31 Ağustos 2009 Pazartesi

Korouva - Shipwrecks and Russian Roulette (2005)


Bir varmış bir yokmuş, Velvet Cacoon adında black metal icra eden amerikalı bir grup varmış. Ambiyans gibi progresif öğelere ağırlık vererek saftirik black dinleyicilerini ağına düşürmüş. 2005 yılında çıkarttıkları How the Last Day Came and Stayed then Faded into Simulated Rain adlı fevkalade gereksiz uzun isimli demo/EP ile metal dünyasının eğlenceli skandallar listesine baştan giriş yapmışlar, en azından black metal ile ilgili alt-başlığa. Niye mi anlatıyorum bunları? Yaw kardeş hele bi dur.
Bu EP'de 3 tane kemik şarkı ve bir sürü 1 dakikanın altında kısa interludelar var. Bu kemik şarkıların ikisinin Korouva ismiyle müzik piyasasına sunulan bu albümden çalıntı olduğu , EP'nin genel soundunun yanısıra kapak çalışmasınının bile Korouva'dan aşırıldığı ifşa oldu. Grup da sonra biz zaten şerefsiziz dalga niyetine müziğimizi yapıyoruz ordan çaldık burdan çaldık belki yine çalarız zaten kazandığımız para uyuşturucuya anca yetiyor kabilinde açıklamalar yaptı. İşin garibi hala müzikle ilgilenmeye ve niceliği düşse de takdir görmeye devam ediyorlar.
Hertürlü skandalı günışığına çıkarmaya hayatını adayan Uğur Dündar misali bir de ben karşılaştırayım dedim. Önce Korouva; çok anlaşılmayan mırıldanma-şarkı söyleme -sızlanma arasında gidip gelen bayan vokal, hakim enstrüman olarak piyano, bazı parçalarda mızıka, rüzgar çanı, yağmur efektleri, birbirine benzer şarkılar, rahatsız edici bir huzur , sigara dumanı altında 30-40 lı yıllar barında piyanonun başında kadın imajı, kabaca hayli entel lo-fi blues-folk.
Sevdim.

7,25/10

30 Ağustos 2009 Pazar

Death Angel - The Art of Dying (2004)


80'lerin Filipin Asıllı amerikan vatandaşlarından kurulu thrash grubu Death Angel kaza geçirir, dağılır ve sonunda genelde olduğu gibi toplanır yeni albümler çıkarır. Bu albüm de yeniden toparlandıktan sonra çıkarttıkları ilk albüm. Peki, neden ben bu albümü dinliyorum. Son bir kaç senedir cep telefonumun melodisinin Thrown to the Wolves olması olabilir mi? Mümkündür ötesi..
Albüme basitçe thrash denilip geçilemez, oldukça melodik olan sound hayli Motorhead'in modern versiyonunu andıran punk etkili heavy metal hatta alternatif metal etkisi taşıyor. Hatta hatta punk etkisi bazı nakaratlarda doğrudan. Ve de bazı şarkıları asıl vokalist yerine diğer grup elemanlarının seslendirmesi de alışıldık bir durum değil. İşin özü bu saydığım sebepler sayesiyle dinlemesi oldukça kolay ve zevkli bir hal almış. Ortalamayı düşüren Famine ve Prophecy gibi klasik thrash şarkılarını geçersek Spirit ve Devil Incarnate yeni favori şarkılarım oldu.

8,0+/10

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Michael Jackson - Thriller (1982)

Popun kralından popun kralı bir albüm olarak lanse edilen Thriller'ın içeriğine bakıp Thriller, Beat It, Wanna Be Startin Something ve benim her daim favorim Billie Jean gibi klasikleşmiş parçalara kulak verince bu sava hak vermemek mümkün değil. Lakin diğer şarkılarında ecnebice outdate olduğu yani zamana karşı yarışı kaybettiklerini de kabul etmek lazım. Daha çok R ve de B/pop soundunda olan parçaları MJ'nin ses rengi sayesinde dinlememezlik de yapamıyoruz.
Oldukça adil bir puanlama ile

8,0+/10

"Paul, I think I told you, I'm a lover not a fighter"
Heh he, konuşurken ki ses tonuna dikkat..

28 Ağustos 2009 Cuma

Mercedes Lackey - Heralds of Valdemar I: Arrows of the Queen


Bildiğim kadarıyla Türkçe'ye de çevrilen bu seri fantastik kurguya yenilik getirmese dahi kendini okutmayı biliyor. Tam da bayan yazarlara uygun düşen ince detaylara kitapta bolca rastlıyoruz. Ayrıntı ve hazırlık aşamasını seven biri olarak bu ilk cilt beni sıkmadı ama erkek okuyucuyu enterese etmeyen ayrıntılar ve biraz da genç okuyucuyu hedeflemesi zayıf karnını oluşturuyor. Konu kısaca, Valdemar denen bir ülkenin sınır boylarına kadınların ezildiği feodal bir yerleşimde yaşayan ufak kızımız Talia'nın her zaman düşlediği gibi beyaz at şeklinde sihirli bir hayvan tarafından şövalyeliğe benzer bir kavram olan "herald" haberciliğe seçilmesi , yabancısı olduğu bir çevrede eğitime başlaması ve tabi ki büyümesi ve kulaktan duyma şekilde saray entrikalarına yavaştan yavaştan bulaşması . Aslında Talia , veliaht prensesin yardımcısı olma gibi büyük sorumluluk gerektiren bir role hazırlandığı için devlet işlerine birinci elden dahil olacak gibi görünüyor. Çocukların bu özel atlara bağlanması Pern ejderlerini andırıyor.

27 Ağustos 2009 Perşembe

Bülent Ortaçgil - Benimle Oynar Mısın (1974)


Günaydın, Kediler, Olmalı Mı Olmamalı Mı, Şık Latife, Benimle Oynar Mısın , bu şarkıların 74 yılına ait bir albümde yeraldığına inanmak mümkün değil. Allah bilir, ne zaman yazıldılar. Dönemine göre oldukça ayrıksı olan bu şarkılar bir nevi modern bir ozanın elinden zihninden çıkmakta. Ama bu ozanın beslendiği topraklar Anadolu'dan ziyade British adaları. Olsun, benim müzikal zevklerime hitap etmese dahi böyle naif, ferah parçalara kabahat bulmak haddime değil. Bırakın zamanına bugüne göre bile ilerici bir duruşu melodiyle lehimleyen , süper kuul albüm kapağı ile Türk müziği içinde gayet müstesna bir yer teşkil ediyor efenim.

8,0+/10

26 Ağustos 2009 Çarşamba

RETRO: Sentenced - The Cold White Light (2002)


Sentenced'ın kritiklere göre en iyi albümü. Son albümündeki arabesk-gotik çizgi yerine çubuğu heavy metal yönüne bir miktar bükmeleri sebep olabilir. Albümün introsu ve outrosu ile gizli bir ormana giriyor havası çok iyi yansıtılmış. Hemen her şarkı benim için klasik, Guilt and Regret dışında.
Şugar bir albüm, hindistancevizli kemalpaşa tatlısı gibim, şekerpare gibim, kaymaklı kadayıf gibim, baklava gibim (ama bol tereyağlı pastane baklavası). Bunlar varken sütlü tatlının yüzüne kim bakar, Alla'sen!

9,0+/10

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Grizzly Bear - Veckatimest (2009)

Ramazan geldi hoş geldi. İnşallah inanan inanmayan herkes için daha bir huzurlu geçer bu vakitler. Bu aralar kafam sert müziği kaldıramadığı için pop ve hafif şeylere ağırlık verip daha az sıklıkla müzik dinleme kararına vardım. Zaten aksini de yapacak durumda değilim.
Rotamız yine amerika. Türümüz neo-folk. Yine biraz psyche tadı var. Bu albümü seçme sebebim ise RYM'de yılın en iyi 3. albümü olarak görünmesi. Vardığım sonuç, bu indiekafalar gerçekten kafayı sıyırtmış olmalı. Tabi zevk ve renk meselesi..
Yine de bu senenin en duygu yüklü çukulata renkli parçası Ready Able'ın bu kadar yadsıdığım bir albümde yeralması da Hakk'ın takdiri (ramazan ya..). Southern Point ve Two Weeks de biraz popüler sounda yakın olmalarından dolayı eh fena değil parçalar.
Uyku problemi yaşayanlara yardımcı olacak denenmiş bir çözüm aynı zamanda.

5,25+/10

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Brocas Helm - Defender of the Crown (2004)

Sadece bir tabut içinde gitarı ayırtedebildiğim ve yeşil ışıltılı fontlarla leş bir death metal albümünü andıran çirkin kapağıyla grup 16 seneden sonra ilk stüdyo albümlerini yapmış. Bu yüzden değişik zamanlarda üretilmiş parçalardan oluşuyor albüm. Ufak tefek farklılıklar içerse de yapılan naftalin kokulu dinamik heavy metal. Altta ise ağırlıklı epik bir sound ile birlikte daha eğlenceli parti havasını taşıyan parçalar mevcut.
Albümün haylayt mevzuları; bas bas ve bas gitarın ön planda olması, teknik olmayan baterinin bestelerle uyumu, rif rif ve akıl uçuran rifler, eğlencesi, hızlı temposu, Helm's Deep, Time of the Dark, Cry of the Banshees, Children of Nova Dawn
Beğenmediğim ise Mercyful Fate'imsi Never Kissed Goodbye (ki fevkelade introsu ve solosu da kurtaramıyor) , prodüksiyon.

8,50/10

21 Ağustos 2009 Cuma

The Gathering - The West Pole (2009)


Grubu soprano vokalli gotik metal gruplarını sevdiğim kısa ve antik dönem içinde ilk albümüyle tanımıştım ve o dönemimde bile albüm pek bir yavan gelmişti bana. Yıllar geçti vokalist Anneke gitti Silje geldi, tarz atmosferik ve modern rock'a evrildi. Yeni vokalisti kıyas yapmadan değerlendirme imkanım var, ki gayet iyi. Albüm çeşitliliği güzel, baştaki intro lineer ama etkili. Özellikle ortalarda bazen gitarsız ama bol drama soslu parçalar ağırlık kazanıyor. Sürelerini ayarlayabilselerdi çok daha vurucu olabilirmiş bu parçalar. Capital of Nowhere'in düzenlemesi daha düzgün lakin.
Ya kısacası, bazı albümler vardır sizin için mevcut olan eşiği geçemez, hemen altındadır. Müzisyenlik , vokal iyidir, dinleren hoşunuza da gider ama ıssız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız ilk binbeşyüzyirmiyedi albüm arasına düşme olasılığı sıfırdır. Basitçe besteler güçlü değil, beni etkilemedi der geçersiniz. Şarkılardaki gerilimin iyi değerlendirilmediği kanısındayım. İşte böyle bir şeyler hissetiyorum bu albüm için.

7,25/10

20 Ağustos 2009 Perşembe

Megadeth - Hidden Treasures (1995) EP

Grubun orjinal albümlerinin dışında kalan parçalarla 3 adet cover'ı içeriyor. Alice Cooper'dan No More Mr. Nice Guy, Black Sabbath'dan Paranoid ve Sex Pistols'dan Problems.
Açıkcası beni "ikinci sınıf" olan bu parçalar fazla etkilemedi hatta duyarsız bile kaldım şarkılara. Sadece 99 Ways Ways to Die istisna sayılabilir. Bir de biraz Diadem.

6,75/10

Kaldıraç - Anadolu Devriminin Yolu (bir programatik yaklaşım)


Sol sektoloji konusuna meraklı biri olarak bu broşürle Kaldıraç grubunun görüşlerini özet ve derli toplu bir şekilde görme olanağı buluyoruz. Öncelikle amacım eleştiri felan getirmek değil, bu beni aşar. Sadece diğer okuduğum kitaplarla aynı sınıflama içinde değerlendirip aklıma gelen fikirleri sanal sahifeme aktarmak istiyorum. Kullandığım dil arada sırada sarkazma da alaycılığa da kaçabilir, ben buyum böyleyim, yapacak bir şey yok.
İkinci öncelikle benim nerede durduğum bilinmeli. Özellikle saptamaları dolayısıyla Marx'a, Lenin'e , Troçki'ye, Bookchin'e vs.. saygım vardır. Hem güdülmekten hoşlanmamam hem de diğer öznel sebeplerle örneğin dini inancım sebebiyle Marx tarafından afyonkeşlere benzetilmek , -izmlerin doğrudan dışına düşerim. Milliyetçiliğin her türlüsüne karşıyım, ezeni ezileni süzüleni hepsi aynı kapıya çıkıyor, komşu halklara düşmanlık üzerinden uluslaşmaya. Vaktim oldukça ve kafam aldıkça post-yapısalcılıkla ilgili makalelere vessair gözatarım. Dayanak noktası olarak herhangi bir kutsal kitabın yerini pratik, etik ve bittabi keyfimi ikame ettiğim için çok da ciddiye almayınız beni.
Başta kitabın ismi bana grubun Türkiye kavramına illet olduğunu ve Anadolu gibi ulusdışı bir adlandırmayı tercih ettiklerini hatırlatıyor. Tabi Trakya'yı Bulgaristan'a vermiş de olabilirler. İşin ilginci Osmanlı zamanında , çok önceleri batılıların bu toprakları Türkiye olarak tanımlamaları da bir değer teşkil etmiyor onlara göre demekki. Giriş bölümünü karıştıralım; ".. Anadolu, bugün, 21.yy'a girerken, tüm karşıdevrimci saldırıyı geri püskürtecek büyük doğuma hazırlanıyor", aşırı optimizm, ya da Kemalizm'den kopmayan sol gelenek saptamaları gibi klişeler. Hemen ardınan "ulusal sosyalizm bakışının devrimci teoride yol açtığı tahribat" tan bahsedip sosyalist devrim stratejisi benimseniyor. Tabi ki devrimin öznesi partidir, Anadolu işçi sınıfının öncü gücüdür, dardır sıkıdır illegaldir. Kaldıraç grubunun özgün tarafı çağın kapitalizmini tekelci kapitalizm olarak sınıflandırmasıdır. Bu durumda devlet ise polis, ordu gibi kolluk kuvvetlerini mafyalalaştıran ve halkı etkilemede din yerine medyayı tercih eden ve vatandaşlarına şiddeti değişik vasıtalarla sistematikleştiren Tekelci Polis Devleti olur. Kapitalizm kaça ayrılır, farkları nelerdir, küreselleşme olgusu açıkta kalan sorular.
Türkiye öznelinde ise Kurtuluş savaşı aslında gizli bir iç savaştır aynı zamanda denilip sanki o yılarda burjuvazi ile işçi-halk hareketi arasında iktidar mücadelesi varmış gibi sunuluyor. M.Suphi ya da Yeşilordu gibi örnekler de bu konu içinde ise Kemalizm için ufak bir teferruat olduğunu tarih bize göstermiştir. Türkiye'de kapitalizmin gelişimi düzgün düzgün anlatılırken hep ama hep dikkat çeken bir cümle vardır. Türk burjuvazisi Rum ve Ermeni ya da Yahudi burjuvazisinin mallarına el koyarak ortaya çıkmıştır. O kadar tekrar ediliyor ki artık "burjuvazinin iyisi gavur olur" tadı vermeye başladı. Türkiye, orta derecede gelişmiş kapitalist ve emperyalizme bağımlı bir sömürge ve aynı zamanda bölgesinde alt-emperyalist bir devlet olarak nitelendiriliyor. Haklı olarak hizmet sektöründe çalışanlar ya da memurlar da işçi sınıfına dahil ediliyor. Türkiye tekelci polis devleti olmasından dolayı hükümetleri tekellerin yürütme komitesi konumundaymışlar. Aslında oligarşi ile tekelci polis devleti arasındaki ayrımın (varsa eğer) ortaya konması için bu paragraf tam bir fırsatmış, kaçmış. Sisteme karşı mücadeleyi anti-faşizm, anti-emperyalizm ve anti-tekelcilik'e sınırlamanın yanlışlığından bahsedilip proleterya öncülüğünde yarı-proleter yoksul köylü ve kent emekçileri ittifakıyla yapılacak devrimin anti-kapitalist özelliğine vurgu yapılıyor. Yapılacak bu devrim ise parti önderliğinde gerilla savaşı ile doğum yapacak bir ayaklanma neticesinde olacaktır. Şimdi gerilla savaşı ve sosyalist devrim, gerçekten ezber bozuyor grup. Ve söyleyecek söz bulamıyorum. Örneğin Almanya gibi gelişmiş bir kapitalist ülke için de gerilla savaşını mı esas alıyorlar? Hala insanları herhangi bir devrimci durum yokken öldürmek, düşmanlıklar yaratmak, şiddeti olağanlaştırmak...
Devrimin renkliliği başlığında çeşitli grupların emek cephesinden bahsediliyor. Kastedilen tek parti önderliğini kabul eden yarı-özerk grupların tabiyet cephesi, her sözde sosyalist devlette gördüğümüz halk cephesi örneğinden hiç farklı değil. Demokrasinin manası da bu kadarla kalıyor grup için sanırım. Sonra sihirli bir cümle geliyor. "Dini bir temelde de olsa düzene karşı savaşımı destekler" Belki başkaları gibi anti-emperyalizm cephesine el-Kaide'yi davet ederler. Pardon anti-kapitalist cepheye..
Uluslar ve halklar bölümünde grup anti-Türk karakterini şu cümleyle saklayamaz duruma geliyor (eski dergi sayfalarında Türk kimliğini hatırladığım kadarıyla söylüyorum, Kapadokyalı, Pontus gibi yeniden-icat terimlerle ayrıştırıyorlardı ) : Türk tarihi bu topraklarda hep bir barbarlığın ve talanın adı oldu. Ve tarih bilmeyenleri kandırabilecek bir cümle ile aslında kendileri ile çelişiyorlar. O cümlede süreç içinde asıl Türkmenlerin yok edildiği belirtiliyor. Doğru ama aslında şehirlerde Fars kültüründen gelen ve Türkleşen müslümanlara, yerleşik hayata geçen Türkmenlere ve devşirme idari kadroya sahip Osmanlı yönetimine, öncesinde Selçuklulara, karşı isyan eden Türkmen boylarının asıl yağmacılığın kaynağı olduğu es geçiliyor. Bu tarz cümlelerle bu topraklarda çoğunluk olan benim gibi etnik Türklere hangi yüzle propaganda yaparlar, anlamak mümkün değil.
Kürtlerle ilgili "Kürt devrimi ... bağımsızlık ile sosyalizm savaşımını birlikte yaşıyor" cümlesine gülmemek mümkün değil. Gençliğin "devrimci sosyalistlerin kadro kaynağıdır, fidanlığıdır" olarak saptanması alenen çıkarcı ve faydacı bir yaklaşımın ürünü. Bir kadeh alkollü içeceğe attığı ilacın erimesini ellerini ovuşturarak bekleyen Nuri Alço imajı belleğimde canlanıyor. Kadının kurtuluşu sosyalizm mücadelesine bağlanıyor, ortodoks bir yaklaşım aslında.
Tek ülkede sosyalizm mümkün ama diğer ülkelere yayılmadıkça yaşaması zor tezini takip ediyorlar. Proletarya diktatörlüğünün sovyetik kurumlar üzerine inşası üzerine yazılanlar, Rusya devrimi ardından yapılan ilk şeyin sovyetlerin söndürülmesi olduğunu bilen biri için gayet havada kalıyor. Zaten kendi kendilerine işçilerin emekçilerin temsilcisi sıfatını layık gören profesyonel devrimci kadroların iktidarı aldıktan sonra uğraştıkları mücadelenin meyvesini yönetime çöreklenerek almak varken ütopik bir değişim sürecini tercih etsinler , hiç bir zaman anlamamışımdır. Broşürdeki açıklama ise proletarya diktatörlüğünü mevcut düzeni korumaktan alıkoyacak şeyin, onun bir yarım-devlet olma özelliği ile partinin devlet ile özdeşleşmeyen varlığıdır şeklinde oluyor. İkna edici mi?, hiç sanmıyorum. Ardından reel sosyalizm üzerine yapılan kısıtlı bir eleşti mevcut. Rus devriminin içe kapanması , kapitalizmin refah ve ücret pratiklerini bünyesine taşıyarak devrimin sürekli kılınamaması. Halbuki Stalin devrimi gayet canlı tutmuştu, Kırım Tatarlarını, Volga Almanlarını ve daha bir sürü halkı, muhalifleri katlederek çalışma kamplarına gönderirken, Ruslaştırma kampanyalarını yürütürken gayet devrimci bir politika izleniliyordu. Sanki hep insan olgusu ve bilinci unutuluyor, basit yeni insan yaratmak klişeleri ile geçiştiriliyor.
Ekte ise yine Kürt sorunu üzerine daha fazla detaya girilmiş. Ben daha UKKTHcıyım ben daha PKKcıyım dışında bir yenilik yok. İnsanların elinde silah birbirini öldürmesini savunmak ve teşvik etmekle halkların kardeşliği sloganını savunmanın çelişkisini hissetmemek ne garip. Bu dünyada birbirini öldürdüler ama öbür dünyada kardeşler.. Tabi materyalizmde öbür dünya inancı yoktur. (ŞŞş duymasın halklar, uyandırmayın milleti şşş)
Kısacası Leninizm'den ayrılmayan lakin aşamalı devrim karşıtı olarak anti-kapitalist mücadeleyi yücelterek ve tekelci kapitalizm tezini savunarak diğer gruplardan ayrışan Kaldıraç'ın broşürde anlattıkları böyle özetlenebilir.

RETRO: Athena - İT (2006) EP


Athena'nın grunge yüzünü gösterdiği bu mini albüm , tarzın ilahı Nirvana'nın Breed parçasının Türk işi versiyonunu , Köpek, içermekle kalmıyor, güzel bir klip çektikleri etkileyici Kayıp ile benim çok sevdiğim ama bu EP'de çok tutmadığım yeni bir Yalan yorumunu da evsahipliği yapıyor. Toplamda beş parça, güzel güzel...

8,0/10

19 Ağustos 2009 Çarşamba

RETRO: Paradise Lost - Icon (1993)


Embers Fire, True Belief, Christendom, Weeping Words, Remembrance, Colossal Rains (sahte seyirci efektleri her zaman hoşuma gitmiştir)

7,75+/10

18 Ağustos 2009 Salı

Animal Collective - Merriweather Post Pavilion (2009)


İndie camiasının son yıllarda yere göğe sığdıramadığı gruplardan Animal Collective basitçe saykodelik pop mecrasında geziniyor. Yaratıcılığını takdir ettiğimiz grubu dinlemek çok da kolay değil. Susmak bilmeyen yumu yumu yumuşak vokal , ulayan beleyen back vokal ve akupunktur etkili bir sürü efekt, yapılarından dolayı birbirine benzeyen şarkılar, tekrar melodiler vs... Bunu metal dinleyen birinin söylemesi garip; karnaval havasını yansıtan albüm çok az dinlenmeli, fazlası kafa şişiriyor. Evet. Yine de parçaların içindeki tekrarlar ve ya katman katman yükselen klişe kreşendolar ya da salınımlar fena değil.

Açıkcası en fazla sevdiğim parça , daha doğrusu tek oluyor, Lion in a Coma ; bizim ritimlerimiz üzerine Avustralya aborjinlerinin ilginç çalgısı soundlu bişeylerle gayet yaratıcı bir çalışma. Albümü özetleyen ve ilk single olarak çıkan My Girls ile disko coşkusuna ucundan buluşan Brothersport da fena değil, dinlenebilir sınıfındalar.
Her zaman derim rock ve elektronikte İngiltere, metal müzikte de İsveç yüzünüzü kara çıakrmaz. Ama aradığınız deney , teknik ve sentez ise yüzünüzü amerikaya döneceksiniz.

6,25+/10

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Edna - Günışığına Masallar (2009)

Yerli grubumuz myspace sayfalarından beleşe indirilmek üzere ama albüm kıvamında bu demoyu yayınlamış bulunmaktalar. Tarz olarak en basitinden modern heavy metal diyebiliriz. İlk bakışta oturmamışlığı hissedebiliyorsunuz. Çünkü albümde çeşitlilik çok fazla. İngilizce sözlü şarkılar daha heavy metal çizgideyken Türkçe olanlarda bayan vokal ağırlığını arttırıyor ve ister istemez gothic etkisini hissediyorsunuz. Benim öznel kulaklarım bayan vokali yetersiz gibi duymakla beraber sopranolara alıştığımız bu zamanlarda farklı bir tona sahip olduğu da inkar edilemez yani dinlerken çok da takıldığım bir mevzu değildi, az takıldım. Yine Türkçe parçalar başta olmak üzere nakaratların tekrarıyla parçaların lastik gibi uzatıldığını düşünüyorum. Tadında bırakmak lazım. Çeşitlilik demişken farklı dillerde şarkılar var didim; ek olarak baladı var enstrümentali var, hatırladığım kadarıyla aslı Boşnak türküsü olan Ederlezi yorumunda zirve yapan folk etkisi var, var oğlu var.
Bence albümün en güzel şarkısı ise oricinal olmasa da iyi kotarılmış, thrash'e de selam çakan, sert erkek back vokallerle de destekli tüyler ürpertici Defy Me. Açıkcası grubun bu çizgide devam etmesi, ve enstrümentallerden biri olan Nagolipoli gibi, durumunda benim dilimdeki tat papillerim bayram yapacak.
Headbang'de Türk grupları üzerine gitarın tellerine vurmaktan kaçındıklarına dair hoşşş bir saptama okumuştum. Edna böyle değil, kardeşler. Daha derli toplu barkotlu dekontlu bir albümle karşımızda görmek dileğiyle.

6,75/10

16 Ağustos 2009 Pazar

RETRO: Sentenced - The Funeral Album (2005)


Depresif melodileri rock'n roll ritimleriyle buluşturmada üstad kabul ettiğim Sentenced'ın dağılmadan önce çıkarttıkları bu son albüm başkalarının aksine belki de benim grubun en sevdiğim albümü oldu. Açıkcası grubun güzel bir şablonu takip ettiğine ama bu albümle biraz da olsa şablondan ayrıldığına inanırım. Ve sonuç pörfekto olmuştur, en azından benim için. Birkaç zayıf parça dışında eleştirilebilecek pek birşey yok. Tabiki Where Waters Fall Frozen gibi muhteşemötesi kısa enstrümental parçayı kısa enstrümental parça olarak bırakmak gibi işledikleri ölümcül suçu da eklemeliyim. Bu günlerde grubun kurucu üyelerinden gitaristi kalp krizinden hayatını kaybetmiş. Doğrusu gruba "geldim, istediğim gibi çaldım ve gittim, beğenen dinler" tavrı sebebiyle her zaman büyük saygı göstermişimdir. En azından televolelere çıkmadılar. Heh he.. Neyse üzüldüm yani, onu demek istiyorum. Kısacası;
Kutu kutu içilen uyku haplarının ardınan ölümü karşılarken yapılacak son dansa arka fon müziği olacak güzellikte bu albüm.
(güzel bir cümle olsun diye yazdım vallahi çünkü grubun intihar ve ölüm olgusunu oldukça olağan bir şekilde "in your face" tavrıyla kullanması bize tek bir şey işaret ediyor: ince bir mizah. )

Alıntı yapacağım sözler ise Amon Amarth'ın "kesmeye geldim hey hey, intikam intikam" anlayışıyla yarışacak kıyasta..

"Strike from behind and knock me to the ground
Kick me while i'm down, stab me in the back, you bastards
Tear my heart out of my chest
I rise from the ashes, from these ruins of mine, from the rage
I'm right on your track you bastards
Dozen of eyes for an eye
Vengeance is mine"
hell yeahhh!!!

9,50/10

15 Ağustos 2009 Cumartesi

Murat Belge - İstanbul Gezi Rehberi


İstanbul'un tarihi yerlerini öğrenmek isterseniz , ta ta işte karşınızda uygun bir kaynak. Anektodlar ve kısa hikayeler de içeren kitap ayrıca semt bazında bazen kısıtlansa da işe yarar haritalar da içeriyor. Tabi bütün irili ufaklı tarihi eserlerin dökümünü beklememek gerekli. İsmi üzerinde gezi rotası etrafında şekillenen bir kitap. Yalnız asla affedilemeyecek bir eksikliği mevcut. Aralarda bahsedilen yapıların fotolarını içeren kuşe kağıt sayfalar!! Mimari açıdan anlatımlar bu yüzden havada kalabiliyor. Affetmeyeceğim ama anlayabileceğim mazeret ise okuyucudan bu eserlerin ziyaretinin beklenmesi olabilir. Turist misali, bir elimizde bu kitap geziyoruz İstanbul'umuzu.

V.A. - Smooth Jazz Cafe 9 (2007)


Bırakın metali rock müziğine tarih bindiren, hatta büyükbabalarından biri sayılan jazz musikisinin binbir küsür alt-türünden dolayı beğeni geliştirmeniz zor olabiliyor. Ama bu Polonyallı? (Leh) toplama sayesinde en azından ben tarzımı belirledim gibi görünüyor. Smooth jazz.. Aslında naif duygusal güzel bir pop ürününden çok da farklı değil. Zaten bu albüm de çok bilindik Toto, Simply Red gibi isimlerin yanısıra caz dinlemeyen biri olarak ismi hiç aşina olmayan bir sürü sanatçının eserlerini içeriyor. Hepsinin ortak özelliği sakinleştirici içermesi. Heyecanlıyken, sinirliyken bu albümü dinleyin, Kalamış'tan kilo kilo huzur almış gibi olacaksınız vallahi.
Sound olarak dediğim gibi sakin pop müziğini andıran vokal caz örnekleri sergilenmiş, siyahi gospel tarzından Latin etkilerine çeşitlilik de sağlanmış. (Bu arada Latin müziğinden nefret ederim) İşin aslı buradaki bütün parçaların saf caz olduğunu iddia etmek de mümkün değil. Smooth jazz bu olsa gerek. Mark Sholtez'den ıf You Were A Song, Sophie Solomon'dan Burnt By the Sun, Natalie Cole'dan The Man with the Child in his Arms özellikle favorilerim.

7,0/10

14 Ağustos 2009 Cuma

Manchester Orchestra - Mean Everything to Nothing (2009)


2009 yılı benim için açıkca söylemek gerekirse bok gibi geçiyor. Müzik açısından bakarsak çok da heyecanlı işlerle karşılaştığım da söylenemez. Solstafir dışında. O derece olmasa da hayranlık yaratan bir yapıt olarak tanımlayabilirim bu albümü. Basitçe yapılan müzik rock. Ama şeytan, burada sözlerden dolayı Tanrı, ayrıntıda gizli. Refere ettikleri alt-türlerin melodiyle mükemmel derecede kaynaştırılması, anahtar cümlemiz bu. Elbette bu dinamizm albümün sonuna kadar götürülemiyor ama bunu da yapsalar bambaşka bir albüm olurdu bu zaten. Sayalım, vokalin rengi ve yırtıcılığı sebebiyle başta emo sonra folk ve country tabanlı 90'larda popüler olan klasik amerikan rock, grunge ve hatta doom/sludge bir şarkı. Ara ara kullandıkları org çıldırtıcak güzellikte. Ve albüm hayatımda dinlediğim en yalın ve etkileyici bonus parçalardan birine sahip. Daha doğrusu Jimmy, He Whispers adında gizli bir parça. Shake It Out ve I've Got Friends yıkıp geçen diğer parçalar.

8,25/10

13 Ağustos 2009 Perşembe

RETRO: Marilyn Manson - The Golden Age of Grotesque (2003)

İşlerin daha da teatrallaştığı, soundun hafiflediği, ucundan psikopatça koksa da eğlence faktörünün ağırlık kazandığı bu albüm ayrıca zayıflayan liriklerin de diple buluştuğu yeri oluşturuyor. Zaten klipleri de hatırlarsak yapılmak istenenin bir tür Mulen Ruuj olduğunu anlıyorsunuz. This is the New Shit, Mobscene, (S) aint (sözleri über-silly), Golden Age of Grotesque ve tabi Tainted Love gibi bazı kalburüstü parçaları içermekte. Onun dışındakilerin çoğu akılda kalıcı melodilerden oluşmuyor. İşin aslı MM külliyatı için bile zayıf olan bu albüme öznel sebeplerle bonus puanı katarsak şu sonuca ulaşırız..
(Para-Noir adlı her satırında fuck geçen çalışma bu özelliğiyle değil ama endüstriyele kayan sounduyla dikat çekiyor. Bu albümde yer almamasına rağmen bu şarkının Paranoic adıyla remiksini dinledim, çok şık olmuş.)

8,0/10

12 Ağustos 2009 Çarşamba

RETRO: Megadeth - Youthanasia (1994)


Bence Megadeth'in en güzel albümü. Disiplinli , müzikle uyumlu hem melodiyi hem agresifliği iyi yansıtan bir vokal, melodik besteler vs. Sevdiğim gibi. Tabi artık thrash'ten çok modern heavy metal soundu hakim albüme. Ve enstrümanların yaratıcılığı ve serbestliği de kısıtlanmış durumda. O kadar da ilgilendirmiyor beni. Sonuçta dediğim gibi sevdiğim öğeler ağır basıyor.
Boş şarkı yok, süper şarkı var; I Thought I Knew It All, Victory, Reckoning Day, Blood of Heroes ve zamanla eskise de A Tout Le Monde gibi. Kabul edilmesi gereken bir şey de bazı parçaların çizi bazılarının halley olma durumu. Bu yüzden biraz da Megadeth'in black albümü.

9,50-/10

11 Ağustos 2009 Salı

Veysel Ataman - Varolmanın Acısı: Schopenhauer Felsefesine Giriş


Benim gibi felsefeden anlamayan adamlar (ve kadınlar) için Donkişot /Bordo Siyah Basımevince yayınlanan felsefe serisi içindeki V.Ataman tarafından Schopenhauer felsefesinin temeli hakkında derlenen çevrilen metinlerden oluşan bu kitapla anlaşılır ve tekrara ve özete yer verilerek anımsamamızı kolaylaştıran bir okuma sağlıyoruz. Bu adam Kantın metafiziğine de materyalizme de eleştiri getirerek günümüzde çok bilinmeyen bir sistem kurmuş. Kitabı satın almamdaki ana sebep "başlık" olsa da içinde bazı fikirlerimle örtüşük şeyler bulmak gayet şaşırtıcıydı. Bu ucuz kitabın tüm özetini çıkaracak değilim. Kabaca fikir vermek şartıyla bir kaç cümle kurabilirim ama. Platon'un bilindik mağara ve idealar dünyası örneğine benzer şekilde fiziki dünyayı tasarımlar dünyası olarak betimler. Dünyanın kurucu özü ise sezgilerle tahmin edilen "irade"dir. Doymak bilmeyen doydukça fazlasını isteyen Doğu mistisizminde "nefs"e denk düşen bir olgudur bu. İhtiyaçlar piramidi. İnsan bedeninde cisimleşen irade asla doygunluğa ulaşamadığı için insanoğlu hep bir acı içindedir. Burada yine dini öğretilerle paralel şekilde , yalnız filozof kurulu dini felsefenin acımasız bir düşmanıdır (dini veya toplumsal yasalarla cezalandırma tehditi altında "ahlaklı" bir insan gerçekten ahlaklı mıdır?) , iradeye karşı direnmeyi ve münzevi bir yaşamı ululamaktadır. Ahlaki değerin ölçütü olarak ise tahmin edebileceğimiz gibi bencilliğin ve çıkarcılığın yitimini ortaya koyar. Bu durum "merhamet"'tir. Ha kendisi ailesinin parasıyla çalışmadan yaşamış tam bir burjuvadır. O kadar da karıştırmayın caanım.
Zekanın iradenin bir fonksiyonu olduğunu öne sürerek rasyonalizme de eleştiri getiren feylesofumuuz modernist jakobenliğin modernizme etkisini hissetmiş olmalı. Kitap ayrıca kısıtlı olsa da Schopenhauer'in felsefesinin günümüze etkisi ve eleştirildiği noktaları da içeriyor. Felsefe for Dummies ya da 100 dakikada feylesof olun mevzusu için gayet güzel/öz bir kitap. Alın, okuyun.

RETRO: Paradise Lost - Seals the Sense (1994) EP


Etkileyici Embers Fire ile açılıyor Draconian dönemini muştulayan bu EP. İsmi üzerinde datlu bir gitar rifine sahip olan Sweetness aslında çok da özel bir parça değil. Takip eden parça klasiklerden True Belief. Son parça ise eskiden daha çok sevdiğim Your Hand in Mine'ın canlı kaydı.
Paradise Lost dinlemekten de sıkıldım amma diskografisinin bitmesine daha var. Hem yapacak başka ne işim var yafu, sabır..

8,25+/10

Yaşar Kurt - Sokak Şarkıları (1994)


90'lar kuşağının aşina olduğu parçalar vardır: Fırt Emin (hikayesi çin bkz. ekşi sözlük) ya da Haydi Erkekler Savaşa gibi. Belki bunları duymayan varsa da Korku'yu bilmeyen yoktur, kalıbımı basarım. Yaşar Kurt'tan ve efsanevi şarkılarını içeren bu ilk albümünden bahsediyorum. Sadece vokali ve akustik gitarı. Protest şarkılar..
Sonraki yıllarda popüler kültürle bir sentez yaratmaya çalıştı, kendini tekrar etti ve zamanla unutuldu. Ama benim de ait olduğum bir kuşak için simge isimlerden biri olmayı hala sürdürüyor. Bu albüm ise Türk rock tarihi içinde klasikleşmiş bir örnek. Hırsızlar gibi daha önce bilmediğim güzel bir parça ve basit bir reggae örneği Hadi Baba Gene Yap albümün sürprizlerinden.
Bugün de Arto Tunçboyacıyan isimli bir müzisyenle ayrı bir projede çalışmaya devam ediyor sanatçı.

9,50/10

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Şebnem Ferah - 10 Mart 2007 İstanbul Konseri

Soprano bayanların ciyaklamaları eşliğinde yapılan senfonik müzik'e temkinli yaklaşımımdan dolayı her türlü senfonik projeye de soğuk bakmışımdır. Bir kere şarkıların her zaman oricinali iyidir, değil mi? Bazen değil.
Bu albümde de kadı kızı kusurları var elbet. Genelde senfonik öğeler parçaya katma değer eklemiş, ama etki edemediği şarkılar da yok değil. Genelde dengeli bir parça seçimi olsa da son albümlere biraz daha ağırlık verilmiş, gayet doğal. Gönül isterki ilk albüm full çalınsın. Bıdıbıdı Rugan Ayakkabılar da olsun felan. Daha ne kurcalayayım ki çift CDlik Şebnem Ferah konser albümü işte.
Ve Ay gibi güzel bir yorumu dinlemek nasip oldu. Dinlemediğim ikinci albümündenmiş. Galiba birşeyler kaçırıyorum dinlememekle.

9,0/10

9 Ağustos 2009 Pazar

Caïna - Temporary Antennae (2008)


İngiltere'den black metal ile post-rock karışımı bir müzik yapma iddiası ile yola çıkan grubumuz isim olarak gelmiş geçmiş en büyük işkence aracını, ki metal gruplarına isim seçme rehberi madde 3'e göre uygundur, Kaynana'yı seçmişler. Lakin ne bu nana, ne nananna gibi poptirik bi şi deyip isimlerini Kayna olarak değiştirmişler. Ee biraz da bunu mistik sofistik egzotik yapalım deyip bugünkü haline çevirmişler. (durun daha geyiğin en kötüsünü yapmadım)
Süper albüm kapağına sahip olan bu ürünü sound olarak incelemek içinse Yemekteyiz stüdyolarına dönüyoruz. Diyelim ki yarışmacı olarak hile yapacaksınız. Dünyanın en ünlü aşçılarından birini ayarlıyorsunuz. - Üstad, ben salata çok severim, yap bi şiyler diye reca ediyorsunuz. Önünüze ton balıklı salata geliyor. Löp diye balık küme halinde bir köşede. Kıvırcıklar felan doğranmamış. Yağı yok, tuzu yok. Halbuki ton balığını da seversiniz, salatayı da. Ama buna salata demek için bin şahit lazım. (demiştim geyiğin kötüsü henüz gelmedi diye heh he) Kısacası burada ne black metal var ne de post-rock.
Ambiyatik intro ardından distorşe vokalli post-metal parça Ten Went Up River başlıyor. Birkaç parça boyunca yine post-metal parçalar değişik vokallerde, çirkin olan Attila'yla yarışıyor, devam ediyor. Özellikle Tobacco Beetle hoş bir parça. Albümün en güzel dakikaları böylece sonlanmış oldu. Sonracığıma bunların kafasına kiremit mi düşüyor n'oluyor bilmiyorum. Post-punk ritmiyle başlayan bir parçaya tanık oluyoruz. Sonrası ise post-rock etkisi olsa da dreamy vokalle felan bayağı bayağı shoegaze-indie rock kulvarında gelişiyor. Evet grup parçaları tarz açısınan bölümlendirmiş, belli bir yere kadar ilgi kanallarımız açılsın diye de. Kardeş sevmiyorum böyle dream felan. Neyse sonlarda albümle aynı adı taşıyan parça belli oranda sentezi başarmış görünüyor. Zaten albümün sonlarında hafiften Pink Floyd ve Anathema kokusu da var. Bütüncül bir yaklaşımla değerlendirirsek ben başka bir şey bekliyordum diyebilirim. Avucumda kalan ise hayalkırıklığı oldu.
Zaten herşey Alcest'in başının altından çıkıyor. Dur hele bekle, sana da ayar vericem birgün...

6,25/10

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Nil Karaibrahimgil - Nil Kıyısında (2009)


Son albümüyle yaratıcılığını bir kez daha konuşturan Nil bu sefer biraz daha karanlık sularda kulaç atmış. Alışageldiğimiz eğlence faktörünü bu kez karanlık bir sound ile birleştirmiş. Bolca Balkan ve diğer yerel öğelerin esintilerini duyuyoruz. Aslında çok da orjinal sayılmaz dünya müziği koşullarında. Bununla birlikte düzenlemelere kafa yorulduğu da çok açık. Çok ilginç ve hoş fikirler işlenmiş. Örnek olarak Duma Duma Dum'da ABBA vari disko tınılarını ve egzantrik keyboard melodisini verebilirim. Tabi ki ilk klip Sevdim Sevmedim ya da İlla da güzel bir örnek. Aşkımız Her Zamanki Gibi Tehlikede, Eminim Sevdiğine ve Çok Canım Yanıyor diğer hoşlandığım parçalar. Amma ve de lakin özellikle slow ve ala turka parçaları biraz itici buldum. Her zaman dinleyebileceğim bir albümden çok uygun modun beklenmesi gereken bir albüm. Henüz albümüyü dinlemeye hazır ve nazır ne tür bir ruh hali gerekli onu da çözemedim. Bilmiyorum, belki de büyümüş ve olgunlaşmış bir Nil'i bünyemiz henüz kabul etmiyor.

6,75+/10

Karış Karış Karışığım

Fantastik Dörtlü

TV'de izledim. Birbirinden saçma özelliklere kaza eseri sahip olan bir grup astronotun yeni karakterlerini içselleştirme sürecini anlatıyor. Kötü adam demir adam gibi bir şeyle kavga ederek yeni kimliklerine alışıyorlar. Daha fazla devam edemeyeceğim. Süper über kahraman filmlerini , çizgi romanlarını felan hiç sevmem. Örümcek adam gibi şaşırmak istedim. Olmadı. Rezil değil ama vasat.

Kill Bill Vo.1

Yine Tv'de tekrarını izledim. Hanzo (hah ha her zaman gülerim , hiç sıkılmam)'nun kılıcı ile Lucy Liu'nun mekanını basması ve son kavga klasiktir. Ama Tarantino'ya hiç bir zaman tam olarak alışamayacağım. İkincisi daha iyi. Ekşınn...

Kral'a Mektup

Yine TV'de izledim. Hollanda ya da Belçika yapımı lineer ama hoş bir fantastik film. Fantastik dedimse uçuk kaçık değil. Ölmekte olan bir şovalyenin mektubunu krala götürmeye çalışan ve yol boyunca binbir macera yaşayan (yalan söyledim, Yüzüklerin Efendisini izleyen biri için macera felan yok ortada hah ha) genç hoş bir çocuğun hikayesi anlatılan. Eh tabirini layıkıyla taşıyan filmin asıl çarpıcı yanı ortaçağı andıran eski şehir görüntülerinin ya da manzarasının yapay olamaması. Avrupa orası, boru mu?

Strait Jacket

Konu itibariyle izlediğim en garip anime film. Modern dünya gibi bir yerde teknoloji yerine büyü ver ama bu büyü insanları demon yapıyor. Bunu önlemek için de insanlar mold teknolojisi dediği bir önlem bulmuşlar. Sonuçta demirden belki de çelikten bir kıyafetle kısa süreli büyü yapabiliyorlar. Örneğin teknisyenler, tamirciler, doktorlar felan. Bir de terörist grup var işleri güçleri yok, insanların elbiselerini sabote ediyorlar. Taktik büyücü denilen polis benzeri büyücüler de bu çok güçlü demonları öldürüyor. Kişisel bir şeyler de geçiyor da filmde boş ver. Çok havada. Dediğim gibi ben pek bir şey anlamadım, bu filmin devamı mı var, konu bir garip, hikaye bir garip, alt-metin garip. Lakin çizimler güzel.

Get Thrashed!

Blue Jean'ın bu ayki promosyonu! Kaçırmayın bu DVD'yi. Ağırlıklı olarak thrash metalin doğuşunu işleyen Abd bakışlı bir belgesel. Bildiğimiz şeylerin yanısıra en azından benim bilmediğim çok eğlenceli hikayeler de içeriyor. Abd dışındaki thrash gruplarına biraz haksızlık yapılmış. Ayrıca günümüzün underground neo-thrash akımını ya da thrash metal'in nu-metal ve metalcore üzerindeki etkisini aktarmada biraz yetersiz kalmış. Keşke zaman açısından sıkışmak yerine dünyadaki thrash camiası ve günümüzdeki thrash metal üzerine ikinci bir CD yapsalarmış. Tabi bunlar olumlu eleştiriler yoksa her metalseverin arşivinde olması gereken bir film.

7 Ağustos 2009 Cuma

RETRO: Marilyn Manson - Holy Wood (In the Shadow of the Valley of Death) (2000)

MM'nin kendini tekrar ettiği ve benim hayal kırıklığı yaşadığım albümü. Şarkıların genelde aynı şablonu izlemesi de cabası. Bu tarihten sonra hiç bir grubun müzisyenin fanı olmadım. Sadece albümlerini takip ettiğim belli başlı isimler var, bunu diyebilirim sadece. Hem buradaki hayalkırıklığı neticesinde hem de her şeyden çabuk sıkılma huyum yüzünden metal'i keşif yolculuğuna çıkmıştım bu albümden sonra. Yine de haksızlık etmeyelim pek çok eleştirmen bu albümü diskografide öne koyar, nedendir bilmem. Belki de konsept havasının ağırlığı sebep olabilir.
Neyse bu uzuuuuun albümde hoş şarkılar hiç mi yok? Durun ben cevaplayayım var, Disposeble Teens, The Nobodies, In the Shadow of the Valley of Death, Burning Flag gibi.
uff sıkıldım...

8,25-/10

6 Ağustos 2009 Perşembe

RETRO: Agathodaimon - Chapter III (2001)


Albüm gerçekten müthiş olarak nitelendirilebilecek An Angels Funeral ile açılıyor. Hemen ardından daha önceki dinlememde de çok hoşlandığım yine sert Spirit Soldier yer alıyor. Tarz melodik black metal hala. Gotik ve ucundan death ve thrash etkisiyle kısaca ben dark metal der kaçarım. Fakkat bir tarz değişimi de hemen kulaklara çarpıyor. Burada eksik olan şey romantizm ve dağınıklık. Onun yerine parçalar daha sıkı ve doğrudan hedef alıyor. Biraz daha mainstream çizgiye yaklaşmışlar. Ve benim grubun alamet-i farikası olarak gördüğüm romantik gotik hattan ayrılmasına içerledim doğrusu. Ha clean vokal yok mu, o da var. Ama işte öyle..
Başkaları grubun en iyi albümü ilan edebilir, gerçekten de pek çok gruba on basar. Ama bu albüme ben şahsen tam ısınamadım.

7,75+/10

5 Ağustos 2009 Çarşamba

RETRO: Paradise Lost - Forever Failure (1995) ve Say Just Words (1997) Single












Daha eski tarihli olan Forever Failure single'ı aynı adlı parçanın yanısıra biraz daha atmosferik rock kulvarına denk düşen Another Desire ile canlı capcanlı ham bir sound ile tınlayan Fear'ı içeriyor. Ayrıca gotik gopgotik keyboarda dayalı orkestral bir sözsüz bonus içeriyor. Süper..

9,25/10

Say Just Words ise vokalin yumuşadığı döneme denk geliyor. Single'a ismini veren parçanın 2 versiyonunun yanı sıra Cruel One ve Soul Couregous da bu çalışmada yer alıyor. Ama sanki yeni vokallerle tekrardan kayıt edilmiş gibi. Yanılıyor da olabilirim.

8,25/10

4 Ağustos 2009 Salı

Zor Vol.3

Muhteşem ama muhteşem olduğu kadar ölü müzik dergisi Zor tarafından derlenen bu albüm hakkında eleştiri yapmak ne kadar doğru bilmiyorum. Zira promosyon amaçlı tanıtıma yönelik ve derginin yanında beleşe gelen bir albüme kötü ya da iyi diye bir tanımlama yapmak yanlış olur. Ama kılavuz istemeyen köy misali bir kaç laf edebilirim. Albüm çok farklı türlerde parça içeriyor ve kannımca sıralama daha türler bazında yapılabilirdi. Ayrıca bazı amatör grupların prodüksiyon kalitesi de diğerlerinin yanında sönük kalıyor. Sırayla gidelim bakalım.
Açılışı oldukça gaz melodik death (melodeath diil) şekilde yapıyoruz. Bir ara yurtdışıyla da görüşen ama kendi imkanlarıyla albümünü yayımlayan Nettlethrone'a ait açılış parçası. Ardından takatuka klasik black ile depresyonu Türkçe sözlerle harmanlayan Moribund Oblivion'dan Kayboldum geliyor. Takip eden parça ise death thrash'ın emektar oyuncularından False in Truth ve Lost. Bi ara Rotting Christ nameleri duydum gibi geldi bestede. Bu esnada doom metal icra eden Dead Wish, Storm of Deadly Winter ile maça dahil oluyor. Başlardaki beklentim de yavaş yavaş sönmeye başlıyor. İlginç şekilde 5. parça Türkçe ve benim nu-rock diye adlandırdığım bir stilde. Benmerkez adlı grubumuzun Kalabalıklar adlı bu parçasını acayip şekilde the Climb'ın baladlarına benzetiyorum. Tabi ben böyle diyorum da the Climb kökleri dışarıda başka gruplara benzetiliyor olabilir, Deftones gibi. Dinlemedim, bilmem. Benim mihenk taşım the Climb. Devamında daha klasik rock kalıplarındaki Öniz Akhan'ın çalışması ile ülkemizde rock müziğinin 90'larda olduğu gibi barlara ve yeraltına çekildiği yönünde bir tez canlanıyor kafamda. Albüm çıkarabilenler de satış tanıtım amacından ziyade tarihe bir kayıt düşmek çabasındalar sanki.
Yine enteresan bir şekilde (sıralama bir garip demiştim) araya bayan vokal destekli gotik melodik black metal yapan Nocturnacy grubu giriyor. Hoş ama yenilik getirmeyen bir parça.
Sıra 8'de, Gates of Eternity klasik death ile açılıp bi ara clean vokale ve otantik bir melodiye sarıyorlar, sonra da gitar solosuna. İlginç bir parça, bir şey diyemiyorum. Yeni albüme kavuşan Türkçe doom gotik mecrasında ilgi uyandıran Magilum İnsanlık Suçu ile albümde yer alıyor. Birşey diyeyim burada, bence arkadaki bu gotik doom metal ağırlığını tümden yok edip rock yapsalar çok daha başarılı olurlar. Melodik death metal yaptığını iddia eden ama bence gayet melo-black bir parça olan Timeless ile Corona Borealis , Magilum'u takip ediyor. Şimdi ben isme taktım ama neyse. Yine albümlü grubumuz Gargoyle über-melodik Ottoman style black metal şarkısı Disaster filan fişmekanla albüme katkıda bulunmuş.
Tekrardan Türkçe rock kulvarına Derin6 ile geri dönüyoruz. Biraz ala Turca vokaline sahip, azcık Yüksek Sadakat'ı andırıyor. Parçanın ana rifi, hani bir tamamlansa muhteşem ötesi olacak da yarıda bırakmışlar hissiyatı verdi bana, delirdim sinir oldum açıkcası, bir de bol bol kullanmışlar neyse tarif edebildim herhalde rahatsızlığımı. Sıradaki parça ile sertleşiyoruz. Çünkü thrash/heavy bir parça var, eski Pentagram değil mi bu yaw? Yok yok yeni Pentagram! Hiçbiri, MindCrime'mış, hmmm. Sonra dumur olmaya devam ediyoruz. Neden? Kulaklarımıza gelen punk şarkısı Pickaxe'e ait. Şarkı Oruç, dinlemelisiniz. Enstrümental gayet thrash Brainworm (internette hiç bir şey bulamadım grup hakkında vallahi) ve endüstriyel / elektronik soundda Düğmeme Bas adlı şarkısıyla Arıza eşliğinde albümü btiriyoruz. Bu şarkıyı ilk bir kaç dinlemenizde "garipmiş yafu bir kulak vereyim" deseniz de daha sonra dinleme dürtününüz eminim dürtmeyi bırakacak.
Biraz alaycı yazdım ama bu işin şakası. Müziğe müzisyene benim kadar saygı duyan birini bulamazsınız bu alemde. Ama izin verirseniz bu toplama albümü satışa yönelik düşünseydik kaç puan verirdik sorusunu cevaplamak istiyorum, efenim.

6,75/10

3 Ağustos 2009 Pazartesi

New Model Army - Thunder and Consolation (1989)

Türkiye'de nedense sıkı bir dinleyici kitlesine sahip İngiliz post-punk grubunun en güçlü albümlerinden biri olan 89 çıkışlı Thunder and Consolation'ı dinlerken müziğe çok iyi entegre edilmiş Britanya folk müziği etkisi de (özellikle keman) kulaklardan kaçmıyor. Bu grubun ülkemizdeki "popülaritesi" tıpkı 90 başlarındaki Alman thrash metalin ya da Amerikan protest folk rock'ın durumuna benziyor kannımca. Daha internet ve ya cep telefonu yokken arkadaş çevrelerinden yayılan bir tavsiye ağı olmalı sebep.
Albümde hoşuma giden şeylerden biri de hardcore türünde olsa gang vocal diye adlandıracağım grup elemanlarının koro yaptığı kısımlar. Sıra geldi kötü kısma, albüm çok uzun 15 parçadan oluşuyor. Tabi o zaman albüm için para harcayan kişiyi memnun edecek bir şey bu. Ama uzunluk sıradanlaştırıyor müziği. Ayrıca örneklem mantığına göre araya kötü ya da doldurma parçalar girme olasılığı büyüyor. Örneğin hiç sevmediğim genizden vokalli balad Nothing Touches'ı örnek verebilirim. Bir de şarkıların çoğu aynı kompozisyonu takip ettiğinden birbirine benzer hale gelmiş. Ama güzeller o yüzden bunu fazla kafaya takmıyorum.
Başta Green and Grey, Stupid Questions, Inheritance, neyse saymaktan vazcaydım. 7. şarkı Family'e kadar gayet mesut mutlu bir adamdım. Basları rahatça duyabilmek de pek güzel vs. Family keman solosu dışında albümün karakterine uymuyor gibime geldi. Dire Straits'i , Amerikan folklorü, post-punk'ı bir arada karıştırmışsın sanki. Sonrasında ise gidişat daha dalgalı bir seyir izliyor. Vagabonds, The Charge ve White Coats gibi albümün en iyileri de bu dalgaların yükselenlerinde yer alıyor. (Ne manasız cümle oldu yafu)

8,50/10

"Well turn off the TV just for a while
Let us whisper to eachother instead"

"On on on, cried the leaders at the back
We went gallopping down the
Blackened hills
And into the gaping trap
The bridges are burnt behind us
And there's waiting guns ahead"

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Full Metal Alchemist




51 bölüm süren seri ile birlikte Conquerer of Shambala adlı filmi izlemeyi henüz bitirdim. Artık herhangi bir animenin beni tatmin edeceğini zannetmiyorum. Tam sevdiğim gibi her şey uygun dozlarda kullanılmış. Komedi, dram, farklı bir dünya, muhteşem senaryo, muhteşem çizimler.. bu böyle gider..
Konu teknoloji yerine yarı bilimsel simyanın hüküm sürdüğü bir dünyada askeri rejimle yönetilen bir ülkede geçiyor. Simyaya meraklı Edward ve Alphonse kardeşler ölen annelerini geri getirebilmek için simyada tabu olan insan dönüşümünü gerçekleştirir. Ed bir kol ve bacağını kaybederken kardeşinin ruhunu kaybolmak üzereyken bir zırha bağlayabilir. Al'ın bedeni yok olmuştur. Bundan sonra kardeşler simyada kendilerini geliştirip simyanın ana kuralı olan eşit takas ilkesini ( simyada bir çeliği alıp kılıca dönüştürebilirsiniz, aynı cinsten bir şey verip yerine alacaksınız yani) geçersiz hale getiren filozof taşını aramaya koyulurlar.
52. bölüm olarak görülmesi gereken film ise aynı tadı vermedi açıkcası. Fena değil. Seri ise mükemmel bir Japon işçiliği. Çizenlerin yönetenlerin yazanların eline kalbine sağlık.
Bu arada animefreak dışında daha kaliteli görüntüye sahip olan site varsa bir bilgim olsun. Arada şaşıbeş olmamak elde değil.