31 Ocak 2011 Pazartesi

Sargeist - Satanic Black Devotion (2003)


2000'lerin özellikle başlangıcında gotik ve melodik etkilerin tür içinde ağır basmasıyla bazı gruplar öne çıkıp yeter ülenn black metalin kara bayrağını biz dalgalandıracağız deyüp geleneklere köklere ikel yaşama ormanlara geri döndüler. Gözleri ufukta stüdyo yollarını tuttular. Tabi ki grupları ya da albümleri bol satanik isimler taşıyordu. En makbulü de hem grup isminde hem albüm isminde şeytan geçenlerdi. Onlar kvltdu. Özellikle örnek alınan bir grup vardı ki Darkthrone derlerdi alemde. Bu albüm de aslında ortodoks black camiasının hayli sevdiği bir albüm. Örnek aldıkları Darkthrone albümlerinden, hangi albümlerinden bahsediyorum biliyorsunuz, biraz daha agresif, olumsuz olarak vokal daha bir çığırtkan, kafa ütüleyen, ama olumlu olaraktan gitar bazında hemi de melodik. Vokal kaydu hafiften ekolu. Parçalar bzen sıkıcı anlara sarabiliyor.
Haylayf: Sargeist, Satanic Black Devotion, Panzergod

7,25/10

30 Ocak 2011 Pazar

Tom Knox - Yaratılış Sırrı


Normalde gizem-macera kitapları ile pek işim olmaz. Öncelikle tarihteki gerçekleri ya da spekülatif olguları öğreten adam modunda aktarmaları pek hoşuma gitmez. Genelde gereksiz hacimleri ile de fiyat şişirilir. Okuyucuyu hayretler içinde bırakma telaşası da sinir bozucu olabilir. Her ne derseniz deyin yine de hem kolay okunur olmaları hem de merakı ayakta tutabilmeleri sayesinde büyük bir kitleye sahipler. Dan Brown misallerin kralı.
Peki bu kitabın büyüsü ne? Ana tema Göbeklitepe hakkında. Özellikle takip ettiğim bu yeni buluş, arkeolojide genel kabul edilirliğe kavuşmuş olan bazı tez ve hipotezin sağlam duvarlarına sıra sıra gedikler açılmasına sebep oldu. Yani insanların tarıma geçmesinden sonra artı ürünlerin koruma ve sürdürebilirliği üzerine oluştuğu varsayılan kurumsal dinin kökenlerinin çok daha eskiye gittiğine dair bir örnek. Bu örnek göçer kabilelerin büyük bir organizasyonel çaba gerektirecek bir proje ile tapınaklar kurduğunu gösteriyor. Ve ilginç bir şekilde üzerine toprak yığılarak tarihe gömülmüş bir örnek. Neyse kitap üstte bahsettiğim türün ortak özelliklerini baştan sona taşıyor. Göbeklitepe kazısını araştıran bir muhabir arkeloğun yardımıcısı ile gönül ilişkisi geliştirirken arkeolog öldürülür ve işçilerin kazıyı durdurmak için çabaladıklarını keşfederler. Diğer yandan da İngiltere'de kurban ederek cinayet işleyen bir grup manyağın amacı da karanlıktır. Dolayısıyla iki hikaye birbiri ile kesişecek bir yerlerde.
Kitabı okurken rahatsız olduğum tek nokta millet isimlerinin sık sık sıfat olarak kullanılması. Özellikle Kürt lafını duymaktan sıkılıyorsunuz. Bildiğim kadarıyla Harran yöresinde Arap nüfus fazla. Ama yazar hikayeyi Kürt Yezidilere bağlayacağı için mazur görülebilir. Onun dışında fazla oryantalizm izi görmedim. Zira yazar ortadoğu'da gazetecilik yapmış bir şahsiyet. Uzun lafın kısası benim için orta şeker bir kitap oldu. Ama ürün takipçilerine önerebilirim. Çünkü bu gizemli tapınağın sırrı aralanıyor sonunda, biraz garip de olsa.
Spoiler.
Sonunda Yezidilerin bu tapınağı ve etrafındaki vadiyi gizli tutmak istediklerini öğreniyoruz. Yezidi öğretisine göre kendileri Adem'in safkan çocuğu ile meleklerin soyundan gelmeler. Diğer insanların ise soyları karışmış. Bu efsanenin kökeni aslında bir gerçeğe dayanıyor-muş. İnsanlar henüz mağaralarda yaşar iken bu coğrafyaya Sibirya'dan daha gelişmiş bir tür insansı yerleşir. Yaşam şartlarının gerektirdiği koşullara uygun olarak zeki, vahşi ve görünüş olarak da farklı bir fiziğe sahip olan bu devimsi tür Homo Sapienslerle çiftleşir. Gelişmiş birTanrı korkusuna sahip olan bu kavim sık sık insan kurban eder. İnsanlar köleleştirilir, yerleşik hayatın yanısıra tarım gibi en basit medeniyet örnekleri insanlara öğretilir. Sonra bir şeyler olur ve insanlarla bu yeni melez halk savaşır. Ve kökleri kazılır. Ancak şiddete dayalı genleri insanlığa çoktan geçmiştir. Yani günümüzde şiddete meyilli, liderlik özelliği gösteren tipler bu gen akışının sonucu.

Miles Davis - Bitches Brew (1970)


GARİP! Dünyanın belki de en ünlü caz müzisyeni Miles Davis, çift cd'den oluşan bu yapıtına pek çok müzisyeni dahil ederek deneysel bir ürün ortaya çıkarmış. Genelde uzun parçalar oluşan bu albümdeki şarkılar belirli bir değişkenlik arz ediyor, gitarın etkisiyle caz-rock gibi bir şey tanımını bile kullanabiliriz. Besteler tekrarlı, kolay dinlenir, nakaratlı felan değil, doğaçlamaya yakın ve kompleks icralarla yükselen bir momentum izliyor. Kısacası aradığınız hoş vakit geçirip muud olacağınız bir albümse es geçebilirsiniz. Karanlık bir atmosfer eşliğinde vay babalar ne enteresan iş yapmış daha bir dikkatle dinleyeyim şurayı edasıyla yaklaşacaksanız doğru yerdesiniz. Ama benim daha bi ilgimi çeken Feio isimli bonus parça oldu ki bir yanıyla Godspeed You! Black Emperor diğer bir yanıyla epik bilgisayar oyunu Fallout'un kıyamet sonrası atmosferini başarıyla öncülüyor.

7,75-/10

29 Ocak 2011 Cumartesi

Mor ve Ötesi - Masumiyetin Ziyan Olmaz (2010)


Şöyle eleştirilere bakıyorum da zıt kutupta yer alıyorum. Hemfikir olduğum tek konu çıkış parçalarına çektikleri klip. Soruya çevirirsek, arkadaşlar, ironinin anlamını biliyorsunuz değil mi?
Neyse, ayrıntılı bir analize girişmeyeceğim, dinlemesi keyifli bir albüm olmasına rağmen parçalardaki iddiasızlık göze çarpıyor. Hayır, hit parçalardan bahsetmiyorum, yoksa grubun yavaş tempolu ama zihin açan söz ve bestelere sahip şarkıları oldu. Ama buradaki olumlu notalar eşliğinde birbirine benzer besteler, Nakba ya da Festus gibi ağır mevzulu şarkıları bile hafif gösteriyor, ciddiyeti öldürüyor. Yani pop mu demek istiyorsun? Hmm...Bu kadar net konuşmak istemem. İlginçtir bu albüm benim için tek şarkıdan oluşuyor aslında ki o da aslında modern popun bizzatihi Brit versiyonu, Korkma!
Bununla birlikte parçaların çoğunda dinleyiciyi esir alan bir trick bir hileazlık yer alıyor ki aklıma ilk başta Sor geliyor.

6,75/10

28 Ocak 2011 Cuma

Stormlord - Supreme Art of War (1999)


Ne yalan söyleyeyim, eğlenceli bir albüm bu. Keyboarddan gücünü alan senfonik melodik black metal. Bolca folk daha doğrusu ortaçağ avrupası etkisi var. Where My Spirit Forever Shall Be, kısa enstrümental Sir Loial zaten EPsinden tanıdığım şık parçalar. Ayrıca girişi ile bana Summoning'i hatırlatan Age of the Dragon ya da Fahir Atakoğlu dramatizmini olağanca kuvvetiyle taşıyan War-The Supreme Art da ilginç parçalar. Hele erkek vokalin operaya soyunduğu anlar katıksız eğlence sunuyor. Yani bol peynirli sindirimi kolay.

7,0+/10

27 Ocak 2011 Perşembe

RETRO: Blind Guardian - Imaginations From the Other Side (1995)


Milet gider Mersin'e, ben giderim tersine. Milletin yere göğe fezaya sığdıramadığı bu albüme çok da ısınabildiğimi söyleyemem. Evet albüme adını veren parça başıyla sonuyla her dakikasıyla iyi bir parça. Ama geri kalanların bazı kısımları güzel riflere, üstüste kaydedilen vokale dayalı nakaratlara, senfonik düzenlemelere felan sahip. Sahip olmasına da progresif etkili parçalar albümü pek bir gelgitli yapıyor. Ayrıca ben grubun karakteristiği haline gelmiş olan Hansi'nin vokaline de progresif bestelere de üstüne üstlük gereğinden sert kaydına da ısınamadım, ısınamıyorum. Ne yapayım.

7,75/10

24 Ocak 2011 Pazartesi

23 Ocak 2011 Pazar

Russian Circles - Geneva (2009)


When the Mountains Come to Muhammed adlı bir şarkı olacak ve ilgimi çekmeyecek? İmkansız. Lakin bu şarkının albümün en zayıf parçası olması da önceden tahmin edilemez bir şey. Neden mi bahsediyorum? Russian Circles, post-rock'ın sert bir versiyonu anlamında post-metal sularında albüm kaydeden bir grup. En azından bu üçüncü uzunçalarında sludge etkisini de duyumsamak mümkün. Atmosfer ağır, özelikle rock ve metal camiasının en gözardı ettiği enstrüman olan bas gitarın etkisi şahane, riffler ezici ve gruuvi. Ama tarif edemediğim yabancılık hissiyatı albüme duygusal katmanda bağlanmamı engelliyor.

8,0--/10

22 Ocak 2011 Cumartesi

Sevgi Aktüre - Anadolu'da Bronz Çağı Kentleri


İndirimli satın alsam dahi fiyatı cepteki akrebi zehirleyen bu kitabın en güzel tarafı, akademik bir kitap olmasına rağmen ağdalı akademik bir dil ve anlatıma sahip olmaması. İlk önce Çatalhöyük gibi çoook eski bir yerleşim üzerinden başlatılan kentlilik tartışması Truva'ya kadar vardırılıyor. Ama Anadolu'nun ilk kenti Hattuşaş olduğu vurgulanıyor. Aslına kentler üzerinden Anadolu'nun ilk tarihi aktarılıyor. Tabi mevzu bahis arkeoloji. Kazdıkça bulursun, aynı buluntular üzerinden farklı tezler geliştirirsin. Açıkcası ben arkeolojinin çok da güvenilir bir bilim olduğuna inanmıyorum. Özellikle Göbeklitepe gibi yeni buluntular ışığında arkeolojik değerlendirmeleri nereden tutarsanız oraya çekebilirsiniz. Bununla birlikte peşine düşülen gizemleri takip etmek bile büyük bir haz. Geniş bir değerlendirme yapamıyorum hasta olduğumdan dolayı. Ama arkeoloji ve eski halklar tarihine meraklı birisinin kaçıramayacağı kaynak bir yapıt diyerek son noktayı koyayım.

Hayko Cepkin - Sandık (2010)


Hayko Cepkin, bir konserinde sahnenin önüne masa kurup demlenen zengin eşrafın çocuğuna paparayı vermişken, aslında çocuğa fazla da yüklenmek haksızlık olur düşüncesi zihnime hasıl oldu. Çünkü arabesk ağzı, rakı sofrası müziği ölüm metaforu üzerinde şekillenen bu son albüme fazlasıyla sinmiş durumda. Evet, karanlık bir albüm, dinledikçe daha da hoşlanıyorsunuz. Ama benim için bu yerel etkinin ağırlığı fazla gelmiş durumda.

7,25/10

21 Ocak 2011 Cuma

Melechesh - The Epigenesis (2010)


Bir baştan bir sondan.. Grubun son albümü ile ilki arasında doğal olarak devasa fark var. Oryantal folk etkisi o kadar ağır ki artık rahat rahat grubu black metal sınıfı içine sokamıyorum. Fakat dinlemeden kendimi alıkoyamıyorum da. Özellikle batılı ecnebiler sık sık tekrara dayanan doğu ezgilerinden hoşlanmadıkları için bu albümü biraz eleştiriyorlar. Özellikle Cahit Berkay destekli sözsüz parçaların albümün dinamizmini bozduğunu söylerler. İşin aslı tüm albümü dinlememin en önemli sebeplerinden birisi A Greater Chain of Being adlı enstrümentaldir ki Cahit Berkay'ın (gerçekten kabak kemani gibi otantik sazları çalan o mu bilmiyorum ama albüm İstanbul'da kaydedilmiş) metalcilerle birlikte sözsüz progresif bir proje içine girmesini canı gönülden istedim albümü dinlerken. Tabi bu ecnebilerin dedikleri bir şey daha var. Albüm uzun. Ben de bir şey eklemek istiyorum, şarkıların bir kısmı da gereğinden uzun. Hakveriyorum vallahi. İlginçtir bir kaç parça tam Pentagram tarzı olmuş.
Ve de hastayım, yine.. Bu sene nezle gripten yakamı kurtaramadım vallahi.

8,25/10

19 Ocak 2011 Çarşamba

Bush - Sixteen Stone (1994)


Böyle albümleri dinleyince 90'larda rock müziğin öldüğüne bir kez daha kanaat getiriyorum, şimsi ise alenen rock is dead. Biraz fazla Nirvana ve Pearl Jam tınlayan bu post-grunge grup daha ilk albümüyle dünyada bayağı ses getirmişti. Hakediyordu da. Glycerine ve Machinehead şahane parçalar. Everything Zen, Comedown, Swim gibi diğer bilindik parçalarla birlikte işin aslı albümün sonlarındaki gelgitli hava haricinde albümdeki şarkıların hemen hepsinin şekere banmış bir tarafı var. 90'ların depresif agresif atmosferini temsil eden basit ve gürültülü albüm hala aynı etkiyi yaratabiliyorsa, tamam tamam yalan söyledim, yaş ilerledikçe bu gençlik tavırları biraz havada kalıyor, bu albüm iyi bir albüdür, bu grup iyi bir gruptur.

8,0+/10

18 Ocak 2011 Salı

Daemonia Nymphe - Daemonia Nymphe (2002)


Antik yunan musiki çalıgılarıyla eskinin çooook eskinin ruhunu yakalamaya çalışan bu eser büyük ihtimal bir projenin ürünü. Yüksek olasılıkla o günden bugünlere nota defteri gelemediğinden dolayı besteler atmosferik çıkarsamanın ötesine geçmiyor. Ama olsun, eğlenceli, egzotik, hafif hafif karanlık ve kimi zaman Hades'e, kimi zaman şarapların efendisi Bacchus'a, neşeli zırtapoz Satyrlere ithaf olunan parçalar dinlemeyi kolaylaştıran ve zevkli kılan bir değişkenlik sunuyor. Bayan ve erkek vokaller, lir, kaval, tef gibi tınlayan tarihi enstrümanlar. İlginç bir yolculuk doğrusu. Ancak şöyle bir şey var: Bu albümle neden metal müziği daha çok sevdiğimi bir kez daha anladım. Çünkü bu tarz albümler ne kadar egzotik ve ilginç olurlarsa olsunlar kendilerini kolay tüketiyorlar ve derinlikleri bir kaç karışı geçmiyor.

8,0/10

17 Ocak 2011 Pazartesi

Krakow Loves Adana - Beauty (2010)


Krakow Adana'yı seviyor! Krakow Adana'yı seviyor! Başka kimi sevecekki? Davul bile dengi dengine. Çılgın İstanbul ile ancak New York başedebilir. Hesap kitap memur kızı Ankara, aklında Washington var ama zor. Peşinde ise bizim Varşova. İzmir ise gönülleri yakıyor, vallahi kimseye bağlanmaz. Esmer Adana Krakow'a yakışır.
Vokalleri gurbetçi kızımızın üslendiği Almanya yerleşik grubun diğer elemanı da bir erkek, gitar ve atmosferik düzenlemelerden sorumlu. Sakin temposu ile chill out sıkıcılığına düşmeden hüzzamtrak besteler sayesinde gönül nağmesinin titretebileceğini göstermeleri takdire şayan. Tabi bunda özellikli olmasa bile duru ve güçlü vokalin etkisini yadsımamak lazım. Dikkat diyorum, bu indie pop albüm şaşırtıcı bir şekilde sizi etkileyebilir.

7,75/10

16 Ocak 2011 Pazar

RETRO: Stratovarius - Dreamspace (1994)


Klasik ve speed heavy metal ile ünlenecekleri neo-klasik tarz arasındaki geçişi örnekleyen albümde vokaldeğişiyor. Benim zevkime göre oldukça tiz olan vokalin yanı sıra tonlar da yumuşayınca , eskilerin deyişiyle gey metal tanımını hakediyor grup. Bununla birlikte pek çok geçiş, nakarat vessair kısım epiksi tatlara bürününce işin beste kısmında iyi bir iş çıkardıklarını söylemek mümkün.

7,0+/10

15 Ocak 2011 Cumartesi

RETRO: Blind Guardian - Tokyo Tales (1993) Live


İlk 4 albümden seçilmiş parçaların yer aldığı bu Japon konser kaydı her ne kadar gayet iyi parçalar içerse de bir Lord of Rings bir Bard Song'u dinleme şerefine nail etmiyor bizi. 2003'te çıkardıkları Live albümü bulmak gerekecek bunun için. Ayrıc bir kaç yerde ses mühendislerinin seyirci tepkisinin zamanlaması gibi konularda kes kopyala yapıştır tekniklerini kullandıklarını duyar gibi oluyorum. Onun dışında kötü bir şey yok. Çünki grubun canlı performansı gerçekten çok güçlü.

7,75/10

14 Ocak 2011 Cuma

Avenger - Prayers of Steel (1984)


Boğuk kaydı ilk dinlediğimde ne bu yahu dedim hep benzer şarkılar , ikicisinde de tepkim farklı değildi ne bu gürültü. Ancak sonraki dinlemelerimde speed metal kulvarında sayılabilecek enercayzır yutmuş heavy metalik şenlikten hoşlanmaya başladım. Güçlü, susmak bilmeyen bir vokal, biraz az sololar felan. Balad bile yok yahu. Hele albümün ortalarından sonra içiçe geçmeler başlıyor. Yine de kötü demeye dilim varmıyor. Özellikle nakaratın dışında da başarıyla performans gösterdikleri ilk parçalar öne çıkıyor.
Tabi, bu grup da kim diyorsunuz? Rage'ın eski adı bu. Rage ? Alman heavy-power metali...

7,25/10

13 Ocak 2011 Perşembe

J.S. Bach - Bach: The Goldberg Variations (Glenn Gould, 1956)


Egzantrik piyanist Gould'un kaydetiği bu kayıt sadece Bach yapıtları arasında değil tür içinde çok önemli bir yerde bulunuyor. Bunu da büyük oranda klasik müziğin grindcore'u tabiri ile niteleyebileceğimiz bir özelliğe borçlu. Genelde kısa ve teknik parçalardan oluşması bu sebep. Yaldızı kazırsanız temelde melodileri ve duyguyu da seçebilirsiniz. Ama tırnaklarınız uzun olmalı. Yani demeye çalıştığım şey, benim gibi ortalama bir insanın anlayıp zevk alacağı anlar albümün 46 dakikalık süresinin yarısını bile oluşturmuyor. Ha, ustalığı dehayı görüyor değil miyim, takdir etmiyor muyum, o ayrı mevzu.Arada bir taşkın ve de aşkın pozitivite yüklü elektron gibi hissetmiyor muyum, evet bu da doğru. Öyleyse..

7,0+/10

10 Ocak 2011 Pazartesi

Gojira - From Mars to Sirius (2005)

Metalik çevrelerde fazlasıyla dikkat çeken bu albüm Fransa'dan çıkma. Bu ülkeden dünyaya selam çeken diğer gruplar gibi Gojira'nın (Godzilla'nın Japonca karşılığı) da başarısı ait olduğu türden keskin bir kopuş sergilemeden türünü geliştirebilmesine dayanıyor. Muhteşem albüm ismi ile birlikte çevreci, balina-sever ve biraz da fantazik lirikleri ile emsallerinden ayrılıyor. Sert thrash'tan sludge'a değişkenlik gösteren ne hater ne de lover olduğum vokalle süslü grubun yapıtı asıl bateri ile dikkat çekiyor. Metalkorculara taşçıkaran sert ritimlere sahip Ocean planet gibi şarkılarda über-sert tonlardaki gitar da öne çıkıyor. Bununla birlikte hay kafamı kırayım gençken dinlemeliydim bu grubu diyerek hayıflanmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Çünkü yerinde kudurtan rifler, gerçekten sert ritimler, boyun kopartan gruuvilik bir noktadan sonra beyni yormaya başlıyor. Özellikle modern bir kayıt olmasından kelli, sanırım yaşla da bağlantılı.

7,75/10

9 Ocak 2011 Pazar

Ancient - Svartalvheim (1994)


EP'lerini dinleyip ilk albümlerini dinlemeye karar verişimden sonra karışık duygular içersindeyim. Çünkü zaten bildiğim Det Glemte Riket ve Eerily Howling Winds gibi atmosferik ve epik parçalar albümün aristokrat kısmını oluşturuyor. Fakat albüm beklediğimden daha old skuul çıktı, hatta diyorlar ya Norse-core, öyle. Primitf soundun altında ise melodik ve özellikle akustik geçişler ve folk tınılardan beslenen atmosferik yapıyı duyumsamak mümkün. Tabi, biraz çaba göstermeniz gerekiyor.

7,50--/10

8 Ocak 2011 Cumartesi

Savatage - Fight for the Rock (1986)


Dinlerken geçirdiğiniz hoş vaktin pause ya da stop tuşuyla aniden dağıldığını gözlemleyeceğiniz bir albüm daha. Kısacası buna hoş ama boş diyoruz. Evet grubun belki de en yumuşak soundunu burada duyumsamak mümkün. Ancak albümü çok sert de eleştiremeyiz. Ki Lady in Disguise ve Hydra gibi bir kaç parça'nın etkisine borçluyuz bunu. Açıkcası albüm bana hafiften Scorpions'ı hatırlattı. Yani heavy metal/hard rock arası bir yerde konumlanıyor.
Neyse, albüm kapağına bir şey demiyorum...

6,75+/10

7 Ocak 2011 Cuma

Kurban - Sahip (2010)


Hiç bir yenilik barındırmayan, na-oricinal çıkış parçasına kanarak bir değerlendirme yaparsanız büyük bir yanılgıya düşmeniz kaçınılmaz olur. Zira albümün geri kalanı sizi şaşırtabilir. Aslında hiç şaşırmamak lazım. Çünkü grup verdikleri araya rağmen İnsanlar'daki tarzı aynen devam ettiriyor. Demekki artık oturmuş kemikleşmiş bir sounddan bahsedebiliriz. Artık ne derseniz deyin buna, punk, alternatif metal, nu metal, modern rock, hiçbiri hepsi.. Ama bu sound gittikçe sertleşen sözlere uyan hatta onikiden vuran bir seçim daha doğrusu evrimleşme sürecinin sonucu. Hakim, Soykıran, Sahip , Das Motiv gerçekten dinlenilesi parçalar olmakla beraber herhalde türe sözleriyle ritimleriyle herbi herbişeyiyle Yobaz ve Misafir damgasını vuruyor olsa gerek. Ancak son şarkının bir bölümünün televole cins-i mukabilinden konuşma kısımları içermesi ikinci yarısındaki sert sepsert kısmın dinlenirliğini çökertiyor ki konuşmalı kısım ayrı bir track olsaydı keşkem dedirtiyor ki konuşmalı kısımı birkaç kez dinlemek kafi, skip abi forward da bu ikinci kısmın güzelliğini de geçmeleyelim. Ne dediğimi pek bilmiyorum, albüm şık bir hareket sergiliyor yani.

8,50-/10

3 Ocak 2011 Pazartesi

Édith Piaf - 25e anniversaire (1988)


Romantik şansonlar beklerken parçaların daha çok kabare özelliği göstermesi doğrusu ilk başta afallattı beni. Üstelik güzel değil de güçlü olarak nitelendirilebilecek bir vokali de düşünürseniz, olumsuzluk gibi addedilebilir. Ancak öyle olmadı. Aksine teyatral şarkıların daha kişilikli karakterli durduklarını söyleyebilirim. Bu durum bazen enteresanlıklara yol açsa bile. Misal gayet Huysuz Vircin şakıyan Le Ca Ira ya da gassara gassara cimbombom.
Vokalle ilgili diğer bir olumsuzluğun kaynağı ise kendisi değil, suçsuz günahsız yani. Tüm kusur Fransızcanın iğrenç gırtlak r'sinde. Sonuçta kaldırımlar serçesi, Paris'in bülbülü Edith Piaf gibi güçlü bir vokal de bastıra bastıra telaffuz edince kendi anadilini, açıkcası midem bir döneldi bir döneldi ki sormayın.
Padam..padam, Johnny,L'accordeoniste, L'homme au Piano, Les Amantd d'un Jour, La Foule gibi bilumum güzel şarkıyı içeren çifte cdlik albüm kafa dinlerken uzaklara dalmışken arka planda şık şık dinleniyor.

7,50/10

2 Ocak 2011 Pazar

Barış Müstecaplıoğlu - Perg Efsaneleri I: Korkak ve Canavar


Türk bir yazarın yazdığı ilk fantastik roman olup olmadığını bilmiyorum ama 4 kitaplık bir seriye dönüşerek ciddi bir proje olarak ele alınması ile ilk herhalde. İster istemez okurken aklıma Belgariad ve Piers Anthony'nin Xanth serisi gelse de sürükleyiciliği ile merak uyandırması ile kitabı nefes nefese idare eder bir keyifle okudum. Korkak ve Canavar adını taşıyan ve diğer ciltlere geçmek istemeyen okura tatminkar bir son sunarak seriden ayrıksı durması ile hoş bir özellik gösteren bu kitabın dörtte üçünü uzun bir seyahatta otobüste okuyuverdim. Kalanını hiç sormayın, bir ay sürdü. Çünkü bu kitap tam bir tatil kitabı. Çünkü her bölümü ayrı bir macera ayrı karakterler ve yaratıklardan oluşan bir romanı çalışırken hatmetmek çok zor. Ki bu zorluğu çok da romana yüklemenin mümkünatı yok. Fantastik dünyanın arkaplanı tarihi sosyal dokusuna neredeyse değinilmemiş aslında. Hikayenin geçtiği sinematik mekanı sadece daha önceki okuduğunuz kitap ve izlediğiniz filmlerden devşirebiliyorsunuz. Hatta karakterlerden canavarın dağın tepesindeki haşmetli ejderha'yı bulduğu sahne aklımda iki boyutlu minyatür şeklinde canlanıyor. Yazarın ahlaki meseller konusunda getirdiği yaratıcı denemeler ise hedefi ıskalıyor. Bir büyüyle canavar fiziğine bürünen karaker hiç mi isyan etmez kaderine? Kısacası fantastik romanımı çok zengin ve detaylı seven biri olarak yine de fena değil diyebiliyor, türe yeni merak salanlara genç erkenlere tavsiye ediyorum.
Konuya ayrıntılı bir giriş yapacağımı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Hem unuttum hem de roman 270 sayfaysa detaylı bir özeti 135 sayfa sürecektir. Genç bir adam bir savaşta kaçınılmaz yenilgiden sıyrılmanın yolunu lanetli bir tünele girmekte bulur. Bu tünelde faremsi bir yaratık tarafından kaçırılıp deneyler sonucu çirkin bir canavar köleye dönüştürülür. Efendisinin emirleri cinayete dönüşünce isyan etmeyi başarır. Bir gün delirip etrafındaki herkese zarar verip öleceğine dair kehaneti de isyanın meyvesi olur. Savaş tanrısının kitabını elegeçirip çağırdığı yenilmez canavarlarla ordu kuran adadaki lord ise tüm Perg dünyasını fethe hazırlanmaktadır. Bir köyde karısı gözleri önünde öldürülen genç bir adam ise askerin düello teklifini bile geri çevirerek ormana kaçar. Romanın korkağı da bu şahısdır. Canavar, ya isimleri var bu karakterlerin de neyse, insanlara saldıran uçankaçan bir yaratığı öldürmeyi başarır. Öncesinde korkakla tanışmış dert yoldaşı olmuşlardır zaten. Bu olayın ardından Gandalfvari bir büyücü onları bulur, kitabı anlatır ve savaşı durdurmak için öte boyuta geçmeleri gerektiğini söyler. Yolculuğa çıkarlar. Korkak'ın eşini öldüren askerin ilginç hikayesini ve kefaretini okuruz bu aralarda. Neyse, öte dünyaya geçerler sonunda ama canavarla diğerlerinin yolları ayrılır burda. Korkakla büyücü burada kalmakla cezalandırılmış bir prom, ork gibi ama kötü değil ama aynı çirkinlikte, ile tanışırlar. Amaçları bilge tanrıyı bulmaktır. Canavar ise köylerinin sınırlarını terkedemediği için açlığa mahkum cüzzamlı köylüleri kurtarır. Tabi bu dünyada yaşamanın koşulları zor, avlarına saldırana kadar görünmeyen kediler, yamyam kabileler felan gırla gidiyor. Sonuçta bilge tanrısının huysuz bir kocakarı olduklarını görüyorlar. Onun direktifleri doğrultusunda savaş tanrısını sadece masumiyet tanrısının yenebileceğini öğreniyorlar. Masumiyet tanrısı ise savaş tanrısının rahiplerinin elinde tutsak. Neyse, kurtarılıyor , masumiyet tanrısı ise sadece bir bebek. İhtiyar büyücü bir kitap daha bulur, kendini zehirleyip savaş tanrısını çağırır. Savaş tanrısı ise zehirli diye büyücünün vücuduna giremez. O ölene kadar savunmasız grubun önünde öyle kalakalır. Masumiyet tanrısı bebe, öpem mi? der Gider yanına, bu kadar sevgiye dayanamayan savaş tanrısı infilak eder. Canavar, korkak ve prom Perg'e geri döner. finito.

Descendents - Milo Goes to College (1982)

PUNK. Su katılmamışından. Umursamaz hayta tavırları, mutlu ritimleri, yumuşak soundu ve yarım yamalak tamamlanmamış gibi duran şarkılarıyla pek umursamadığım türe kısacık albümlerine sığdırdığı onca melodi sebebiyle hayranlık beslemişimdir. 23 dakikaya 15 şarkı kaydetmeyi başaran grup melodi zenginliği açısından hiç bir şey de kaybetmemiş. Sex Pistols haricinde gerçek punk döneminin klasiklerinden birini dinlemek isteyen, punk'ı keşfetmek isteyenler için temel bir kaynak. M.E.B. tavsiyeli, 10 kupona gazeteniz Zaman'la.
Favorilerim:I m not a Loser, Parents, Marriage, Jean is Dead

7,50/10


East is east, west is west
Girls from the east are the best
They got more of what I'm lookin' for (heh he)

1 Ocak 2011 Cumartesi

Hamza el Din - Escalay: The Water Wheel (1971)

Önce herkesin yeni yılının gönlünce geçmesi dileğiyle..
Sonra karşınızda geçen ayın en bi kuul albümü ki udi Hamza abinin mızrabından dökülüyor nağmeler. Arap müziği deyip geçmeyelim, oynak bir hava yerine ağır minimal dronevari bir atmosfer hakim albüme. Genelde enstrüman ağırlıklı olmakla beraber abimizin vokali sahaya girdiği anlarda , müzikal bir vokal değil ancak bu tarz müziğe çok uygun, vokali tam Arapçaya benzetemiyoruz. Zaten dikkatli bir kulak afrikamsı ritimleri de duyacaktır. Çünkü abimiz Sudan sınırında doğmuş Mısır'ın, deri rengi bildiğin siyah. Dolayısıyla Arap- Sudan sentezi yapmış ve de pek bi güzel yakıştırmış.
21 dakikalık ilk şarkı zaten söze hacet bırakmıyor. Diğer iki parçayı bonus varsayabilirsiniz. İlk şarkı bol tekrarlı ud nağmeleri ile başlıyor ve 6. dakikada vokalin başlayacağını anladığınız geçiş aşaması ruhunuzu süründürüyor. Müzikten hoşlanabilmek için maalesef uygun mod, karanlık bir ortam gibi zor şartları oluşturmanız lazım. Bir kere girdikten sonra ise çabuk sıkılabilme rasyosu gayet yüksek.

8,75/10