30 Aralık 2020 Çarşamba

RETRO: Dreams of Sanity - Masquerade (1999)

 

Dante'nin İlahi Komedya'sını konsept alan ve biraz çiğ bir sounda sahip ilk albümlerinden sonra daha profesyonel ve rafine bir sounda ulaşmışlar bu kayıt ile. Operadaki Hayaleti konu alan bu albüm, grubun önceki albümde hissettirdiği metalin alt-türlerinden etkilenimleri safra gibi atarak pür senfonik gotik metale ulaşan bir noktaya evrilmiş. Bu benim için iyi bir şey değil. Belki de cehennemlerden romantizme konsept ile ilgili bir geçiştir bu. Sanırım ilk albümdeki çift  kadın vokal de teke inmiş ve arada vibrato tekniğinin ifasında tökezlediği duyulabiliyor. Hiç kimse için iyi bir şey değil. Sonuçta sol kulaktan giriyor, beyinde hoş bir nağmeyle dalgalanıyor ve sağ kulaktan uçup gidiyor, emsalleri arasında kayboluyor. Ha, ben böyle operetli senfonik kadın vokalli gotik metalin hastasıyım diyorsanız, o ayrı. 

6,75-/10

27 Aralık 2020 Pazar

Goldfrapp - Silver Eye (2017)

 

İngiltere çıkışlı elektro pop grubun 7. albümü çok da muhteşem karşılanmamış görünüyor. Fena değil, ama diskografide pek bir gerilerde, derler. Öncesini bilmiyorum grubun. Dolayısıyla benim için taze bir dinleme bu, grubun bakiriyim. Bana biraz arada bir yapım geldi, ilk tepkim bu. İskandinav kulluğunu yansıtan ama bir türlü mistife olmayı başaramamış atmosferik tarafı (ki en başarılı biçimde  Faux Suede Drifter'da vücut buluyor, bir de Moon in Your Mouth unutulmamalı) elektro bas ağırlıklı ama orta tempolu diğer şarkılarla aynı sepete atılmış gibi. İşin kötü yanı kısmen hareketli taraf dinlendikçe eskimekte, kalıcılığı zayıf. İlginç bir şekilde delüks baskıdaki 7 remixlenmiş parça çok daha ilgi çekici.  Albümün görece yavan asli kısmı önceden dinlemenin beni remikslere hazırlayarak yardımcı olup olmadığını kestirmem mümkün değil, diğer bir deyişle remixleri içeren bağımsız bir farazi EP şeklinde  dinleseydim , aynı tepkiyi gösterir miydim, hiç bir fikrim yok. Ama bildiğim bir şey var ki kendimle ilgili olarak, pop müziğini genelde sıkıcı bulurum ve remiksleri severim. 80'lere ucundan dokunduğu ve Knife misali atmosferi inşa ettiği ölçüde kıymetli bir çalışma. Remikslerden de Depeche Mode'dan Dave Gahan destekli Ocean , brütal baslarıyla Anymore introsu, house parti havasıyla Systemagic öne çıkıyor. 

7,25/10

26 Aralık 2020 Cumartesi

Ruhi Su - Seferberlik Türküleri Ve Kuvayi Milliye Destanı (1972)

Ruhi Su, bu kaydında Nazım Hikmet'in sözlerinin yanısıra Çanakkale Türküsü, Sarıkamış, Kiziroğlu gibi dönem türkülerine ses vererek epik bir atmosferi yakalamayı hedeflemiş. Özellikle yalın bir vokal ve saz eşliğinde bu türküleri dinleyebilmek ilginç bir tanıklık. Misal Kiziroğlu çok farklı geliyor kulağa, aşık ile sevdiği kız arasındaki Söyleşi türküsündeki anonslar, iyi yada kötünün ötesinde. Tarz olarak müzikal akışı sağlamaktan  ziyade punk gibi tek tek, kısa, tekrardan uzak ve öz bir yorumlamanın artık büyük sanatçının imzası olduğu burada da kanıtlanıyor. Parçalar arasındaki işitsel bütünlük ve müzikal akış ve konsept bakış albümü çok daha farklı bir yerlere çekebilirmiş. 

7,0+/10

17 Aralık 2020 Perşembe

Steve Reich - Music for 18 Musicians (1978)

 

Minimalist klasik müziği elektronik bir zihin yapısıyla tabaka tabaka harmoni içinde inşa eden ve türü popüler bir kitleye yayan çığır açıcı devrimci bir klasikleşmiş yapıt. Boş yere nabız diye nitelendirmediği parçalar sıkılığı ile 18 müzisyenin (ehhehhe) gevşemesine hiç de izin vermiyor. Nabzın attığı damar klarnet, çello, vokal, piyano, afrika ritim çalgıları gibi pek çok enstrümandan oluşmakta. Modern müziğe dahiyane bir dokunuş!

içses: migrenim azdı, ne böyle dibili dibidi dibidi!

5,0+/10

15 Aralık 2020 Salı

Jolie Holland - Wine Dark Sea (2014)

 

Ne demeli buna ne demeli. Anti-americana folk demek istiyorum kaynak üstüne oturduğum yer olmak üzere. Cazırtılı gitar sanki gelişigüzel eklenmiş gibi ama arkada büyük bir resim var. Her şey o çirkinliğiyle uyum içinde. Çarpıtılmış çurputulmuş eciş bücüş. Yine de eklenmesi gereken bir hakikat var. Hanımkardeşimizin ağuuöğüy telaffuzu o kadar itici ki, ısınmanın mümkünatı mümkün değil. Albümü dinlediğim her seferde ancak dördüncü şarkıdan itibaren içine girebiliyorum. Halbuki sıkı orkestra ve melodik besteler (en azından albümün sonlarına doğru) göz dolduruyor. Vokalin normale yakınlaştığı anlar keyif alınası bir dinleti imkanı doğuruyor. Rock, blues, caz ve Amy Winehouse gibi albümü zenginleştiren alt temalar vokalin prozaclandığı anlarda daha güzel, ekstreme kaymaya gerenk yok.

6,75+/10

13 Aralık 2020 Pazar

Kayo Dot - Blasphemy (2019)

2014 tarihli albümlerini dinlediğimde ki o da zorlu bir süreçti, yeni bir grup keşfetmenin heyecanını yaşamıştım. Natürlich, bu beklentiyle geçen sene çıkan son albümlerini dinleyip dinleyip durdum. Biliyordum, bu da zorlayacaktı ama şunu söyleyebilirim ki bu albüm pek de bir yere varmıyor. Farklı vokal teknikleri ve beste yapısı hikaye anlatıcı konsept ve teyatral bir hat sergilemekte. Post-punk etkisi az da olsa ( A Prophecy) yansıdığı sürece güzel. Ama art ve progresif rock gerçekten de daha belirgin bir tanımlama olarak denk düşüyor kayda. İddalı bir kayıt olmasına rağmen bir türlü bende bir şeyler uyandırmadı. Neyse ki Purity namındaki bonus sidisini de dinlemiş bulunmaktayım. Radiohead ve Thom Yorke'in elektronik progresif rock havasına benzer bir yönelim bu bonus sidiye tamamiyle hakim. Ve işitsel provokasyon , biraz seyreltilmiş olsa da, namına çok daha ilginç örnekler sunmakta. Bir nevi grup yine beklemediğim yerden beni vurmayı başarıyor.

6,75/10

8 Aralık 2020 Salı

RETRO: Dreams of Sanity - Komödia (1997)

 

Avusturyalı grubun bu albümü  gotik metal standartlarından uzaklaşmamakla birlikte farklı yönelimler ve incelikler de barındıran bir yapıt. Gençlik vakitlerimde gotik ve doom eserleri fantastik kurgu okurken ya da mini mini adamlı rpg oynarken dinlediğim için her tekrar dinleyiş beni nostaljik duygulara boğar. Tasasız ve deli dolu ama nafile geçilmiş vakitler... Grubun şarkılarını iki kadın vokal seslendirmekte, kah melodik kah agresif kah şairane . Riffler, farklı alt türlerden etkilenimler (ve hatta elektronik), senfoniye dokunuş , hani neredeyse progresif bir hat takip ettikleri. Ancak yine de beklenen yükselişi gerçekleştiremiyorlar. Kaydın ortalarından sonra özellikle bazı bestelerin fazlasıyla uzatıldığı, sürüm sürüm sündürüldüğü aşikar hale geliyor. Halbuki senfonik grupların sıkça başvurduğu bu yöntem daha direkt ve vurucu özellikler sergileyen grubumuza pek de yakışmamıştı. Sonuçta dinlerken keyiflendiğiniz ki hakikaten öyle, sonrasında ise bir kaç dakika içinde hafızadan uçacak bir imza atmışlar.

7.0/10

6 Aralık 2020 Pazar

RETRO: Lacrimosa - Live (1998)

 

Efsanelerden biri. Konser albümleri bir kaç faktörden dolayı önemlidir. Bir kere bir derleme kaydı olarak sanatçıların en sevilen şarkılarını bir araya getirir. Bir yandan da bu parçalar canlı seslendirmeye uygun düşecek şekilde farklılıklar sergiler. Ve tabikine de bizi soktuğu  grubu canlı canlı , bi taraflarından ter dökerken dinlemenin heyecanını hissetme tribi.  Lacrimosa bu kayıtta hepisinin altından başarıyla kalkıyor. Hatta özellikle vokal performansının stüdyo kayıtları ile yaraşır olması kafada şüphe uyandırıyor. Böyle doyurucu bir albümün elbette tek sidiye sığması mümkün değil. Sahnedeki yalnız palyaçoya kulak vermenizi dilerim. Ama bu kaydın hakkını vermek için öncesinde gruba biraz aşinalık kazanmak şart görüşündeyim. Böylece Lacrimosa dinletisinin sonuna geldik. Halbuki diskografinin yarısına bile gelmedik. Hayat kısa, müzik çok, yola devamke. Seele In Not oh yeaah

9,0/10

28 Kasım 2020 Cumartesi

Şarkî #8 - Şiirden #16 - Arkeo Magma Özel Sayı 1

Şarki dergisi muhafazakar eğilim sergileyen dergilerden beri. Dosya konusu Günümüz Şiirinde Mistik Eğilimler. Yazıların bir kısmı tanım konusunda birbirleriyle çelişir olsa da genel olarak mistisimi tasavvuf ve İslam ile sınırlamayan bir tavrın içinde. Haydar Ergülen de Refik Durbaş da sayfalarda kendine yer bulabilmiş durumda. Yine de biraz ayrıksı durduğunu söylemek mümkün. Dergideki Ali Ayçil röportajına kulak veriyoruz:

Bilgim dahilinde, Tanrı'nın bu denli karlı olduğu bir başka dönem hatırlamıyorum. Tanrı karlıysa, ondan bahsetmek şaibeli bir hal almaya başlıyor. Bunun inançlıa doğrudan bir alakası yok! İnançlı bir insan da pekala karlı işler için Tanrı'yı araçsallaştırabilir. Bir inandığı bir de kullandığı Tanrı'sı olduğunu fark etmeden de yapabilir bunu. Ama sonuçta kar payını alır. Politik dilin haddinden fazla ve yerli yersiz dini literatüre başvurması, siyaset yoluyla pay edilen imkanlardan faydalanacak insan ya da kesimlerin bu dili çoğaltmalarına zemin hazırlıyor.

A. Barış Ağır şiiri üzerine kaleme alınan makale de çarpıcı dizeleri alıntılamakta.

 yasak elmalar dişlemiş gibi

binlerce kalabalık

yığıldık çukurlara sığınaklara

**

sonunda bana bu dünyanın

seslerden ve

ölülerden olduğu söylendi.

Şiirden dergisi uzun süredir  yayın hayatına düzenli bir şekilde devam eden istikrarlı şiir dergilerinden biri. Mart nisan 2013 tarihli sayının özel konusu Şair Kadın. Yer verilen şiirlerden çoğu da konuya odaklı. Kadın şairlere yöneltilen 4 soruluk bir ankete verilen cevaplar sayfaların çoğunu kapsamakta. Yalnız kadın oluşa karşı bazı şairlerin insani duyarlılık ya da ezilenler kapsamında bütüncül ideolojik bakışı temsilen cevap vermesi dosyayı hazırlayanların pek hoşuna gitmiyor ve günümüzde feminizmin de buyurgan ve "büyük" bir yapıya dönmesi açısından hayli ilginç. Dergiye fazlasıyla katkıda bulunan Müesser Yeniay'ın şiirine yer verelim.

Şimdi zamanın içinde bir sabaha varıyor yeryüzü

ağaçların altında konaklayan kimsesizliğim

rüzgâra sokuluyor


uludukça kalbimi ululayan acının köpeği

şimdi sen göğün önünde dur!

ben bir acıyı uluyacağım


kapanan kalp surumun kapıları

ve birbirine geçen demir

zincirlerin sesi bu!


kuş diliyle anlatıyorum

bir halkın kerpiçten kurduğu ayrılığı


ben sana çocuktum

-ben sana büyümedim-


şimdi bir mutluluğun kapı önünde oynuyorum

bir mutluluğu sayıyorum: bir mutluluk, iki mutluluk

bir hasret, iki hasret…


şimdi öyle ki ben, bir oyunun kuyusunda

Yusuf’u arıyorum


Arkeo Magma'yı Turcell vasıtasıyla dergilik'de gözattım. Arkeoloji dünyasında son gelişmeler ağırlıklı olmakla beraber makalelerin içeriği biraz sığ kalmış. 

Artık dergilere pek ilgim kalmadı. Hep insanların çok ve boş konuştuğunu düşünmüşümdür ve söylemekten de kaçınmamışımdır. Dergiler de , elbette hepsi değil, çok farklı değil artık. Zaten devir öyle bir değişti ki dergilerin toplumda farklılık yaratması gibi bir durum kalmadı.


22 Kasım 2020 Pazar

Faramarz Payvar & Ensemble - Persische Kunstmusik (1972)


 İran klasik müziği ustalarından Faramarz Payvar'ın önderliğindeki grubun bu çalışması sadece üç parça içermekte. İlki Segah makamında santur ağırlıklı bir parça ki sanatçı zaten santur ustası olarak bilinmekte. Bununla birlikte ikinci parçayı tamamıyla darbuka solosuna ayırması büyük tevazu. Darbukanın roman havası dışında da bir uygulama alanı olduğunu duyabilmek hoş. Son parça ki ilki gibi 19 dakika ulaşan süresince kadın bir vokal tarafından icra olunmakta. Değişik bir tonda icra olunan vokal performansı klasik müzik dinginliğinden çok uzun hava hissiyatını sergilemekte. Elbette benzemiyor ama Ümmü Gülsüm'ü hatırlatmadı değil. Bence bu parça kayda büyük bir anlam katıyor. Klasik Arap yada Fars müziğine özel bir ilgim olmamakla birlikte güzel bir dinleti. Lakin unutulmamalı ki sanatçı tür içinde önemli isimlerden biri.


7,25/10

21 Kasım 2020 Cumartesi

Genesis - From Genesis to Revelation (1969)

 

Pek de beğenilmeyen bu çıkış albümü o vakit o kadar farkına varılmamış ki, müzik marketlerde isminden
dolayı ilahi raflarında satılmasından  dolayı belki de, grup tası tarağı toplayıp faal müzik hayatına kısa bir ara vermiş. Albümün hakları da kayıt için pek bir uğraşan yapımcının elinde kalmış ki grup ünlü olduktan sonra yeni basımlarından da iyi para kaldırmış. 60'lardaki grup bazlı barok pop sınıfına dahil edilen albüm sıradanlığıyla eleştirilmekte. Söylenilenin tam tersine ben melodileri hiç de zayıf bulmadım, pop olmasına rağmen. Belki de o dönemin popuna aşinalığım pek de olmadığı için farklı geldi. Tatlı, hoş , akılda kalıcı , kemanlarıyla böyle pıtır pıtır bir çalışma. Orkestrasyonu ayrıca beğendim. Noel Gallagher de erken dönem yani vokalde Phil Collins değil de Peter Gabrile olduğu Genesis'i çok severmiş. Bence de bir bildiği var. 

7,25+/10

18 Kasım 2020 Çarşamba

Nurullah Ankut - Heba Edilen Devrim Yüklü Yıllar


Halkın Kurtuluş Partisi 2015 Kasım seçimlerinde çapına kıyasla aldığı oy oranı  ile dikkat çekmişti.Halbuki geçmişi Türkiye'deki sosyalist liderlerden Hikmet Kıvılcımlı'ya kadar uzanmaktadır. Parti kısaltmasının HKP olması bile rastlantı mı tartışılır. Hikmet Kıvılcımlı da sol cenahta özellikle 71 cuntasına yaptığı çağrılar ve o dönemin silaha sarılmış gençlik liderlerini eleştirdiği son dönemi ile tartışılagelen bir isim. Takipçilerinin bir kısmı ustalarının kendine has Türkçesiyle 70'ler Devrimci Derleniş ve 80/90'lar Devrimci Mücadele bayrağı altında  Anarşi Yok, Büyük Derleniş broşüründeki görüşlere bağlı olarak solda parti kuranları kıyasıya eleştirirlerken birdenbire parti kuruluşunu ilan ederler. İdeolojileri de değişim geçirmeye başlar ve Sevrci sol diye nitelendirdikleri radikal sol çevrelerden aforoz edilirler. Uzaktan bir bakışla Kemalist sol şemsiyesi altında İşçi Partisi'yle , biri Maoist diğeri Sovyetik gelenekten gelme haricinde, aralarındaki çizgi silikleşirken bu eser yardımımıza yetişiyor. 

HKP genel başkanının konuşmasından derlenen kitapta yazılanlara göz atarsak farklar şöyle ortaya konmuş.

İP, 12 Eylül Faşizmini ve Özel Harp Dairesini aktifçe savunmuş bir harekettir

Sait Yoldaş: Ankara Cumhuriyet Okurları var, Birleşik Kamu İşçileri dediğimiz Eğitim-İş vs. hepsi var. Cumhuriyetçi Kadınlar Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği var, Dil Derneği var. Yine Ziraat Mühendisleri Odası var, Tüketici Hakları Derneği var, TGB var, en önemlisi Vardiya Bizde var, bir de Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun başkanlığını yaptığı Yargıçlar Sendikası var, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği var, partilerden işte bu eylemde BCP var, Mümtaz Hoca’nın partisi, CHP, Demokratik Sol Parti ve bir de biz varız. 

Nurullah Ankut Yoldaş: Evet… Evet... Yani şu anda mesela 3 Mart’ı da zaten bunlarla yapıyoruz, Silivri eylemlerini de aşağı yukarı bunlarla yapıyoruz, değil mi, arkadaşlar? Bir de bunlara ilave İşçi Partisi geliyor oraya. Yani öncelikli hedef kitlemiz belirlenmiş burada zaten.Şovenizm yapıyorlar. Kürt Meselesi yok, Kürtler özgürdür, Avrupa’daki kadar hakları var, hatta Avrupa’da olduğundan çok daha fazla hakları var, diyorlar. Bir sürü şoven, hatta ırkçılığa varan şovenist insanları çağırıp programlar yaptırırlar. Şimdi Ulusal Kanal’ı izleyen, Aydınlık’ı okuyan Kürt milliyetinden arkadaşlar ne yapar? Yahu, bunlarla bir arada olunmaz, birlikte yaşanmaz, der. Haklı olarak o kanıya varır. O yüzden bunlar da aslında görev yapıyor. Yani bunlar da arkadan, itiyor; gidin, diyorlar. Nereye? Amerika’nın saflarına gidin, diye Kürt milliyetinden insanlarımızı itiyorlar. Şu anda aslında bunlar da nötr falan iş yapmıyorlar. Yaptıkları gerçek anlamda yurtseverlik, halkseverlik de değil.

Çözüm olarak ortaya koydukları çizgi oldukça iddialı: Edirne’den Çin sınırına kadar Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti.

Kitaba ismini veren 1971 yılında heba edilmiş devrimci potansiyele ilişkin sözlerine kulak verirsek:

Ne yazık ki, Usta’nın bu acı ve sert uyarıları da olumlu bir tepki yaratamadı. Tam tersine onlar, Usta’ya öfkeyle saldırarak “Revizyonist”ti, “Cuntacı”ydı türünden yakıştırmalarda, suçlamalarda bulundular. Gerçeği bir türlü görmek, kabullenmek istemiyorlardı. Büyülenmiş gibiydiler. Oysa oynanan oyun açıktı: CIA, hazırlayıp uygulamaya koyacağı faşist diktatörlüğe zemin oluşturmak için gençleri maceracı eylemlere kışkırtıyordu. Sonunda kendisi sözüm ona “huzur ortamını sağlamak için yönetime el koymuş” olacaktı. Cahil kara halk yığınları da onun bu oyununa kanıp faşist diktatörlüğü alkışlayacaklardı, Türkiye’de yeniden “huzur ortamı”nı sağladı diye.

Nurullah Ankut ve dolayısıyla HKP, Mustafa Kemal ile Atatürk arasında ayrım yapar: 

Demek istediğimiz, Mustafa Kemal ayrı, Atatürk ayrı… M. Kemal, antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’mızın önderi. Çanakkale Savaşlarında emperyalistleri dünyada ilk kez hezimete uğratan ordunun efsane komutanı. Özetçe; antiemperyalist, yurtsever, laik bir önder. Otuzlu yıllardaki Atatürk’se Çankaya’ya hapsedilmiş, etrafı Finans-Kapital ve Tefeci-Bezirgân Sermayenin aşağılık temsilcileri tarafından kuşatılmış; bedeni, yine aynı sermaye güçleri tarafından alkolle çürütülmüş ve sermaye adamlarını İsmet Paşa’ya tercih edecek denli kafa karışıklığı-düşünce bulanıklığı içinde olan bir kişidir. Hatırlanacağı gibi, Atatürk, İsmet Paşa’yı yine sermaye adamlarının kışkırtması üzerine başbakanlıktan alır; yerineyse Osmanlı döneminin Deutsche Bank’ının memuru Celal Bayar’ı atar. Yani Batı Finans-Kapitalinin bir hizmetkârını başbakanlığa getirir. Şimdi de kendinden sonra Tefeci-Bezirgân Sermayenin askeri plandaki temsilcisi Fevzi Çakmak’ı cumhurbaşkanı yapmak istiyor. Atatürk’ün bu vasiyetini muhakkak ki yaveri orduya ve CHP’ye iletmiştir. Ama ordu ve CHP yani Meclis, bu teklifi tereddütsüz reddeder. Bütün bunlar gösteriyor ki, ömrünün son zamanlarında Atatürk, ordunun ve CHP kadrolarının gerisine düşmüştür… Bu bakımdan biz, dikkat ederseniz, hep Mustafa Kemal diyoruz. Atatürk demiyoruz. Çünkü o artık başka biridir. Biz, Mustafa Kemal’in başlattığı antiemperyalist Birinci Kurtuluş’un mirasçısı ve devamcısıyız. Onu mantıki sonucuna ulaştıracağız.

 Aşağıdaki paragraf ile görüşlerini özetleyip kapanışı yapabiliriz.

Buna karşılık Denizler’in, Mahirler’in kararlılıkla ve kesince, netçe savunduğu; Mustafa Kemal’in antiemperyalist, yurtsever, laik devrimci geleneğini, Ortaçağcılığa amansız karşıtlıklarını, Ordu Gençliği’nin Devrimci Geleneğini açıkça savunuşlarını ve 27 Mayıs Politik Devrimi’ni hararetle benimseyişlerini ve anti emperyalist tutumlarını (ABD ve AB Emperyalistlerine şiddetle karşı oluşlarını), Ermeni Soykırımı’nın emperyalist bir yalan olduğunu benimsemediler, onların devamcısı olduğu iddiasındaki küçükburjuva sol gruplar. Biz bunlara, bilindiği gibi, Sevrci Soytarı Sahte Sol diyoruz.

15 Kasım 2020 Pazar

2019 popüler tekliler (Murda x Ezhel, Billie Eilish, Saint John (Imanbek))

 Rap müziğine olan gençlikten kalma önyargımı kırdığımı düşünüyorum, ara ara da zaten çeşitli
örnekleri dinliyorum. Autotune bazlama tonlu trap'e karşı da hiç bir önyargım yok. Enteresan ve ilgi çekici ilk örneklerden sonra sevmediğimi gayet net söyleyebilirim. Ezhel'e karşı da hiç bir kötü niyet beslemem. Tersine Geceler ya da Bastık öncesi Felaket gayet dinlenir parçalar ki albümünü de bir ara dinleme isteği ara beri kıpraşır, autotune seviyesini azaltsa temennisiyle bunları söyleyebilirim. Etli türlü müzik türlerine bulaş olarak sevmediğim pek azı var ki Latin Pop bunlardan biri. Bir alt kademeden saçması dancehall ile de işim olmaz. Murda'yı da bilmem, genel manada gevşek vokal tekniğinden de haz etmem. Şunu demek istiyorum, müzik denen olguya karşı cinayet teşebbüsü ile karşı karşıyayız. Kapıları kilitleyelim, pencereleri kapatalım. Kulaklarımıza tıpa sokalım. Onlar aya gitsin biz burada kalalım.


En iyi çıkış yapan genç sanatçılardan Billie Eilish heybesinde binbir eleştiriyi taşımakla beraber yurtdışı hipster genç jenerasyon tarafından sımsıkı sahipleniyor, takip ediliyor ve seviliyor. Ben de genç kardeşimizin tümüyle arkasındayım. Fısıltılı mırmırlamaları vokal olmayabilir. Bury A Friend de fena değildi ama Bad Guy ile bir parladı fena fillah oldu diyebiliriz. İşin aslı şu ki başarısını büyük ölçüde alışagelenin ötesine geçen düzenlemesine borçlu. Sürenin sonuna gelirken önümüze atılan ağır drop anti-müzikal bir fikir işi, pop piyasasına bir meydan okuma. 

Karanlık sokaklarda yankılanan hisli tekno en sevdiğim şeylerden biri. Melodik trip hop gibi bir şeyler ama ismi yok bu şeyin, Burial gibi, Raving George'un You're Mine'ı
gibi, NCT U'nun 7th Sense'i gibi. Melodik içli vokaller üzerine derin bas. Future house kullanılan terimler. Saint John'un orijinal şarkısını trap ve R+B arası bir boyuttan alıp derin house partilerine katık ediyor 18 yaşındaki Kazakistan'dan Imanbek. Internette bu remiksin nasıl yapıldığına dair video var, bir göz atarsınız. Ben de heves etmedim değil. Bu tür işlere nadir rast geliyorum, belki de kendi elektronikamı kendim yapmalıyım hah ve de hah. 18 yaşında çocuk yapmış değil mi yani.

0/10 

7,50-/10 

8,0+/10

14 Kasım 2020 Cumartesi

Pelican - Nighttime Stories (2019)

 Aynı Pelican, değişik Pelican. İlk duyduğumda gitar tonu beni heyecanlandırdı ve ben heyecanlanmayan
bir tipim. Dağınık başlayıp standart post metal kreşendosuna bağlanan lakin riff temelli sert parçalar,  Arteries of Blacktop'un sonları favorim, ağırlıklı ama Abyssal Plane gibi renkli ve ironik daha stoner bir parça da yerini bulmuş albümde. Kayıt kalitesi, basların verdiği lezzet misal, hoş.  Kaydın sonlarına doğru sıkılaştıkça sıkılaşıyor albüm, son şarkının -Full Moon, Black Water- kendi kendini inşa sürecinde zirve yapıyor akılda kalıcılık ki aslında bu özelliği çok güçlü değil kaydın. 

7,50/10

11 Kasım 2020 Çarşamba

Pentagram - Akustik (2017)

 

Sevenlerini iki kutba ayırsa da genel olarak beğenilen bu proje ile eski kadrodan isimler bir araya gelerek güçbirliği yapmış bulunmaktalar. Ben de kendimi gayet iyi tanıdığımdan bu kaydı dinlemeyi erteledim bugüne kadar. Kendim hakkımda yanılmamışım da. Bir kere evrensel bir sorunun gölgesi yansımış albüme. Heavy metal'in akustiği nasıl olur ki? Bunu geçtim , her ne kadar modern bir sese sahip olan Gökalp Ergen haricinde Murat İlkan ve Ogün Sanlısoy  mikrofonun başına geçse de vokalin dinamizmi akustik ile aynı dalga boyunu paylaşmıyor gibi. Ayrıca Gökalp ve Ogün'ün nefesli, hırıltılı sesleri, hırçın vokali benim şahsen  Murat İlkan ile alıştığım şarkılar üzerinde bir değişik duruyor. Vokalleri saymışken Anatolia'yı seslendirenin de  Şebnem Ferah olduğunu da hatırlatalım. Eleştirilen hususlardan biri de şarkı seçimi. Bestelerin yorumlamaları da biraz yavan ve tatsız geldi kulağıma. Eskilerden beri içimde büyüttüğüm o Pentagram keyfini aynı hissiyatta tadamadım. Tıpkı Bu Düzen Yıkılsın'da olduğu gibi. O da amma tutuk bir şarkı. Neyse sonuçta benim görüşüm bu.

6,75/10


7 Kasım 2020 Cumartesi

The Seatbelts - Cowboy Bebop Blue (1999)


Efsane dizinin üçüncü soundtrack çalışmasında tempo biraz duruluyor ve ana eksen pop-caz olarak vurgulanıyor. Elbette country ve aria gibi anomaliler yok değil. Her ne kadar duygusal kayıtlar bir araya getirilmiş gibi dursa da bu çılgın anomalilere artık alışkın olmamız lazım. Bu haliyle seride en çok değer verilen kayıt bu üçüncüsü. Benim de en az hoşlandığım. Çünkü pop soundu aşırı bir şekilde 90'lar Robbie Williams çizgisini hatırlatıyor bana. Hiç sevmem. Dengesizliklerden ziyade uyum adamı olduğumu da daha önceden belirtmiştim zati. Bir kaç cool caz ve J-pop çalışması dikkat çekebilir.

6,75/10

5 Kasım 2020 Perşembe

Katherine Addison - Goblin Kral

Elflerin diyarındı yöneten kralın anlaşmalı evliliğinden olma hiç sevmediği ve sürgüne gönderdiği yarı goblin oğlunun, kral ve tüm diğer oğullarının şüpheli bir kaza sonucu ölümü sonrasında taht sıralamasında hop diye zirveye çıkmasının hikayesi. Öncelikle biraz pazarlama stratejisine kurban gittiğimizi söylemem lazım. Goblin değil yarı-goblin, doğrusu. Goblin denmişken boynuzlu, kısa, yeşil, çirkin yaratıklardan da söz edilmiyor. Koyu rekli ve kemikli olmaları dışında uzun kulaklı ve açık renk tenli ve saçlı elflerden çok da farklı değiller. İşin alegorik okumasını yapmak istesek de, aklımıza ilk ırkçılık sorununun gelmesi rastlantı olmayacaktır, yazarın niyeti pek de öyle değil. Yalnız bir gencin yabancılığı, saray görgüsü görmemesi sebebiyle soylular tarafından küçümsendiği bir ortamda korumaları ve yaverinden oluşan bir çeper içinde entrikalara uyum sağlayarak kendini geliştirmesi yani kariyerine son nokta olarak krallık, çeviri tercihen bu şekilde ama orijinal dilinde imparator aslında , ile pekiştirmesidir romanın ana hikayesi. Savaşlar, debdebeli çatışmalar değil söz konusu olan, hatta büyük bir kompleks şeklinde inşa edilmiş sarayın dışına ender çıkıyoruz. Ama kanlı sonuçlanacak darbe ve suikast teşebbüsleri gibi aksiyonlar hiç de yok değil. Elbette kral babası ve abilerini öldüren zeplin kazası da şüpheli görünmüyor değil, arkasını biraz kurcalamak lazım. Büyüme, güce ulaşma, kendini sevdirme, saygı uyandırma, spiritualizm ve inanç temalı hikaye yazarın tümüyle otantik adlandırmalarına rağmen oldukça hızlı akıyor. Bu akıcılık, okuyucunun genç ve kibar ve mütevazı yarı-goblin arkadaşla kendini bir ölçüde özdeşleştirebilmesinin etkisine borçlu büyük oranda. Bu da yazarın başarısı sonuçta. Lakin yazarın bazı ilginç yazım tercihlerinden söz edilmeli. Genç kralın tebası kendisinden korkmakla beraber, soylulara neredeyse hükmedemiyor olması, güce hükmetmeyi kapsayan ayrımın oynak zemini manasında biraz tartışmalı. Bununla birlikte güçten zehirlenmeyip kendi davranışlarını sorgulayarak etrafına iyilikle davranması aşırı idealizmin belirtisi. Ha keza etrafında iyilik eden iyilik bulur misali yürekten bağlı insanların da fazlalığı çok inandırıcı değil. Yine de ihanet vakasıyla bir ölçüde bu aksaklık hafifletiliyor. Hugo, Nebula ve World Fantasy ödüllerine aday olan bu romanın devamı da okunur yani ki 2021'de en azından yabancı diyarlarda böyle bir plan görünmekte.



2 Kasım 2020 Pazartesi

RETRO: Lacrimosa - Elodia (1999)

 Sofistike bir albüm bu, kemanlar başta olmak üzere orkestra tüm şaşaasıyla, klasik müzik esintisini yeni formlarda dinleyiciyle tanıştırıyor. Ardından Alleine zu zweit ve Halt mich boğaz paralayan dramasıyla gürültüsüyle coşkuya coşku katıyor. Devamında tempo düşse de 5. şarkıda en azından romantik gitar solosu sayesinde keyfimiz düşmüyor. Dich zu töten fiel mir schwer çalmaya başladığında tekrar dramatik patlamalarla bir sarsılıyoruz.  Grubun diğer kayıtları gibi kendi içinde dalgalı seyir izlesemekle beraber momentum üst sınırlarda salınmakta. Ne diyorum bilmiyorum bu kafayla şu saatte, eski günlerde içime çektiğim arabesk havasından çok daha incelik sergilediğinin farkındalığıyla , eyvallah.


8,0+/10

1 Kasım 2020 Pazar

RETRO: Mortiis - The Stargate (1999)

 Dinleyenlere, eleştirmenlere göre olmayabilir amma bana göre şu an dinlediğim en iyi Mortiis kaydı. Kadın vokal desteği ile birlikte tozlu doksanlar gotik tadın alındığı, folkik melodilerin yankılandığı (bonuslara dikkat), uzaysı kozmik bir o kadar ritüel ve epik fantastik  bir şeyler kulağımızda çınlıyor. Prodüksiyon ve tonlamalar da o kadar ucuz ve bayağı değil, az biraz yani. Bestecilik üzerine de bir kaç dakikadan fazla kafa yormuş Mortiis efendi.  Eğlenceli nihayetinde. Bu sefer olmuş bu. Süre bakımından sünnetlenmesi ve bazı bestelerin benzerliklerin kırpılması keşkeleri kaydın. 

Not: Geyiklere vesile albüm kapağından daha şok edici bir şey söyleyeyim, Mortiis bu makyajla konser veriyor.

7,75/10

İlhan Akdere / Zeynep Karadeniz - Türkiye Solu'nun Eleştirel Tarihi 1


1908-1980 yılı arasındaki dönemi kapsayan bu ilk cildin devamı gelmemiş. Siyaset sahnesinde EMEP'e denk düşen Evrensel Basım Yayım'dan çıkan kitabın Türk sol tarihine eleştirel bakışı da tabiki bu partinin bakış açısına uygun olacaktır. Fokoculuktan maoizme , oradan hocacılığa ve şu anki hattına durmadan değişim/gelişme (kendi düşüncenize uygun olanı seçebilirsiniz)  gösteren bir siyaset sözkonusu olunca belki kitabın 2. cildinin neden bir türlü çıkmadığı tahmin edilebilir. Diğer pek çok benzeri gibi daha çok 71 sürecine kadarki olan dönem ağırlığını oluşturmakta eserin. 80 darbesinin hemen öncesi ve bu dönemin önde gelen grupları ve siyasi görüşleri de bu doğrultuda oldukça yetersiz işlenmiş. 

29 Ekim 2020 Perşembe

Demons & Wizards - III (2020)

Blind Guardian'dan Hansi ve Iced Earth'den John Schaffer'in projesi Demons&Wizards'ın bende yeri her zaman ayrı olmuştur. Türün içinde en iyisi demiş bulunmuştum zamanında bir albümleri için. Şu an aynı albümü dinlesem aynı değerde sever miyim, şüpheliyim. Çünkü zaman akıyor ve beğenilerim değişiyor. Yaşlandık üle! Özellikle power metalde tanık olduğumuz zorlama vokaller artık beni cezbetmiyor örneğin. Besteler sololarla, atmosferik pasajlarıyla, introsu, outrosuyla birlikte arka arkaya sıralanan farklı vokal performansı altında boğuluyor ve besteler nefes almıyor duruma geliyor. Nihayetinde grupta başka müzisyenler olsa bile bu ismini geçirdiğim iki zatın projesi bu. Dolayısıyla vokal ve gitar ağırlığı sadece performansa değil prodüksiyona da hakim. Bateri geride misal,bastırılmış gibi, bir şeyler göstereyim derdi de çok yok zati. Prodüksiyon beğenilmekle birlikte fazla cilalı, fazla iyi, statik, düz. Duygularla birlikte yürümüyor gibi hissediyorum, bu yüzden şarkılar bestedeki duygusal değişkenliği yeterince ifade edemiyor gibi. Bu işlerden anlamam ama akustik ağırlıklı bir şarkı ya da balad ile ful gaz taralamalı bir şarkıya aynı şekilde yaklaşmamak lazım diyebilirim. Buna dikkat ederek mikslemişlerse bile sonuç yine de o kadar belirgin değil. Neyse ki parçaların enstrümantal yorumlarını içeren bonus sidisini de dinleme fırsatı buldum. Resmen kaydın aslında kötü olmadığının teyidi oldu. Bu bonus sidiyi aslından daha fazla sevdim desem Metal tanrıları beni çarpar mı bilemem. Haksızlık etmemek lazım bestelerin en az yarısı keyifli dinleme sunmakta, ta ki stop tuşuna basana kadar. (walkman diye bir şeyde dinliyormuş gibi yazalım nostalji olsun ) Çünkü geriye hafızamızda pek de bir şey kalmıyor sonrasında. Tabi nispeten diye ekleyeyim, neye nispet? Türdaş grupların işlerine ve kendi geçmişlerine. 

7,50-/10

26 Ekim 2020 Pazartesi

C. K. Williams - Akıl Pis Kokar

 biz insan olduğumuzda ölüm kesildik


Tanıtım bülteninden:

Akıl Pis Kokar!, Pulitzer ödüllü Amerikan şairi C. K. Williams’ın şiirlerinden, şairi yakından tanıyan Efe Murad’ın hazırladığı bir derleme. Ayrıca, Efe Murad’ın, uzun dizeleriyle Walt Whitman ve Nâzım Hikmet’le aynı soydan geldiğini söyleyen Williams ile yaptığı söyleşi ve şair hakkında yazdığı inceleme de yaşayan en önemli Amerikan şairlerinden birini yakından tanımanızı sağlayacak. 1969’da Vietnam Savaşı karşıtlığıyla başlayan siyasi bir karşı duruşu asla taviz vermeden sürdüren, Amerikan siyasetinin ikiyüzlülüğüne bıkmadan vuran, savaşı ve silahlanmayı kıyasıya eleştiren, insanlığın savaş açmazından hiçbir zaman kurtulamayacağını düşünen gözü pek şair C. K. Williams’ı Akıl Pis Kokar!’la selamlıyoruz.

uzun dizeler derken derleme aslında farklı biçimlerin (haiku dahi var) sergilendiği uzunca bir dönemi kapsayarak uzun dizelerin ve anlatımcı tekniğin hakim olduğu son dönem ile kendini kısıtlamamış. bu güzergah pek çok yerde belki de hiddetli bir duygu boşalımının etkisiyle itici betimlemeler ve soğuk, duygusuz gözlemlere uzanıyor sonuçta çok sevdiğimiz şeyler ortaya çıkmadı. dip not: kapak çok daha iyi olabilirmiş.


odamda oturuyorum.


dışarıda hafif bir sis.


tüm dünya

hafif bir sis.


ve oda diye bir şey

anımsayamıyorum

**

işte budur

en sonunda

bir insan olmak


hiçbir şeyi dışarıda

bırakmamak, ne

bir yıldızı ne

bir çalıkuşunu,

ne bir gözyaşını

dışarıda.


25 Ekim 2020 Pazar

Ruhi Su - Pir Sultan Abdal (1972)


Ruhi Su'nun eserlerinin doğru tarih içerir listesine ulaşamıyorum. Gerçekten dört yapıtı da 1972 tarihini mi taşıyor, eğer öyleyse aynı yılda yayınlanmalarının arkasındaki hikaye nedir, bu tarih satışa da çıktıları tarih midir, aklımda deli sorular. Karacaoğlan'a nazaran daha epik olması hoşuma giden özelliği bu albümün. Besteci Pir Sultan Abdal dolayısıyla bu da gayet doğal.

8,0-/10

24 Ekim 2020 Cumartesi

Ferit Edgü - Bir Gemide

 

ordan oraya vurdum kendimi kurşun yemiş bir yunus gibi


Öykü okumak çok sık yapmasam da bir ihtiyaç haline dönüştü benim için. Türk öykücülüğü dendi mi ismi geçen yazarlardan Ferit Edgü'nün 79 Sait Faik ödüllü bu eseri de inanılmaz güzel baskısıyla okuyucunun ilgisini çekmekte. Her ne kadar bireyselliğe dayalı yabancılaşma, iletişim sorunları, duyarsızlık ve tepkisizlik gibi kavramlarla tarif edilse de bu kitap, bu kavramların toplumsallıktan tamamen bağımsız olduğu düşünülemez. Tıpkı gerçeklik ile düşgücü arasındaki ayrımın birbirini yoketmeden bu iki gücü içermesi gibi. Dolayısıyla bazı yazım teknikleri birlikte post-modern yazımı öncüllüyor. Çocukken okuduğum O - Hakkari'de Bir Mevsim'in hatırımda kaldığı kadarıyla gerçeklikten düşselliğe salınan atmosferine benzer şekilde. Yine de dönemin başat felsefesini temel alan bir temsilin hakimiyeti belirgin.  Esere adını veren hikaye siyasal bir metaforun altında, günümüzün şartlarının etkisiyle düşünürsek, ezilse de diğer kaynaklarda bahsi geçtiği gibi en azından çıkış noktası Tanrı, insan ve dünya ekseninde varlığın sorgulanması. Belki o zamanlar değil ama şu an bu simgeselleştirme konunun çok işlenmesine bağlı olarak çok göze batıyor. Kısacası öyküde çarpıcı bir kurgu yada  geleneksel gerçekçi bir konu bekleyenler ziyade modernizmin kapsayıcı başlığı altında değerlendirilmesi gerekilen bu yapıt, herkese göre değil. Ben ise biraz daha nötr kaldım sanki.

20 Ekim 2020 Salı

Mark Powell-Jones - Empresyonizm (İzlenimcilik)


Sergisine de gitme  fırsatı bulduğum  etkileyici sanat akımlarından empresyonizm üzerine bu derli toplu çalışma çok sayıda resim de içermekte. Monet, Renoir, Degas, Sisley, Pissarro gibi sanatçılara ait 48 tablonun arkalarındaki hikayeleri ile anlatılması oldukça keyifli. Gerçekten en sevdiğim tabloların büyük bir kısmı da bu akıma dahil. Yine de bazen eleştirilere  hak vermiyor değilim, özellikle çalakalem karalama çizgilere sahip yapıtları görünce. Kabul etmek gerekir ki kitabın kağaında yer verilen örnek de çok da ahım şahım bir şey değil. Ayrıca sanat akımları üzerine kitaplar neden sadece İzlenimcilik gibi belli başlı örneklere eğilmekte?

19 Ekim 2020 Pazartesi

Egisto Macchi - I futuribili (1971)

Sosyal mecralarda fenomenleri, influanzaları taklit ederek sosyo-politik şartlanmalarla zihni tekleşmeyi görüntüyle de tamamlama uğraşındaki gelecek neslin bizin nazarımızda soundtracki bu olsa gerek. Ne de olsa 8-5 memur gibi çalışanlar biz idik. Sözde mekansal rahatlık için iş ile özel yaşamın 24 saat içiçe geçmesi ufak bir taviz. Gözlerine perde inmiş gibi güvencesizliğin, işsizliğin, kayırmacılığın, sığlığın, ilkesizliğin  normalleştiği değil bu yeni normalin farklı görüşleri boğduğu ortama tapılıyor artık. Bir de üstüne yeni mabutları Musk, Gates ve türevlerinin kafamıza çip sokmadıkları kalmıştı. İnsanoğlunun en kutsalı özgür iradeden gönüllü ya da beyni yıkanarak vazgeçişin ürkünç seslerini sanatçı 50 sene önce bestelemiş. Hayret doğrusu.

6,50/10

18 Ekim 2020 Pazar

ROME - Flowers From Exile (2009)

Bu albüm endüstriyel tınılardan ziyade sırtını atmosferik Avrupa neo folk bir tarza dayamasıyla grubun diskografisinde farklı bir yerde duruyor. Anladığım kadarıyla sürgünlerin büyük ihtimalle İspanyol iç savaşının ardından sürgüne gidenlerin hikayesini konu almakta. Dolayısıyla işitsel anlamda radyo konuşmaları, halk türküleri gibi alıntılarla ve ara geçişlerle müzikal akış kesintiye uğratılmakta. Bu da kayda belgesel bir tat veriyor. Böyle olunca da ara ara dinlemek istediğim bir çalışma olmanın gerisine düşüyor. Ben şahsen melodinin akıcı olduğu bir kaydı tercih ederim. Karanlık ve derin vokaller ile akustiğin birleşimi çok güzel ama melankolik bir melodi ile her şey harikülade oluyor Secret Sons of Europe'da tatbik edildiği gibi. Özel bir duygusal modda dinlenmesi gerekiyor albüm. Şarkı isimleri ve sözlerin dahi üzerine emek harcanmış bu çalışma grubun en sevilen yapıtı belki de. Ama ben daha önceki tarzını daha fazla sevdiğimi söylemeliyim.

7,50-/10

17 Ekim 2020 Cumartesi

The Weeknd - Starboy (2016)


Bu sene oldukça sükse yapan albümüyle ismi daha da bi öne çıkan  popun yeni prensi Abel Makkonen Tesfaye bu çalışmasında Daft Punk işbirliğine fazla güvenmiş. Kayıt çok sayıda eli yüzü düzgün parça içeriyor ve bunların çoğu önceki kayda göre olgun yani üzerine düşünülüp taşınılmış bir sounda sahip. Ama aşırılıklar düzeltilmiş, kolay dinlenir hale getirilmiş parçalar. Çılgınlıklar da geride kalmış, uslu bir albüm bu. Elbette False Alarm, Rockin' gibi istisnalar yok değil. Albümün süresi uzadıkça filler dediğimiz içi boş şarkıların da istilası görünür. Ama yapım yönetimde emeği geçen Daft Punk sayesinde çok da göze kulağa batmıyor. Eğlenceli delidolu parçalar, r+b, elektronik ve disko arasında dengeyi genel geçer pop temelinde sağlamaya çalıştıkça genele hitap eden ama herkesi memnun etmekten uzak bir profil çiziyor sonuçta. Lana Del Rey ve onun tarzı dahi sızmış durumda albüme. Michale Jackson göndermeleri de çok belirgin zira. Pop müziğini sabun köpüğü olarak değerlendiren biri olarak işin eğlenceli tarafından beslenmeyi bekleyen bendeniz için de  görüşüm tahmin edilebilir durumda zannımca. 

6,75/10

13 Ekim 2020 Salı

Philip K. Dick - Yüksek Şatodaki Adam

 

Kitaba başlayabilmek için dizinin bitmesini bekledim. Elbette dizi birebir uyarlamanın dışına çıkmıştı. Yazılan kurgu sadece hikayenin başlangıcını kapsamıyor, büyük çaplı farklılıklar da sergiliyor. Bir kere Philip K. Dick'in Ubik dışında bir eserini okumamakla birlikte, ekranda Blade Runner ve bu romandan ilhamla çevrilen uzun soluklu diziyi de bir kenarda tutarsak, yazarı favori yazarlarım arasında saymaktan çekinmeyeceğim. Kurgunun psikolojik tarafına eğilmesi ve gerçekliği sorgulayan tavrı yazarın en hoşuma giden özellikleri oldu. Romanın konusu dünyanın tıpkı dizideki gibi Alman ve Japonlar arasında paylaşıldığı bir evrende geçiyor. Frink çok daha mistife edilmiş, hikayesi natamam bir karakter, Childan da kültürel parçalanma yaşayan oldukça derin bir kişilik. Joe sıradan bir Nazi ajanı ve alternatif dünyayı anlatan çoksatan romanın yazarına , film değil yani, yaklaşabilmek için Frink'ten boşanmış Juliana'yı kullanmaya çalışıyor. Adamımız ticaret ateşesi Tagomi ise iktidar kavgasına tutuşan Nazi elitlerin bir fraksiyonundaki ajanla buluşuyor. Nazilerin bir bölümü Japonları ortadan kaldıracak bir dizi nükleer bombalama projesini planlamakta. Romanın sonlarında ancak ima yoluyla diğer boyutun varlığını öğreniyoruz. Daha da ilginci Çekirge Uzanmış Yatıyor adındaki romanın yazarı dahi büyük benzerlikleriyle anlattığı boyutun varlığından bihaber. Romanın belki de rahatsız eden tek tarafı ki felsefi açıdan temel katkıyı teşkil eden I Ching kehanet kitabına karakterlerin çok çok fazla başvurararak yollarını çizmeye çalışmaları.

11 Ekim 2020 Pazar

Freud (1. sezon) & The Expanse (3. ve 4. sezon) & Atiye (2. sezon) & Self Made: Inspired By The Life of Madam C.J.Walker


Netflix cinsellik başta olmak üzere pek çok hususta acımasızca eleştiriliyor. Eleştirenlerin çoğu belli bir kesim olunca ciddiye almak zor olsa da aslında o kadar da siyah beyaz bir ayrım sözkonusu değil. Sanatta gerektiği yerde gerektiği kadar şiddet ve cinsellik kullanılabilir değil kullanılması elzem zaten. Savaşın çirkin yüzünü göstermeyi amaçlayan bir filmde vurgu için kurbanları kan revan içinde paramparça göstermek yönetmenin inisiyatifindedir. Ha keza cinsellik de öyle. Ama Netflix yapımlarında bu sahneler olur olmaz yerde uzatılmış sürelerde karşımıza çıkıyor, yeni dünya düzeninin her şeyi normalleştirme çabası mı? Eşcinsellik konusundaki saçma eleştiriler aslında daha kapsamlı bir başlık altında değerlendirilmeli: Politik doğruculuk. Bilinen bir gerçek ki kozmopolit bir şehirde değilseniz Abd'de arkadaş grupları ırk temelli şekillenir. Buz pateni yapılan dağ turizmine bel bağlamış ufak bir kasabada siyah, asyalı, eşcinsel karma sosyal çevreyi bulmanız pek de gerçekçi değil. Spinning Out'dan bahsediyorum. Yani düşünün Atiye'yi çekiyorsunuz, Türkiye'de. Polis amiri Afgan kökenli, modacı Suriye'li ama gay. Alman suikastçi aynı zamanda Afro olsun. Kırmayalım kimseyi, ayıp olmasın. İlk sezonunu izlediğim Freud'u izlerken bunlar geldi aklıma. Teorik bazlı analojilerin ekrana yansıması zaten beklenir bir şey ama izleyiciyi sarsalım derken yabancılaştırmak ileri gitme değil midir? Kan  ve çıplak vücut görmekten daha doğrusu kanlar içinde çıplak vücut görmekten tiksindim. İkinci nokta ise oyunculukta Alman ekolü diye bir şey var mı bilmiyorum. Ama Dark ile birlikte bu tarzı sevdiğimi söylemem gerekli. 

The Expanse,  hak ettiği değeri görmeyen diziler listesinde yer almayı en çok hak etmeyen dizi. Overrated amid underrated. Bilimkurgu hastasıyım, az çok bu işlerden anlarım. Politikanın, entrikanın fikir bağlamında diziye yedirilmesi çok iyi. Ama onun dışında her şey kötü. Kötü demeyelim de bana hitap etmiyor diyeyim de kimseler üzülmesin. Oyunculara katlanmak zor. Kuşaklıların aptallıklarına dayanmak zor. O büyük oyun, uzaylılar tepişirken insanların eziliyor olacak olması, en büyük temennim dizinin sonraki sezonunda bunun gerçekleşmesi. Bu aptal insanlar, dizide aksettirildiği kadarıyla insan ırkı yaşamasın daha iyi.



Atiye, bu sezon inanılmaz eleştirilerle karşılaştı. İnsanların ne dediği pek umrumda olmadığı için, zira ilk sezonda yerli bir yapımın mistik ve gizeme dayalı bir konunun altından kalkabileceğine  ben de şüpheliydim, izledik ve beğendik. O eleştirilere kulak asmak gerekliymiş demek ki. Hep kafanın dikine git git nereye kadar. Bu sezon çöptür. Fakir fukara Beren Saat yeni boyutunda moda ikonu gibi beleşe seyahatler ederken, kalpazan galiba, biri bana kötü adamın nasıl öbür boyuttaki kendi hafızasını hatırlayabildiğini söyleyebilir mi? Dağ başında son bölümde üç kadın nasıl birbirini bulabiliyor ve bu kadar kolay sulh edebiliyor. Oyunculuk senaryoyu telafi ediyor diyip rahatlayabilir miyiz? Valla başrollerde bunu göremedim. Kamerada dönüyor dönüyor yakın çekim yapıp geri gidiyor. Arı gibim vız vız vız.

Self Made 4 bölümlük bir mini dizi. 1900'lerin başında saç bakımı malzemeleri üretip satan siyahi bir kadının yükseliş hikayesini izliyoruz. İlk siyahi milyoner olmuş gerçekten de, yanılmıyorsam Abd'de. Dönemi çok güzel yansıtıyor. Konunun ağırlığı Bollywood tarzı fantastik dans müdahaleleri ile, hayal tabi, hafifletiliyor. Madam'ın finansal yükselişi özel hayatını darma dağan ediyor. Zaten hırsı, hırslanması, kocasını ezip kendinden uzaklaştırması karakterin iticiliğini vurgulamakta. Zenginlik bunu gerektiriyor belki de. Yalnız dizinin akıcılığı sorunluydu, çok uzun bir süreye yaydım izleyip bitirmeyi. 



9 Ekim 2020 Cuma

RETRO: Mortiis - Crypt of the Wizard (1996, Comp)

 Bu derleme albüm sanırım bazı yada belki tüm teklilerini içeriyor sanatçının o ana kadar yaptığı. Mortiis'e sadece dungeon ambiyans yaptığı ilk dönemiyle aşinayım. Bu kayıt yine de bu döneme ait olmakla birlikte biçimsel farklılıklar taşıyor. Parçalar daha kısa, sempatik ve kolay dinlenir bir kompozisyon çiziyor. Yalnız aynı-msı harmoni albümün her tarafına sinmiş durumda. Bu da tekrara ne kadar katlanabileceğinizle bağlantılı.  Sound olarak da ucuzluk bir miktar törpülenmiş , davullar ve  nefesliler atmosfere sinematik etkide bulunmuş durumda. Hatta tabiri caizse orklarla birlikte sefere çıktığımızın, trollerle birlikte köprü altında içip içip eğlendiğimizin hissiyatını geçirebiliyorsa bir kayıt, iyi demektir o kendileri filan. 

7,50+/10


6 Ekim 2020 Salı

Batushka - Panihida (2019)

Black metal camiasında ortodoks liturji senteziyle kısa sürede sesini duyuran grup Esra Erol'daki dramaları aratır tartışmalar neticesinde bölündü. Hayırlısı olsun artık iki tane Batuşka'mız var derken taklit Batuşka/Batoşka/Bıtışkalara dahi rastlayarak kimin ne olduğunu iyice karıştırır hale geldik. Bayağı bir hikaye var, tekrardan okuyup değerli vaktimi ziyan edemeyeceğim. Ama bu menajerin değil vokalin Batuşka'sı ve genelde camia içinde haklı görünen, haklı olmasa da daha fazla beğenilen  işe imza atanı. Çünkü geçen sene diğeri de albüm çıkardı. İlk albüm nasıldı diye yine geriye dönmeyi düşünmüyorum. Yalnız bu kaydın ilk yarısı bahsettiğim sentezi black metalin agresif tavrıyla lehimleyen tarzıyla oldukça çarpıcı bir atmosferi taşırıyor. Cezbedici, mis. Tutku, arzu elde hissedilir somutlukta. Sonrasında ise açıkcası klasik black metal çizgisinde ayrım noktalarını ve otantikliğini kaybeder duruma düşüyor. Modern albümlerin prodüksiyon seçimini bu vesileyle sevmediğimi söylemekten de  hiç sıkılmayacağım. 

7,75/10

4 Ekim 2020 Pazar

RETRO: Lacrimosa - Inferno (1995)

 

Lacrimosa'yı yeniden dinlerken, on yıldır görmediğiniz, konuşmadığınız eski bir arkadaşınızla girdiğiniz

ilk diyalogda deneyimleyebileceğiniz garipliği hissettim. İlk başta artık aynı kişiler olmadığınızdan ve köprünün altından seller sullar aktığından tutukluk, çekimserlik ve yabancılık giriyor araya. Sonra sonra gençken ve aptalken veyahut aptal bir gençken girdiğiniz saçma sapan ortaklıkları hatırladıkça buzlar eriyor. Schakal ile duygulanıyor, Copycat ile absürt bir heyecanı hatırlıyorsunuz. Lakin çoğu zaman arkadaşlığınızın bayağı bayağı sıkıcı olduğunu da kabul etmek zorunda kalıyorsunuz. Bir ara yine buluşuruz eski arkadaşım.

8,0--/10

30 Eylül 2020 Çarşamba

Amadou & Mariam - La Confusion (2017)

 

Mali'den müzik emekçisi ikili genç yaşlarda körler okulunda tanışıp müzik yapmaya başlıyor. Arka arkaya Fransa başta olmak üzere pek çok ülkede ses getiren albüm çıkartan ikilinin bu son kaydı maalesef karışık tepkilerle karşılanmış. Geçmişlerini bilmem ama bu kayıtta prodüksiyon ekstra cilalı. Yaptıkları batı Afrika müziğinin otantik temsili mi o da şüpheli olsa da ruhu taşıyor. Olay yine batılı yapımcılara emanet edilen Afrika albümü olsa gerek. Özellikle müzikal altyapı  karmaşaya düşmeden ilgi çekici bir renklilik sunabilmekte. Yiki Yassa'nın sonlarındaki kanun benzeri enstrümanın solosu, muhteşem şarkı Diarra'nın perküsyonları gibi incelikler kaydı değerli kılıyor. Altyapıdaki zenginlik gitar, saksafon, synth, cembe, ngoni, flüt gibi enstrümanlarla sağlanıyor. Bence yeterince sofistike bir o kadar da gruuvi dans edilebilesi. Dinledikçe de daha bir havaya giriyor eller havaya yapabiliyorsunuz. Ben beğendim.

8.0-/10

26 Eylül 2020 Cumartesi

Gonca Özmen - Belki Sessiz

 Geçen sene üçüncü kitabı ile şiir dünyasında yerini sağlamlaştıran Gonca Özmen ikinci eseri Belki


Sessiz'de taşra sıkıntısını - Nuri Bilge Ceylan- farklı bir boyutuyla da olsa tekrarlıyor buluyoruz. Disiplinli işçiciliği şiirlerini bir kaç defa okumaya sebep verse de dizeye yoğunlaşma şiir boyunca anlam boşluğu yaratabiliyor. Buna rağmen şiirlerini okumak zor değil. Yinelemeler ve zihne zorlanmadan yansıyan pastoral imgeler  okuyucunun işini kolaylaştırıyor.  Nesnelerin duyuda izlenimi başarıyla gerçekleşiyor. Yine de okuyucu temayı bütünleştirme çabasıyla güzel anlatım ve tamlamalar için geriye sık sık dönecektir. Ses sevgili olmuş bozkıra aşk düşmüş, diyelim.

bilirim lekesi kalır ağlamanın

***

Seninle her şey susar sanırdım

Perdelere anlatır sırrını zaman

Gövdemde bir patika uzar durur


Ben o bitmeyen sözlerdim

Bekleyen ahşap


Gök alçalır diye bilirdim seninle

Bir sincap zıplar kollarında

Alıp bir lekeye götürür  beni

Öyle bilirdim


Sen o yorulmaz sulardın

Diri seslerdin


Ben işte durmadan sana dolardım

***

Gürültüsünü duyamaz olmuş toprak

Bir ağaç gölgesine uzanıvermiş bir ev

***

Şuramda dudaklarınızı bıraktıydınız

Uzaklığınızı şuramda


Onca su zambağı

Onca taşlık yol

Onca siyah kuğu arasında

Bildim bir yokluktu yeryüzü


Onca çam ormanı

Onca yenik patika

Onca sahipsiz yeşil arasında

Gördüm ötesi var akşamın

Gövdenin gizil bir sesi


Şuramda bir ölünün yükü

Kirli bir çiçek bıraktıydınız

Tenimdeki çocuğun kederi için


Allahın taş damında sevişirdik

Islaktınız ve elleriniz vardı barbar

***

Kilitli durur yirmiş yaşım

Kuyulara bağırırım adını

***

Gökyüzü devam ediyor

Bunu omuzlarından anlıyorum


Sen dağınıklık diyorsun

Ben dalgınlık diyorum ona


Sen nehirleri seviyorsun delice

Ben bir derenin yıkıklığını


Sen başıboşluğunu insanın

Öteki berikiyi ben

Kapı ardına bırakılanı


Sen denize giriyorsun

Ben kıskanıyorum tüm suları

Tüm suları topluyorum ayaklarının dibinde


Ayaklarının dibinde sonsuzu arıyorum


Uzak devam ediyor

Bunu omuzlarından anlıyorum


Kim kimin ardından su döküyor şimdi

Ben suyun yarasına bakıyorum

24 Eylül 2020 Perşembe

Black Front - Hail the Fallen (2019)


Yerli gruplarımızdan Black Front'un yaptığı müzik biraz değişik geldi kulağıma. Daha önce böyle bir şey dinlememiştim doğrusu. Attyapı post punk ve gotik rock. Üzerindeki vokal ise farklı tonlarla çeşnilendirilse de metalik gölge taşımakta. Sertleştiği anların tınısı çok da hoşuma gitmedi. Post punk ile de aram bir öyle bir böyle. İçi içine koah hastası gibi hırıltılı hırıltılı söylenen türün ne yapacağı da belli olmuyor. The Cure iyiyken Joy Division ya da She Past Away etkilemiyor şahsen. Aslında etkileyici kapak çalışması ve endüstriyel metal sıfatıyla tanzimi de biraz yanıltıcı. Bu çizilen portreye Black Sun daha yakın, misal. Died ve Runaway Horses girizgahları daha ferah geliyor kulağa. Dinledikçe güzelleşse de vokalin müziğe istinaden sertliği set gibi karşıma dikiliyor. Tabi ki bence.

6,50-/10

23 Eylül 2020 Çarşamba

Paradise Lost - Obsidian (2020)

 2020'nin sonuna geliyorken, bitsin artık yafu, bu seneye ait ilk albümümü anca dinleyebildim. Biraz da

yeni kayıtlara özellikle de metal olanlara çok konsantre olamadığım keşküllü bir hakikattir. Çoklukla da takip ettiğim eski grupların yeni eserlerini tercih ediyorum. Paradise Lost önceki albümünde bayağı bir geriye dönüş yapmıştı, taş devrine kadar geriye gitmişlerdi. Bu kayıtta ise kendi diskografisinin ortalamasına göre daha dengeli bir sounda kavuşmuşlar. Yalnız artık evlenip iş değiştirdiğimden ve bunun sonucunda akıl sağlığımın çok daha güçlenmesinden mi nedir bilinmez, gotik ve doom metalin depresifliği üzerime çarpıp geriye sekiyor. Çok dinledim, ilk başlarda beğenmedim de. Dinledikçe açıldı saçıldı , başta gitar sololar parlıyor. Ama parçaların bazılarında aşırı olmak üzere başvurulan formülün tekdüzeliği şimdilerde batmaya başlıyor bana. Daha progresif bir beklentilerdeyim demekki bugünlerde, genel olaraktan.  Ya da ben eski ben değilim artık.

7,75+/10

20 Eylül 2020 Pazar

The Seatbelts - Cowboy Bebop 2 (1998)

 Manik bir çeşitlilik ile tam da dinleyiciye dizinin ruhunu geçiren ve ilk kaydın hiç de altında kalmayan bir

çalışma. Country, vokal caz, big band ve standard caz, elektronik, blues, oryantal rock, oryantal pop caz, koral, ortaçağ avrupa folku, dark caz. Tek tek saydım. Aslında biraz bana Björk'ün oynadığı bir film vardı, onu hatırlatıyor.  Ayrıca her nedendir bilinmez sanırım dizinin jenerik müziği de bu ikinci kayda eklenmiş. Ne diyelim  üçüncü kaydı merak ediyoruz.


7,75/10

17 Eylül 2020 Perşembe

Altay Öktem - Şeytan Aletleri : Genel Kültürden Kenar Kültüre Fanzinler ve Öteki Kitaplar

 


Fanzin ağırlıklı yayınları bir bir anlatan kitabın tek eksikliği 90'ların demolarına yer vermemesi, daha doğrusu ilk baskıda yer alan bu detayın sonraki baskıdan çıkartılması. Kare boyutu ile bol bol resimleri ve grafikleriyle dolu dolu kaynak bir kitap. Kitabın yayınladığı Deniz Suyu Kasesi fanzininden Hülya Aydoğdu şiiri bir daha okunası. 



sanki gece kucaklamış. tomurcuk bir gül. ve

gül de gül hani. pek narin. melisanın

çiçekleriyle ip atlıyor balkonda, nerdeyse

değecek gibi duruyor begonvil yıldızlara.


tomurcuğum sana

açmaya geldim


ellerimi aralasam dikenleri görünecek gülün.

şimdilerde eylül geçiyor balkondan. çünkü

eylül aşkların göçüdür. bir limon ağacımız

olsun seneye. bir de zeytin...gölgeli serin

derinliklere uzansın kırlangıçlar. saçları uzar

belki o zaman yağmurun.


eylül

varlıkla yokluk arası bir şey


gelişim. bu yüzden sana. gelişin bu yüzden

bana.olmaya.dalında sallanıp duran zerdaliler

gibi.belki de gülüşünü düzeltmiş oluruz

tanrının.

15 Eylül 2020 Salı

Com Truise - Iteration (2017)

 

Göçüşmeli geçişmeli spoonerismli grup isimleri bir dönem bayağı popülerdi. Aradım da internette şimdi çok da örnek bulamadım. Demek ki o kadar popüler değilmiş, ah ve de hah. Com Truise'dan daha iyisi vardı asıl. Spitney Beers. Üçnoktabir oldu ve kayboldu, geriye Melis Danişmend kaldı. Com abi, çünkü grup değil pofuduk sakallı bir abimiz, elektronik tınıları tıngırdatıyor. Serin havada dışarıda yürümeye çıkmışken daha da ferahlatan, iç açan bir sounda sahip albüm. Sahte pembe bir mutluluğa bürümüyor ama hayatınıza değer katıyor. 80'lerin kaliteli bir yorumuyla karşı karşıyayız. Kaydın başlangıcı özellikle göz dolduruyor. Kral şarkı Ephemeron'u sonlarında ağır efektle murdar etse de. Ama bu katmansızlık, sığlık kaydın sonlarında parçaları benzeştiriyor, sıkıcılaştırıyor. Sondan başlayarak dinledim, yine maya tutmadı. Bertaraf edilen bir potansiyel, minimalizm uğruna katledilen bir potansiyel.

6.75/10


13 Eylül 2020 Pazar

Jose Saramago - Filin Yolculuğu

 


Hedefe, amaca odaklananların belki de burun kıvaracağı bu Saramago kitabına aslında her şeyin, hayatın kendisinin bir yolculuk olduğu kabullenişiyle başlanıldığında hakettiği değerini anlayacağımızı söylemek mümkün. Portekiz kralı kuzeni Avusturya arşidüküne Hindistan'dan gelen fili onun bakıcısı Subhro ile birlikte hediye eder. Yıl 1500'ler. File erzakları taşıyan hizmetkarlar ve askeri bir birlik eşlik eder. Din, politika ve insan doğası bu seyahat esnasında yazarın eleştiri ve alay konusu edeceği hususlar. Tabi yazar bugünün (bu yüzyılın desek) bilgisiyle donanmış ve bunu sergilemekten çekinmiyor. Kesinlikle okuması keyifli ve tam bir Saramago kitabı. Yine de bence bir başyapıt beklentisine girmemek lazım.

10 Eylül 2020 Perşembe

RETRO: Mortiis - Keiser av en dimension ukjent (1995)

 

Değişiklik olarak sinir bozucu bir vokal efektini duyuyoruz. Yine yavaş, biraz gecikmeli kısacası aynı tempo ile birlikte açıkçası çok da hoşuma gidecek eserler ortaya koyamıyor Mortiis. Yapmak istediği şeyi anlıyorum. Ama o elflerin, cücelerin ve hatta orkların diyarına götürecek atmosferi Summoning gibi bir grupta daha başarıyla bulmak mümkün. Bence önceki albümden yarım fanila eksiği var. Trompet fazla keskin ve prodüksiyon plastik. Lakün albüm kapağı pek şık.

6,25/10