30 Kasım 2016 Çarşamba

Şebnem Ferah - Benim Adım Orman (2009)

Kliplerinden gördüğüm kadarıyla pek ilgimi çekmeyen ve gerçekten de şarkıcının iyi albümleri arasında adı geçmeyecek bu kayıt tek dinlemediğim albümüydü Şebnem Ferah'ın. Flüt akerdeon gibi farklı enstrümanlar, farklı zaman kalıpları ve katmansızlığıyla başka bir şeyler yapmaya çalıştığı şarkılarla eski tarzına yakın şarkılar arasında bocalayan bir çalışma. Bir şarap gecesinde eski şarkılarını dinledik de, geçmişinin gölgesini silik bir iz gibi taşıyabiliyor ancak bu eski tarz şarkılar. Orkestrasyonu bile tam tatmin etmiyor. Düşük tempolu parçalar ise daha fena. Elbette özlemişim ve her türlü şarkıyı dinlettirecek Tanrı vergisi bir sesi var. Şarkıların bir kısmında bu silahı çok iyi kullanarak gayet olumlu bir fark yaratabiliyor. Diğer yandan benim en hoşlandığım parça nakaratına rağmen İstiklal Caddesi Kadar oldu.

7,0/10

27 Kasım 2016 Pazar

NCT U - The 7th Sense (2016) Single

Bir süre önce BTS vasıtasıyla Kore Pop'u hakkında bir kaç kelam etmiştim. Youtube'daki klipler ve tepki videolarını izleyerek fikrimi daha bi pekiştirdim. Dizileriyle, kültürüyle, modasıyla felan Japonya'nın yarı yolda kaldığı bir misyonu Kore başarıyla yürütüyor durumda. Alternatif bir seçenek. Yerelliğin sadece kokusunun duyumsandığı ki pop müziğinde belki de ayırt edemediğimiz bazı melodilerde saklı olma ihtimali bir yana yerellik hiç yok gibi, batının eskiden başını çektiği batı eksenli küreselleşme dalgasının çok da farklı olmayan bir tekrarı aslında. Aktörler farklı. Ve tabi ki yerel kültürün getirdiği garip ve yabancı tavırlar ki çoğu zaman batı merkezci bakış açısına sahip kişiler üzerinde şirin ve saçma ve komik olarak değerlendirilen fikirler uyandırmakta, içine sızarak bir nebze de olsa farklılığını ortaya koyabiliyor. Kore'deki müzik endüstrisi üzerine de bir kaç satır yazmıştım. Çocuklar toplanıyor, firmaların işlettiği ranzalı felan yurtlarda senelerce yaşayarak müzik ve dans eğitimi alıyorlar. Üzerlerine maddi olarak yatırım yapıldığı için plak şirketlerine geleceklerini ipotek veriyorlar. Üstelik çok sıkı kurallar altında yaşamak zorundalar. Arkadaşlarına, sevgililerine karışılıyor. Hatta zorunlu estetik operasyonlarına maruz kalıyorlar. Çünkü bir grup oluştururken bile idollük yaratmak önemli. Bi eleman repçi, biri şirin, diğeri dansda zirve, biri utangaç, diğeri bad boy. Ne kadar geniş kitleye hitap ediyorsa o kadar iyi. Dolayısıyla fan kulüpleri inanılmaz önemseniyor. Her türlü kaydı satın alıp sevdiği grubun reklamını, tanıtımını yapan fanlar, grup elemanlarının internet videoları ile fanlarla birlikte ayarlanan sosyal aktivitelerle (ki ufak bir şirkete ait bir grup yeterince firmayı kara geçiremeyince, elemanları fanlarla yemek yedikleri randevulara yönlendiriyormuş, artık gecenin nasıl bittiğine dair şüphelerim yok değil) durmadan besleniyorlar. Fanlarla ayrı bir lisan doğmuş bile. Gruptan sevdiğiniz, yakışıklı ya da şirin ya da seksi bulduğunuz favoriniz bias'ınız oluyor. Gruptaki en genç eleman maknae oluyor, abiler hyung ablalar oppa. Bir de canlı konserlerde ise şarkının bazı yerlerinde kalabalığın da katıldığını duyuyorsunuz, ama sadece belirli yerlerde yankı gibi, şarkıcılarla diyalog gibi. Her şarkının fanchant'ı varmış meğerse. Fanlar çalışıp geliyormuş konserlere. Herkes mutlu kısacası, şahane bir dünya! Ayrıca onlarca grubun yüzlerce şarkıcının olduğu ülkede boy gösterecekleri kaynaklar da kıtken, dünyaya açılmak, başta Çin ve ezeli rakipleri Japonya üzerinden, elzem hale geliyor. Acayip rekabetin yürüdüğü bir piyasa. Bu yüzden şarkılar gittikçe daha edgy , daha ekstrem bir hale gelmişler, bayağı para yedirdikleri klipleriyle birlikte.
Şimdi ürünlere geçelim. Aslında pop piyasasını ileri götürmüyorlar. Batı'daki şarkıcıların tarzlarını alıp sentezliyor ve dediğim gibi artan oranlarda gürültüye boğuyorlar. BTS son videosuyla (Blood, Sweat and Tears) ki şarkıyı çok tuttuğumu söyleyemeyeceğim; Karayip eksenli elektronik müziğini klasik müzikle birleştirerek ilginç bir şeyler ortaya konmuş. Konsept hikaye anlatıcılığını da düşünürsek ki klip Tarkovksy'yi poplaştıran yoğun sembolizmle örülü, bu grup K-Pop'un yarınını temsil eden bir istisna. Sonuçta kendi içlerinde her ne kadar geçişmeler olsa da kategorilere ayırabiliriz. Youtube'daki K-Ville Entertainment kanalında yayınlanan listelerden örneklerimi devşireceğim.
-R&B : Dünyada neo soul tırmanışa geçmişken doksanların klasik R&B'si ve kulüplere hitap eden 2000'ler R&B/pop'u Kore'de hayli popüler. Ama dünyaya açılmada dezavantajı da bulunuyor. Misal Jay Park - Drive, Davichi - Beside Me, Ailee & Yoon Mi Rae - Home
-Klasik şirin pop çalışmaları özellikle kız grupları için ideal. Şu an popüler olan Twice'ın TT'si ya da Dia'nın Mr. Potter'ı tam örneği. Ama I.O.I.'nın Very Very Very'si, Red Velvet'in Roussian Roulette'i, Crayon'un Doom Doom Chit'i gibi örneklere dek genişletirsek klasik pop soundunun yalın elektronik lehine terk edildiği de oluyor ki üç şarkı da çok eğlenceli. Bunlar arasında erkek gruplardan ise listeden baktığımda Victon -I'm Fine gözüme çarpıyor.
-Erkek gruplarına da klasik bir sound hakim. Alt tabanda kız gruplarına kıyasla elektronik öğeler daha kaotik ve agresif olmakla beraber yine kulağa çarpan nakaratların saldırısı altındayız. Aslında K-Pop şarkıları normalde birden fazla parçaya yetecek malzeme sunuyor ve nakaratlar gerçekten basit ve güçlü. O yüzden farklı sesteki elektronik efektlerin müdahalesi de kaçınılmaz oluyor. Bunu sektör daha ne kadar taşıyabilir, merak ediyorum doğrusu. Bu kategorinin tam örneği ki bu yüzden oldukça sıkıcı bana göre; GOT7 - Hard Carry. Monsta X'in Champion'u da olabilir.  Kore'nin en popüler grubu EXO ki şarkıları ufak tefek farklılıklar göstermekle beraber çoğu şarkısı, misal Monster da öyle. Nakaratların şenlikliğine ya da duygusallığına göre değişen pek çok örnek vermek mümkün. Listede gözüme kulağıma çarpanlar: SF9 - Fanfare, Pentagon - Gorilla, VIXX ve The Infinite'ın videoları vessair.
-Rap mühim iş. Bütün bu saydığım gruplarda rapçiler oluyor, az ya da çok devredeler. Bazı gruplarda ise bu daha belirgin. Hatta tümüyle bu alt tür altında değerlendirilebilen isimlere rastlamak mümkün. BTS'den Suga'nın August D adıyla yayımladığı işler ki gereksiz agresif olmasıyla hiç dikkatimi çekmedi. Çok daha sofistike Eung Freestyle işbirliği ise tam bana hitap ediyor. Bu noktada dans ve kulüp müziği ile içiçe geçmeye de başlıyor. Mino ve Bobby işbirliğinin örnekleri Full House yada Holup ya da Hit Me deli şarkılar. Ama bu hat tıpkı bütün türde olduğu gibi geçmişin devamı. Misal G-Dragon da elektronik hip hop örnekleri vermiş daha öncesinde.
-Burada da benim en sevdiğim kendini hafife alan, altı üstü popsun arkadaş sen, eğlenceli kulüp dans şarkılarından bahsedebilirim. Beyonce+Nicki Minaj+Rihanna Tarantino ile birlikte kulüpe gidip badass woman tribine girerse CL'in Hello Bitches'ı ortaya çıkar. Blackpink'in Boombayah ya da Whistle'ı, Mino-Bobby Mobb'un işleri, Bigbang'ın Fantastic Baby'si gibi. Daha var böyle işler geçmişe bakınca, irdelemek lazım. BTS - Fire ya da Dope gibi. Ama BTS biraz değişik neyse.
-Bir de nostaljiye dönenler var. Köklü gruplardan Shinee 1 of 1 ile 80'leri getiriyor. Mamamoo'dan New York, I.O.I'dan Whatta Man diğerleri.
-Rap verseleri, nakaratlar, agresif tavırları, şiddet yüklü videoları, temposu, gürültülü soundlarıyla abartıya kaçıranlara bir kaç örnek: 24K - Bingo ve BAP-Skydive. İnsanı soğutuyorlar ister istemez.
-Son olarak oralarda bir yerlerde bir indie sahnesi de vardır Kore'nin ama hiç bilmiyorum. Yahu hiç mi rock yapılmıyor şu memlekette, değil mi?
Gelelim asıl mevzuya. Bu tek şarkılık single'ı seçmemin sebebi K-Pop ile uzaktan yakından ilgisi olmaması. Tamam tamam çoğu Korece. Büyük plak şirketlerinden SM, 40 kadar genci okul gibi toplayıp NCT (new technology bilmem ne) altında bir araya getirmiş. Gelenin gidenin sabit elemanın net olmadığı bu projedeki gençlerden seslerinin uyduğunu düşündüklerine kayıt yaptırıyorlar, efendim. Firetruck ismindeki enteresan şarkılarıyla çıkış yapan NCT-127, Sakıza çiklete adanmış iğrenç çocuk şarkısıyla çıkış yapan veletlerden oluşma NCT Dream ve mevzu bahis NCT U gibi ki bu çocuklarda 7th Sense namındaki ilk kayıtlarını çıkardıklarında daha reşit değillermiş. Ama tabi şarkılarının birilerinin yatak odasında yankılanmasına engel bir durum değil. Çünkü parça yaşlarının tersine seksapellik taşıyan chillout bir havaya sahip. Karanlık ve sofistike yanı kuvvetli. Ağır tempoda rap ağırlığı ve soul kısımlarıyla birlikte the Weeknd ve pek de bilmediğim Drake ile Chris Brown gibi isimlerin tarzına benzetilen şarkı trap hop, trip hop ve trüp hop (yok lan böyle bir şey) etkisinde ilerliyor. Öne çıkan öğeleri ana ritmi, egzotik girişi, 50. saniyedeki hülyalı ağır abi rap kısmı, 1.12'deki tatlı vokal ve 2.30'dan 3'e bağlanan R&B geçiş. Aslında son yıllarda dinlediğim en kaliteli işlerden biri. Şimdi eksikliklerini sayıyorum. Dansları ve videosu o kadar kuvvetli ki şarkıyı yalın dinlediğinizde bir şeyler eksiliyor. Örneğin Koreli gruplardan BTS de danslarıyla öne çıkıyor. Güzel kurulmuş koreografi sık sık tekrarları ile birlikte göze hitap ediyor. Çünkü sıkı senkronizasyon gruba özgü hızlı ayak hareketleri ya da aniden yavaşlanıp hızlanan birbirini takip eden figürler ile koreografiyi güçlendiriyor. Fakat bu elemanların dansında el bilek ve ayak figürlerinde çok daha teknik beceri görülüyor. Buna rağmen göze seyirde hiç bir engel göze çarpmıyor. Figürlerin şarkıyla uyumu da mükemmel. Müzikte iki tane elektronik drop varsa dıp dıp, onu dahi es geçmiyorlar, iki tane bilek hareketi yapıştırıyorlar. Renklerle ve dinamik kamerayla beraber klip şahane. İkincisi bu gençlerin sesleri ne kadar birbiriyle uyumlu, şüpheliyim. Grubun en genci Mark'ın rap söylediği kısım, sesinin tonu bence şarkıya oturmamış. (İsim saydım diye bu grupları takip eden biri olduğum anlamı çıkmasın. BTS'i 80 kez izledim yine de gençleri ayırt edemiyorum. Zaten hepsi çekik gözlü, zayıf, benzer fiziğe sahipler, bir de saçlarını ve renklerini, kıyafetlerini felan her seferinde değiştiriyorlar, ayırabilene aşk olsun. Rapmon'u bilirim ama, borazan sesli gamzeli at suratlı hah ha ha, no offence arkadaşlar, dalgasındayız şurada) İkinci single'larında aynı tarzı devam ettirmeyip klasik pop balad tarzında ürün vermeleri ise diğer ayrı bir hayalkırıklığı. Daha çok Amerikan dinleyicisine seslenen bu şarkının ardından demek ki asıl mevzi Kore'yi de korumak lazzım.
Ansiklopedi gibi adamım, ne kadar çok bilgi bombardımanına tutmuşum yafu.

8,75-/10


26 Kasım 2016 Cumartesi

Secrets of the Moon - De Musica Mundana (1998/2002)

Black metal dünyasında adını duyurabilmiş gruplardan biri olan Alman Secrets of the Moon için seçtiğim bu albüm, grubu tanımak için pek uygun değil aslına bakarsanız. Diskografilerine dair en ufak bilgim olmaması bunun asıl sebebi. Her ne kadar türün muhafazakar çizgisine çok da bağlı kalmadıklarını duysam da bu kayıt klasik bir ortodoksi beyanı. Özellikle altına basa basa söyledikleri kendilerini besleyen okkült kaynaklarına burada da başvurulsa da şarkılarda melodik öğe çok daha belirgin. 1998 tarihli demolarının 2002'de plak baskısı bir kaç bonus parça da içeriyor. Melodik rifin parlattığı Leichengott'un konser kaydı gibi. Konser yorumu ise kalite yoksunu kirli sounduyla hayvani bir cazibeye sahip. Ayrıca Darkthrone'un Under A Funeral Moon yorumu da var ki neden bu grupların zamanında bu kadar devleştiğini bir kez daha hatırlamanıza fırsat veriyor. Demodan dönme plak dedik ya, kayıt kalitesinden fazla bir şey beklenmemesi gerektiğini anlamışsınızdır. Yalnız günümüzdeki modern/progresif/post black metal atağına karşı köklere dönmek de rahatlatan bir ihtiyaç. Benim susuzluğumu gidermekle beraber grubun güçlü bir kaydı olduğunu zannetmiyorum.

6,75/10

24 Kasım 2016 Perşembe

D'Angelo (And The Vanguard) - Black Messiah (2014)

Rate Your Music olmasa hayatta duymayacağım bir isim daha. Bundan önce sadece iki albüm çıkaran ve RYM'de en azından göklere çıkartılan D'Angelo belki de diğer katkıda bulunan müzisyenleri de düşünerek grup ismiyle çıkarmış bu kaydı. Enstrümanların vokal gibi öne çıktığı, nefes alan ve kurgusu güçlü şarkılar funk öğeler ile bezense de soul müziğinin kökleri üzerinde yükseliyor. Alışageldik vokallerin sakız gibi uzatıldığı klasik R&B'den öte olmasından dolayı da neo-soul demişler. O kadar uzağım ki! Yine de rahmetli Prince tarzını hemencecik hissettim. Demek ki uzman olmaya gerek yok. Sözleri hiç okumamakla beraber albüm kapağında gördüğümüz sosyal konuların işlendiği açık. Bununla kalmıyor yatak hikayesi öyküleri de anlatıyormuş. Muş diyorum çünkü ben tam anlamıyla müziğe konsantre olamadım. Fakat gitarların, basların girip çıkması ile güzel bir dinleti de sunduğu kesin. Bununla birlikte ben daha çok arkafon müziği olarak faydalanabildim. Her tarz bana hitap edecek diye bir şey yok demek ki...

6,75/10

20 Kasım 2016 Pazar

Rafael Anton Irisarri - A Fragile Geography (2015)

Artık seri halde kitap okuyamıyorum. Satın almayı da ya internet üzerinden ya da sahaflardan gerçekleştiriyorum. Olsun, yıllık ritüeldir diyip Tüyap'a bu sene de uğradım. Tabi bu kez şöyle bir farklılık vardı: Sancaktepe'den Beylikdüzü'ne bir rota izlemek zorunda kaldım. Aslında Beylikdüzü, İstanbul ve Kartal-Pendik hepsi ayrı iller olmalı. Hepsinin ayrı Tüyap'ı, valiliği şusu busu. İş kapısı da açıldı bak bir sürü kişiye! Bir de bizim insanımızın bu kadar okuma aşkıyla dolu olduğunu bizzatihi gözlemleyebilmek gözlerimi yaşarttı, simitçi amca sordu 'niye ağlıyorsun?' -Hiç sorma amca hiç sorma. Üstgeçit Şirinevler medeniyet köprüsü gibi kilit. İnsanlar otobana hücum etti, polisi dinleyen yok. Zaten alicenaplar boşuna dememiş, fazla okumak kamu huzurunu bozar diye. Bu işin arkasında insanların fuara gitmesini engelleyip isyana teşvik eden bir Fetöcü hücre hissediyorum da neyse.
Albüm, bağzı bağzı ihtiyacı giderecek değişik değişik duygulara sevkederek kimi zaman da tüyleri titreştirecek drone usulünde ambiyans tecrübesi sunuyor. Tim Hecker düştü aklıma. Sound olarak çok orijinal bir iş olmamakla beraber sanatçı arkadaşımız kendini ifade edip derdini anlatmasını biliyor. Hımlamalar fıslamalar akıntısı eşliğinde nedense aklımda gökyüzü ve bulut imgesi beliriyor. Beyazlardan karalara daha çok da grinin elli tonunda takılarak çağlayan bir nehir gibi. Yaylıları andıran düzenlemesi ve  piyano tuşuna benzeyen rastlantısal müdahalesiyle göğüs içinde boşluklar oluşturan Empire Systems vasıtasıyla kapımızı  uzaya aralıyoruz. Benzer elementlerden faydalanıp kalp atışı gibi ileri geri sallanan ritmiyle Persistence'da ise uzaya açılım hissiyatını geride bırakıp içe doğru bir bakışa maruz bırakılıyoruz. İşin aslı şu ki berrak ve odaklanmış bir zihinle dinlediğinizde ruhunuza işleyebiliyor. Müzikte de aradığım şey bu nihayetinde. O yüzden bu son dinlememde bir tık yukarı doğru notumu ittiriveriyorum gaağri.

7,0-/10

16 Kasım 2016 Çarşamba

Brand New - The Devil and God Are Raging Inside Me (2006)

Böyle bir albüm kapağı sanki içeriğinin de garantisini veriyor gibi. Önceki Brand New albümünü pek özel bulmamıştım. Ama bu başka bir şey. Kusurlar elbette mevcut. Aynı şarkıda Marilyn Manson'dan Linkin Park'a geçiş gibi bazı tanıdık bilindik numaraların sık sık karşımıza geçmesi, derinlik konusunda yanıltması vessair. Ringin karşı köşesinde ise güçlü melodiler, güçlü geçişler ve güçlü korolar. Havluyu sallayan antrenör bile ağlıyor, feveran içinde, duygusal erozyondan eriyor. Arka arkaya patlayan Degausser, Limousine ve Mt Zion tadında You Won't Know istilasını cıbıldak göğüsle karşılamak imkansız. Değişik etkileri ki dans rock'a kadar varması biraz sarsıyor, bulaşıcı bir hissiyatla birleştirip dinleyiciye sunan grubun bu albümü sevilmeyecek gibi değil.

8,75/10

15 Kasım 2016 Salı

Matthew Herbert - Recomposed by Matthew Herbert: Mahler Symphony X (2010)

Bir, Mahler'in 10. Senfonisini önceden dinlemenin pek faydasını görmedim. Hoşlandığım güçlü melodiler genel olarak bu albümde yer almıyor. İkincisi, elektronika sanatçısının senfoniyi en azından kendi alanında yapı söküme tabi tutmasını beklerdim. Sound üzerinde ses mühendisliği kaynaklı oynamalar, kesip yapıştırmalar, yavaşlatmalar, radyo frekansları arasında geçiş gibi izlenim bırakmalar dışında kulağa gelen şey yine yaylı çalgı ağırlıklı klasik musikisi. Bu yüzden üflemelilerin alıntılandığı yerler beklenti yaratıp ilgi çekiyor. Bununla birlikte tempo hep yavaş seyrediyor. Çünkü senfoninin ilk parçası yeniden yorumlanıyor. Parçayla aynı statik ve dinamik güzergahı seyrettiğini düşünürsek sınırlı müdahalenin de taçlandığı sondan üçüncü bölümün son dakikalarındaki gürültülü kısım dinleyeni bir silkeleyip kendine getiriyor. Bu anlattıklarım dışında yeterince farklılaştırılmadığı düşünülebilecek bu çalışma ancak ilgililere sevenlere sevilenlere tavsiye olunur. Bu kadar. Nokta. Tıp.

6,50-/10

13 Kasım 2016 Pazar

Peyniraltı Edebiyatı #37 - Marşandiz #10 - Yabani #4 #5 #6

Peyniraltı Edebiyatı, periyodunu 2 aylığa çevirerek ve sayfa sayısını (buna bağlı olarak da fiyatını) bir miktar artırarak verdiği aradan okuyucusuna geri dönüyor. Kapak konusu Sevgi Soysal. Kızıyla yapılan söyleşi, romanları hakkında yazılar, edebiyatı üzerine değerlendirmeler dosyanın altında yer almakla beraber derginin hacminde belki de olması gerektiği kadar yer tutmuyor. Daha önce derginin sayfalarında pek rastlamadığımız Kitap İnceleme köşesi altında Hasan Ali Topbaş'ın Sonsuzluğa Nokta adındaki romanı irdeleniyor. Kaan Koç, Merih Akoğul, Gülce Başer, Neslihan Yalman, küçük İskender, Alper Volkan Dikyar, İsmail Sertaç Yılmaz, Onur Akyıl (kuşların ilk uzağı kadar uzağım/kendi güneyime), Emre Varışlı, Başak Güneş, Miray Çakıroğlu, Neda Olsoy, Şakir Özudoğru, Arif Erguvan, Bengü Özsoy, Anıl Cihan, Ekin Metin Sozüpek, Gökben Derviş, Ali İhsan Bayır, Gizem Aktan şiirlerini bu sayıya veren isimler. Öykülerde ise Sezen Öngürü, Özkan Ali Bozdemir, Ata Egemen Çakıl, Önder Şit, Cahit Kaya, Kader Büyükbingöl ve Miraç Ağca gibi isimlere rastlıyoruz. Ek olarak Patti Smith röportajı ve 8 sayfa siyah beyaz bir çizgi uyarlama yer alıyor. Kimden uyarlandığını yazmasalar da (evet, ilginç) Bukowski diye tahmin ettim ve doğru çıktı. Gerçeği söylemek gerekirse verdikleri aradan sonra bomba gibi bir dönüş yaptıklarını söylemek o kadar kolay değil. Öte yandan çıtayı aşağıya düşürmüyorlar da.


bir yaz aşkı için ağıt


(küçük İskender)

Siz, su kadar yalnız değilsiniz
Bir gece tüm gövdenizle kapalı gözlerime eğildiniz

Nane kokan ellerimi tarçın ellerinize değdirdiğimde
Bilinen hikayelerin sonlarındaki aralık kapılar kapandı
Gözlerim size birer kapıydı onlar da kapandı
Öyle bir andı ki geceyi ortadan ikiye bölen aşkları unutturdu
Uzun yaz mevsimine sığmayan temmuzdan dudaklarınızda
İzahı zor / anlaşılması imkansız, geride kalmış eski bir tanrı

Islak bir dağ gibi yatıyordunuz ya yanımda
gibi o, her gidecek olanın yatağında gibi buruşuk aklımda
gibi sanki daha şimdi doğmuş sanat akımları gibi
veya büyük çöllerde birdenbire alev alan kasırga
gibi bir şeyler - söylendi durdu kendi kendine aşağıda deniz

Siz, su kadar yalnız değilsiniz
Bir gece tüm gölgenizle ömrümün önüne geçtiniz

Deniz başıma gelecekleri ta en başından biliyordu
Çünkü hüzün serbest yüzerken yeni fiiller üretiyoruz
Mesela kalp ne ihtişamlı bir fiil
Çekim eki sevdalarla göreve çağrılıyor sevgililer

O gece cümle içinde kullandım sizi ilk ve son kez
Siz, yarım cümlelerimdeki zarif, güzel kelimelerden ibarettiniz


Çözelti

(Miray Çakıroğlu)

Suda çözülmeden önce
Anlatmaya başlarsan sayılmaz.

Beyaz çözelti
Kararlı
Havai baloncuklar eşliğinde
Kutlamaya,
Kalmayışını.

Ben bittim
Ben bittim Ben bittim
Diyen kavisli bir ivme.

Bir hız alma
Dönemeç
Bu
Olumdan bitime.

Bu ben
Bu suyun içinde çözülmeden
İşte bakın anlattım
Bu anlattığım
Sayılmadı.

Heyecanlana kapıldım.

Bitiş ihtimalini
Kuyruğundan kavrayıp
Dipteki beyaz kalıntıya vardım.

Havai balonlar
bana baktığınızda düşlediğiniz
İhtimallere kadar uçtu.

Sormayın nerede
Suda yitirdim
Gövdemde
Eksik olanı.

Tut bu geniş nefeste
Çözüldüğünü düşünmek önce
Çözülmek sonra.

Şimdi her şey sonsuzken
Her şey şimdi anlatılır
Hadi, çözelti
Dene bakalım.

Marşandiz: Mert Can Fırat (böyle bilindi ve böyle susuldu / böyle de deflenir gece siperinde göğsün), Mehmet Can İnsperest, Etrafi, Can Küçükoğlu, Eşref Yener, Ömer Can Saroğlu, Özgür Göreçki (komşularımız bizimle iyi geçinsin aşure maşure getirsin / pistir diye yemeyelim isterdim) şiirlerde imzası bulunan isimler. Keyifli öykülerin isim bantında ise Mevsim Yenice, Özgürcan Uzunyaşa, Onur Selamet ve Ömer Can Saroğlu yazıyor. Öykülere yine karakalem çizimler eşlik ediyorken kapakta rengarenk bir cadıyı görüyoruz.

Yaşama Faaliyetleri

(Mehmet Can İnsperest)

VIII
sözünde durmuş birini
insandan başka sıfatla anamazsınız.

insan kalbinden anılır,
sonra yerine koyulur.

XV
bana ölümsüzlük teklifiyle gelenler
önce bir kez ölmemi isteyecekler.

yani denenmek sorun değil,
yaşamamayı bilmemekse bileceğim.
hani bakılacak onca şey vardır ya
öncesi sonrası hep kusur.
düşünsene boyundan büyük boyunlar bırakıyor gerisinde bu bıçak!
işte sana ölmek için bile yalnız,
iki durak arası
dilimler üstü bir dudak..

XVI
ateşi ateşle yaktım,
ellerim
ellerimin sebebi.

ateşi ateşle yaktım dedim,
ellerim ellerimin sebebi

gönül almayı bildiğimizden Değil ya işte
gönlünün genişliğinden
çoğu
zaman..

Yabani'de üç sayı birden hat trick yapıyorum.


4: Dr Hyde, yabancı albümlerden çıkmışcasına duruyor. Uzun süreydi keşke. Akbaba Şehri, çizeri Bora Örçal'ın ilginç bir tarzı var. Kaş kalemiyle çiziyor gibi, bu yüzden ayrıntılar daha yakına yönelik ve ayrıntı gibi değil, neyse şimdi tarif edemeyeceğim. Eserlerini takip ettiriyor kısacası.  Ayana devam ediyor tıpkı Kralına İsyan gibi. Dört öyküden ikisi hoşuma getti:) Gezinti ve Bir Kamp Ateşi Öyküsü.
5: Karabasan, çizimler iyi de uyarlamada biraz tökezliyor. Bora Örçal'ın çizimleriyle Vasiyet, öyküsüyle de güzel. Hızır ile Ejderha modern tarzda saf fantastik bir konu işliyor. Ayana devam ediyor tıpkı Kralına İsyan gibi. Sadece üç öykü bulunuyor ki Ölümsüz bir devam hikayesi aslında. Öykülerde etkili arkaplan/mekan/zaman oluşturulurken kurgu kısmı esgeçiliyor.
6: Yol'dan pek bir şey anlamadım. Şu an farkına varıyorum ki 1. bölüm denmiş. Sebep bu olabilir. Çizimler dinamik ve kompleks. Egzorsizm, sevemedim. Uçan Kale birinci bölümüyle heyecan yaratabiliyor. Münzevi, yağğni. Ve tabi ki Kralına İsyan. Öykülerden Arabacının Torunu, fena değil; Kapının Diğer Yanı, ehhh; Arka Koltuk, bana göre değil; Kambur, yess.

Legend/Solstafir - Fjara / Runaway Train (2014, SplitSingle)

Yine bilgisayarımda sorun olduğundan ne resim yükleyebiliyorum ne de blogları görüntüleyebiliyorum. Neyse stres yok. Bir süreliğine aksiyon almayı da düşünmüyorum. Sıkıldım yafu.
Sesine kurban olduğum Solstafir, bugüne kadar hiç duymadığım Legend'in Runaway Train ismindeki şarkısını coverlıyor. Legend ise Solstafir'in Fjara'sına ses vererek karşı atağa geçiyor. Konsept güzel. Solstafir mükemmel bir iş çıkarıyor. Şarkının aslını bilmiyorum ama  (efsanevi Soul Asylum şarkısı ile isim benzerliği var sadece) agresif vokaller ve synth atmosferiyle pek lezzetli yam yam yami olmuş. Parçayı kendi tarzlarına entegre etmişler. Gitar soloları ve şarkının tümü İskandinav gizemciliğini yansıtmakta pek bir mahir. Gel gel gelelim Legend'ın yaptıklarına. synth pop dokunuşu ilginç olmuş. Daha pop rock kulvarına doğru bir çekiştirme mevcut. Bu şarkıya ne kadar gitmiş bu müdahale, tartışılır. Solstafir'in üzerine çıkamazsınız gülüm. Uğraşmayın, kendinizi de yormayın. Acımasızlığım üzerimde. Gaddar ben!

7,75/10

12 Kasım 2016 Cumartesi

RETRO: Thyrfing - Urkraft (2000)

İlk üç Thyrfing albümü arasında en iyisi bence. Kendi seslerini tam anlamıyla bulmuşlar, folk melodilerin müziğe entegrasyonunda duyulan problemler büyük oranda giderilmiş ve tempo baştan sona korse gibi pek bir sımsıkı. Ayrıca Home Again gibi şarkılarda olduğu gibi epik havayı da hissettirmekten geri durmuyorlar. En sona da Over the Hills And Far Away yorumu eklemişler. Bizden bu kadar demişler kısacası. Viking cinsinden folk metal dinlemek isteyenlerin bir değil iki kulak atması gereken kayıtlardan.

8,0+/10

10 Kasım 2016 Perşembe

RETRO: Motörhead - Another Perfect Day (1983)

Thin Lizzy'nin eski gitaristinin ilk ve son kez yer aldığı ve imzasını da oldukça belirgin şekilde attığı bu albümü, duyduğum kadarıyla grup pek de sahiplenmiyor. Grubun agresif, neredeyse punkımsı tarzının klasik heavy metal gitar işçiliğiyle ki Brian Robertson gerçekten iyi çalıyor, biraradalığı ilginç bir enerji yaratıyor. Lemmy'nin de böyle şeyleri rahatçana kabul edebileceğini zannetmiyorum. Öte yandan bu zıtlıklar, yafu cayır cayır gitar sololar felan var bariz bir şekilde, hiç de beklenmedik şekilde bazı anlarda harbiden iyi uyum sağlıyor. One Track Mind örneğinde duyulacağı gibi. Lemmy sesini uydurmaya çalışırken zorlanmış ve bundan da nefret etmiş olmalı, hah ha hayyt. O kadar dinledim, hala garipliği aşabilmiş değilim. Buna rağmen hiç de gözardı edilebilecek bir çalışma değil.

7,0+/10

8 Kasım 2016 Salı

Norte Potosi - Lo mejor de Norte Potosi (1993)

Milliyet'in yepisyeni Türkiye'ye uyum sağladığını biliyordum da Can Dündar'ı daha yargı kararı açıklanmadan (ki çok da güncel tutumunu beğenmem, bu ayrı bir konu) Fetöcü diye başlıklarında kullanacak kadar adileşeceklerini düşünememiştim. Televizyonu kapatmıştım zaten, haber sitelerini de takip etmeyelim bundan sonra. Ne diyelim, iyi uykular yepisyeni Türkiye vatandaşları. Aman kulağınıza en büyük fetöcü siyasal yapının halihazırda iktidarda olduğunu felan söylerlerse (basit bir matematik, dört işlem sadece: bütün partilerdeki fetö bağlantılı milletvekillerini kendi parti toplam milletvekili ile bölün ve en yüksek oranı hesaplayın) bir tarafınız açıkta kalmıştır, örtün ve sağınıza dönün. Zira sağ iyidir, uykunuza huzur istikrar felan katar.
Bolivya'dan daha önce bir grup dinlemiştim. Los Kjarkas, pek beğendimi yazmış idim. Bu da iyi ancak vokale eşlik eden kadın vokal kafalarda biraz şüphe uyandırıyor. Çocuk sesi gibi. Ama eminim böyle tombul orta yaşlı bir abladır kesin, araştırmadım haaa.

7,50++/10

6 Kasım 2016 Pazar

Gustav Mahler - Symphony 10 (2000)

Geç romantizmin ünlü bestecisi Mahler'in pek de en iyi çalışmalarından sayılmayan 10. senfonisi aslına bakarsanız hayatının son demlerine denk geldiği için yarım bırakılmış. Dönemin bestecilerine bitirilmesi için başvuruda bulunulsa da sonuçta müzikologlar bir kaç versiyonu ile tamamlamayı başarmışlar senfoniyi. Günümüzün önde gelen şeflerinden Simon Rattle yönetiminde Berlin Filarmoni Orkestrasınca çalınan bu kayıt da Deryck Cooke'un üçüncü versiyonuna dayanıyormuş. Mahler'in neden dinlemek için bu senfonisini seçtim peki? Çünkü bu beste üzerine çalışma yapan elektronika sanatçısı Matthew Herbert'in kaydı elime daha doğrusu bilgisayarıma düştü. Arada bağlantıyı kurabilmek için, en azından, senfoninin ful sürümünü dinlemeye mecbur hissettim kendimi. Senfonilerde çoğu kez ana temaların işlendiğini görüyoruz. Savaş olur, doğa olur, coşku olur AB marşı olur felan. Bu besteyi dinlerken ise daha karmaşık ve zıt duygulara kapılıyorsunuz ki tesadüf değil. Hayatının son döneminde karısından çok çeken Mahler bu besteye de ilişkilerinin gölgesini düşürmüş. Başlangıcı yapan Adagio bölümü ile Final bölüm 25'er dakikalık süreleriyle benzer bir eğilime tabi şekilde sukünet ve ender aksiyon dakikaları arasında yavaş temponun şemsiyesi altında sapması geniş seyir izliyor. 17. dakikadaki kalkışma klasik dönem Hollywood aşk filmleri andıran bir tatlılık sunuyor. Genel kanım ise bu bölümlerin derin bir huzursuzluğu paylaştıkları yönünde. İkinci bölüm ise Viyana'daki balo salonlarını hatırlatan 'mutlu' dans ritimleriyle açılıyor ve çok da temasından uzaklaşmadan sona eriyor. Bestenin tam ortasındaki Araf adını taşıyan kısa parça üflemeli çalgılar ve yaylılar arasında gidip gelen ve yükselen melodinin helezonik seyriyle akılda kalıcı pasaj görevini layıkıyla yerini getiriyor ve dördüncü parçanın gerilimli açılışına yön veriyor. Parça boyunca yayılan gerilimin, hüznün keskin ve durulmayan ritimle buluşması, kaydın benim için en hoşuma giden bölümünü oluşturuyor. Final de bahsettiğim gibi ilk bölüm gibi yavaş tempoda devam ediyor. İlkin Interstaller film müziğini anımsatan ambiyans kısmı dikkat çekiyor. Sonra da flüt ya da flüt olduğunu zannettiğim ilginç müdahale kulağını diken köpek gibi hissettiriyor. Bütüncül açıdan bakıldığında zayıf ve güçlü yanların bir araya buluştuğu bestenin kaydının olabildiğince, beste izin verdiğince sıkı bir orkestrasyonla çalıştığını duyuyoruz. Zaten yeterince ödüllere de doymuş bu albüm.

7,50+/10

2 Kasım 2016 Çarşamba

Sabhankra - Revenge (2016)

Bir ara Constantinopolis adıyla faaliyet gösteren Türk grubunun bu son albümü yıllar öncesinde satışa sunulmamış bir kayıtlarının yeniden prodüksiyonu imiş. Bir Rus plak şirketinden çıkan Revenge namındaki albüm ilk dinlendiğinde on hatta yirmi yıl öncesinin havasını hissettirmesi bu yüzden rastlandı değil. En kapsamlı tabirle melodik death sıfatını haketmekle birlikte alttan yüzeye folk, power, senfonik ve thrash etkileri sızmakta. Melodik tabiri hepsini birleştiren bir öğe. I Will Die With Your Love'da taçlanan hüzünsü atmosfer grubun imzası olsa gerek. Black metal yırtıcılığını kulaklara taşıyan vokale de dinledikçe alışıldığını söylemek mümkün. Besteler sımsıkı çalınıyor. Zaten onbeş senedir faal olduklarını ve istikrarla ortaya bir şey koymaya çalıştıklarını biliyorsak (ve maalesef görmezden gelindiklerini de) daha azı düşünülemez bile. Yine de beni rahatsız eden şeylerin bir listesini yapmam gerekli. Tabi başkasının en sevdiği şey olabilir bunlar. Prodüksiyon biraz cılız, bateri kaydını sevemedim özellikle. Keyboard (ki ilginçtir bir şarkıda tam tamına Summoning geldi aklıma) ve gitar tonu başta olmak üzere albüme sinen eskilik hali, Albüme adını veren şarkıdaki clean vokalin kaydı, bir türlü melodiyi bir noktaya odaklayıp kopuş sağlayamaması gibi.

6,75/10

1 Kasım 2016 Salı

Crystal Castles - Amnesty (I) (2016)

Bu aralar pek müzik dinlemediğim için albümlere de haksızlık etmemek adına daha yavaş hareket ediyor olacağım. Pek sevdiğim garip elektronik grup yepisyeni kayıtlarıyla dinleyiciyi selamlıyor. Ve a.s. Bir kere gruba vokalleriyle destek veren diğer yarısı Alice Glass ayrılmış. Yerine geçen kızcağız da sesiyle onu fazlasıyla taklit ediyor. Bu da dinleyicisini ikiye bölmüş durumda. Onun gibi olmaya çalışıp olamamaktan ziyade kendi rengini katmayı seçselermiş daha iyi olurmuş. Müzikal olarak da son albümden geriye bir dönüş mevcut. Halbuki ben en çok onu sevmiş idim. Dolayısıyla soundda efektler, kulak cırmalayan keskinlikler pek bir fazla. Diğer yandan düşük tempolu tırnak içinde etheral tırnağı kapa bölümlerde mevcut şarkılarda. Bir bakıma şizofrenik bir durum. O yüzden üç yıldız alır ancak gözüyle bakıyorken albümün tartışmasız en iyisi Kept  sayesinde terazinin kefesi RYM'de üç buçuk yıldıza burada da yedi puana ağır bastı.

7,0/10