30 Nisan 2019 Salı

Ministry - Houses of the Molé (2004)

İlk kez dinliyorum bu grubu, her ne kadar yıllar önce almış olduğum bir mp3 cd'si içinde duruveriyor olsa da bu albümü. Yıkıcı ve thrash altyapısının da kullanıldığı sarsmayı hedefleyen, politik bir duruşu da bulunan endüstriyel metal gibi bir şeylerle tanımlayabilirim. Ses olarak sampleları da göz önünde bulundurursak besteleri bir miktar kendini fazlasıyla tekrar eder ve birbirleri arasında da dağınık buldum. Bu alıntılar bende yaratmak istediğinin tersine sirkvari seslendirmeleri hatırlatmasıyla ciddiyetsiz bir hava uyandırdı ki aslında öyle değil. Ayrıca riff olarak da melodi olarak da özgünlükten uzak olmasını, kaydı dinlerken bazı parçaları sanki daha önceden duymuşum gibi hissettirmesine bağlamaktayım. Enerjik, gaz, politik, direkt, kopuk, ses olarak modern ve biraz da sığ bir şeyler dinlemeye ihtiyacınız varsa, neden olmasın?

6,75+/10

29 Nisan 2019 Pazartesi

RETRO: Kvist - For kunsten maa vi evig vike (1996)

Taş gibi bir black metal albümü bu. Kapağındaki taşlara bakarak söylemiyorum. Tek albüm çıkartan kült grubun çalışması olarak tarihte yerini almış durumda. Atmosferi, ritimleri, melodileri ve riffleri keyif veriyor. Sadece vokalin konuşma üslubu ve hırıltılı şeytani tonlaması  ile müzikten bağımsız bir yerde konumlanması garibime gitti. Hoş, bazı parçalarda bu uyumsuzluk güzel bir katkı olarak yerini almakta. Melodiyi abartmaksızın primitif soundu atmosfer ile birleştirebilmesi olumlu özelliği. Grup dağıldıktan sonra elemanlarını çok da bilindik gruplarda göremiyoruz. Dolayısıyla elemanların isimleri üzerinden hatırlanması zor bir çalışma oluyor. Ama biz unutmayalım.

8,0+/10

27 Nisan 2019 Cumartesi

Arch Enemy - Will to Power (2017)

Ahh nasıl aralıksız gaz pedalına yüklenen melodeath'i özlemişim. Nedense bu albüm çok da olumlu tepkilerle karşılanmadı. Orijinal değilmiş, riffler çekici değilmiş, besteler geçmişi tekrarmış felan. Bence gayet net, şık, yürek hoplatan şarkılarla dolu bu kayıt. Kadın vokale bir şey demiyorum. Pozitif ayrımcılığa biraz imtina ile yaklaşırım. Ama kardeşimiz bildiğin tır şoförü. Hakkıyla mikrofonu titretmekte. Bonus olarak da bir punk şarkısı yorumlamış ki grup, pek ala, pek gözel. Tabi ki bestelerdeki bazı basitlikler, özellikle sözlerin klişeliği kulağa çarpmakta. Olsun o kadar. Ya da benim hakikaten de böyle şeyler çekiyormuş canım ki tam yerine rast geldi, manzara koyduk. olacak olacak olacak o kadar , ah ha hayt

8,25/10

25 Nisan 2019 Perşembe

Ayten Alpman - Ayten Alpman (1999, Comp)

Kadın sesi belki de seslerinin genişliğe daha yatkın olması sebebiyle kimi zaman özellikle güçlü vokalin yanlış kullanımı neticesinde itici, bazen kulak tırmalıyıcı ve banal oluyorken kimi zaman da kulağı okşuyor, huzurdan derbederliğe farklı duygulara sürüklüyor ve şu ağızcağımıza tatlı nağmeler bırakıyor. Düşününce vokal namına en haz aldığım isimler kadınken bir o kadar da ısınamadığım da onlar oluyor. Ayten Alpman'ın sesi keyif veren güçlü ve sarım sarım sarmalayıcı bir tonda. Böyle bir sesi dinlerken şimdilerde piyasada isimleri geçenler şarkı mı söylüyor diye insan şüphelere düşüyor. Normalde aranjmanlara da biraz şüpheli yaklaşıyordum. Neredeyse hemen hepsi aranjmanlardan oluşan bu albümde ise düzenlemelerin oldukça iyi olduğunu söyleyebilirim. Hatta bir kaç şarkının alt yapısında caz atraksiyonlarını duymak da mümkün. Bunda elbette 60 ve 70'ler ecnebi pop nağmelerinden hoşlanmamın da bir etkisi bulunmakta. Bunda elbette sanatçının müziğe caz icrasıyla başlamasının da bir etkisi bulunmakta. Velhasıl Memleketim gibi tartışmalara gebe bir şarkının çok ötesinde cevherler bulabileceğiniz baştacı bir derleme bu. Empi3 player'ımda kalsın ara ara dinleyeyim, sıkılmam yani.

8,0+/10

21 Nisan 2019 Pazar

Paul J. Steinhardt / Neil Turok - Sonsuz Evren

Büyük Patlama'nın tetiklemesiyle içeriği çok da anlaşılamayan şişme enerjisi sayesinde aşırı ohara hızla büyümeye geçen bir evren teorisi şu an genel kabul görmekte. Üzerine birbirinden yalıtılmış gözlemlenebilir evren kümeleri olarak öne çıkan çok boyutlu revizyonlar yapılmış ve hatta bu boyutlar arasında fizik kurallarının bile birbirinden farklı işlediği belirtilmiş. Hawking ise ölümünden önce yazdığı son makalesinde bu boyutların ya da evren kümelerinin birbirinden çok da farklı olmadığını yazarak karamsar havayı dağıtmaya çalışmış. Tabi bu iddiaların arkasında müthiş matematiksel denklem ve hesaplamalar yatmakta, birileri sadece ortaya çıkıp bence bu böyledir deyip işin içinden çıkmıyor. Bunu yapanlar bilim kurgu yazarları, karıştırmamak gerekli. Neyse Paul ve Neil amcalar büyük patlamanın öncesinde ne vardı ki gibi sorulardan bıkıp bu teorinin kendi içindeki bazı tutarsız taraflarından memnun kalmayaraktan yeni bir kuram ortaya atmışlar. Öncelikle kusurlarım affola! 20 soruluk testten oluşan bir fizik sınavını bir kaç doğru cevapla tamamlayabilmiş, daha doğrusu mantık yürütmeye çalışıp salladığım sorularda bile başarısız olan birinin sözleridir bunlar. Öncelikle abiler diyor ki, bu büyük patlama yoktan bir başlangıç değil, ara bir başlangıçtır. Bundan önce sayısını bilmediğimiz kez evren tekrar ve tekrar oluşmuştur. Tezlerini oluştururken de sicim teorisi ve M-kuramından faydalanmışlar. Birbirine paralel iki zar evren düşünün çarşaf misali, üzerlerinde de galaksiler felan var. Bunların arasında da bir boşluk var ki ona da evren diyor yazar abiler. Ama anladığım biz bu zar evrenlerden birindeyiz. Karşımızdaki evrende ise fizik ters işliyor. Diğer boyut yani. Bu zar evrenler buruş buruş, kırış kırış, quantum teorisi felan. Dolayısıyla zamanla evrenimiz genişliyor görünüyor ki aslında gergin çarşaf gibi oluyor bir bakıma, tabi bu durum diğer zar evrenle karşılıklı gerçekleşiyor. 1 trilyon yıl felan geçiyor. Bu iki evren dümdüz olunca aralarındaki kütleçekim bunları birleştiriyor ve güm! Patladık abi! Aniden uzaklaşıp eski kırış kırış yerlerini alıyorlar. Sar başa, oldu mu sana döngüsel evren hipotezi. En basit bu kadar anlatabiliyorum, yanlışım varsa düzeltiniz lütfeniniz.

18 Nisan 2019 Perşembe

The Dwarfs of East Agouza - Bes (2016)

Orion takımyıldızından gelmişcesine yabancı, Orion takımyıldızının Ortadoğu coğrafyasından gelmişcesine tanıdık bir ses. Mısır'dan kalkıp sözsüz saykedelik deneysel progresif rock yapıyorlar. Ama o gitarın baygın tonu yok mu beni daha çok saykopatik yapıyor. Dolayısıyla hayatına farklı tatlar katmak isteyen için birebir bir birdirbir tariflerden biri. Hakeza seveni de bol. Ancak her daim dinlenebilirlikten de bir o kadar uzak bir çalışma. Bu yüzden ben çok da ısınamadım aksine garipsedim. Yapmak istedikleri şey de bu olsa gerek. Müzikte entelektüel şeyleri kovalayanlara ve krautrock deneyselliğini ortadoğudan çakılan selamı almak isteyenleri tevsiye etmek dışında ne yapayım? Ha, umarım resimdeki o ortadaki çizgiler cücelerin kuyruklarıdır.

6,50/10

15 Nisan 2019 Pazartesi

Rush - Fly by Night (1975)

Hakaret etmek niyetinde değilim ama hani baba rock diye bir deyimi vardır ecnebilerin, Erkin Koray'dan, Cem Karaca'dan bahsetmiyorlar hayır, içi geçmiş babaların dinlediği rock musikisi kastettikleri. İşte bu albüm için bu minvalde dede rock tanımı cukkadanak oturuyor. Progresif rock dediler de farklı ritim ve bir kaç solo dışında ona da tam anlamıyla ikna olamadım. Ya da fazlasıyla avangard şeylere maruz kaldım. Vokal kısımlardaki melodiler ise bir miktar çocuksu gelmekte kulağa. Son şarkıdaki şiya şiya nağmesi albümün bitişini müjdelemekte. Sevmedim demiyorum ama niye bu kadar sevildiğini bu albümün işte onu pek anlamıyorum.

6,0+/10

13 Nisan 2019 Cumartesi

Lorde - Melodrama (2017)

Son dönemde adından hayli söz ettiren ve kaliteli işlere imza atan popçu hanım kızımızın geç farkına vardım. Bu ikinci kaydı ve tamamıyla öğrenme maksadıyla kulak vermiş bulunmaktayım. Zira pop dünyasından pek uzağım. Kendine has ama hiç de uçlarda gezinmeyen bir ses tonuna sahip. Kayıt hareketli ve yorucu şarkılardan oluşmuyor. İki üç tane bence gereksiz parça içerse de geri kalanı dinlerken hoş dakikalar sunmakta oldukça başarılı. Sözleri okumadım ama indiecilerin seveceği tarzda samimi ve hayattan izler taşıdığına iddiaya girebilirim. Sorunum şu: çok da akılda kalıcı olmamaları bu bestelerin. Albüm kapağı da ikonik. Nihai görüşüm oldukça olumlu.

7,25/10

11 Nisan 2019 Perşembe

Slayer - Diabolus in musica (1998)

Aslında RETRO başlığı altına listelemem lazımdı ama eskiden de bu albümün o kadar yerildiğini biliyordum ki zamanında kulak vermedim. Çünkü Slayer kendilerini satıp nu metale yakın bir şeyler yapmıştı. Aslında thrash'i tamamıyla terketmemişler, groove ve modern öğelerle birleştirmişler burada. Nu metal dinleyen biri olarak bu noktada eleştiri getirmem yanlış olur. Aksine üç dört adet gayet etkileyici parça içermekte kayıt. Ama geri kalanlar ise altyapı olarak birbirlerine çok benziyor. Zamanında dinleseydim daha bi hoşuma gidermiş yağni. Belki de yaşlandım bilmiyorum ama bağırışlı vokal de pek cezbetmiyor artık. Hani güçlü tok vokal olur, zorlanmaksızın müziğini icra eder yani şarkı söyler. Ancak arka arkaya durmadan bağıran birini dinlediğimde beni sürekli bir azar yeme seansına katılmış gibi hissettiriyor. Zaten laf aramızda, linç etmeyiniz lütfen, Tom amcanın vokalinin hayranı da değilim. Yalnız enstrüman icrasının oldukça akıcı olduğunu söylemeliyim. Kapak da bence şık. Elbette bu Slayer mı, Slayer olduğunu unutarak dinleyebilir misiniz, size kalmış. Başarırsanız en azından kötü bir albüm olmadığının farkına varacaksınız. Burada da ses değişikliğine giden ve başka şeyler deneyen grupların en azından bu kayıtları başka bir isimle yapmaları gerektiğine dair görüşümü de belirtip geçeyim.

6,75+/10

8 Nisan 2019 Pazartesi

RETRO: Therion - Sirius B (2004)

Lemurai'nın peşi sıra aynı sene çıkardıkları bu albüm genel kanıya göre hiç de ondan aşağı kalmamakla birlikte biraz bana fazla operatik geldi. Yine etkileyici besteler sayesinde grubun neden senfonik metalin en önde gelen ismi olduklarını anlayabiliyoruz. Biraz da sanki atmosfer olarak daha güçlü. Bu da bir miktar albümün rafinerisini düşürmekte. Ben daha kısa, kompakt ve vurucu bir kayıt olmasını dilerdim. Ancak unutmayalım ki kaydı özel yapan şey de bizzatihi bu özelliği.

7,50+/10

7 Nisan 2019 Pazar

Fire! - The Hands (2018)

Brütal prog diye bir alt akım duydum geçenlerde. Bu kayda da brütal caz tanımı yakışır o halde. Rahatsız edici tonlarda saksafon modern ötesi bir ağıt yaksa da arkada perküsyonun çok da abartılı ve teknik bir performans sergilememesine rağmen akıcılığı sağlayan en önemli etken olduğunu düşünüyorum. Avant garde tanımlamasını zorlar şekilde akılda kalıcı ritmiyle kaosun önüne geçmişler. Bu haliyle kardeş grubu Fire Orchestra'yı hatırlatıyorlar. İlginç bir şekilde önceki albümlerine kıyasla çok çok daha çok sevdim. Kıyametin geldiği gün dinleyeceğim albümlerin sayısına bir ekleme daha oldu böylece.

8,0+/10

1 Nisan 2019 Pazartesi

Jose Saramago - Körlük

Sadece yazarın kendine özgü yazı tarzı değil karanlık konusu da bu okumayı oldukça güçleştiriyor. Karanlık demişken herkese sirayet eden süt beyazı bir körlük bu. İnsan doğasının nasıl vahşileşmeye yatkın olduğunu Sineklerin Tanrısı'nda olduğu gibi iliklerimizde hissediyoruz. Kişi isimlerini dahi dışlayan yabancılaşma gibi öğelerle birlikte derin ve farklı yorumlamalara el vermekte kitabın konusu. Bir ülkede insanlar körleşmeye başlar, önce trafikte kalan bir adam, karısı, bu adama yardım ederken aklı çelinip arabasını çalan hırsız, güneş gözlüklü genç bir kız, ufak bir çocuk, göz doktoru ile başlayan salgın yöneticileri paniğe sürükler. Bir akıl hastanesine kapatılırlar ve aralarına yüzlerce katılım olunca askerlerin aşağılamaları yerini körler arasında acımasızlığın hüküm sürdüğü bir şiddet ortamına bırakır. Birbirlerine kenetlenen bu ilk gruba kocasını yalnız bırakmama gayesiyle onların arasına katılmış olan göz doktorunun karısı önderlik eder. Yeri gelir kendini sorgular, yeri gelir gördüklerinden utanır. Belki de koca ülkede gözleri gören tek kişi odur ama bu durumu saklamak zorunda kalır. Farklı okumalar dedim ya, yazarın Marksist kimliği göz önünde bulundurulursa profesyonel kadroların öncülük ettiği ortodoks örgütleme türünün izlerini bile bulabiliriz. Uygarlığın çöküşüyle insanların kolaylıkla yabanileşebileceği vurgulanırken yine de bir örgütlülük sayesinde insanlığını koruyabileceği aktarılmakta. Hümanizm mi tartışılır. Peki insanlar tekrar görmeye başlayacak mı? Onu da bu çarpıcı romanı okuyunca öğreneceksiniz.