31 Ağustos 2012 Cuma

One Man Army and the Undead Quartet - 21st Century Killing Machine (2006)

Death metali ihmal ettiğim kanısına vararak şefkat üstüne şefkat göstermeye karar verdim. Beğenim belli, melodeath. O da melodik, en arabesk versiyonu. Ama gün olur süpriz olur, bir progresif çalışma, bir oryantal etnik bi şi, hoşlanırım yani. Uzun upuzuuun bir isme sahip olan İsveçli grubun çıkış albümü de bu vesileyle kucağıma düşürdüğüm kurbanlardan biri. Melodik death diyelim hadi. Amma ve de lakin thrash da ele avuca geliyor hani. Lakin tam bir saat ve 12 şarkı, kafa ağrıtmaya yetiyor. Daha doğrusu besteler So Grim So True So Real ya da Branded by Iron gibi örnekler dışında birbirine çok yakın. Başkalarının pek sevdiği the Crown mensubu vokal ise bana hiç yardımcı olmuyor. Albüm boyunca thrash rifleri, yer yer bateri atakları parıldayıp parıldayıp sönüyor. İlginçtir gruop yavaş şarkılarda daha bir başarı gösteriyor sanki. Ya da ben onları sevdim, ne bileyim.

6,25+/10

30 Ağustos 2012 Perşembe

Girls - Father, Son, Holy Ghost (2011)

Kendi etrafında garip bir hikaye geliştirmiş gruptan açıkcası beklediğim böyle yumuşak dream pop gibi bir şeydi. Karşıma çıkan ise bir tarafıyla nostaljik ve klasik rock, diğer yanıyla Sufjan Stevens, Grizzly Bear gibi folklorik köklere selam çakan sakin şarkılar. Duygusallıktan öte narin vokalle birlikte ve tabi tanıdık melodilerin etkisiyle bu klasik rock mevusunun gruba bir kaç kademe fazla geldiğini düşünüyorum. Etkilemedi yani. Dolayısıyla o narin vokal ve buram buram melodi sayesinde diğer tarafın gruba daha uygun düştüğünü söylemek mümkün. Ki tarzın içine gitar solo vs.. gibi rock öğelerini serpiştirmeleri ayrı bir lezzet katıyor. Bu tarzı da dinlememezlik etmemekle birlikte göklere tepelere sığdırma olayı da yok bende. Madem dream pop yapmadılar , belki de önceki albümlerinde öyleydi bilmiyorum, indie amerikana folk pop gibi bir şey yapmaya devam etsinler. My Ma, Vomit, Love Like A River güzel.
Unuttum hah,  hikaye de şöyleydi galiba. Vokal Amish gibi dini bütün kapalı bir tolumdaki ailesini terkedip büyük şehirde başka bir adamla tanışıyor, sevgili oluyor ve grubu kuruyorlar.

6,25+/10

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Moonspell - Omega White (2012)

Sesimizi duymuş olacak ki grup bu albüm ya da bonus CD mi demeli, ile biraz farklı yönelimler içine girmiş. Hala gotik metal kulvarı içinde at koşturuyorlar. Sertliğin dozajında iyileştirmeler görüyoruz, ılıman bir iklime girmişler. Duygusallık bir nebze artmış. Özellikle kemanın kullanıldığı (keşke biraz daha baskın olsalardı demeden geçemiyorum) şarkılar öne çıkıyor. Bununla beraber beste yazımında hala problemler görülebiliyor. Şarkılar başlangıç aşamasında aaa ilginç olacak etkisi bırkıyor, müzik susup vokal girdiğinde ise tabir-i caizse sıkıcılığa (doğru sözcük bu değil aslında, etkileyici değil, sönük) sürükleniyor. Albümün ilk iki şarkısı Whiteomega, White Skies, sonra Herodisiac ve kapanış parçası A Greater Darkness basitliği aşıp göz doldurabilen parçalar. Bir de aslında çok alakalı olmamakla birlikte dinlerken aklıma Tiamat geldi.

7,50+/10

28 Ağustos 2012 Salı

Radical Noise - Plan-B (2001)

Yıllar yıllar sonra Akmar'a uğradım, iyice garipleşmiş, boynu bükülmüş oraların. Ominous Grief ve Zifir CD'leri alıverip son vapura yetiştim. Pasajın cıbıl cıbıl olduğu dönemler bir de Radical Noise grubu vardı. Hardcore'un en bilindik temsilcileri. Bugün hala efsane konumuna, ufak çaplı tabi, ulaşmış olmalarının sebebinin bu çalışmayı dinlerken sadece o metalik ruha bağlanamadığını görebiliyorum. Türle pek alakalı olmasam bile , yani hep hardcore'u dandun düşünmüşümdür, burada bestelerin renklendirildiğini, belli bir disiplinle seslendirildiğini duyuyoruz. Özellikle Türkçe parçalar ki normalde şarkıların sözlerine pek dikkat etmem, sözlerle birleşince daha bir anlam kazanıyor, albümde de öne çıkıyorlar doğal olarak. Ama yine de favorim evnebice Fade Away oluyor.

7,75/10

26 Ağustos 2012 Pazar

Gossip - A Joyful Noise (2012)

Allah sizi kahretmesin, bu ne biçim kapak böyle! Müziklerindeki rock öğesini de çıkarmış görünüyorlar. Hayır, hayııırrr, bu kötü bir anlama gelmiyor. Zira bu sayede vokalin daha bi ehlileştiğini duyabiliyoruz. Kadife gibi vokalin dinlenebilirliği artmış, artık sular seller gibi akıyor. Müzik ise bayağı bayağı bize 80'leri hatırlatan synth pop kıvamına gelmiş. Madonna'yı bile duyuyorsunuz arada. Yani pop müziğini de en iyi rockçılar yapıyor evelallah. Özellikle albümün ilk yüzü öne çıkıyor. Perfect World zaten bu yazın en kaliteli popüler parçalarından biri oldu. Beklemediğim ölçüde hoşuma gitti vallahi.

8,25/10

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Ursula LeGuin - Hep Yuvaya Dönmek

En bi çok sevdiğim yazarlardan Ursula LeGuin, hayalgücünün doruklarında kendi Silmarillion'unu yazmış bu kitapda. Felaket sonrası Kaliforniya'sında konumlandırdığı Keş toplumu aracılığıyla doğayla bütünleşmiş, ilerlemeciliği reddeden, anarşizme, Taoculuğa ve Amerikan yerli kültürlerine referanslarla dolu bir tahayyül sunuyor. Kitabın ufak bir bölümünü teşkil eden ana bir hikaye var aslında. Başkarakteri toplumun öğretilerine karşı gelerek savaşçı Akbaba klanındaki babasının yanına göndererek, yazar tektanrıcı, kadını eve hapseden, fetihleri ve yayılmacılığı teşvik eden bir karşı-toplumla kıyas yapmaktan kendini alıkoyamyor. Diğer kitaplarından biliyoruz ki, bu çok sevdiği ve sık sık kullandığı bir teknik. Kurguladığı toplum alışageldiğin o kadar uzağında kültürel olgulara sahip ki, sosyoloji ya da antropoloji gibi bilim dalları yanında zayıf kalıyor, eebiyatın gücünü tarihi bir kayıt incelermişçesine hissediyorsunuz. Yine tabularla ki bunu dini öğelerden arındırıyor yazar, dolu bir hayat sürdüren Keş toplumu, (ki bunu da anlamıyorum anarşizmin serbestiliği veri iken) insanları doğadaki hayvan ya da ağaçtan hatta taştan farklı bir yerde konumlandırmıyor. Bu yüzden yazarın pek sevmediğim mekanik anlatım tarzı acımasız bir duygu eksikliğine döünüşüyor. Ki karakterin kendini yetiştirmede büyük bir katkısı olan büyükannesi öldüünde gösterdiği tavrın zayıflığı bir örnek. Günümüz toplumunda zoraki gelişmiş olan merhamet ve yardımlaşma (ne kadar gerçekleşiyor, onu tartışmıyorum) bu ütopik toplumda rahatsızlık verici bir etkide eksik görünüyor. Diğer yönden şehir insanının ölüm, aşk, işsizlik gibi travmatik sonuçlara neden olabilecek travmaların kırsalda ne akdar kolay bir kabullenişle geçiştirildiğine de belki tanık olmuşsunuzdur. Doğaya yakınlık sebebiyle olabilir...
Kitabın geri kalan kısmında şiirler, öyküler, toplumun gelenek ve görenekleri ile ilgili makaleler, alfabe ve dil konusunda metinler ağırlık kazanıyor. Zamanın döngü şeklinde aktığı bir toplumun gelecek arkeolojisi içinde  yerinizi ayırtmanın kolay yolu bu kitaba bir göz atmak olacak. Uyarayım, gözatmayı geçip okumaya karar verdiğinizde zorlu bir sürece adım atmış olacaksınız.

24 Ağustos 2012 Cuma

RETRO: Helloween - Kids of the Century (1991) Single

Sadece hiç de fena olmayan Kids of Century'nin yanısıra sanırım cover bir rock n roll şarkısı Blue Suede Shoes'i içeren single'ın sonunda grupla yapılmış 6 dakikalık bir röportaj da yer alıyor. Boğaz temizlemelerin arasında yeni eleman Rolan böyle iyidir, böyle hoş çocuktur gibisinden övgüleri dinliyoruz. Şarkılarla zenginleştirmek yerine kaydı bu bıdı bıdıyla doldurmanın faydası ne? Eskiden insanlar niye single alırlardı? B yüzündeki bu rock n roll şarkısının Pink Bubbles Go Ape albümünde yer almaması yeterli bir sebep mi? Geçici bir eğlence sunmasını bir kenara bırakırsak, birbirine benzer bir sığlıktan başka ne sunuyor ki dinleyiciye? Ben niye rock n roll'u sevmiyorum? Gözleri omletle ikame etmek nasıl bir kafa ürünüdür? Sorular, sorular, sorular...

6,50-/10

23 Ağustos 2012 Perşembe

Adorned Blood - Erdenkraft (2002)

Daha sonraki albümlerinde akustik folk tarza yöneldiklerini okuyunca bu albüm daha bir anlam kazanıyor. Bir önceki albümlerindeki çizgiden sonra bir geçiş albümü olarak değerlendirmişler Edenkraft'ı. Bununla birlikte hemen hemen her şarkı kendine has, ayırt edici bir melodiye sahip. Hatta farklı olarak biraz da ağırlığını arttıran Almanca sözlerin etkisiyle Lacrimosa'yı andıran gotik bir lezzet almak mümkün. Vallaha Almanca'nın üzerine tanımam bu tarz bir müzikte. Ayrıca 2. ya da 6. şarkıda duyabildiğimiz sert rifler ya da sözleri hiç anlaşılmayan cırtlaklıkta black metal gruplarını bir kez daha anımsamamızı sağlayan 4. parça gibi ilginç enstantaneler mevcut. Gruptan dinleyeceğim bu son albümün ardından grup için yapacağım değerlendirme hayli olumlu. Black/folk metali tür içinde orjinalliği tartışmalı olmakla birlikte,  kendini tekrar etmeden gayet keyifle icra ediyor arkadaşlar. Kapanan gözlerime inat ettim, yazdım.

7,50-/10

21 Ağustos 2012 Salı

Moonspell - Alpha Noir (2012)

Gereğinden fazla endüstriyel, sert (bateriste daha bi dikkatle bakın) ve biraz da mekanik bulduğum son dönemlerin Moonspell'i en azından bu albümle, bir de ikincisi var biliyorsunuz, nakaratı ve melodiyi bulma macerasında hayli yol katetmiş görüyorum. Yani büyük bir eksikliği kapatmışlar bir ölçüde. Ancak temiz tertemiz steril kayıt ve bu bahsettiğim sertlik birleşince oluşan albüme adapte olma zorluğu hala aşılamıyor. Kendi sözlerimi çevirirsem, hoşlanmak hoşlaşmak sevmek sevilebilmek için biraz zaman biraz zahmet ve çaba göstermeniz gerekli. Versus, Alpha Noir, benim için öne çıkan parçalar. Güzel güzel .

8,0/10

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Mogwai - Come On Die Young (1999)

Cody isimli shoegaze'e selam çakan ve alışıldığın tersine sözlere sahip şarkı haricinde geleneksel post rock kalıplarını işlemeye devam ediyor grup. Eh, 2. uzunçalarları olması sebebiyle bu gayet doğal bir seyir. Lakin aradan 13 sene sonra post-rock'ın benzer tıngırtılarını dinlemek çok da cazip gelmiyor insana. Mogwai'ın dinamik kopuşunu da biraz zayıf buluyorum. Bunu da söyledim ya ohh içimde kalmasın. Iggy Pop röportajı alıntılı Punkrock introsu ve egzantrik Punkrock Pufdaddy outrosu ilgi çekici. Elbette güzel dinlenesi parçalar mevcut. Ama tür içinde artık orjinalliği arayanlar için tercih edilesi bir uğrak noktası değil bu albüm.

Old songs, stay till the end
Sad songs, remind me of friends



7,50/10

19 Ağustos 2012 Pazar

RETRO: Marduk - Fuck Me Jesus (1991) Demo

Bir zamanlar yerli gruplar demolarıyla takip edilirdi. Alınır satılır kritik edilirdi bu işler. Yurtdışında ise daha çok grupların kendini tanıtıp plak şirketlerine kapağı atmanın aracydılar. Dolayısıyla müzik tarihinde ve özellikle black metalin geçmişinde demoların önemi bu sebeplerden dolayı daha bir anlaşılır oluyor. Provokatif kapağı ile Marduk'un bu debuu demosu da türün içinde kilometre taşlarından biri olagelmiştir. Müzik de bir yere kadar ama ses getiren şey hal tavır ve albüm kapağında da görülebildiği gibi imajlarıydı, okudum diye hatırlıyorum. O kadar yaşlı değilim yafu, yaşamadım. Bence anlamsız ama bir o kadar da efsane Panzer albümüne kadar takip ettiğim Marduk'u en azından bu dönemlere kadar kendilerini değiştirip geliştirdikleri için hep takdir etmişimdir. Şeytan çıkarmalı bir filmden alıntılı intro ve gerçekten de hoş outrosu ve ilk albümlerinde de yer alacak üç parçasıyla demonun soundu henüz geleneksel black metal normlarına sahip değil. Davullarda blastbeat ve gitar tremololarının eksikliğini hissediyorsunuz. Leş ve basit bir death metal etkisi bariz. Özellikle bu üç parçadan Departure from The Mortals'ı kolay nakaratı sebebiyle hep beğenegelmişimdir.

6,75/10

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Crystal Fighters - Star of Love (2010)

İspanya'dan yola çıkıp İngilteye'ye yerleşen (ya da İngiltere'de İspanyollar tarafından kurulan, ne fark eder ki?) grup bu ilk çalışmalarında, CSS, Crystal Castels, Ting Tings gibi grupların yaptığını akdeniz ikliminin ılımanlığında daha dinlenir kılarak başka bir varyasyonda bize sunuyor. Bay bay edilen yırtıcılık örneğin Rammsteinvari o muhteşem parça I Do This Everyday de yerini metal rifine bırakabiliyor. Ya da tempo ayarı hızlanıp alçalma dinamiğinde iyi bir yere kondurulan ve zaman zaman rave kulvarına yanaşabilen beatlere de soft diyemeyiz. Ancak işin içine katılan 80'ler öğesi, folk enstürmanlar, basit besteleri karmaşıklığa boğmayacak bir polifonik yaklaşım, işte bunlar, albümü yazın dinleyip zıplanacak hype türü bir şeye döünştürüveriyor. Zaten bu çeşitlilik dinleyenlerin kendi favori şarkısını belirleme olanağı veriyor. Benimkiler ise soundu bıçak gibi keskin I Do This Everyday, Xtatic Truth ve I Love London. Açıkcası, raarımı açık tutacağım bir grup.

7,75/10

14 Ağustos 2012 Salı

Babyshambles - Down in Albion (2005)

İngiltere'yi sadece müziği ile değil sansasyonlarıyla da sarsan Pete Doherty'nin Libertines'i tarihin çöplüğüne gömdükten sonra daha benmerkezci oluşturduğu yeni grubu Babyshambles ve işte ilk albümü. Libertines'i henüz dinlememekle beraber herkes müzikal kalitenin düştüğü yönünde eleştiri getiriyor. Evet şarkıların minimum yarısı vasat sularında geziniyor. Vokalin kendine has kuul ama bence kesinlikle güzel olmayan ses rengi bazı şarkılara pozitif bir katkı sağlasa da Aşil'in topuğu yine kendisi oluyor. O lakayt uykulu yayvan sarhoş söyleme tekniği ne kadar tahammül edilir bilmiyorum. Ancak La Belle et la Bete, Fuck Forever, Pipedown, Sticks and Stones ve Back from Dead gibi şarkıları elinizin bir kenarı ile bi tarafa itmek de zor. Özellikle bas gitarın gözüne gözüne abartılışı hoşuma gitti. İşin ilginci Pete Doherty, Amy Winehouse'u mezara gömdü ya, inanamıyorum. Bir de La Belle et la Bete'ye katkısını da sunan Kate Moss mevzusu da var ki hiç girmeyelim oraya.

6,50/10

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Riverside - Out of Myself (2003)

Progresif rock/metal türünün Pink Floyd esintili hayli atmosferik varyasyonlarını hele bir de vokal de kalite olunca dinlemek pek de keyiflidir, tercihimdir. Lakin bu atmosferin içinde boğulmayıp müziği mıymıy mıymıy mıymıntıdan öteye taşımak da ayrı bir maharettir. Türün müdavimlerinin büyük beğenisini kazanmış olan grubun sözonusu ilk çalışması bana göre bu sınır çizgisi üzerinde geziniyor. Dream Theatre ve hatta modern rock etkilerinin de kullanılması, misal Out of Myself gibi gayet şık bir hareket de olduğu gibi, olumlu bir etki. Ama böyle çok orjinal dudak uçurtan bir iş olduğunu da söylemek güç.

7,75/10

12 Ağustos 2012 Pazar

RETRO: Helloween - Live in the U.K. (1989)

Nasıl bir şom ağız var bende yafu? Elektrik kesildi, bkz bir önceki entry. Neyse Helloween işte, A Little Time, Dr.Stein, Future World, Rise and Fall, We Got the Right, I Want Out ve How Many Tears, şarkıların seçii fena değil. Lakin az geliyor, yetmiyor. Konuşmalar konusunda kararsızım. kimi zaman konser ortamını yansıtmada işlevsel bir araç oluyor, kimi zaman da nerdeyiz biz şimdi, Japonya !? Papua Yeni Gine!? muhabbeti doğal olarak bayıyor.

7,75/10

Yundi Li - Romantic Piano Pieces (2002)

Yine bir modem arızası sonucu internetten uzak kaldık. Bu vesileyle televizyon denen bir şey keşfettim, genelde avam programlar var, şefler yarışıyor, komik kıyafetler giymiş yurdum insanı binbir badire atlatıp vapautt diye çığrııyor felan, ilginç bir deneyim. Ayrıca aile efradı ile birlikte balkon sefası denen şeyi gerçekleştirdim, çay içip muhabbet ettik. İlk başlarda çok helecanlandım, sonra bünye alışıyor. Ancak 2-3 gün internetsiz idare edebiliniyor, bunu da gördüm. Demek ki elektrik kesilse bir de düşünemiyorum. Bu kısa albümümüz Çin'in genç Fazıl Sayı Yundi Li tarafından kaydedilmiş piyano parçacıklarından oluşuyor. Yundi Li her ne kadar teknik becerisi sebebiyle övünülse de o ruhun hissiyatını verememekle de eleştiriliyor. Belki ben de bu görüşlerin etkisine kapıldım, ya da parça seçimi yanlış ve yahut toplama albümlerinin bütünlük sorununa takılıyor, bilmiyorum, beklediğim keyfi alamadım. 20 dakikaya 9 parça sığdırırsan o albümün içine de giremem doğal olarak. Elbette bu sanatçının ilk albümü, hatta wikipedia'da felan bile bilgisine rastlayamayacağınız enderlikte lokal, sanırım sadece Japonya'da satışa sunulan, bir çalışma. Yani bu genç arkadaşın albümlerini dinlemek için başlanacak ideal nokta burası değil. Albümde yer alan isimlere bakınca Chopin'in ağırlığını görüyoruz. Bu bile parça seçiminin yanlışlığı konusundaki olasılığı zayıflatmaya yetiyor. Schuman ve hiç duymadığım Moszkowski'nin çalışmalarının yanısıra geleneksel bir Çin melodisini piyanoya taşımış imajını veren Wang ismindeki bir besteci de yer alıyor albümde.

6,50/10

8 Ağustos 2012 Çarşamba

The Cure - Disintegration (1989)

Cure'u ilk dinlediğimde ve gördüğümde verdiğim tepki çoğunluktan farklı değildi. Ne enteresan ve ziyan kişiler, ama Love Song'u yazmışlar, idi. Sonra bir ara büyüdüm, bir best oflarını dinledim, radyodan da bir kaç şarkılarına kulak aşinalığı felan derken fena değillermişlerde kaldım, ileri geçemedim. Şimdi 90'lerin klasikleşmiş rock albümlerini dinleme kampanyası bünyesinde şunu diyorum. Vay vay ve vay. Bir kere konsept bütünlüğü gözardı etmemek lazımmış.Fark yaratıyor. Love Song ve Lullaby gibi efsane iki parçanın olduğu albüm 72 dakikalık süresiyle acele etmemenin sonucu bir keyfiyete bürünüyor. Bu sayede vokal partisyonları ve synth'in etkinliği albümü boğmuyor, özellikle şarkı girizgahlarının ağır ağır yapılarak müziğe doydurulması halihazırda mevcut o karanlık ve romantik atmosferin daha da güçlenmesini sağlıyor. Sonuçta Last Dance gibi muhteşem bir şarkı ile kulaklar bayram ediyor. Bu kadarla kalmıyoruz, Fascination Street ve Disintegration'daki hayranlık uyandırıcı tempo ayarı ve tabi ki Homesick. Bir de her post-punk dinlediğimde aklımda canlanan Berlin'deki öğrenci evleri.

9,0-/10

7 Ağustos 2012 Salı

Adorned Brood - Asgard (2000)

Grubun şu ana kadar dinlediğim en iyi çalışması ki başkaları tarafından da takdirlere teşekkürlere boğuluyor. Allah'a çok şükür konsensüsü yakaladık. Bir kere besteler derli toplu, uğraşılmış üzerine cilası çekilmiş. Temiz traşını olmuş gelmiş vokal ile bayan vokal işlerini gayet ferah ferah yapıyor. Özellikle bayan vokal sayesinde 90'larda bir ara moda olan gotik/black metal grupları hatırlanıyor. Böyle deyince aklıma hep Lux Occulta ya da Dismal Euphony gibi isimler geliyor ki aslında en az bilinenleri bunlar. Şrek vokal ise bildiğiniz gibi, kendini düzeltme gayretlerinde bulunsa da potansiyel belli. Flüt ve daha geniş kapsamla folk kısımlar müzikle tam bir uyum içinde. Bir kaç kısa enstrümantala pek gerek yokmuş, fark yaratmıyor. Başlangıçta bir kaç şarkı viking lezzeti taşıyan bir agresyon sunuyor. daha ne söyleyeyim, yapılan iş ortada.

8,0/10

5 Ağustos 2012 Pazar

Multitap - Takım Oyunu (2010)

İkinci albümlerinden çıkan şarkılara çektiği kliplere bakınca iki albüm arasındaki sound farkı inanılmaz boyutlarda. Bu kliplere sakin tam yazlık huzurlu bir atmosfer hakim. İlk albüm ise 80'ler ve hatta daha öncesi etkili dans rock bestelerinin egemenliğinde. Hatta bi ara Ramadan da mı bu işin içinde diye sormadan geçemedim kendi kendime. Eğlence dozajı hayli yüksek. Kliplerini de hatırlayalım: Bir Şey Mi Var, Çıbık. Battaniyem ve Kirli Sepetim de gayet keyifli. Sözler açısından yalnızlığın da güzel olabileceğini vurgulamasıyla Battaniyem özellikle favorim.
Piyasaya güzel bir girizgah. Ancak 2. albümün sofistikesi fazla gelebilir genele.

7,0/10

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Tombs - Path of Totality (2011)

Geçen sene müzik eleştirmenleri bu albüm konusunda ikiye bölünmüştü: Listelerinin en tepesine yerleştirenler ve elbette pek bir gereksiz bulanlar. Aslında bu sıcak günlerde kimimiz için zor geçen Ramazan günlerinde bu kadar çiğ ve gürültülü bir sounda sahip ekstrem bir albümü dinleyebilmek gerçekten olabildiğince çaba gerektiriyor. Bu testi geçenler benim gibi , defalarca dinlemeden sonra, altta yatan riflerle bezeli cevheri keşfedebiliyor. Ancak %100 tatminatı garantileyemiyorum yine de. Örneğin ben kişilik bölünmesi geçiriyorum şu an. Bazı ahval ve şeraitte bu gürültü patırtıyı çekemiyorum, uygun koşulları oluşturduğum an, gül kokulu mumlar, pofuduk minderler, sessiz bir ortam ve yoğun bir konstantrasyon, oluştur işte kendi rengine göre, ise vay vay vay. Bıdı bıdının özeti şu sludge ve black metal evliliği demeyelim de nişanı, daha o evredeler.  Sözler basit, analisanlarının ingilizce olduğuna inanmak zor, sound gürültülü olmasına rağmen bazı parçalardaki dile bulaşık rifler sizi alıp götürmeye yetiyor. Parça dizilimi bu yönüyle biraz harmonik, 3, 4 ve 5. parça (Constellations, Bloodletters, Path of Totality) albümün güçlü yanını ortaya koyuyorken yavaş yavaş 8. parça ile birlikte güzel bir evreye daha giriyoruz. Silent World, Cold Dark Eyes ve Black Haven. Albümde karanlık ve mistik bir atmosfer sezinlenebiliyor. Kimi zaman hazetmediğim sludge vokaller ağırlıklı. Albümün asıl dikat çeken elemanı ise bence gayet hayvani çalan yani baterist.

7,50/10

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Perfume Genius - Put Your Back N 2 It (2012)

Ramazan ayında müzik olarak aklıma hep gelen Antlers'ın daha soft ve indie pop versiyonuna rastlayınca pek bir umutlandım. Minimal sade besteler, çoğu kez piyano eşliğinde. Hatta dinamizm kazandığı nadir bir an Hood şarkısını özel kılmaya yetiyor. Ancak şarkılar kısa, melodiden yoksun, draft gibi, henüz son halini almadan kayıt edilmişler gibi, o genel dramatik atmosfer olmasa hiç akmayacak albüm. Bi de ağırlar üstüne üstlük. O vokalin tatlı telaffuzu ve kendine has ses rengi de olmasaydı bu senenin kolayca es geçebilecek yapıtlar arasında yer alabilirdi doğrusu. Diğer bir şarkıda Normal Song, o da iyidir bak.

6,25/10