29 Temmuz 2012 Pazar

Sailors With Wax Wings - Sailors With Wax Wings (2010)

Bir tür süper grup projesi, müzisyenlerin hepsi alternatif müzik sahnesinde isim yapmış elemanlar. Dahil oldukları belli başlı gruplar: Pyramids, Swans, Godflesh, Krallice, Nadja, Souldive, Current 93. Tahmin edileceği gibi ağır tempoda sert bir müzik akışı var. Tahmin edilmeyeceği gibi vokaller reverb katmanlı bayyan vokalli dream pop kulvarında ilerliyor. Gitar tremoloları black metalden ödünç alma. Bir haliyle Alcest'i andırıyor, bir haliyle çok daha farklı. Sludge, avantguarde, shoegaze, post-metal felan filan. Ortaya çıkan tezat soundu dinlemek bu sıcakta oldukça zor, çaba gerektiğni söylemekten çekinmeyeceğim. Earth dinlemek gibiydi ilk başlarda misal. Lakin cevher gibi ara ara ortaya çıkan rifleri dinledikçe keşfedebiliyorsunuz. There was one sought... 'daki rifin black metal çığırtkanlığına bağlanmaması ne kaddar yazık.. Ayrıca bazı vokal kısımları da albümü dinlenir kılıyor. Kapanışı yaptığımız şarkı gibi. Konsept olarak da bir şair ve şiirleri üzerine odaklanılmış. İnanın, hiç meraklanmadım.

6,50-/10

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Tiësto - Elements of Life (2007)

Binlerce (sözde) metalci ve rockçının aklını çelen trance tekno prensi Tiesto ne yapmış bir bakalım. İddia ettikleri gibi dinleyenleri hipnotize eden bir tribal enfeksiyona sebep oluyor mu? (Evet bir arkadaş aynen bu kelimelerle olmasa bile buna yakın bir tarif sunmuştu grup için, hayranıydı elbet) Yaptıkları kara bir büyü olsa gerek? Önce aşı mı olsam, hacı hocalara mı okutsam kendimi? En iyisi cumburlop atlamak, kendime güvenim tam. Haydi vira!
Hmm evet, hmmm buradan da , ou yea. Arada tekrarları, özellikle sözsüz şarkılarda, can sıkıntısına sebep olmakla birlikte genelde pop niyetine dinlenebilecek bir albüm. Yani piyasada dolanan o kadar pop niyetine çalışmadan üstün bir yerde duruyor. Ucundan uzacığından 90'lardaki house müziğini hatırlattı bana. Trance mevzusu söyledikleri kadar etkileyici değil. Hiç öyle başka dünyalara felan gitmedim, durduğum yerdeyim. Vokal destek aldığı şarkılar, misal Faithless'dan Maxi Jazz'ın seslendirdiği Dance 4 Life, sonracııma Everthing, He's A Pirate ve aynı zamanda hem itici hemi etkileyici olabilen In The Dark daha bir öne çıkıyor. Zaten bu şarkılar da albümdeki melodi açıklığını kapatan parçalar.

7,0/10

26 Temmuz 2012 Perşembe

Sigh - In Somniphobia (2012)

Müzikal perspektifimi genişletmenin meyvelerini alınca pek bi mutlu oluyorum. Misal bu sene Burial ve Kafabindünya'nın işleri gayet etkileyiciydi.Halihazırda bu sene geçen yıla göre çok daha cazip işler vaat ediyor. Neyse, konumuz Sigh. Uzun zamandır ihmal ettiğim bu grubun son albümü dudak uçuklatıcı güzellikte. Avantguarde black metal boyunda taşıdıkları yafta. Tarif etmek o kadar gereksiz ki dinlemek lazım. Sound bir kere gotik bir sirki andıyor. Konsept olarak kabus ve halüsinasyonlardan beslenen korku üzerinde inşa edilmiş. Korku gerilim dediysek Adams family tarzında. Pek öyle tırsma durumları yok. İşte grup panayırlarda bir düzine top çeviren hokkabazlara benziyor. O kadar türün üstesinden kaosa düşmeden geliniyor. Taban senfonik black metal, korku unsurunu oluşturan kabare, özellikle org soloları ile 70'ler rock, bazen neo klasik etkileşim, heavy metal sololar, caz gider oğlu gider. Hemen hemen her parça kendine has bir karaktere sahip, dinlemesi süper keyifli. Benim favorim ise içinde kovboy nostaljisinden darbuka ritmine oradan saksafona ve gitar soloya dinleyeni embesile çevirecek çeşitlilik sergileyen The Transfiguration Fear. Bilmiyorum arkadaşlar ne kafasıyla bu albümü yapmış ama aynısından ben de istiyorum ve Japonları yine seviyorum.

9,50-/10

25 Temmuz 2012 Çarşamba

RETRO: Helloween - I Want Out (1988) Single

I Want Out ailecek sevdiğimiz güzel bir şarkı da Save Us ile Don't Run For Cover aynı ayarı tutturamıyor. Hem niye power metal gruplarının en az 3 Save Us isimli , en az 17 içinde save us kalıbı içeren şarkısı olmak zorunda. Neden birileri birilerini kurtarıyor. Çalış senin de olur.  Nietzcheciliğim tuttu.

7,50+/10

24 Temmuz 2012 Salı

Muse - Showbiz (1999)

90'ların canlı alernatif rock soundunu kılpayı yakalayan grup sanki hakettiği ilgiyi görmüyor gibi. Bunda tiz vokal ve bu tiz vokale uygun tiz tonların etkisi elbette büyük. Ancak defalarca dinliyorum, hiç de rahatsız olmadım. Tam tersine, fevkaladenin fevki. Bir kaç ortalama şarkının dışında (vasat kelimesi fazla olumsuz bir anlam taşıdığından tercih etmiyorum burada) hemen hemen hepsi kalburun üzerinde. Muscle Museum zaten bir hit. Uno, Showbiz, Unintended, Filip pek güzel pek ala. Kafa yormak istemeyeceğiniz basit, yaşam dolu, duygusal ve freşş şarkılar dinlemek istiyorsanız bu rock grubunu ve debü albümünü ıskalamayın derim naçizane ben.

8,25+/10

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Whispers in the Wall (Munos,Tirso,Montes) / Revolver (Matt Kindt)

İspanyol sanatını temsil eden Duvardaki Fısıltılar'ı bitireli hayli oldu. İşin aslı entry girdiğimi sanıyordum. Avrupa çizgisine sahip olan bu seri 6 kitaptan oluşmakla beraber ilk dördünü bulabildim, ilk dördünü bitirebildim mantıki bir sonuç olarak. Bazen bu 60'ların Fransız-Belçika çizgisini hatırlatması ile nostalji yaratsa da bir tür gerçekçilik hakim karelere. Konu olarak da Underworld dünyasını andırıyor. Komünistlerin yeni iktidarı aldığı Çekoslovakya'da bir yetimhanede çocuklar esrarengiz bir hastalığın deneysel tedavisine tabi tutuluyor. Ufak kızımızın da dürtmesiyle aslında yıllardır gizli kapaklı sürdürülen bir mücadele açığa çıkıyor. İnsanlara karşı bampir, kırtadam gibi doğaüstü yaratıklar. Bu çocuklarda bu yaratıklara dönüşmenin evresindeler. Neyse kızımızın kafasına bir ses girerek arkadaşlarıyla birlikte bu hastaneden kaçması için ajite ediyor. Halbuki o, kızın ablasını dönüştüren vampirlerin efendisidir. İnsanlığa karşı bir ordu toplamaktadır. Evet konu pek tırtlıyor ama keyifli bir çizgiyle güzel bir hikaye akıp gidiyor vallahi.

Revolver ise çok daha iddalı sofistike bir alternatif çalışma. 200 sayfaya yakın ebadıyla gayet hallice. Çizerin kendine has basit bir kalemi var. Anlatmak istediği şeyler haricinde fonu kalabalık tutmuyor. Karakterler bile gazete bantlarından çıkma gibi. Konu ise şöyle: Hayatından iyice bıkan ve sevgilisi sayesinde iş bulabilmiş bir gazetenin magazin fotoğrafçısı adı bilmemne birdenkendini alternatif bir dünyada bulur. Hiç sevmediği kadın patronunun hayatını kurtardığı bu dünyada abd felaket üstüne felaket yaşamaktadır. Salgın hastalıklar, isyanlar, terorist saldırılar ve hatta nükleer patlama ile kim kime dum duma. Gazetedeki diğerleri ile birlikte Revolver isimli bir bültenle halka gerçekleri anlatmaya çalışırlarken sevgilisinin ailesinin evine yolculuğa çıkar. Fakat bu süreçte patronu ile yakınlaşır. Gerçek hayatta da iyice dengesini kaybetmeye başlamıştır. Kafası karışmış, işinden kopma aşamasına gelmiş ve sevgilisi ile arasını bozulmaktadır. Sonunda bir psikolog iki dünyada da sabit kalan noktayı bulmasını söyler. Normal hayatta kişisel gelişim uzmanı Verve isimli bir adam alternatif dünyada yüzbinlerin ölümünden sorumlu bir teroristtir. Onu bulmak için seminere gidip halini anlattığında Verve, aynı durumu kendisinin de yaşadığını ve alternatif dünyada istediğini yapabilme gücünü elinde bulundurduğunu felan anlatır. Gel der bana katıl. Adammız ise Verve'ü alternatif dünyada FBI a satar. Güdümlü füzeyle ikisinin de ölümüne sebep olur. Ve normal hayata daha pozitif bir şekilde devam eder. Ama sonunda San Fransisko'ya Verve'ü öldürmeye gittiğine dair ibare yakalarız.

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Led Zeppelin - Led Zeppelin (1969)

Ramazanın ikinci günü herkese mübarek olsun. Bu vesileyle eskilere çook eskilere müziğimizin atalarına gidelim. Kuul albüm kapağına eşlik eden kuul grup ismiyle Led Zeppelin ilk albümüyle karşımızda. Sound herkesin bildiği gibi bluesdan beslenen sertleştirilmiş su katılmadık bir rock. O devre göre gayet devrimci bir ses. Lakin ben grupta, bir kaç majestik ve popüler parçası ile Plant'ın yırtıcı vokali haricinde çok da hayran olacak bir şey bulamadım. Burada da klasikleşmiş Communication Breakdown, Babe I'm Gonna Leave You gibi sevdiğim parçalar olmakla birlikte albüm üzerinden ve bugünün perspektifiylen, nostaljik albümleri değerlendirirken her zaman tercih ettiğim bir yol, çok da etkilendiğimi söyleyemeyeceğim. İlginç bir bilgi kuplesi: Her ne kadar şarkıların bir çoğu cover olmakla birlikte diğerlerinde de başka müzisyenlerden etkilenmenin aşırıya kaçtığı yönünde grup eleştiriliyor.

7,75-/10

19 Temmuz 2012 Perşembe

Ali Jihad Racy - Ancient Egypt (1979)

İyiniyetli bir albüme biz de tüm iyiniyetimizle yaklaşalım. Bir kere, antik medeniyetlerden günümüze müzik konusunda hiç bir şey ulaşmadığını söylemek yanlış olur. Üç aşağı beş yukarı müzikal enstrümanlar belli. Hatta ve hatta bazı şarkıların nota kayıtları bile bulunuyor. O dönemde modern nota sistemi elbette yok, ama bulmuşlar bir yolunu işte, karıştırmayın. Tabi o dönemde çoğu şey olduğu gibi müzik de ruhani amaçlarla üretiliyor. Bu albüm ise isminden ve kapağından belli olduğu gibi Eski Mısırlılara öykünerek ortaya çıkartılmış. Birebir antik bir müzik üretmekten çok o dönemden esinlenen bir çalışma. En azından o eski şarkıların biraz daha basit olması gerektiğini düşünüyorum. Bununla birlikte, farklı tempo ve soundda gayet etnik bu besteler de etkileyici bir atmosfer sunuyor. İlginçtir, özellikle başlangıçta Türk-Ermeni türküsü Sarı Gelin'i hatırlayıp durdum, sanki değişik versiyonlarda defaatlen çalınıyormuş gibi hissettim.

8,0--/10

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Marilyn Manson - Born Villain (2012)

Defalarca aynı eleştirileri okumaktan bıktım sıkıldım. Hala bu adamı gereğinden fazla ciddiye alıp değerlendirmeye ne gerek var ki? Bak dalgana arkadaşım. Nasıl şimdi düşünüyorum da gençliğimde Urfa acısı kıvamında ergenliğe geçiş seremonisine background müziği olma hususunda ne kadar da boş yere ciddiye almışım. O zamanlar hadi ben gençtim çocuktum. Şimdi bu kadar harş hurş eleştirmeye yerden yere vurnaya ne gerenk var ki. Adam olmuş kırk küsür, fırtınalı tantanalı bir yaşamı olmuş. Hayatla dalgasını geçiyor işte. Sen de bu modda dinle, değil mi? Ama inkar edilemez bir gerçek var. Eski dönemdeki enerjiye nefrete zıt duygulara boğan o şarkıların esamesi bile okunmuyor. Yani öne çıkan bir parça bile yok. O eski şarkıları tekrar etmeye çalışan parçalar ise bunun ağırlığı altında ezilmiş. Yine de benim gibi sevenleri bir miktar memnun edecektir. Üstattan öğrendiğim bir şey varsa o da sadomazo. Müzikal mana dünyasında kalsın aman aman.Özlediğimi farkettim aslında psikopacancağızı. Ayrıca özellikle gitar işinde hala ilginç çıkışlar renkli enstantanelere rastlamak mümkün. Hadi bir kez daha, eski günler anısına...

7,25/10

17 Temmuz 2012 Salı

RETRO: Soul Sacrifice - Stranded Hate (2005)

Bu aralar yeni albümlerini çıkarmış olan yerli grup ilk albümüyle de beğendili bir kitle oluşturmuştu kendine. Tarz olarak kendilerini melodik death ile sınırlamayan grup diğer pek çok yerli grubun yaptığı gibi bir kaç yerde hardcore'u dahi hatırlatabilen gruuvi ritimlerine başvuruyor, daha da önemlisi oryantal melodiler üzerinden bestelerin bir çoğunu inşa ediyor. Bu kadar dinlemeyi kolaylaştırıcı (metale göre tabi) etkiye rağmen bence dinlerken alnan keyif kalıcı olmuyor, akılda yer tutmuyor. Ayrıca brutal death vokalin tonlaması da benim için olumsuz bir etki. Albümde clean vokallerle birlikte aslında beste çeşitliliği zengin tutulmuş durumda. Enerjisi yüksek, konsere yönelik besteler olduğu belli. Müzisyenlik konusunda fazla bir şey söylemek gereksiz, usta işi olduğu belli oluyor. Fi zamanında ilk dinlediğimde death metalin Pentagramı diye tanımlamıştım kendi kendime. Çok iddialı bir cümleymiş. Açılış parçaları şukela olmakla birlikte farkına vardım ki en iyisi Once More. Dur dur Destiny.

6,75/10

16 Temmuz 2012 Pazartesi

One Love 11 ( Pulp + Kafabindünya) / Ayvalık

Ani bir kararla biraz da Megadeath konserine gidememenin burukluğuyla , konserim geldi! nidalarıyla daldık organizasyona. Hatta bileti kapıdan aldım, 80 TL koydu biraz. Belki de en bi demokratik ülkemin en bi hoşgörüsüne tanık/kurban olmanın ezikliğiyle olay çıkar beklentisiyle heyecanlanmıştım. Bilmiyorum, işte. Zaytung'un yazısı güzel. Neyse iki grup vardı aklımda. TV'sini uydu üzerinden izleyenlerin yabancı müzik izleme ihtiyacını giderdiği başta Rebel TV olmak üzere değişik değişik Polonyalı kanallarda gösterilen bir çikolata reklamında, Nestle miydi?, kullanılan şarkısıyla tanıdığım Selah Sue'yu izledim önce. Özellikle bu parçayı aramıştım, oradan biliyorum bu ismi. İlk bir iki parça gayet güzeldi. Bu vampir aromalı çukulata şarksını da dinledikten sonra daha fazla kalmam için bir gerekçe kalmadı. Çünkü ses tertibatının çok da iyi olmadığı taa öteki uçta Kafabindünya'yı bir düzine dinleyiciyle birlikte izleme vakti gelmişti. Selah Sue performansı bitince kitle buraya kaykıldı. Neyse zehir gibi çaldı arkadaşlar. Yeni şarkılarında daha net bir şekilde görüyoruz ki grup post-rock şablonundan sıyrılıp deneysel denizlerde kulaç atmak,açılmak açılmak istiyorlar. Her ne kadar dinleyenler olumlu tepki gösterse de yeni parçalarından ska-death'i pek beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Death kısmı iyi de ska ile uyum ?, biraz cilalanması gerekiyor parçanın. Zaman su oldu, akıp gitti, doyamadık vallahi. Her festivalde kafası ağrıyan adam olarak bu geleneğe yine uydum. Güneş bana hiç yaramıyor doğrusu. Küçüklüğümde cildime sürünerek heba edilen kova kova yoğurttan biliyorum .Ya da göğsüm balon gibi şiştiğinde doktorun şu çocuğu güneşe çıkartmayın demesinden. Yok, ben hatırlamıyorum, bizimkiler böyle diyorlar. Şimdi bile güneş kremi felan fayda etmez. Kırmızı pancar olurum her kumsal gördüğümde. Kaderim mi benim beyaz bembeyaz olmak. Vampirler gibi köşe bucak gölge aramak, gölgelere sığınmak? Bu kadar demagojiyi içimden geçirdikten sonra  Settle Down isimli hoş klibiyle dikkat çeken Kimbra'nın performansına göz attım. Bir kaç kere gittim, geldim olmadı. Sarmadı ama millet havasındaydı. Alternatif sahnede ise Mor ve Ötesi'nin ilk dönemini andıran Sapan adına bir grup vardı. Hiç duymamıştım, fikir belirtemiyorum. Bir kaç parçasıyla Ayyuka'yı da izledikten sonra, nağmeli böyle alaturka müziğe de çok ısınamıyorum nedense, Pulp'a kaçtım. Muh-te-şem-di! Hem dibine kadar rocker hem de sempatik Jarvis bayağı amca olmuş yafu. Takım elbiseyle İstanbul'un nemiyle tanışınca burası konser verdiğimiz en sıcak yerlerden biri derken eh en kötü günün böyle olsun diye geçiriverdim içimden. Özellikle laser şovuyla tribal halde seslendirdikleri parça, ismi her neyse, çok etkileyiciydi. Konser yorumunu defaatlen dinlemek isterim doğrusu. Rock parçaların remiksleine bayılan biri olarak Pulp'ın böyle bir çalışması var mıydı merak ettim, yoksa derhal yapmalarını salık verdim. Enerjik, samimi, nostaljik, gotik, sürreal, dinamik bir şovdu. Beğendim.
Konser izlemeye gelenler de tam tahmin ettiğim stile düşkün indie gençliğiydi. Afrika tamtamlarıyla dans eden delisi de vardı, bir çoğu bir örnek giyinen Bershka Youth da. İyi ki ben de şort giymişim o sıcakta. Oyunlar aktiviteler çok dağınık, konsantrasyon bozucuydu. Adam gibi konser yapın işte kardeşim, bu kadar yaymanın ne alemi var, değil mi? Bir de freshberry'i çok sevdim.

Bir süre önce de kafa dinlemek için yakınlığı sebebiyle Ayvalık'a gitmiştim. Orada çok da gezecek bir yer olmadığını görünce Cunda, Sarımsaklı, hatta antik kenti ve müzesiyle Bergama (taş toprak görmeden geçirdiğim tatile tatil demem)'ya kadar yaydık tatili. Bir de yüzyılın fiyaskosu Şeytan Sofrası denilen mevkiye çıktık. İyi hoş manzara da bu kadar endüstriyelleştirilecek bir şey görmedim ben yafu.
Ayvalık Tostu: 3 kere denedim, hiç de ahım şahım bir versiyonu denk gelmedi. Belki Cunda sahil restoranlarının bitiminde sessiz sakin  80-90'lar romantik pop şarkı seçimiyle gönülleri fetheden her bi zaman boş cafe de yediğim bir nebze öne çıkıyordu. Kafe Korozo gibi garip bir ismi vardı.
Damla Sakızı: Kavun içinde damla sakızlı dondurma deneyin, damla sakızlı kahve Cunda da Lokma İmparatorun'da hiç fena değil. Ama Bozcaada her zaman favorim olacaktır. Lokma İmparatoru'nun kendi elleriyle sattığı lokmaları hüpürdetin.
Midye Dolma: İstanbuldakilerin tersine tatlı denebilecek kıvamda pilavıyla bu midyeler temiz tertemiz. Müthiş. camekanlarda seyyar olmayan sokak satıcılarından alın.
Koruk Suyu: Ayvalık'da sokak arasına gizlenmiş Asmalı Bahçe'de için. Çarşıdaki kahve önündeki dededen meyva suyu, neydi hatırlayamadım vallahi, alın, böyle ferah ferah.
Günaydın esnaf lokantasında etli çorba için. Kabak Çiçeği Dolması keyfinize kalmış.
Balık ve deniz mezeleri için Cunda sahilindeki restoranlar tercih edilebilir. Nesos ve Bay Nihat hıncahınç dolu ve büyük ihtimalle pahalı. Yöresel balık olarak sunulan papalina bildiğin salamura hamsi. Sıcak ot ise gayet keyifli bir meze. Ecüş bücüş deniz yaratıklarını yemeye cesaret edemedim.
Sarımsaklı plajında denize girin, su soğuk ama bir o kadar keyifli. Sahil caddesini yürüyün. 2-3 disko ve birsürü kafe barın, emekli kahvelerin olduğu merkezini gezin. Yüce üstad Vedat Milör'ün kendilerini övdüğü programını durmaksızın büyük ekranda göstererek önünde müşteri kuyruğu oluşturan uyanık dondurmacıyı görün.
Yok balık balık nereye kadar tiksindim dersen Cunda da nezih Uno'yu bir ziyaret edin. Klas bir hizmet anlayışı var. Ambiyans da şahane.
Ayvalık ve Cunda da el işi göz nuru ürünlere göz atın. Özellikle deniz ürünlerinden yapılan rüzgar çanı, kutular, aynalar, biblolar, neler neler.
Eh, zeytinyağının anavatanındasınız, bir zahmet butik bir mağazaya uğrayın ve zeytinyağı satın alın.
Gölgeli bahçesine uzanp hamağında kitap okuyacağım bir yer bulamadığım için eksik bir tatildi.
Nasıl unuturum: Bergama'da yediğim kokoreç sadeliğin basitib enfes olabileceğini kanıtlıyor. Sadece et ve ekmek. Ne baharat ne acı. Şeker gibiydi. ya da açık hava iştahımı mı açtı ne?

14 Temmuz 2012 Cumartesi

Adorned Brood - Wigand (1998)

İnternet ortamında bu grubun işleri acımasızca eleştirilmekle birlikte ben öyle böyle hoşlandım. Genelde daha önce yapılan işleri daha beceriksizce tekrar etmekle suçlanıyorlar. Peh, geçelim ltfn. Grup ilk albümündeki eksik noktaların farkına varmış görünüyor. Flüt melodilerinin müziğe entegrasyonu daha başarılı. Tarz geleneksel black metal üzerinde yoğunlaşmakla birlikte bir kaç farklı türün etkisi göze çarpıyor. Wapen'de speed metal ve enteresan bir konuşma pasajına sahip (arkadaki egzotik melodiye dikkat) Lord Dvalin'i bomba gibi bitiren death metal gibi. Tam ayarda folk çığrışlar ve clean vokal devreye giriyor. Black vokaller hala o kadar da içaçıcı değil. Duygusal olarak o İskandinav kana susayıcılığını dinleyiciye aktarmada da biraz daha yol katetmeleri gerekli.Belki Alman olmalarından dolayıdır, heh.

7,50+/10

12 Temmuz 2012 Perşembe

John Talabot - ƒIN (2012)

Bir de metal müziğe alt tür zenginliği dolayısıyla eleştiri getirirler. Hele elektronik müziğe bakın. Onlarca alt-tür, anlamsız adlandırmalar, ayırt edilemez soundlar. Bu albüm için Balearic Beat felan diyorlar yani. Neyseki bale ile değil İbiza Mayorka gibi dans merkezlerinin barındığı Balear adalarını temsil ediyor bu tanımlama. Hiç de başka yerlerde belirtildiği gibi güneş kum pozitivesi taşımıyor bu albüm. Pitchfork da gördüğüm  ifade soundu en özet  şekilde tanımlıyor aslında. Bir tutam deep house (baslar), birazcık disco (Hercules gibi..) ve bir pinçik indie pop (psyche itibariyle). Dinleyen üzerinde etkisi ne Ai Se Eu Te Pego gibi işte gerçek kum, güneş neş'esi oluyor ki benim için bu şarkı tatlı bir zaaf, ne de chillout rehaveti oluyor. İlginç bir şekilde huzursuzluk pompalanıyor. Özellikle vokalli şarkılar Destiny, So Will Be Now ve Journeys albümü pop kulvarına bir nebze daha yaklaştırıyor. Asıl öne çıkan parça ise derin samplelar ile süslü Last Land. Ayrıca albüm Depak Ine oldukça egzotik bir girizgah yapıyor. Ancak oturmamış henüz olgunlaşmamış sound yüzünden diğer parçalarda aynı heyecanı hissetmek zor. Dikkatler fora.

7,50-/10

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Eric Dolphy - Out to Lunch! (1964)

Camekana yemekteyim yazıp en yakın esnaf lokantasına kaçan amcaların ağız tadında bir şeyler bekliyordum. Hazmı kolaylaştırıcı, dilde kaymak gibi kayan, kuul bir caz versiyonu. Karşımıza ise deneysel türevlerde kaybolmayı seven bir sound çıkıyor. Eric Dolphy albümü bas klarneti, flütü ve alto saksafonu ile yöneterek üflemeli çalgılarda trompetin egemenliğini aşıyor,caza farklı bir soluk getiriyor. Eşlik eden orkestranın da oldukça sıkı çaldığını söylemek mümkün. Farklı unsur olarak sadece Eric Dolphy'in çalgı çengileri değil perküsyon da dikkat çekiyor. Deneysellik belki de free cazın ilk örneklerinden biri olmasından dolayı marjinal boyutlara varmıyor. Tam tersine dinlerken eşlik edilebilecek bir örüntü (pattern'in yerlicesiymiş) sunuyor. Yani öyle işte.

7,25/10

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Michel Camilo & Tomatito - Spain (2000)

Flameno gitaristi ve Latin jazz piyanisti yanyana. Düşünebiliyor musunuz? Akustik gitar ve piyano, birlikte. Hayal gibi bir ses. Bu kadar umutları yüksek tutmayalım. Ancak yine de keyifli bir dinleti sunmaktan geri kalmıyor bu çalışma. Bir kere, flamenkonun o tüyleri titreten ihtirasını bumak zor, vokal de yok. Tempo orta karar, özellikle sonlarda tekniğin ayrıntılandırıldığına tanık oluyoruz. Anladığım kadarıyla şarkıların bir kısmı geleneksel bir kısmı da yeni besteler. Örneğin Besame Mucho, gayet farklı bir yorumla karşımızda. Ama kesmedi. Cayır cayır alevler içinde dinlemek istiyorum flamenkoyu, daha doğrusu nuevo flamenco'yu.

8,0-/10

8 Temmuz 2012 Pazar

Umberto Eco - Prag Mezarlığı

Çocukluğumda okuduğum Gülün Adı vasıtasıyla tanıştığım yazarın kitapları her türlü okuyucuya hitap etmiyor maalesef. Tarihsel gerçekliklerle kurgunun içiçe geçtiği derin ve karmaşık örgüler ortak noktaları. Fakat yazar her zaman kitlenin ilgisini çekecek konuları irdeleyerek sürükleyiciliği etkin tutarak belki genele rahatça ulaşabiliyor. Gülün adı orta çağ manastırlarında geçen bir suç-gizem hikayesiydi örneğin, Baudolino'nun kurgusu  ise Haçlı seferleri esnasında gelişiyordu. (Kendime not: Foucault Sarkacı'nı okuma listene al.)
Prag Mezarlığı ise antisemitik ırkçılara, Hitler'e ve El Kaide'ye kaynak olan ve şaşırtıcı bir şekilde hala kimilerince gerçek zannedilebilen Sion Protokolleri adlı kitabın yazım hikayesini gerçek karakterler aracılığıyla anlatıyor. Prag mezarlığında bir araya gelen Yahudi haham liderlerin yok dünyayı böyle ele geçireceğiz yok hristiyan ahlakı şöyle yozlaştıracağız diye kendi kendilerine yaptıkları bir topantının dökümü gibi bir şeyin elbette kısa sürede uydurma olduğu ortaya çıkmıştı. Hatta hayal ürünü romanlardan intihalin intihali, aşırmanın aşırması. Bugün büyük bir olasılıkla bir Rus gizli servis elemanı tarafından yazıldığı düşünülmekle beraber yazarı, yazım hikayesi hep karanlıklarda kalan bu eserin etrafında gizemden bir ses oluşmuştu. Dolayısıyla puslu havaları seven yazarımız İtalyan doğumlu Simon Simonini adlı bir karakter yaratarak bu gizemli aralığa yerleştiriyor. Cizvit katolik rahiplerden, masonlardan, Yahudilerden, cumhuriyetçilerden, sosyalistlerden, Marksistlerden , mantıki bir çıkarımla müslümanlardan (geriye kraliyetçiler hariç pek bir şey kalmadı) nefret eden, noter kisvesi altında evrak tahrifatı ve sahte resmi belge düzenleyerek hayatını idame ettiren bu karakter daha fazla para uğruna hizmetlerini gizli servislere sunuyor. Çıkarları gereği birbirine yardım eden ve yine de rekabet halindeki gizli servisler, tarikatlar, siyasal organizasyonlarla komploların içiçe geçtiği 19. yy orta ve sonu karakterimizin ilerlemesi için en uygun bataklığı sunuyor. Konuyu özetlemek birbirinin içine geçen pek çok olayları, sonuçları, tarihsel yaşanmışlıkları ve isimleri ile oldukça güç. Bir kalemde geçiyorum. Yalnızca diğeri de bir rahip olmak üzere kişilik bölünmesi geçiren ve iştahına oldukça düşkün olduğu için yemek tarifleri vermekten vazgeçemeyen bu renkli ve renkli olduğu kadar itici karakterin protokolleri yazmakta ne gibi bir parmağı olduğunu merak ediyorsanız kitaba bir göz atavereceksiniz gayri. Ancak uyarıyorum, hafif değildir.

Paradise Lost - Tragic Idol (2012)

Albümün en gözde parçası 5. sıradaki Theories From Another World'e (ahh, kuul bir isim) varana dek grubu daha önce dinlememiş birilerine göre (farazi) alalade doom-gotik metal tanımlamasından öte bir şey sunmasalar bile bizim gibi grubun eski müdavimlerinin hasretini özlemini susamışlığını gideriyor, en sıradan hali bile bünyeleri heyecenlandırmaya kafi geliyor. Her ne kadar monolitik sertliği Dragons dönemini hatırlatsa da özellikle birbirine benzer vokal pasajlarındaki melodi eksikliğinin bonus olarak yer alan True Belief, One Second, Say Just Words gibi şarkıları bir kez daha dinleyince daha da bi farkına varıyoruz. Geçmiş zaman gelmiyor, biliyoruz ancak grup kendini aşabilecek bir umut da gösteremiyor. Bir süredir aynileşmiş bir sarmal içinde üretiyorlar şarkılarını. Çok şikayetim yok, oldukça dalgalı orta dönemlerini anımsayalım ltfn.

8,0/10

7 Temmuz 2012 Cumartesi

Sufjan Stevens - Illinois (2005)

Hoşgeldim kısa bir aradan sonra. Daha sonra gezip gördüğüm daha da önemlisi tattığım lezetlerle ilgili bir kaç kelam edebilirim sanırım. Şu an ise konumuz müzik. Spesifikayattan amerikan modern ozan geleneği. Hal ve ruhiyat sebebiyle Neutral Milk Hotel, mewithoutyou, yeni Beirut gibi grupları hatırlatan şarkıcı müziğini yalın bir zenginlikle süslese de, bayan vokaller, yaylı ve üflemeli çalgıların katkısı, nihayetinde emsallerinden çok da farklı bir şey sunmuyor. Yani besteler dingin, sözler amerikalılara anlamlı, ki bu albümde en önemli kenti Chicago olan Illionis eyaletinin tarihi ve sosyal dokusu biraz kriptik biraz kişisel bir yorumla tamamlanıyor, dindarlık, elbette folk etkisi vesair. Şarkı isimlerine seçtiği sesöbekleri albümü ilginç kılıyor. Misal 2.14 sürelik enstrümental parçanın tam ismi şu şekilde: The Black Hawk War, or, How to Demolish an Entire Civilization and Still Feel Good About Yourself in the Morning, or, We Apologize for the Inconvenience, But You're Going to Have to Leave Now, or, "I Have Fought the Big Knives and Will Continue to Fight Them Until They Are Off Our Lands!" 
Çevirmeye çalışalım: Kara Şahin Savaşı ve ya tüm bir medeniyeti yoketmek ve ertesi sabah yine de kendini iyi hissedebilmek ve ya verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz fakat şimdi burayı terketmen gerekli ve ya koca koca bıçaklarla dövüştüm ve topraklarımızı terkedene kadar dövüşmeye devam edeceğim.
Her ne kadar bu başlık Somali yöresinden anti-emperyalist bir manifestonun giriş cümlesine bağlanıyor gibi olsa da sözler üstte belirttiğim şekilde: Bir şairden esinlenme, eyaletteki kent ve kasabaların tasviri, bir seri katilin hayatı, yarı dinsel imgelemeler vs.. Anglo-sakson olmamamdan mütevellit ne bu sözler ne de de melodiler benim zihnimde pek de manaya kavuşamıyor. Bununla birlikte ıssızlığı çağrıştıran They Are Night Zombies!! They Are Neighbours!! They Have Come Back From the Dead!! Ahhhh! ve dinleyicisini çocukluk anılarıyla yüklü nir nostaljya yolculuğuna sürükleyen The Predatory Wasp of the Palisades Is Out to Get Us! severek dinlediğim parçalar arasında yerini alıyor. Benim tarzıma biraz uzak kalsa da tür içindeki en iyi albümlerden biri olarak addedildiğini hatırlatmak lazım. Tapıyorlar vallahi. Zaten dinleme sebebim de buydu.

6,25/10

2 Temmuz 2012 Pazartesi

RETRO: Helloween - Dr. Stein (1988) EP

Tatile gitmeden önce gireceğim son entry emektar Helloween'a ait. İlk başlarda iyyrenerek dinlediğim şu aralar aramızın nispeten düzeldiği Dr.Stein, güzel ama dinle dinle nereye kadar Victim of Fate ile iki yeni ve yırtıcı parça Savage ve Livin Aint No Crime'dan mütevellit kısa çalışma hayal kırıklığı yaratmıyor. Daha ne olsun?

7,75/10

1 Temmuz 2012 Pazar

Immortal - Diabolical Fullmoon Mysticism (1992)

Grubun gelmiş geçmiş en kuul albüm kapağı enteresandır ilk albümlerinde kendine yer bulabilmişti. Soundlarını mükemmelleştirdikleri At the Heart of The Winter'a hakim olan sıkı riflerle donanmış thrash metalin izlerine bu çıkış albümünde de rastlamak en azından benim için ilginç bir keşif oldu. Elbette klişe bir tabirle banyoda kaydedilmişcesine zayıf bir kaliteye sahip albümde ustalar, kafalarındaki fikirleri tam bir uyum içinde ortaya koyamıyorlar. Ancak yine klişe bir tabirle o soğuk ve misantropik yabanıllığa boğulmuş atmosferi aktarmada pek bi başarılılar. Yer yer albümde yerini bulan ilgi çekici öğeler ve rifler sayesinde The Call of The Wintermoon, mehtar takımındaki kös davulu andıran efektiyle Cold Winds of Funeral Dusk gibi parçalar öne çıkabilmekte. Sonradan yetkinleşecekleri riflere dayalı thrash metal etkili sımsıkı black metalin ilk izlerini 90'ların atmosferi eşliğnde dinleyebilmek için iyi bir fırsat olarak karşımızda bu albüm. Her daim dinlenememezliği , belki de yazın etkisi dahilinde, tatil modunayım bir süredir zati,albümün adını aklımda yer alabilme ihtimalini yok ediyor.

6,75+/10