için bir şeyler karalamakla harcadım, iyi böyle.

7,75/10

24 Ağustos 2014 Pazar

iTAL tEK - cYCLiCAL (2008) & Portishead - Savages (20 Ağustos 2014 Küçükçiftlik konseri)

Grubun bu albümü dubstep türüne dahil edilmekle birlikte bestelerin zor dinlenirliği dikkate alındığında gayet de zeki insanlara hitap eden, ben bu sınıflandırmanın dışındayım, IDM tarzıyla da ilişkisi olduğu düşünülebilir. Soğuk ve biraz endüstriyel bir hava hakim albüme. Söz möz yok. Dinledikçe, defalarca dinlemeye fırsatınız ve vaktiniz varsa, parçaların içine girebiliyorsunuz. Albüme getiren en sık eleştiri parçaların benzerliği sorunu da bir nebze böylece ortadan kalkmış oluyor.  Bu haliyle açılış parçası Bloodline, Tokyo Freeze ya da Red Sky gibi biraz daha ritmin atmosfer ile harmanlandığı parçalar öne çıkabiliyor. White Mark da hakeza öyle. Seversiniz sevmezsiniz ayrı ama çalışmanın derinliği yadsınamaz bir gerçek. Hadi hadi itiraf edeyim ilk başlarda hayli gerse de şimdi dinlerken bak nasıl da keyif alıyorum.
Geçelim diğer konuya, Savages gevşek yapıdaki şarkılarına hakimiyeti ile sahneyi dolduran bir grup olarak gayet taş gibiydi. Bense iş çıkışı kenara attığım çantamın üzerine oturarak dinlenmeyi tercih ettim. Böylece mp3 çalarımı dötümle kırmış oldum. Diğer kırdığım şey ise her gün erozyonla gün gittikçe eriyen dişimin bir parçası. Kanal tedavisi ve üzerine üç dolgunun adam edemediği dişimin akıbetini uzun süredir koyvermiştim zaten. Tabi bunun konumuzla bir ilgisi yok. Gelgelgelelim Portishead'e. Muhteşemdi felan, kelimelerden tasarruf edeyim. Machine Gun görseli, filan. Zaman seller sular gibi geçti. Yine de ben Wandering Stars gibi daha sade ve orkestral bir soundu tercih ederdim. Son albümündeki endüstriyel havaya yakın bir yorum hakimdi şarkılara. Gencinden ak sakallı amcalara geniş bir varyansta dinleyici kitlesi vardı. Heyecanını saklayamayan en bir fandan, kafam kadar tabletle konserin tümünü çekmeye çalışan şaşkınlara, gördüğü kızlara en bir bayat diyalogla yürüyen turist gencinden arkadaş muhabbetinde kaybolan yazlıkçı amcalara garipti yani. İyi ve kötünün ötesinde kalabalık ve garipti.

7,25/10

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Erdal Doğan - Edebiyatımızda Dergiler & Beirut, 17 Ağustos Küçükçiftlik Konseri 2014

90'ların sonuna kadar yayınlanan edebiyat dergilerinden ses getirenlere belge mahiyetinde kayıt olması açısından yer veren bu kitapta yazar çoğu sefer kendi görüşlerini belirlemekten uzak durmuş. Bu kadar.
Beirut ise yağmurla gelmişti. Yine de canım acımadı. Pek acımadı.

17 Ağustos 2014 Pazar

Kumdan Kaleler - Denize Doğru (1996)

Altyapısı piyanodan kemana, akordiyona değişik enstrümanlarla zenginleştirilmiş bir tür modern progresif rocka dayanmasıyla öne çıkan bu ilk albüm yine de vokal ağırlıklı bir çalışma aslında. O yüzden de vokalin güçlü olması gerekiyor. Mikrofonu elinde tutan Tuna Kiremitçi'nin yapıtlarını okumadım ama sesinden daha kötü olduğunu düşünmemek için bazı emareler mevcut. Diğer bir deyişle vokal birden fazla sayıda şarkıda müziğin kendisine verdiği fırsatın altından kalkamıyor. Yine unutmayalım şairane sözler ve düzenlemelerle tamamiyle olmasa bile büyük ölçüde Tuna Kiremitçi'nin grubu bu. Dolayısıyla eleştiriyi derinleştirmenin gereği yok. Sadece vokalin müzikal değerlendirmelerimde çok büyük bir yer tutmasının sıkıntısı yaşanıyor. Bestecilik anlamındaki yetkinlik ise hep bildiğimiz ama kimin söylediğini bilmediğimiz dile pelesenk şarkılardan Bu Aşk Burada Biter örneğiyle sınırlı değil. Misal Ateş Olsam hayli 70'ler progunu hatırlatan bir çalışma, tabi bayan vokalin katkısı es geçilemez. Sana Dair ya da Koru Beni gibi hayli eli yüzü düzgün besteler albümde yerini alıyor. Bestelerde grup elemanlarının kendi bireysel katkılarının izlerini de sürmek mümkün. 1996 yılında Şebnem Ferah'ın Kadın, Özlem Tekin'in Kime Ne ve Ünlü'nün Son Defa'sını çıkardıklarını düşünürsek bu albümün tutarlı ve mütevazi yanı daha bir öne çıkıyor.

7,0/10

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Till Brönner - At the End of the Day (2010)

Smooth caz hele de vokalliyse oldukça seksapelli ballı lokma tatlısı olabiliyor. İşin bir kenarı keskin bıçak ya aynı zamanda tam da içinde büyük bir çuvallama potansiyeli biriktirebiliyor. İş dışında hiç bir şeye konsantre olamadığım, bronşitimi geçiremediğim ve ıssız evime geç döndüğümde bir şeyi alıp başka bir şeyin üzerine koyacak halim mecalimin kalmadığı bu günlerde bu albümün tümüyle cover parçalardan oluşup oluşmadığını dahi araştırma gayretini sarfetmeyeceğimi söylemeliyim. Human'ı duydum Coldplay miydi neydi, şarkının aslı kadar vasat bir yorum. Beck'den dinleme fırsatı bulduğum Everybody's Gotta Learn Sometimes aslının güzelliğine erişemiyor. Bence bu albümdeki diğer şarkılar da yeniden yorum. Sadece altyapıdaki ayrıntılı müzisyenlik değil ama zaman zaman şarkılara göre değişen vokal de bunu böyle işaret ediyor. Bu sayede vokalin asıl, gerçek sesini duymuyoruz ki duyduğum kadarıyla cazın iç gıcıklayıcı hali olarak nitelendirdiğim hemi smooth hemi de vokal popcaz türüne artı bir şeyler katacak bir renge sahip değil. Diğer bir deyişle popüler şarkıların cazi yorumlamaya tabi tutulduğu bir şeyler dinlenmek isteniyorsa eminim bu sanal alemde daha iyi şeyler bulunabilir. İsim istemeyin cancağzım benden, ütü bekler beni, yarın doktor randevusu alıp akşam Beirut'a uçmak gerek. Yemek hazırlayıp yerleri viledalamak, çiçekleri sulamak (mecazi anlamda değil), balıkları beslemek, renklileri çitelemek, bulaşıkları yıkamak, off şiştim bir de film izlemeyi düşünüyordum bu gece, en iyisi bir şişe şarap açayım kendime.
Yine de berbat değil elbet, And I Love Her, We Said It All hoşbeşlediğim şarkılar oldu.

6,25/10

10 Ağustos 2014 Pazar

Anna Maria Kaufmann - It's A Good Day! (2012)

Anna Maria Kaufmann bir opera sanatçısı. Crossover olarak nitelendirilebilecek bu son albümünde alışılageldik üzere klasik müziğin popüler parçalarını sıradan dinleyicinin kulağına hoş gelecek şekilde yumuşatarak sunmak yerine eski kıta Avrupa'nın nostaljik popüler parçalarını yeniden yorumlama yolunu seçmiş. Yani vokal performansını sergilemekten ziyade ki baladlar aracılığıyla dinlemekten mahrum edilmiyoruz, eğlenceli Mambo Italiano, çaça rumba tarzı Fransız-İtalyan ekolünde şarkılar söylüyor. Zaten vespanın üzerinde resmini yapıştırdığı albüm kapağı da bize tam da bunu söylüyor. Sırf mutlu mesut bir yaz albümü dinlemek için seçmiştim bu albümü. Ve işin aslı albüme ismini veren şarkının saçma nakaratı dışında da bir şey aklımda kalmadı. Uzun lafın kısası pek bir tepkisiz kaldım. Eski Avrupa şarkılarından operetimsi yapıtlara ve oradan da Amor Venme A Buscar isimli aryaya ki bir erkek vokali eşlik ediyor bağlanması bu parçaya da yazık etmiş. Çünkü yumurtalar elmalar bir sepete doldurulmuş. Ayrıca Anna Maria hanımın vokalini öyle ayrıcalıklı felan da bulmadım. Bir Emma Shaplin değil. Alex hiç değil.

5,75/10

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Winterhorde - Underwatermoon (2010)

Akustik manevralar, sık tempo değişikliği ya da baş döndüren altyapısı ile progresif metal, memleketleri İsrail'in melodik müdahaleleri ile folk, (son ve her zaman yaptıkları sebebiyle kültürel boykot uygulamıyoruz herhalde) atmosferi, keyboardu, kemanı ile gotik metal alt-metniyle zenginleştirilmiş senfonik melodik black metal yaptıkları işi özetleyen en kısa cümle olsa gerek, olup olabileceği en net ve kısa tanım bu olsa gerek. Yazılı halde ne kadar muhteşem geliyor kulağa değil mi? Müzik eleştirmenleri tarafından da hayli ayakta alkışlanıyor albüm zaten. Sadece bu kadar farklı türü birleştirmenin iddiasını sürdürmeyip denizde boğulan çingene bir kız ve denizcinin aşkını konu alan konsept lirikleri de bu kusursuzluk çabasına tüy dikiyor. Değişik değişik cleandan deathe, atmosfer yapan bayan vokalden black çığlıklarına vokal, oradan rif giriyor, buradan solo, bateri takatuka, prodüksiyon ne ala. Kusursuzluğu iddialı bir şekilde gözümüze gözümüze sokuyorlar. Artık basit matematiği geçmişler, integral formülleri felan işliyor. Daha da kötüsü kendilerini matematik profesörü ilan etmişler. Dinlerken o kadar çok grup duyuyorsunuz ki. Agathodaimon (Wreckages Ghost) ve ya Cradle ya da Orphaned Land ( And Flames..)  hatta Nevermore (The Martyr..) duyduğum anlar iyi olan vakitler örneğin. İşin ilginç tarafı bu farkındalıklar şarkı bazında değil, aynı şarkının içinde bile değişiyor. Yani grup bir çok şeyi 1 saate sığdırmaya çalışıyor. Bu tavırlarıyla hatta biraz bana züppelik taslıyorlar, desem yeridir, gibi geldi. Kısacası bir yapıtı fazla iyiler, her şeyi aşırısıyla pratiğe dökmeye çalışıyorlar gibi bir eleştiriyle eleştirmenin mantığı varsa işte o eleştiri bu albüm üzerine cukkadanak oturur.

6,75+/10

7 Ağustos 2014 Perşembe

RETRO: Running Wild - Blazon Stone (1991)

90'ların başında heavy metal kalesinin burçları salım salım sallanıyor ufalanıyorken, müdafaa hattının en önünde heavy metal bayrağını dalgalandırmak dışında yani zor günlerde de heavy metal'de ısrar ederek günümüze uzanan geleneğin zincir halkası olmak dışında bu albümde çok da orjinal şeyler yaptıklarını söylemek mümkün değil. Oldskuul metal kafalar için çift gitar harmonisi, gitar soloları, basit ve gaz ve genelde aynı formülü, nakarat tarzını takip eden besteleri ile gruptan yenilikçi bir şey beklemek de abes kaçabilir. Ama ben yerinde sayamayan biriyim. Dediğim gibi bir kaç albüm dışında, hatırladığım kadarıyla 90 ortalarında bir albüm daha vardı, bende ayrıcalıklı bir yeri yok grubun.

6,75/10

6 Ağustos 2014 Çarşamba

RETRO: Bathory - Requiem (1994)

Yine değeri bilinmemiş bir çalışma ile karşı karşıyayız. Belki de o güzelim İskandinav atmosferinden sonra dipsiz çukurlara dalmanın şokunu yaşadı dinleyiciler, bilemeyeceğim. Prodüksiyonun rezil ki grubun kendi standartının bile altında olması St. Anger mantığı ile yani bilinçli bir seçimle açıklanabilir ancak. Asli unsur sert ve leş ve pis thrash metal. Black metal ise tali bir unsur. Orjinal mi değil, türe bir şeyler mi katıyor, yoo. İş görüyor, günü dolduruyor, kaymaklı kadayıf değil de fırında sütlaç. Apocalypse de üzerine kondurulmuş hindistan cevizi, fındık tercih etmiyorum pek.

7,50/10

3 Ağustos 2014 Pazar

Alor - Haerfest (2014)

İspanya'nın Galiçya bölgesinden çıkıp gelen grup karanlık tonlarda folk icra ediyor. Galiçya demişken Avrupa'nın doğusunda da aynı ismi taşıyan bir bölgenin olduğunu biliyor muydunuz? İspanya kıyılarındaki Galiçya'da Fransa'nın Breton bölgesinde olduğu gibi Kelt geleneklerin ve müziğinin izlerini bulmak mümkün. Bu anlattıklarımın Alor ile ne ilgisi var. Yok bir ilgisi, hemi de hiç. Yaptıkları ağır doomy folk Agalloch'un belli dönemlerine benzetiliyor. Yansıtılan atmosfer de Avrupa'nın güneyini değil Alman ve İskandinav karanlığını baz alıyor. Hatta nadir sözleri olan bir parça eğer yanlış anlamadıysam Norveççe. Küçük a'ların üzerinde o lar felan. Grup maalesef bulabildikleri bir kaç melodinin peşinden gidiyor ve bestecilik anlamında kendilerini emsallerinden farklılaştıramıyor. İkinci parçada uzun boruların mistik sesi bir irkiltici etkide bulunuyor. Onun dışında arkaplan müziğinden öte bir anlam ifade etmiyor. Dolayısıyla ya ilk albümlerinin ardından zemin titreten, alçıpan döktürten bir yaratıcılık krizini başarıyla atlatan gruplardan biri olacaklar ya da aynı tarzda direttikleri oranda başka grupların gölgesinde silinip kaybolucaklar.
Nereden buldum peki ben bu albümü, albüm kapağından, şık bir tablo misali.

6,50+/10

2 Ağustos 2014 Cumartesi

The Antlers - Familiars (2014)

Her Ramazan'da olduğu gibi pidenin yanına bir de the Antlers geleneğini devam ettirdim. Fakat bu sefer bir miktar hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf etmeliyim. Zaten sıkıcılık ismini taşıyan beton bir zemin üzerindeki ipte yürüyen cambazlar gibiydiler. Yüreğimizi ağzımıza getire getire yaptıkları gösterinin sonuna varmış görünüyorlar. Alenen yere yapışmışlar, henüz kırık felan yok. Ama bu şovun devamı izlenir mi bu koşullar altında, emin değilim. Demek istediğim şarkı sözlerindeki sarsıcı etkiyi müziklerine de yansıtabilselerdi keşke. Trompet desteği iş görüyor, özellikle ikinci parçada. Daha ne yapsınlar, dreamy pop, enstrümental sebeplerden soft soft rock gibi bir tür icrasında müzik ne kadar geliştirilebilir. O ağır ahesde tempoyu renklendirecek bir yol vardır elbet, bulmalılar ve trompet yetmiyor arkadaş. Büyülü vokal de kurtarmıyor.

6,50-/10