28 Ekim 2016 Cuma

Ragıp Duran (Haz.) - Kanatların Yelken Ettik Gemiye

bin dosttan çoktur bir düşman demişler

Kuşlu estetizm çok hoşuma gidiyor. Hatta ikea'dan aldığım kuşlu pano duvarımı süslüyor. Demek istediğim şu ki bu kitabı satın almamın yegane sebebi kapağı. Çok da memnun kaldım sonrasında. Ragıp Duran onbeşinci yüzyıldan günümüze halk edebiyatından destan türünde şiirleri derlemiş. Destan deyince sırf savaşlar, zaferler ve yenilgiler gelmesin akla. Kıtlık, afet, meslekler, yemekler, hayvanlar gibi pek çok şey konu edilmiş durumda. İşin ilginci yüzyıllarca önceki halk dilinin günümüzden çok da uzak olmaması. Sözlüğe ihtiyaç duyduğunuzda da kitabın arkasında yardımcı olacak bilgilere rastlıyor olsanız da doğrusunu söylemek gerekirse yetersiz kalıyor. Buraya alıntılayacak olduklarım genelde bana enteresan gelenler. Halk edebiyatının kuralları kaideleri ve estetiği konusunda maalesef bir şeyler söyleyecek kadar bir bilgim yok. Bu da benim ayıbım olsun.

SİVRİSİNEK DESTANI ( Derviş Halil)

Sivrisinek ile hâlimiz yaman
Sor nice başım yorgana koydurur
Burnumla kulağım yerler her zaman
Kaşınmaktan derimizi soydurur

Katar katar olmuş gelir vız deyü
Çok kanımı içmişlerdir az deyü
Usul ile böyle çal'nır saz deyü
Nefeslerin birbirine uydurur

Akrep gibi sokar burnu kurusun
Acep nâzik çalar Firenk borusun
Yanınca uydurmuş eşek arısın
Hesap edip alayların saydırır

Birbirin kovalayıp yatarlar
Döşeğe girmeye yanup tüterler
Böyle kâideyle usul tutarlar
Sanasın kim nefesleri nay-durur

Kalkup mum yakıp arayım derim
Başını gözünü yarayım derim
Dal satır cümlesin kırayım derim
Korkarım ki büyüklere duydurur

Geceyle derdimi kimse bilmez
Her birin kurşunla vurursan ölmez
Söyleşmek kâbildi yalınız gelmez
Hep eşkıyâsın bile ivdirir

Sanırsın cenkçidir alayın dizer
Avâzın işiten canından bezer
Ellerin evinde beş on gün gezer
Bizim hanemizde altı ay durur

Gece herkes fikretmede yarını
Meteristen dinler âh u zârını
Cümle âlem çeker onun zorunu
Gerek geda gerek ise bay-durur

Derviş Halil eydür ayık yatamam
Sözlerim sahihtir yalan katamam
Üş dururum hiçbirini tutamam
Cine benzer bir acayip soy-durur

DESTAN (Karacaoğlan)

Bana kara diyen dilber
Gözlerin kara değil mi
Yüzünü sevdiren gelin
Kaşların kara değil mi

Güzel, ben seni isterim
Seni koynumda beslerim
Yüzünü güzel göreyim
Zülüfün kara değil mi
Boyun uzun belin ince
Yanakların olmuş gonca
Salıverirsin kolunca
Beliğin kara değil mi

Utanırım akar terim
Güzellikte yok benzerin
En sevgili makbul yerin
Saçların kara değil mi

Beni kara diye yerme
Mevla'm yaratmış hor görme
Ala göze siyah sürme
Çekilir, kara değil mi

Hint'den, Yemen'den çekilir
İner Bağdad'a dökülür
Türlü taama ekilir
Biber de kara değil mi

Göllerde kuğular olur
Göğüs ak, kara benlidir
Mısır'da çok zengin vardır
Kölesi kara değil mi

Pınara konan kuğunun
Kanadı beyaz çoğunun
Çöldeki Arap beyinin
Çadırı kara değil mi

İller de konup göçerler
Lale sümbülü biçerler
Ağalar, beyler içerler
Kahve de kara değil mi

Evlerinde sular akar
Güzelleri göze bakar
Hublar yanağına sokar
Sümbül de kara değil mi

Karac'oğlan der inşallah
Görenler desin maşallah
Kara donlu Beytullah
Örtüsü kara değil mi

DESTAN (Ceyhuni)


İnkisar eylesem yazıktır sana
Döşek üzre yan gelesin sevdiğim
Ağzından burnundan hicran yerine
Parça parça kan kusasın sevdiğim

Bir yel essin gelip Şam'dan Urum'dan
Gam kasavet eksik değil serimden
Yekin yekin kalkamaz ol yerinden
Dizlerine sızı insin sevdiğim

Şöyle bir dert tutsun bilen olmasın
Bir saat yanında kalan olmasın
Korkudan üstüne gelen olmasın
Yine derim derdin azdır sevdiğim

Muradın gözünde kalsın ey kara
İmam bulunmasın kefenin sara
İskatın dağılsın on beşer para
Yine derim o da azdır sevdiğim

Rahatlık görme hiç hab-ı nazında
Isıtmalar tutsun kışın yazında
Yedi yıl hırlasın can boğazında
Suyu İblis versin sana sevdiğim

Dilerim Mevladan derde çatasın
Kapansın gözlerin duvar tutasın
Azıcık ağrıya kırk yıl yatasın
Yine derim derdin azdır sevdiğim

Yata yata yanın belin çürüsün
Eşin dostun etrafını bürüsün
Damarın çekilsin kanın kurusun
Hastalara şan veresin sevdiğim

Ocağın başında ısırgan bitsin
Bacanın başında baykuşlar ötsün
Günde yedi kere ısıtma tutsun
Ettimdi buldum diyesin sevdiğim

Pare pare oldu sinemin başı
Durmayıp akıyor gözümün yaşı
Ol kadar çok olsun alemin işi
Gelip cenazeni kılan olmasın

Ne düşmüşsün Ceyhuni'nin kastına
Zebaniler yapışalar destine
Dokuz ay yatasın bir yan üstüne
Onbir ayda can veresin sevdiğim

***

Bey kürkünü beğenmiyor köçekler
Babasına akl'öğretir çocuklar
Yumurtadan burnu çıkan cücükler
Horoz oldum diye cık cık ediyor
(Seyrani'den)

***

YEMEK DESTANI (Şerife)

Evvela yürüttük baştan çorbayı
Sarımsakla terbiy'olmuş paçayı
Domatesle pişirmeli bamyayı
Midemizi açsın hoş misal olsun

Bihamdillah hiçbir şeyi taşlamam
Yağ içinde yumurtayı boşlamam
Yumşak somun olmayınca başlamam
Semiz etin kenarları al olsun

Baklavayla börek derkenar ola
Şeker helvası da bir hisar ola
Toplanıp ihvanlar berkarar ola
Sıdk u mahabbetli ehl-i hal olsun

Mısırgayı bir hal edin oldurun
Ortasına fıstık pirinç doldurun
Dolmaları üçer üçer kaldırın
Kuvvetli bedene irtihal olsun

Katmeri ince aç yağın sakınma
Sakın ona haşhaş yağı kullanma
İnce etten olur hem de çullama
Tavada pişmiş bir kızıl hallolsun

Enginar ile kereviz ıspanak
Karnabetle semizota birle bak
Patates domates böğrülce kabak
Onlar da içinde hasbihal olsun

Mıkla cılbır mantı kaygana gelsin
Makarnayla keşkeş kuskus çekilsin
Şalga pişip gelir iken dökülsün
Kalan yemekler de istimal olsun

Köfte yaprak bir de lahna dolması
Sarı erik zerdali nohut yahnisi
Zülbiyeyle pancar turp salatası
Onlar da içinde pür kemal olsun

Tabakta turşu da kalmasın mahzun
Zeytinyağ üstüne sıkılsın limon
Balığı kızartın getirin pür hun
Yiyelim bizler de can misal olsun

Yiyenler nimetin şükrün bilirse
Vücut kuvvet bulup halin alırsa
Bu yemekler bize her gün gelirse
İster ise altı oruç hal olsun

Sebebin işleyip kârın gözetsin
Herkes varıp nasibini devşirsin
Günde bana üçer üçer pişirsin
Hıkl huyu güzel bir ayal olsun

Tan etmen ahbaplar siz bu âşıkı
Nimet ucuz amma budur layıkı
Çok istemem ben keseme harçlığı
Beşibirlik ile bin riyal olsun

Hak verir dostuna yarınki günü
Çorbada yemeklerin önüdür önü
Yemeğin bastırmak için üstünü
Kahve ile tütün on çuval olsun

Paluzeyle muhallebi araya
Kifayeler dursun hep bir sıraya
İki tatlı tuzlu gelsin sofraya
Kaymak güllaç ile şeker bal olsun

Canım hem böğrülce bakla da ister
Yıldız kökü çayır bağında biter
Patlıcan ortanın gayretin güder
Karpuz üzüm divlek üç misal olsun

Kadayıfın teni kırmalı telli
Üzeri kokulu emberli güllü
Pilavın üstüne getir sütlüyü
Yiyelim bizlerde can cemal olsun

Bihamdillah yedik nimet ü nânı
Bizim zamanımız bolluk zamanı
Bin üç yüz ondörtte yaptım destanı
Okunsun dillerde bir icmal olsun


ÇANAKKALE DESTANI (Boyabatlı Mustafa)

Üç yüz otuz sözüm Hakk’ın kelâmı
Padişahın geldi büyük selamı
Enver Beyin düşman kırmak meramı

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Euzu besmele çektim çıkarken
Köye baktım şöyle yüksek bir yerden
Karargâha koştum üç günde erken

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Kumandan emrini verdi bir gece
Anadolulardan layıktır nice
Yiğitler şehadet şerbeti içe

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Rumeli toprağı yuğrulmuş kanla
Ün alınır ancak verilen canla
Herkesi yüreği çarpıyor canla

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Kurşunlar atıldı düşmana karşı
Şehitler buldular göklerde arşı
Gaziler döktüler hep sevinç yaşı

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Düşmanın gür sesli büyük topları
Delik deşik etti toprağı yarı
Korkak Frenklerin yokmuş hiç ârı

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

İngilizler Frenge dostmuş diyorlar
Bir kötü kötüye elbette uyar
Onlara bu meydan gelecek  pek dar

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Çanakkale'yi siz sandınız boştur
Davulun sesi de uzaktan hoştur
Saptığınız bu yol bir dik yokuştur

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Aruburnu hani topların nerde
Gazilik arzusu var hangi serde
Şehitlik göktür gazilik yerde

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Ben yorgun değilim içim bir tufan
Müslümandan var mı savaştan kaçan
Türktür dünyaya al bayrak açan

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Zırhlıların gitti deniz dibine
İlk hücumdan sonra ya bu kaçış ne
Kaç durma geçerse fırsat eline

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Çanakkale’yi hiç verir mi Türkler
İstanbul’umuzu alacak bir er
Var mıdır dünyada nerde o asker

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Boyabatlı Ömer oğlu Mustafa
Yazdı bu destanı girerken sofa
Muradı gitmektir arşı tavafa

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

26 Ekim 2016 Çarşamba

Tolstoy - Anna Karenina

Sadece Tolstoy'un yapıtı olarak değil klasikler arasında da en sevilen romanlardan biri Anna Karenina. Daha ilk başlarda dahi yazarın kaleminin kuvveti dikkati çekiyor. O kadar ara vererek okudum ki bazen haftalar girdi araya, yine de her elime aldığımda hem karakterleri hem de kurguyu bir nebze bile unutmadığımın farkına vardım. Neticede romanın sinemaya niye bu kadar fazla adapte edildiğini anlamak mümkün. Tolstoy kafanızda balo salonlarıyla, yazlıklarıyla, pansiyon odalarıyla ve tabi ki karakterleriyle sinematek görüntü oluşturabiliyor. Bir de senaryo kıvamında hazır sunduğu kurgu da cabası. Senarist ve yönetmene diyalogları kısaltıp tempoyu arttırmaktan başka bir görev düşmüyor sanırım. Bu noktada kitaptan ufacık not kırmama sebep olan iki etkenden birini açıklamayalım. Diğer pek çok klasik eserde olduğu gibi sürükleyicilik konusunda sıkıntılar var. Hiç bir zaman bir oturuşta zira ayakta kitap okumak zor, 20 sayfadan fazlasını bitiremedim. Konu her ne kadar bir aşk ve aldatma hikayesi gibi lanse edilse de ve sırf bu sebeple okumam yıllarca gecikti, görülüyor ki roman çok daha derin. Üstüne üstlük romanın ana karakteri sadece Anna Karenina bile değil. Hatta illa özel isim verilmek isteniyorsa Anna Karenina ve Nikolay Levin olması daha isabet olurdu. Bu iki karakterin her ne kadar yolları ender kesişse de iki sembol olarak öne çıkıyor. Biri aşkı uğruna bedel ödeyen ve kıskançlık duygusuyla somuta döktüğü aşırı arzusuyla yıkıma ilerlerken ki güzel ve alımlı Anna hanımefendileri oluyor diğeri ki pek seçenek kalmadı Levin efendi, iç sıkıntısını Sarte'in sevdiği deyişle bunaltısını  aşarak Tanrı'yı bulduğu bir noktada hayatını anlamlandırdığı hayat yolculuğuyla biz okuyucuya örnek model teşkil ediyor. İşte okuyucuya sunduğu bu karşılaştırmanın didaktik amacı son sayfalarda belirginleşince bahsettiğim ikinci olumsuz etken de doğmuş oluyor.
Bir de elimdeki Altın Kalemler serisinin ve doğrudan söylemek gerekirse tercümenin gerçekten çok sıkı olduğunu belirtmem gerekli. Bu versiyon iyidir, candır.

9,50/10

25 Ekim 2016 Salı

Schammasch - Triangle (2016)

3 bölümden oluşan ve 100 dakikaya varan süresi ile, cilalı prodüksiyonu ile son yıllarda görmüş duymuş olduğum en hırslı çalışmalardan biri. Grup DSO, BAN, E, W gibi först kalite grupların arasına ismini kazımak istiyor besbelli. Ama daha gençler, böyle bir albüm kaydetmeleri bile onları aynı kulvara taşımak için yeterli gelmiyor. Bu kısaltmalar ne derseniz: Deathspell Omega, Blut Aus Nord, Enslaved ve Wardruna. Evet Wardruna... İşte böyle ihtiras dolu iddialı bir çalışma olunca da sonuçta nasıl bir sonuca varırsanız varın, arıyı çeken bal gibi reçel gibi ekstrem musikiseveri de kendine çekecek, pek çok blog eleştirmenini şarkı şarkı didikletir duruma düşürecektir. Neyse ki daha önce dediğim gibi müzik eleştirmeni değilim, sadece günlük tutuyorum burada. İlk bölüm jilet keskinliğinde, soğuk , boşluklara düşüresice death metal etkisinin de hissedildiği modern black metal örneklerinden oluşuyor. Intro beklentinizi gayet de artırıcı bir giriş yapıyor. Process of Dying başlığını  taşıyan bu ilk bölüm modern black metal numunelerinin üzerine taş koymuyor aslında, bildiğiniz Latince bölüm var, hayli İskandinav bir pasaj felan. İşte biz de yaptık diyorlar ve hiç de fena değil. Beğendim. Albümün ikinci bölümü Metaflesh olaraktan adlandırılmış. Bu bölümde işler biraz daha karışıyor. Kaydın progresif saykedelik yüzü diyebilirim. Ama öyle çiçek çocuk işleri felan beklemeyin. Kulak kanaması geçirince de beni suçlamayın. Ortaya biraz sludge biraz Pink Floyd ekleyelim. Ne alaka demeyin. İçince başınız dönecek bu iksiri. Benim de başım döndü, pek bir karışığım. Ve son bölüm: The Supernal Clear Light of the Void. Tribal ambiyans temalı bu son bölümde Maelstrom güçlü duyguları uyandıran bir parça olarak öne çıkmakla beraber benim en zayıf bulduğum kısmı oldu albümün. Fakat biliniyor ki renkler ve zevkler tartışılmaz. Her dinleyen farklı bir bölümü övebiliyor. Yani aslında bir bakıma hit and miss diyor ya ecnebiler, öyle bir şey. Fevkaladeliğin etrafında o kadar dolaşıyorlar ki neden olmadı yafu diye bir kat daha üzüyorlar bizleri.

7,75-/10

24 Ekim 2016 Pazartesi

Brand New - Deja entendu (2003)

Alternatif rock? Emo? Nu-rock :) Benim için pop punk tanımı kafi. Grup büyük mü değil mi bilmiyorum amma bayağı adanmış bir dinleyici kitlesine sahip. Bu albümü de pek çok pek çok seviliyor. Bendeniz ise fazlasıyla tahmin edilebilir, şaşırtıcılık arz etmeyen bir kayıt olarak duydum, bildim. Sonlara doğru biraz daha ilginçleşiyor ve başka grupları hatırlatan, daha anaakıma yaklaşan bir çizgiye yaklaşıyorlar. Bunu iyi bir şey olarak görmem gerekirken bu yönelişi de sıkıcı buldum. Good To Know bilmemne bilmem ne ismindeki şarkıları bir antenlerimi titretti. Oradaki gitar solosu da kesin bir yerlerden fazlasıyla esinlenmiş gibi duruyor. Lakin müzik öyle güzel bir şey ki sonraki albümleri dudak uçurtacak cinsten. Burada bıraksaymışım grubu dinlemeyi, çok şey kaçıracakmışım.

5,50/10

23 Ekim 2016 Pazar

Naughty Boy - Hotel Cabana (2013)

Basit pop dinlemek istiyorum bir süreliğine. İngiltere'deki güncel dans pop soundunu birebir aktaran bu çalışma Naught Boy lakabıyla bilinen bir besteci prodüktörün ilk albümü. Ya demiş, benim şarkılarımla millet ünlü oluyor, şimdi de bu şarkıcılar benim albümüme bir katkı da bulunsun, adım ünvanım alsın yürüsün. Albüm ünlülerin kaldığı Hotel Cabana isminde hayali bir otel konsepti etrafında şekilleniyor. Bir sürü şarkıcı ve rapçi var, hepsinin isimlerini saymayacağım. Sadece albümü uçuran şarkı La La La'daki İngiltere'nin son yıllardaki en popüler ismi Sam Smith işbirliğini ayrıca belirtmem gerekli. Peru mu desem Bolivya mı desem bir çocuğun gizemli yolculuğunu konu alan klibiyle hatırladığımız, eğer göz ve kulağınızda sorun yoksa bu şarkıyı da klibini de bildiğinizi varsayıyorum, şarkı bu onyıldaki klasikleşmiş şarkılar arasında çoktan yerini ayırtmış durumda. Çok şarkıcı var dedim ya işte burada uyum sorunu ortaya çıkıyor. Eleştirmenler de albümü bir tür derleme toplama çalışmasına bu yüzden benzetiyorlar. Yani diğer deyişle Ed Sheeran'a yer vermek biraz fazla kaçmış. Ayrıca pop şarkılarının orasına burasına rap verse'lerini katmak da artık baymadı mı? La La La dedik, diğer single'lardan Lifted, Pluto, sadece nakaratıyla Holywood ve One Way, bonus parça olarak Get Lucky yorumu (Get Lucky nedir diye soran yoktur umarım) ve Never Be Your Woman diğer hoşlandığım parçalar. Doksanlar euro dans'ını hatırlatan şarkılar her zaman kabulüm zaten. Diğer yandan bazı şarkılara uygulanan aynı formülasyon kaydın zayıf yanını oluşturuyor. Bunu da nakaratların gücüyle bir yere kadar dengelemişler. Neyse ne, pop namına dinlenebilecek hoş eli yüzü düzgün gideri olan bir çalışma.

7,0+/10

20 Ekim 2016 Perşembe

Afro-Cuban All Stars - A Toda Cuba le Gusta (1997)

Bunea Vista sosyal kulübü'nde de yer alan müzisyenlerin oluşturduğu bu proje albümünü her ne kadar Küba müziğine biraz mesafeli yaklaştığımı söylesem de oldukça beğendiğimi söyleyebilirim. Hatta Buena Vista kaydından bile fazla. Müziğin güzel cilveleri bunlar. Aradaki farkı bu albümün çok daha hareketli olması oluşturuyor. Bunu büyük miktarda da sentezlediği Afrika ritimlerine borçlu. Afro-Küba caz örneği olarak sunduğu cazip eğlenceli yönüyle oldukça öne çıkıyor ve keyif veriyor. Kısacası durum bu.

8,50/10

19 Ekim 2016 Çarşamba

Duke Ellington - Duke Ellington's Far East Suite (1967)

Çok sayıda albümüyle birbirinden farklı tepkilere layık görülen jazz üstadının bu dinlediğim kaydı, sadece kendisinin değil türün de en iyileri arasında gösteriliyor. Bir miktar gecikmişlik duygusunu hissettiren albüm ellili yıllardaki pembe bulutlar içinde romans yaşayan ve egzotik ülkelerde geçen belki de biraz oryantalist hollywood filmlerinin soundtrack'i intibasını uyandırıyor. Doğuya ait klişeleştirilmiş melodileri caz çalgıları yani orkestrasyonuna tabi tutarak çalma ucuzluğuna düşmemiş. Bu manada bu mükellef karışım cazın bir milim dahi uzağına düşmüyor. Ayrıca güçlü ve hızlı ritimleri, tıklım tıklım bir otobüste dışarıdan bakıldığında kafada soru işaretleri yaratacak saçmalıkta tempo tutmanızı, mırıldanmanızı sağlayabilir. Kendimden biliyorum, benden uyarması. İçinize hafif hafif farkına bile varmadan serotonin zerkedecek bu çalışmada benim özellikle hoşuma gidenler Mount Harissa ve Blue Pepper oldu. Yalnız bu öyle bir çalışma ki herbirkeslere kendi favorisini ayrı ayrı seçebilme özgürlüğünü veriyor.

8,50/10

18 Ekim 2016 Salı

Hop Along - Painted Shut (2015)

Hop Along nedir kimlerden oluşur bilmem. Bir kısmı başka bir isim altında olmak üzere on iki senedir faal olan grubun hepi topu üç kaydı bulunuyor. Ve bu son albümleri ile RYM'de geçen sene hayli ses getirmişlerdi, janrı içinde. Tavsiye edildiği gibi biraz alışma süresi vererek dinlemeli ve dinlemeliyiz. Ben de böyle yaptığım için gayet memnunum ki dinlemelerim sonuç verdi, meyvasını hüplettim. Vokal ağırlıklı ve keskin tonlu gitar doğrultusunda akan bir kayıt. Bayan vokalin sesi güzellik estetiğinin dışında, sesini çatallaşana kadar duygusunu açığa çıkararak hafiften sinirli bir şekilde şarkılarını söylüyor. Yani alışmak lazım. Üstelik söyleme tekniği de farklı. Her hecede farklı notalara ritimlere volüme uğruyor. Bir heceyi kısa söylerken diğerini uzatıyor, diğer diğerini ötekine bağlıyor. Arnavut kaldırımlı yolda ilerler gibi. Yani alışmak lazım. Sözler hayattan sıradanlıktan öte bir şey sunmuyor. Basitçe indie rock demişler ki altını blues rock vasıtasıyla taşınan folktan, grunge rock'tan, 90'lar alternatif rock'ından etkilerle doldurmuşlar. Bu yüzden Dinosaur Jr dinlerken ki aldığım keyfi tekrar yaşadım. Bir de ilginçtir bazı şarkılar Natalie Imbruglia gibi isimleri getirdi aklıma. Torn diye bir şarkısı vardı bilmem hatırlar mısınız? Başka bir deyişle aklınızda yer tutacak farklı bir dinleti olduğu kesin. Ve bu bile dinlemeniz için tek başına yeter bir sebep.
Albümün açılışını yapan The Knock ve Buddy in the Parade Bozcaada'nın serin sularına atlamış gibi uyandırıcı bir etkide bulunuyor. Ve kapanışı yapan iki şarkı Well-Dressed ve Sister Cities'de isimlerinin anılmasını hakediyor.

7,75-/10

17 Ekim 2016 Pazartesi

Julianna Barwick - Nepenthe (2013)

Julianna Barwick'i tanımam etmem. Ama bu albümüyle en kızgın sinirli halimde bile beni sakinleştirebildiğini gayet net söyleyebilirim, uyuşturucu etkisi gibim bir şey. Kayıt kalitesi de gayet iyi. Üstelik yaptığı ambiyans müziği Enya, Secret Garden tarzı new age tadıyla da harmanlayarak ruhani bir hava katmış ve zenginleştirmiş. Şarkılar manalı sözler içeriyor mu, onu da araştırma zahmetine girmedim. Aaalardan oluşan polifonik harmoniler gayet keyifli. Daha fazla irdelemenin gerengi yok. Yine de mevcut olan huzurlu duygular uyandırma kapasitesine bir miktar vurgu eklemesinin zararı dokunmazdı.

7,50+/10

15 Ekim 2016 Cumartesi

RETRO: Thyrfing - Valdr Galga (1999)

Kılıç kalkan sesleri ve trompet usulünden keyboard tınısıyla bana hiç de albüm kapağındaki gibi oturduk hana içeriz içkilerimizi helöhelölöy havasını vermedi. Gayet açık havada tepinmeye uygun bir çalışma bu. Şöyle de bir gerçek var ki folk ezgilerini müzikleriyle daha uyumlu çalıyorlar artık. Biraz daha mutluluk hormonu salgıladıkları da kesin. İlk albümünde söylemiş miydim hatırlamıyorum ama sözler hala komik derecesinde basit. İlk albüm için söylediğimi net hatırlıyorum, keyboardun tonu da hala pek iç açıcı değil. En son rifffleri de göz önünde bulundurduğumuzda çıkış albümlerinin bir tık ötesinde bir performans sergilediklerini söylemekte yazıp çizmekte hiç mahzur yok. Yine de özellikle arayıp hal hatır soracağım bir grup değil kendileri, o ayrı.

7,50+/10

14 Ekim 2016 Cuma

RETRO: Motörhead - Iron Fist (1982)

Grubun klasik kadrosunun son kaydı Iron Fist dinleyiciler tarafından karışık tepkilerle karşılanmış. Olabilir. Hala aynı Motörhead olsalar da ufak tefek değişiklikleri fark edebilmek mümkün. Daha önceki işlerin biraz daha adrese teslim, kısa ve öz tekrarı diyebiliriz ancak. Bununla birlikte bazı şarkılarda gruuvi öğelerine özellikle gitar performansında çok daha fazla başvurmuşlar ki pek ala pek güzel. Bu yüzden America, Go To Hell, Loser, Don't Need Religion ve Iron Fist gibi şarkılar pek lezzetli geliyor kulağa. Bence bugünden tekrar değerlendirildiğinde kıymeti biraz daha anlaşılacak gibime geliyor.

7,50+/10

13 Ekim 2016 Perşembe

Kök - Bilmece (2013)

Kafamda çok daha detaylı şeyler planlamama rağmen kısaca geçmek zorundayım maalesef. Kurban'dan Kerem Tüzün, Nekropsi'den Cem Ömeroğlu ve karikatürcü kimliğiyle tanınsa da bir dönem Siddhartha'da da yer alan Kaan Sezgin tarafından uzuuun seneler önce kurulan grup 2013 senesinde ilk albümlerini yayınlar. Albüm için sanal kaynaklarda elemanların geçmiş tecrübelerine de dayanarak progresif yakıştırması yapılsa da özellikle bir kaç enstrümantal parçada öne çıkan anlar haricinde (ki mevcuttan daha uzun süren sözsüz parçalar dinlemek isteriz) ben çok değişik şeyler hissetmedim. Elbette birebir olmamakla beraber  Ogün Sanlısoy ve Kurban tarzına yakın Anadolu Rock tınıları çok daha belirgin. Başta vokalden dolayı bu histen kurtulamıyorsunuz. Ki bir miktar daha sert tonlamalardan (Bilmece'de bariz thrash var yafu) ve sert duruşla uyumlu dinamizmden dolayı bu his pek bir güzel. Ayrıca yerelliğin köklerden direkt, tek elden sağlanarak müziğe sindirilmesi de diğer yerelezgili rock gruplarının işlerinden farkı ortay koymakta. Ancak albümü Nekropsi ya da benzeri grupların progresif rock tadını bekleyerek dinlediğinizde ilk başlarda uyum sağlamanız, beklentileriniz karşısında zor olabiliyor. Hatta gitar ve vokal ayrı tellerden çalıyor gibi de geliyor. Aslında var olan şey aralarındaki ahenkin farklı işlemesi. Yine de ara ara, bayağı sounddaki boşlukları doldurarak kesik kesikliği önleyecek akıcı müdahalelere ihtiyaç duyulmuyor değil. Bas ve davul daha aktif olabilir, sesleri öne taşınabilir, bağlama başta olmak üzere diğer sazların varlığı, neden olmasın? gibi gibi... Anla, Anlat gibi şarkıların isimleri güçlü olmalarından kaynaklı anılabilir, lakin benim için Kuyu, Nehir gibi parçalar daha anlamlı ve etkileyici bir yerdeler.

7,50/10

11 Ekim 2016 Salı

Hayal Bilgisi (8-10-11-13-16. sayılar)


Hayal Bilgisi, Van Erciş'ten okuyucusunu selamlayan samimi, edebiyat dergisinden öte mahfil olmaya çalışan bir dergi. Muhafazakar çizgiye yakın durmakla beraber ajitasyona boğulmayan dergide ki edebi kaygıyı önde tuttuklarını belirtmekteler zaten, romantizmden fazlasıyla etkilenmiş lirik şiirlerin hakimiyeti görünüyor. Deneme ve öykülere de yer vermekle beraber ürün dergisi kimliğinden uzaklaşmıyorlar. Dergilerini talep edene ücretsiz gönderme ya da nüshalarını internette yayınlama gibi güzel işlerle, satış derdinde olmadıklarını gösteriyorlar. Derginin sayfalarını illüstrasyonlarla süsleyip ferah bir okumaya imkan vererek güncel duyarlılıklarla (çoğu kez politik yapıya bağlı olarak tek yönlü olmakla birlikte) ve yeni nesille bağlarını koparmadıklarını bir nevi ilan ediyorlar. Diğer dergilerde olduğu gibi işin yükünü büyük oranda üstlenen bir isim var: Cihat Albayrak. Aşağıda görüleceği gibi nüshalarda eserlerine yer verilen belli bir kemik kadro oluşturmayı başarmışlar ve buna bağlı olarak uzun soluklu yayın hayatına devam etmekteler.

8. sayısı aşk şiirleri antolojisi maksadıyla hazırlanmış. Bununla birlikte eserler sadece şiirlerle sınırlı tutulmamış. Ayrıca aşk şiirleri başlığı altında büyük ustaların alıntılanıp durulan şiirleri yerine yeni şiirlerin tercih edilmesi önemli bir fark oluşturuyor. Cihat Albayrak, Ahmet Bozkurt, Arzu Eşbah, Atilla Yaşrin, Hatice Çay, Yusuf Bal, Mavi Tuğba Ateş, Mehmet Türkmen, Müştehir Karakaya, Hakan Kartal, Rasim Demirtaş, Selami Ay, Selma Ülger, Umut Aydın, İlknur Karanfil, Yelda Karataş, Mustafa Gökhan Tosun, Emre Gürkan Kanmaz, Ayşe Ünsal, Çağlar Biber, Lütfi Bergen, Necip Tosun, Nurdal Durmuş, Mürsel Ferhat Sağlam, İlker Nuri Öztürk, Almila Erdem, Gülşen Çağan, Leyla Arsal, Mehdi Akan, Müzeyyen Çelik, Hakan Bilge, Esra Pak sayıya kalemini ödünç veren isimler.
10. sayıda şiirleriyle yer alan isimler: Müştehir Karakaya, Cihat Albayrak, Adige Batur, Esra Pak, İclal Tiryaki, Abdülkadir Üstündağ, Cahit Tan, Gülşen Çağan, İnci Erkan Taş, Zelal Akgün, Mehmet Türkmen, Pınar Doğu, Rukiye Bakır, Şen Çakır, Yelda Karataş, Yaşar Bedri, Yasin Börekoğlu, Yasin Altunbay, Kemal Acar, Lütfi Demir, Hızır İrfan Önder, Yunus Ünsal, Aziz Küçük, Emine Köseoğlu.
Önyargı ve farklı bakış açılarına dayalı öyküsüyle İbrahim Sarp Baysu, denemesiyle Emre Gürkan Kanmaz ,Ebru Kayır, Ayşe Ünsal ve Fatma Tanrıkulu, Uçan Üniversite isimli kitap kritiği ile Emre Adaklı, Hilmi Yavuz'un Yolculuğun Yolculuğu ismindeki şiirini irdelendiği yazısıyla Atilla Yaşrin, köylerde kadın olmanın zorluğunun vurgulandığı öyküsüyle  Semrin Şahin,  annesini kaybetmiş bir çocuğun diliyle yazdığı öyküsüyle Meltem Dağcı, kitap eleştirisiyle Selin Gamze Aşkın, yer bulabilen diğer isimler oluyor. Ayrıca Genç Köşe başlığı altında genç kalemlerden bir şiir ve bir öyküye yer verilmiş.
11. sayıda Sedat İpek, Mavi Tuğba Ateş, Mehmet Türkmen, Cahit Tan, Beyza Hilal Nur Dindar, Ferda Balkaya Çetin, İclal Tiryaki, İlknur Karanfil, Yunus Ünsal, Leyla Arsal, Hakan Şahin, Pınar Doğu, Tuba Küçük, Arif Onur Solak, Yaşar Bedri, Öztekin Düzgün, Yusuf Bal, Nurten Çakır, Murat Gil, Hasan Bozdaş, Eşref Yener, Emre Gürkan Kanmaz, Şahin Sevim, Cengizhan Genç, Özlem Aydın gibi isimlerin şiirleriyle birlikte deneme, inceleme ve öykülerde Gülnaz Eliaçık, Semrin Şahin, Esra Pak, Abdülkadir Üstündağ, Emrah Adaklı, Meltem Dağcı, İbrahim Sarp Baysu, Nevin Akbulut, Gül Esen Kılıç, Beyza Alioğlu, Akın Akar, Kamuran Başdemir, Sefa Tokat, Ayşe Ünsal, Cihat Albayrak'ın isimlerine rastlıyoruz.
13. sayı İslam coğrafyasında yaşanan savaşlar nedeniyle hayatını kaybeden tüm sivillere ithaf ediliyor. Müştehir Karakaya, Mehtap Altan, Yusuf Bal, Gülnaz Eliaçık, Semrin Şahin, Ünal Dereli, Esra Pak, Abdülkadir Üstündağ, Okan Alay, Ümmü Erva, Meltem Dağcı, Umut Talha Sevgi,Emre Gürkan Kanmaz, Tekin Parmaksız, Akın Akar, Emrah Adaklı, Saliha Güngör, Merve Yalçın, Cihat Albayrak, Ayşe Ünsal düzyazılara imza atan isimler. Şiirlerde ise Abdurrahman Adıyan, Sedat İpek ,S.İclal Tiryaki, Mehmet Türkmen, Cihat Şit, Özge Elif Ceylan, Hasan Bozdaş, Ahmet Can Altıok, Emre Küçükoğlu, Sena Karataşlı, Ferda Balkaya Çetin, Devrim Horlu, Zeki Altın, Beyza Hilal Nur Dindar, Adige Batur, Leyla Arsal, Beyza Alioğlu, Murat Tolak, Hasan Bozaslan, Özlem Aydın, Arif Onur Solak, Ayşe Ceylan Kebeli'nin isimleri görülüyor. Düzyazıların hacminin artış gösterdiği bu sayı ayrıca edebiyat dergileri üzerine bir soruşturma da içermekte.
16. sayı ise yerel bir şair Ercişli Emrah'a, onun adına verilen ödüldeki şiirlere ve halk edebiyatından çağdaş örneklere ayrılmış durumda. Edebiyatımızda çok da işlenmeyen folklördeki eksikliği kapama uğruna bir tuğla niyetine bu sayıyı kotararak mühim bir rol üstlenmişler. Daha önceki sayılardaki bir kaç istisna dışında zayıf yönleri olan inceleme dalını, Ercişli Emrah'ın şiirlerinin, hayatının irdelendiği yazılarla yer vererek gidermişler. Seçkiye bu sayıdan örnek almıyorum. Zira çoğu şiiri ve aşığın hikayesiyle saklanması gereken bir nüsha.


7 Ekim 2016 Cuma

Avantasia - Ghostlights (2016)

Avantasia'nın son dönem yaptığı işlerden bir kafa önde olma iddiasıyla kulak verdiğim çalışmayı dinledikten sonra yine keşke vokalleri büyük oranda (ki konuk oyuncular yok değil) başkalarına verse (Tobias, evet ses rengin artık rahatsızlık veriyor), böyle diyaloglu tematik konseptli bir şey olsa, diğer sanatçıların da yaratıcılığa katkısı büyük ölçüde sağlansa dedirtti. Uzun lafın sünnetlisi, keşke bu albüm Metal Opera III olaydı. Ki oradaki ana karakter bir kaç şarkıda dile gelmiş. Şimdi verdiğim karar şu ki inaf is inaf, no mor Avantasia. Helloween'i hatırlatan, Kiske ve Lande destekli Ghostlight, hayli modern ve gotik havasıyla ye sev ya terket havasındaki Draconian Love, yine Lande'li Luciferbenim için öne çıkan parçalar oldu. Yapılmaya çalışan şeyi de anlıyorum, hard rock'dan power metal'e, arada heavy metal ve aykırı bir şekilde gotik tınılarla birlikte çeşitlilik sağlanarak akılda yer tutturulmaya çalışılmış. Konuk vokaller bile beklendiği kadar sıçrama yaratmamış kayıtta. Yok, uzatmayayım, ben doydum artık.

7,0+/10




6 Ekim 2016 Perşembe

Vex'd - Cloud Seed (2010)

Elektronik müzikte alt türleri pek anlayamıyor bir de üzerine bir o kadar idrak edemiyorum. Burial dubstep idi, future garage oldu. Dubstep diye youtube'a bakınca trap tekno gibi daha ekstrem beatlerle karşılaşıyorum. Vex'd'in bu ikinci albümü Burial çizgisine biraz daha yakın, hatta ondan daha fazla dub şarkıları içeriyor. Dub derken hani kökleri reggae'ye dayanan var ya, ondan bahsediyorum. Şarkılar bir yandan karanlık Falloutvari atmosferi paylaşıyorken diğer yandan da kendilerine has karaktere sahipler. Hatta yamalı bohça diyenlere hak vermemek elde değil. Ama İngiltere'de gelişen bu alternatif elektronik sahnenin ortak özelliği de bu değil mi? Ancak hiç bir elektronik albümde, henüz, klasik bestecilerin bir eserine yapılan remiks dinlememiştim. Bkz. Prokofyev - 2. Yaylı Dörtlüsü. (O kadar ilginç olmuş ki orijinalini dinleyip kıyaslama yapmaktan kaçındım) Albümde yer alan tek remiks bu değil, Distance ve Plaid yorumları da mevcut. Daha karışık bir şey söyleyeyim, hani Müzik Tarihi'nde klasik müzik ile elektroniğin içiçe geçtiği bir yönelim var demiştim. Örnek: John Richards remiksi (uyuttu resmen). Etti dört remiks. Albümdeki aksak ve haşin basları ve bazı şarkılardaki sinematek havayı özellikle beğendim. Albümdeki ambiyans ve çalgılı sözlü geleneksel yapı arasındaki gelgitler o kadar rahatsızlık vermedi. Vokal desteği aldığı parçalardan Jamaika kokulu ilk şarkı ve Tricky tatlı Disposition özellikle hoşuma gitti ki yine diğerleriyle hemfikir olamadım burada. Onlar Heart Space'i sevmiş ki bende hiç helecan uyandırttırtıramadı. Vokal derken vokal kesyapıştırlı , (a-a-a- ı-ı-ı) Distance'ın Fallen remiksi de oldukça etkileyici. Tüyler kıpır kıpır horon tutuyor. Kaydın bütünlük açısından sorun yaşadığını dolaylı yoldan belirtmişim zaten. Son şarkıdaki sertlik gereksiz kaçmış misal. Onun dışında beklenmedik şeyler sunduğu için thumb up diyorum. Baş parmağımı gösteriyorum da siz görmüyorsunuzdur.

7,25/10

5 Ekim 2016 Çarşamba

Chico Buarque - Construção (1971)

MPB yani Brezilya popüler müziği olarak adlandırılan akım Bossa Nova ve Samba gibi türlerin modernize edilmesinden ibaret gibi görünse de bizdeki özgün müzik ya da çağdaş folk akımlarına paralel gelecek şekilde çok daha zengin bir açılım sunuyor. Chico Buarque de bu türün önemli isimlerinden biri. Ülkesindeki diğer kayıtlarda olduğu gibi kısa ama dopdolu olan bu albüm, yedinci sekizinci kaydı felan olsa gerek. Mavi gözlü ve bembeyaz teniyle klasik Brezilyalılardan farklı görünse de askeri diktatörlüğe karşı olan tavrıyla aynı yerde konumlanarak dimdik bir duruş sergiliyor. Albümün ilginç bir atmosferi var. Her ne kadar tembel yaz havasını solutuyor gibi bir duyguya kapılsanız da her şarkıda farklı enstrümanların kullanımı ve vokal yorumu dinleyeni değişik ve birbiriyle zıt duygulara sürükleyebiliyor. Albümde en çok bir çok sevdiğim albüme ismini veren şarkıdaki dinamik orkestrasyon prostest bir tutumu dinleyene geçirirken başka bir şarkıda hüzne diğerinde tropikal ritimlerin etkisiyle dans edilebilir hafifliğe kendinizi teslim edebiliyorsunuz. Bununla birlikte genel atmosfer mucizevi bir şekilde bütünlüğünü koruyabiliyor. İşte bu yüzden şarkı bazlı değil atmosferiyle bir değerlendirme yapmak daha uygun düşecektir.

7,50-/10

4 Ekim 2016 Salı

Giovanni Marradi - Passion (1996)

Piyanist Giovanni hoca, bu albüm ile bayat synthleri sahiplenmekle kalmamış, kuş börtü böcek dere seslerini de bolca müziğine entegre etmiş. Kulaklıkla dinlediğinizde ilk başlarda piyanoda tercih edilen tiz tınılar rahatsız edecektir, işin kötüsü diğer dinlemelerde de hiç bir şeyin değişmeyeceğini garanti edebilirim. Melodilerin yaratımında sanatçının ustalığı şüphe götürmez bir gerçek. Romantik, sevgili ile elele tutuşup sonbaharda düşen yaprakları izlemek felan... Ama dinlediğim bu altıncı albümde artık ezgiler hep tanıdık gelmeye mi başladı ne? Velhasıl demek ki Giovanni ustaya veda etmenin zamanı gelmiş bence.

6,50/10

3 Ekim 2016 Pazartesi

RETRO: Thyrfing - Thyrfing (1997)

Çok da arayıp sorduğum bir grup olmamakla birlikte, Thyrfing viking metalin önde gelen isimlerinden biri. Bugün dahi aktif bir şekilde müzikal kariyerlerine devam etmekte olup, yedi tane nurtopu gibi uzunçalarlarlarları bulunmakta. 1997 yılına kadar da iki kısa albüm yayınlamışlar. Bir, folk melodileri metal müzikle harmanlama tarzlarını biraz tekdüze buluyorum. Kapanış şarkısında duyulduğu üzere koroyu da katarak farklılaştığı sürece beğenim artıyor. İkincisi, ikinci albümde de devam ettirdikleri keyboardın tonlamasını sevmiyorum. Halay çekmeye mi geldik yafu? Yalnız keyboardun melodileri şarkılara ayrı bir hava katıyor, inkar etmek olmaz şimdi. Diğer folklorik gruplardan en büyük farkları ise black metal köklerine yapılan vurgu olsa gerek. Logolarında isimlerini nasıl çıkartırsınız bilmem ama gayet güzel görünüyor estetik olaraktann.

7,50/10

2 Ekim 2016 Pazar

Ahmet Say - Müzik Tarihi

Müzik dinlemeyi oldukça seven biri olarak bu kaynak kitabı okumam elzemdi. İlk çağdan başlayarak müzik akımlarını, enstrümanların gelişimini ve bestecilerini dönem dönem ele alan kitap, din referanslı orta çağ müziğiyle bağlantıyı da göstererek klasik müziğin hikayesini anlatıyor aslında. Ülkemizdeki klasik müziğin yansımaları da ayrı bir bölümde ele alınmakta. Aslına bakarsanız ülkemizde ve misal uzak doğuda saray müziğinin bir nevi batılı klasik müzikle paralelliği söz konusu olduğu düşünüldüğünde klasik Türk-Osmanlı müziğinin işlenmemesi eksiklik görülebilir. Diğer yandan hacim olarak bu kitabın kapsamına alınamayacağı da bir gerçek. Antik Yunan müziği çizgisinde ilerleyen orta çağ hristiyan müziği, gotik müzik, din dışı müziğin serpilip gelişmesi ve çoksesliliğin yaygınlaşması, nota yazımının standartlaşması Rönesans'a kadar olan sürecin belli başlı başlıklarını meydana getiriyor. Eser, müziği ait olduğu sosyal çevreden bağımsız tutmayarak dönemin sosyal kültürel politik gelişmelerine de yer veriyor. Kitapta örnek verilip irdelenen besteleri youtube'da arayıp bulayarak dinlemek çok büyük bir olanak, tavsiye ederim.
Melodi ve harmoniye yönelinen Barok dönem müzikte olduğu kadar resim, heykel, mimarlık gibi sanat dallarında da ortak bir tavrı belirliyor.Görkeme düşkün performansa dayalı barok müzik Bach, Handel, Telemann, Vivaldi gibi isimlerle taçlanıyor. Ölçülü ve kontrollü izlenimlere ve duygusallığın tekdüze işlenmesine tepki olarak ise Klasisizm akımı doğuyor. Bu akım aydınlanma çağının bir izdüşümü olarak görülebilir. Ayrıca bu çağda senfoniler günümüzde bilinen kimliğine kavuşuyor. Bach'ın büyük oğlu CPE Bach ve küçük oğlu JC Bach, Haydn, büyük isim Mozart bu dönemde öne çıkan besteciler (bağdar). Saraydan burjuvaya yayılan bu müzikte sürekli iniş çıkışlar, gerilim ve çözülmeler diğer bir deyişle dramatik kurgu ön plandadır. Fransız Devrimi'nin ertesinde ise bu sefer Klasisizm'e tepki olarak Romantizm akımı adını duyurmaya başlar. Klasisizmi ilerleten Beethoven, bir klasik olmakla beraber, romantizmi de etkilemiştir. Bu çağda Weber, Schubert, Rossini, Berlioz, Paganini, Mendelssohn, Chopin, Schumann gibi ustaların ismi duyulur. Usçuluk karşısında duyulan hayal kırıklığın yönlendirdiği akımda, bireyselciliğin gelişimine bağlı olarak müziğe ezgiler yön verir, formlardan ziyade duygusal ifade önem kazanır. Geç Romantizm ile birlikte tarihe değinimler ulusçu bir hüviyete de bürünmeye başlar. Romantizmin son aşamalarında ismi geçen Liszt, Wagner, Verdi, Brahms, Bruckner, Mahler, Strauss gibi bestecilerin yapıtları bugün de klasik müziğin belkemiğini oluşturur. 19. yüzyılla birlikte yerel kültürlerin sentezlendiği ulusal akımlar gelişmeye başlar. Rusya'da  Musorgski, Rimski-Korsakov, Çaykovksi, Rahmaninof, Çek okulundan Smetana, Dvorak ve Janacek, İskandinav okulundan Grieg, Nielsen, Sibelius, İngiltere'de Elgar, Vaughan Williams, Macaristan'da Bartok dünyada da isimlerini duyurmuş önemli bestecilerdir. Bu isimler müzikal yöneliş olarak kendi kültürlerini müziklerine entegre ederken diğer yandan romantizm, klasisim, yenilikçilik gibi farklı tavırları da benimsemişlerdir. Macar milliyetçisi Liszt'in romantik akımın, Bartok'un yeni müzik akımının önde gelen isimlerinden biri olması gibi. Renk değerlerini ışık ve gölge ile veren ve açıkhava çalışmasını tercih eden resim sanatındaki İzlenimcilik müzikte de kendine yer bulmuş, uçarı ve kırılgan bir sesle bütünleşmiştir. Ritim ve ölçü belirsizliğe yakınlaşır. Sessizlik sıkça kullanılan bir öğedir. Tınının doygunluğundan ziyade sadeliği tercih edilir. Debussy, Ravel, Satie'nin isimleri anılabilir.
Modern çağın başlangıcıyla güzel ve estetik haricinde çirkinliğin de müzikte temsiliyetine inanan yeni müzik akımları doğar. Çoğulcu tondışılık, yabancılaşmanın bozulmanın soğukluğun yansıdığı çarpık ezgiler, enstrüman haricinde çevredeki seslerin de kullanımı, elektronik aygıtların duhulü  gibi unsurlar başvurulan yeni tekniklerdir. Skriyabin, Ives, Schönberg, Berg, Webern, Bartok farklılıklarıyla, farklı alt türlerle bu akımın içinde düşünülebilir. Hindemith, orta dönemiyle Stravinski, Prokofyev gibi isimler ise Yeni Klasisizm'in öncülüğünü yapmışlardır. Caz müzik de bu dönemde klasik müziğe tesir etmiş ve Geshwin ve izlenimci bestelerin hemen hemen tümünde aksini yansıtma imkanı bulmuştur. Kitap 50'li yıllardan sonra elektronik müziğin de yansımalarından bahsetmekte ve ülke ülke bestecileri günümüzde öne çıkan Pendereçki, Cage, Xenakis, Boulez, Messiaen, Glass gibi isimleri de zikrederek incelemeye tabi tutmuştur. Kitap doksanların belli bir dönemine kadar olan süreci kapsadığı için elbette güncelliği eksiktir. Görebildiğim duyabildiğim kadarıyla, elektronik, ambiyans ve hatta post-rock gibi akımların etkisi o kadar ağırlaşmıştır ki kimi zaman türler arasında ayrım yapılamaz konuma gelinmiştir. Son bölümde ise bahsettiğim gibi Osmanlı'dan günümüze batılı anlamda müziğin gelişimi incelenmekte ve yerli bestecilerimizden Ahmed Adnan Saygun için; Romanya için Enescu, Macaristan için Bartok, Polonya için Şmanovski'nin besteciliği nasıl ileri bir ölçüt taşıyorsa, aynı evrensel anlamda Türkiye için yeri doldurulamaz bir değer sergilemektedir denmektedir. Yazar, Türkiye'deki akımları birbiriyle bağlantılarını gözardı etmeden iki çizgi etrafında topluyor: Yapıtlarında genellikle Türkiye'nin özgün soluğunu yansıtmak isteyenler ve yapıtlarında genellikle batının yeni akım ve tekniklerini kullanmayı yeğleyenler.

10

RETRO: Motörhead - No Sleep 'Til Hammersmith (1981)

Grup, zirvede olduğu dönemde turne kayıtlarından derledikleri bu çalışmayla dinleyicilerine konserlerinin havasını soluma olanağını sunar. İlk dönemdeki bütün bilindik şarkıları içerir kayıt: Ace of Spades, Overkill, Capricorn, Iron Horse, Bomber, Motörhead,Stay Clean gibi gibi. Konserlerinde de zaten albümlerinde gösterdikleri performansın daha azını göstermeleri beklenemez. Bu albüm de bunun bir kanıtı oluyor. Diğer yandan belki seyirci coşkusu daha baskın ifade edilebilirdi (kapanışı hariç tutuyorum). Belki prodüksiyon ekibinin tercihi, belki de uslu geçiyordur konserleri ki hiç sanmam. 80'ler heavy metal sahnesinin en iyi konser kayıtlarından biri olarak adı geçiyor, bilginize efenim.

7,75-/10