31 Aralık 2018 Pazartesi

GoGo Penguin - A Humdrum Star (2018)

İlk kez bir yılbaşını yalnız geçireceğim. Bilerek ve isteyerek. Yoruldum çünkü. İşyerinde içtiğim bira, kırmızı şarap, Allaha'sen bu Suvla'nın nesini beğeniyorsunuz ve beyaz şarabın ardından arkadaştan zorla alıkoyduğum  Chivas Regal ile gece devam edecek. Kimi keyiften kimi kederden içer. İtiraf edelim ölümü ufaktan tecrübe ediyoruz. Neyse, son yıllarda fark ettiniz mi bilmem ama caz, değişik varyasyonlarıyla yavaş yavaş yükselişe geçiyor. Bu albüm de grubun dördüncü çalışması ve her daim bir saygı sempati uyandıran gruplardan biri. Alt tür olarak nu jazz ve jazz rock tanımların bahsi geçmekte. Aklen rock itici bir motif. Ancak elektronik tınılar hiç de es geçilemez. Temposuyla ve ritmiyle oldukça dinamik çalışma piyano ağırlıklı olsa da drum'n bass kulvarında endam eyleyen bir bateri performansı var ki göz doldurmakta. Ama albümden herhangi bir şarkı dinleyin misal Raven olsun, kaydın ruhunu anlamak için yeterli. Hani benim gibi biraz daha duygu yoğunluklu, ağır baba caz dinlemek isteyenlerin tersine gayet modern ve gençlere yönelik bir seçenek olarak öne çıkmakta bu çalışma. Kısacası bıdı bıdı etmeyeyim daha fazla, benim pek de tarzım değil. En azından 50 dakika dinleyecek kadar değil. 20 dakika için okeyim amma.

6,75/10

30 Aralık 2018 Pazar

Fatboy Slim - Halfway Between the Gutter and the Stars (2000)

2000'lerin başlarında big beat ve euro house nedendir bilinmez sönümleniverdi. Fatboy Slim'in kariyeri gibi. Abd'nin güneyinin soul ve blues ritimlerini mükemmel şekilde elektronikayla buluşturan arkadaş, her ne kadar albüm kapağı olarak bilmemnereden parıldayan güneşi seçmiş olsa da bu kayıtta eski dönemlerinin gölgesi altında imkanı zorlamış, kendini tekrar etmiş. Flaş haber, İbiza'ymış orası. Tekli olarak da piyasaya sürülen Sunseet (Bird of Prey) tabi kulağa en tanıdık gelen parça. Dedim ya , videosu felan dönmüştü ekranda. Lan, şimdi düşündüm de neredeyse 20 sene geçmiş. O-ha! Yaşlanmışız. Bir de benim için Star 69 sürpriz bir şarkı oldu. Kendini tekrar eden basına kuvvet tekno ayarında şarkı Underworl'dun Born Slippy'sinin zayıf bir kopyasını andırdı bana. Yine de güzel yani, gençliğime denk gelseydi kafamı sıyırttıracak şeylerden biri de bu olurdu.

6,50-/10

Kayo Dot - Coffins on Io (2014)

İlk dinleyişimde bu ne yafu , b sınıfı post punk kırması diye tiksindiğim ki aslında ilk dinlemelerimde kayda kulak bile vermeyip sadece sese alışmaya çalışırım, bu albüm çok kısa sürede yani 2 ve 3. dinlememde aklımı aldı. Deneysel rock diyelim ötesine geçmeyelim. Bohren & der Club of Gore'nin rock hali gibi bir şey. Deneyimlenmesi gereken sanat eseri demek az kalmaz.

8,50-/10

27 Aralık 2018 Perşembe

RETRO: Manowar - Battle Hymns (1982)

İlk albümünde grup tam anlamıyla kendini bulamasa da ikinci yarısında sergiledikleri epik heavy metal örnekleri ile alamet-i farikasını ortaya koyuyor.

7,50++/10

23 Aralık 2018 Pazar

Aslı - Su Gibi (2004)

Aslında oldukça hoş parçalar içeren albümün prodüksiyonu elektronik tınılar da içeren Şebnem Ferah'ın geçmiş bir dönemini anımsatıyor. Vokal yorumları da çoğu zaman bu benzetimi doğrulamakta. Rock tavrını belli edercesine sosyal eleştiri içeren bazı şarkıların sözleri iticilikle buluşup kulağı tırmalıyor. Doğrusu nasıl olmalı diye bir önerim yok maalesef. Ayrıca bence Aslı kendine özgü sesini her zaman doğru kullanamıyor. Sen De Unut , orada durması gereken güzel bir performans olarak gösterilebilir.

6,75/10

21 Aralık 2018 Cuma

Colson Whitehead - Yeraltı Demiryolu

Kasvetli, boğucu, klostrofobik, sindirimi güç, sarsıcı, saldırgan, kanlı, vahşi. Türkçemizin güzelim sıfatlarından eksik bir şey kaldı mı bilemeyeceğim, ama okumaya ara vererek psikolojimin düzelmesini bekledim, itiraf ediyorum. Orada burada fantastik edebiyata ilişkilendirildiğine bakmayın, bir nevi kölelerin özgürlüğe açılan kaçış rotalarını tanımlayan yeraltı demiryolu teriminin, romanda bildiğin lokomotifli, vagonlu hale bürünmesi dışında gerçeküstü bir şey yok. Bir de diliyorum ki siyah kölelere yapılan envai çeşit işkence de bu derece bir gerçekliğe kavuşmamıştır tarihte, en azından yaygınlığı ve şiddetin yoğunluğu aksettirildiği kadar değildir. İnsanlığım kaldırmadı ki çok insancıl bilinen birisi değilimdir. Diğer dikkat çeken bir şey ise yazarın ezilenlerin uzlaşmacı, sinik yada tepkisel dilini kullanmaması, aksine ırkçı beyaz hegemonyaya karşı bir yandan yarattığı karakterin ağzından kelimelere döktüğü sorgulayıcılıkla, diğer yandan sisteme karşı okuyucuyu kinlendiren neredeyse ajitasyonvari diye adlandırabileceğimiz, ama o bayağılığa kesinlikle düşmeyen soğuk bir bıçak keskinliğiyle edebiyatın dolayımcılığından kaçınması. Üstelik kaçakları özgürlüğüne kavuşturma mücadelesinde can veren beyazlar da hikayeye ortak edilerek beyazlar ve beyazların üstünlüğüne dayalı ırkçı sistem arasında da ayrım çizgisi ortaya konuyor. Siyahların iş yaşamına dahil edildikleri ve eğitim dahi gördükleri kasabada ise doğum kontrolü gibi bir alanda daha da somutlaşan tıbbi ve sosyal bir deneyin habersiz denekleri olması , onlara katlanır görünen kitlenin birden gözleri dönmüşcesine vahşileşebilmeleri modern ötesi zamanımıza da gölgesi düşen izlekler olarak kitapta yerini bulmakta. Uzun lafın kısası, keyifli bir okuma mı? Hayııır. Okuduğuma pişman mı oldum? Hayııır.

20 Aralık 2018 Perşembe

Jim O'Rourke - Simple Songs (2015)

Kadife sesiyle, keman, piyano eşliğinde böyle dinlerken kendinizi güvende hissedeceğiniz, bir yönüyle nostaljik şehir ozanlığına da selam çakan folky pop rock çalışması. Güzel tarif ettiğime inanıyorum. Dinlerken ana kucağında gibi hissediyor, sinir stresinizi yatıştırıyorsunuz. Ama ana dediysek orta batı Abd yöresinden bir ananız varmışcasına. Yalnız her nedense kulaklıkla dinlenildiğinde verdiği keyif katlamakta. End of the Road favorim

7,75/10

19 Aralık 2018 Çarşamba

Frederic Gross - Yürümenin Felsefesi

Yazar Fransız olunca yürümenin faziletini anlatmak yetmez, tarihte yürümeyi alışkanlık kazandırmış
yazar, düşünür ve bilimum entelektüelin de hayatına kitapta yer vermek gerekir. Hoş, bu örnekler yürümenin kişiye toplamda nüfuz kazandırıcı sonuçlar doğurmadığını nakletmekte oldukça başarılı. Evet yürümek, düşünceleri toplamaya yardımcı olabilir, şiirleri aklınızda yazabilirsiniz, ilham kaynağı da olabilir, kendinizi keşif yolculuğuna da dönüşebilir. Ama sonuçta şan, şöhret, mutluluk, huzur ve zenginlik yoluna kavuşturacak bir reçete de değil. Bu yönüyle egzantrik mistiklerin ve ne age'çilerin öğretisinin bir parçası olmadığını vurgulamak da yine tam bir Fransızlık olsa gerek. Sonuçta kişiden kişiye farklı bağlamlarla ilişkilense de yürümenin, ne kadar bireysel bir aktivite olduğuna inanmakta ikna oluyoruz. Aktardığı anektodlarla birlikte düşününce hiç de fena değil.

Serge Gainsbourg - Histoire de Melody Nelson (1971)

Kült bir çalışma tanımı atfedilen bu Fransızca pop albümü soft rock tınıları taşımakta. Fısıltılı yarı konuşur sayıklamalı söyleme tekniği bana pek de seksi gelmedi, öyle deyolar da ondan belirtme ihtiyacı güttüm. Lakin yaylıların yankılı düzenlemesi akılda yer edici bir güzellik sunmakta. Mistik koral eklemeyi de unutmazsak eğer, pop namına oldukça sıradışı anları tecrübe ettiğimizi söylemek mümkün kayıt vesilesiyle.

7,50-/10

17 Aralık 2018 Pazartesi

Messa - Feast for Water (2018) & Solstafir Konseri

Fikriyat muhteşem. Windhand albümünde daha taze yazmış idim geleneksel doom metalin kısıtlamalarının nasıl üstünden gelinir diye. Kadın vokal, ağır tempoda doom metal ve Bohren.. gibi karanlık caz tınıları. Bu sentezin bünyede yarattığı beklenti heyecan verici. Ama itiraf etmek gerekirse bu beklentiyi dolu dolu karşılayamamış görünüyorlar. Orada burada fazla oyalanıyorlar, sentez daha oturmamış. Olsun, inanıyorum ki biraz daha ekmek yiyip bu cüretkar adımların devamını getirecekler, o potansiyeli görüyorum. İtalya gibi metal denince akla ilk gelen ülkelerden birinden olmayıp bu yaratıcılığı gösterebilmeleri bile takdire şayan. Evet, inanıyor ve ileride acayip şeyler bekliyorum bu gruptan.
Gelelim Solstafir konserine. Bayağı bir süredir konserleri kendi çapımda boykot ediyordum. En başta da seyircinin saygısızlığından gına gelmişti artık. Sadece şunu söyleyip kaçacağım: Güzel seyirci, güzel mekan ve güpgüzel grup. Neden metal müziği sevdiğimi bana hatırlatan bir vesile. Seviyorum sizleri.

7,25/10

15 Aralık 2018 Cumartesi

Franz Liszt - Faust-Symphonie (1996)

Liszt pek de senfonileriyle bilinen bir besteci değil. Goethe'nin ünlü eseri Faust esinlenmeli bu senfoniyi dinlemek de beni bir ölçüde şaşırttı. Evet çok iddialı, akılda kalıcı bir dinleti sunmamakta, beste. Ancak kaydın kalitesi ve deneyimli şef Bernstein ve onunla uyum konusunda eksiklik göstermeyen Boston Senfoni Orkestrası albümü güzel bir deneyime dönüştürüyor. Şeytanla bahse tutuşan Faust'un hikayesi elbette çelişkili ruh hallerini içerecektir. Bu da senfonilerin sinematik kurgu olarak beslemesi için yeter bir sebep. İlk bölümde ulusal marşa benzeyen ritimler biraz ucuz gelse de kulağa, özellikle kapanıştaki koro fazlasıyla bu açığı kapatıyor. Kişisel nedenlerden dolayı çok analiz ederek dinleyemediğim bir albüm oldu bu, içine girmek için özellikle bir çaba göstermemek de bilinçli bir karardı. Beyinden çok kalbe hitap etmesini diledim. Beni doyurdu çok şükür, aç kalmadım.

8,0/10

10 Aralık 2018 Pazartesi

Spoon - Transference (2010)

Ben bu işi anlamıyorum, pes ettim artık. Grubun az sevilen çalışmalarından biri bu. Benim de en sevdiklerimden. Çünkü mırın kırın indielik içinde kaybolmamışlar. Bateriye daha bir sıkı vuruluyor, gitarın teli daha bir tıngırdıyor. Vokal de çatallanacak kadar en azından, kendini belli etmekten çekinmiyor. Kısacası bu kayıt daha samimi geldi bana. Eh, en mutlu oldukları dönem olmasa gerek, bu da çok belli. Evet, akılda kalıcı melodik nakaratlar fazla değil. Ama şarkıların çoğu dinlerken hoşa gidecek bir özellik sunabilmekte. Üstelik grup hiç olmadığı kadar tutarlı bir sounda da kavuşmuş durumda. Gitar tonları fevkalade. Albüm kapağı da sanat eseri ve albümün sesini başarıyla temsil ediyor. Şaka maka grubun 8 albümünü de dinlemiş bulundum. Dur diyeyim kendime ve yeni denizlere yelken açayım. Nostaljik rock ve metal işlerine dalayım diyorum açıldığım yelkenliden atlayıp.

8,0/10

9 Aralık 2018 Pazar

Windhand - Soma (2013)

Geleneksel doom metal'in stoner ve sludge ile buluşması dışında çok da bir yere gidebildiğine pek rastlamadım. Bunu alt türün kısırlığı diye yorumlarken bu albüm çıka geldi. Death yada black gibi ekstrem metale dönüşmeden olabildiğince sert ses veren ve her ne kadar kadın vokal kulağa biraz boğuk ulaşsa da net ve temiz prodüksiyon en büyük artısı. Diğeri de günümüz metal örnekleri karşısında susadığımız gitar soloların pek bir mahir çalınması. Ağzımın suyu aktı. Dolayısıyla bu alt türü, bu alt türden hiç de ayrılmaksızın daha ne kadar ileriye götürülebileceğinin en somut örneği olarak bu albüm karşımızda dikilmekte. Son şarkının fazla uzun olması gibi ufak tefek kusurlar mevcut. Ve de ağır aksak ritimlerin hayat verdiği doom metal'in büyük hayranı sayılmam.

8,0+/10

N. Flying - The Real: N.Flying (2017,EP)

Yaz tatilinde dinleme listeme aldığım eğlencelik çıtır albümlerden biri bu. Evet biraz geç kalmışız. Idol fabrikasından çıkma k-pop, rock, hip hop ve elektronik düzenlemeli şarkılar gerçekten de eğlenceli. Renkli klibiyle The Real şarkısı bu kısa kaydı dinlemem için sebep oluşturmakla beraber kayıt ondan hiç de hafife kaçmayan enerjik şarkılarla dolu. Arkalarını hangi plak şirketine dayadıklarını bilmemekle birlikte, Kore müzik endüstrisi için önemli bir faktör bu, şarkı düzenlemeleri dikkat çekici. Birbirine benzemez farklı türlerin ve Maroon 5 gibi etkilenmelerden beslenen farklı vokal pasajların sentezi nasıl oluyor bilmiyorum, yine de göze batmayan bir bütünlük sergilemekte. Kısacası sizin de orasından burasından beğeneceğiniz kısımları olacak buradaki şarkıların. Tabi ki akılda kalıcı klasik bir şeyler beklemek saflık olur. Dedik ya eğlencelik...

7,25/10

5 Aralık 2018 Çarşamba

RETRO: Cemetery of Scream - Deeppression (1998)

Bu grubun sevdiğim bir tarafı da agresif olmayacak bir şekilde melankolik melankolik müziklerini icra etmesi. Brütal olayım gurul gurul guruldayım dertleri yok. Ancak bu albüm biraz daha gotik gölge altında en amiyane deyişle hafifçe kalmış.

6,75/10

2 Aralık 2018 Pazar

Telvin - Telvin (2006)

Erkan Oğur, Turgut Alp Bekoğlu ve İlkin Deniz öncülüğünde kurulan bu prestijli caz grubu tek
kaydıyla proje olmanın ötesine geçemese de zamanında konserlere de çıkma fırsatı bulmuş. Caz dediysek Anadolu ve atmosfer olarak da hafiften tasavvufun izlerini duyumsamak mümkün. Benim gibi iki-üç senedir az az caz dinlemeye başlayanlar için bu uzun kayıt özellikle ilk yarısı ile içine girememe gibi bir problemi taşımakta. Elbette sanatçıların virtüozluğuna diyecek bir şey yok, hele ki bestelerin çoğunun doğaçlama eseri olduğu biliniyorken. Diğer yandan tekrar etmek gerekirse tecrübeli caz dinleyicinin kulağında çok daha farklı anlamlar kazanacağı bir gerçek bu albümün. Bateri ve bastan ziyade Erkan Oğur gitarını alışageldik formların dışında çalmasıyla dikkat çekiyor. Ayrıca kaydın sonlarında ritim arttıkça kafanızda görsellik de canlanmakta. Devamını getirmek isterseniz konser kayıtlarına yuğtuptan ulaşmak da mümkün. Kaydın ederinin ben de düşük görünüyor olması sadece benim gibi basit bir insanda hissettirdikleri ile ilgili. Bana göre fazla kaliteli geldi diğer bir deyişle.

7,50/10