31 Temmuz 2010 Cumartesi

RETRO: Göksel - Arka Bahçem (2005)


Bi tomar laf dökecektim. Kısa geçeyim. Batılı tarzda, yerli piyasaya göre alternatif sayılabilecek funk düzenlemeleri ile yüklü parçalarıyla dikkat çeken Göksel'in güçlü bir albümü bu. Bi seni konuşurum gibi güzel bir şarkının yanısıra Kibariye'nin Kim Bilir isimli şarkısına getirdiği farklı yorumla da dinleyicisiyi cezbedebiliyor. Fakat son yıllarda, bu albümde de izlerini rahatça duyabileceğimiz alaturkalaşmayı ne yapmıyoruz? Sevmiyoruz.

7,0+/10

29 Temmuz 2010 Perşembe

RETRO : Necromantia - Crossing the Fiery Path (1993)

Kendi icatları garip bas gitarlarıyla soundu gürültüye boğmadan kendilerine has bir black metal yapan Yunan grubun ilk dönem albümlerinden Crossing the Fiery Path tiyatral havası ile dikkat çekiyor. Çığlıklar, sessizlikler, Ortodoks ilahileri, folk barok tıngırtıları ve ham acemi bilek metal. Black metal in black metal olduğu yıllar yani. İlginçliği ve İskandinav tarzına alternatif sunması sebebiyle kült olduğunu kabul ettiğim albüm yine de türün has takipçilerine tavsiye edilebilir.

6,75-/10

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Anathema - We're Here Because We're Here (2010)


Değiş dediysek de zannımca bu kadarı fazla. Diskoya felan merak salmamışlar çok şükür. Ancak yine de insan eski hallerine yakın oldukları Thin Air gibi parçaların fazla olmasını istiyor. Göze çarpan en büyük unsur grubun bunca yıldan sonra huzurlu bir aşkı bulmuşcasına dingin bir sounda sarılmaları ki zaten Hindsight'ta emarelerini görmüştük, gitarı pek çok yerde tamamiyle terketmeleri, pop rock tarzına kucak açmaları. Kimi yerlerde bu idare eder bir durum oluştursa da bazen Dreaming Light gibi facialara da yol açması kaçınılmaz oluyor. Bir Robbie Williams baladı düşünün. Hiç sevmemin ötesinde müzikal olarak adamcağızdan nefret de ederim. Bir de Thin Air'e ek olarak Simple Mistake'i pek sevdim.
Kısacası salya sümük Akdeniz duygusallığından soğukkanlı hafif hüzünlü Kuzey Avrupa prog rock akımına yaklaşmışlar gibime geldi.

8,0+/10


life is not the opposite of death. Death is the opposite of birth, life is eternal

27 Temmuz 2010 Salı

Japandroids - Post-Nothing (2009)

Bilgisayarım bana sorun çıkartmaktan bu aralar acayip zevkalıor. Kendini resetlemeden önce iki kelam yazayım bari. Muhteviyatında Sonic Youth ve Dinozor jünyır gibi grupları barındıran ve ecnebilerin noise rock diye isimlendirdikleri kökeni 80lere dayanan bir tarza episyeni soluk getirdikleri görünüyor. Gürültülü gitar soundu , buna tezat fazlasıyla nezih erkek vokal ki müziğin gerisine konumlandırılmış, insan buğulu hırıltılı sigara ve viski müdavimi bir vokal nası giderdi diye düşünmeden edemiyor, bol tekrar sözler ve minimal bir yaklaşım. Asıl çarpıcı olan şey ise metalci bir ruhla bateriyi döven arkadaş. Rock gruplarında ritim tutmaktan öteye nadiren çıkan bateristlere kapak olsun. Bu kadar şey yazdım, kulağa hoş geliyor. Ama toy oldukları bir mevzu var. Şarkılar karakter kazanıp birbirinden ayrılamıyor, vasatın üstü hepsi kabül. Galiba güzel parçaları görebilmek için bu debü albümünün devamını beklemek gerekli. O kadar da beklemeyelim. Bir tene var elimizde. 70ler hard rock ve stoner tarzı nasıl olmuşsa Crazy/Forever adlı şarkıda somutlaşmış ve albümün içine konuvermiş. Alâ pek alâ. â yı yapmak için bir yandan alt'a basarkene diğer yandan 0226 yazıyorsunuz :öğreten adam:
I Quit Girls haricinde parçaların hoptempo olması da tercihen keyifli bir dinleyiş sunuyor. Bu şarkının pek çok seveni olsa da diğer şarkılar gibi benim kafamda maalesef şimşekçikler çatapatlar çakmadı.

6,75/10

after her
i quit girls

26 Temmuz 2010 Pazartesi

RETRO: Judas Priest - Angel of Retribution (2005)

Gözardı edilen bir albüm, halbuki bayağı severim. Albüm gücünü grup elemanlarının içtikleri enerji içeceklerinden değil yıllara inat buram buram heavy metal kokan parçalar yazabilmelerinden alıyor. Bir de bu şarkıların albüm içinde değişkenlik göstermesi, her zevke hitap edebilen dakkalar sunabilmesi es geçilemez. Yine de genelde, sondaki uzun Lochness canavaına yazılan epik deneme ya da Angel'i saymazsak gayet tempolu bir performans gösteriyorlar. Bazıları da gruptan yeni bir Painkiller bekliyor, peh. Ehtiyarların çatır çatır metal yaptığına şükredelim, oturalım yerimize. Bu arada hala Nostradamus'u dinlemedim, dinlediğimde yavaştır bayıktır diye eleştiri getirebilirim. Baştan rezervimi koyayım. Ancak bunu çocuksu hakaretamiz anlayışsız eleştirilerle aynı kefeye koyamamak lazım.

8,75/10

25 Temmuz 2010 Pazar

Robert Jordan - Zaman Çarkı 6-1 : Kaos Lordu I


Peşaver Mızrakçılarının hayalkırıklığını ardımda bırakıp daha aşina bir dünyaya karar kıldığımda elbete Zaman Çarkı başvuracağım yegane kitap olacaktı. BAşlarda önceki konulara refere etmesiyle hatırlamamıza yardımcı olsa da kitap daha sonra Aiel ya da Tear ve Cairhien asillerinin isimleriyle dolunca takip etmenin mümkünatı da kanatlanıp uçuveriyor. 6. cildin ilk kitabı olmasından kelli hikaye de yavaşlığa bir hazırlangaç evesine sürükleniyor. Spoiler olmayacak derecede yani. Elayne ve Nynaeve Salidar 'da asi Aes Sedailerin kampında hala kabuledilmiş olarak yaşamaya başlıyorlar. Bir yandan önceki deneyimlerinden diğer yandan esir aldıkları ve diğerlerinden sakladıkları terkedilmiş Moghedien'den faydalanarak unuulmuş gizemleri aydınlatıyorlar ve Aes Sedailerden saygı görmeye başlıyorlar. Tabi ki bir yere kadar. Zira bu fraksiyon Rand'ı desteklemekte bir o kadar a gönülsüzler. Bu arada havanın sıcaklaşması ve kuraklaşmaya bağlı olarak düşler diyarında Elayne havayı kontrol edebilecek büyülü bir nesnenin yerini buluyor. O şehire gitmesi de engellenirken Nynaeve'nin aklında Rand'a kaçma fikirleri mevcut. Rand ise Mat ile birlike Ilian'da üstlenen terkedilmişe, ismi neyse unuttum, karşı dev bir ordu kurmakla meşgul. Aslında bu orduyla göz boyayıp bu terkedilmişi sanırım tekbaşına haklama planları kuruyor. Tahmin ediyorum çünkü planın varlığı yazılı ama ne olduğu açıklanmıyor kitapta. Mat de bu arada kendi takipçilerinden oluşan kızıl el birliği adında askeri bir birlik kurmuş durumda. Terkedilmişlerin Karanlıkların Efendisi ile randevusuna tanık oluyoruz. Rand'ın hayatının bir keresinde Karanlıkların Efendisi tarafından kurtarılığını öğreniyoruz. Çünkü diğerlerine emrettiği gibi bırakın kaos hakim olsun.. Ancak bu terkedilmişlerin kendi aralarına kıyametin sonrasında efendilerinin baş yardımcısı olma yolunda birbirilerine karşı entrika kurmalarına engel olmuyor. Hatırlarsak önceki ciltte Rand Andor'u ele geçirmişti. Kraliçe, Elayne'in annesi ise öncesinde Beyaz cübbelerin hakim olduğu Amadicia'ya sığınmıştı. Orada bir yandan Rand'a karşı fikren zeirlenirken kraliçe aslında orda tutsak olduğunun farkına varır. Tabi ki beyazcübbelerin emrine amade olması koşuluyla. Bu akımın lideri Niall'ın kıyamette insanlara önderlik yapma hayali doğrultusunda diğer ülkeleri ele geçirme planlarını devreye soktuğuna tanık oluyoruz. Rand ise büyü yapabilen erkeklere af çıkartarak onları eğitmeye başlıyor. Sahte Ejderlerin zamanında en güçlüsü olmuş olan Mazrimi de yanına alıyor. Diğer yandan da Andor Kraliçesini öldürdüğünden tutun aslında kendisinin terkedilmiş olduğuna dair dedikodularla uğraşıyor. İşin güzel yanı ezik Rand'ın olgunlaştığını görüyoruz. Kadınların zarar görme ihtimalinde zayıflayan Rand bu özelliği üzerinde de çalışıyor.

Cradle of Filth - Midian (2000)


Hiç ummazdım bu albümden hoşlanacağımı. Neyseki birkaç haftadan sonra baştaki çekiciliğini korumayı başaramasa da Sezarın hakkı Nuri'ye değil yine Sezar'a, feci anları hala zon zonk kafa zonklatıyor. İşin aslı black metalin olabilecek en popüler haliyle karşı karşıyayız. Besteler basitleştirilmiş, biraz da thrashden faydalanıp parça dinamizmi güçlendirilmiş, bayan vokaller artmış, kiibort kiibort gotik gotik üstüne. Artık ne zaman ne de sabrımı kompleks besteleri çözmeye ayıramadığım bu vakitler hem yüksek tempolu hem de sert soundu ile bünyede sıkıntı yaratmadan keyif eğrisi maksimum seviyelerde sonuç alabildim. Evet millet bu gruba çok laf ediyor, niyet sorguluyor. Bir nevi de haklılar. Ama kimin umrunda? Kafa sallamaya müsait mi parçalar, öyleyse sorun yok.
Her Ghost in the Fog muhteşem bir parça, aynı zamanda Saffron's Curse, Death Magick for Adepts, Tearing the Veil from Grace, Sabbath kavırı bonus parça For Those Who Have Died ve biraz da Amor e Morte..

8,75-/10

24 Temmuz 2010 Cumartesi

NOFX - Punk in Drublic (1994)

Pop punk'ın zirve yaptığı dönemlere ait bu çalışma tavrını hiç bir vakit bozmayan ve punk tavırlarını popüleştirmeye mtv'ye kurban etmeyen bir gruba NOFX'e ait. Offspring'in Smash'ına kutsal kitap muamelesi yaptığım gençlik hatta çocukluk dönemimde gerçekten punk müzik fanı bir arkadaşım olmuştu. İnsanlara ana avrat küfreden kayıp gençlik imajını sergilemesi beni punk'tan hızlı bir soğutma dönemine ittirivermişti. Çocukken bile çocuksu davranışlara tahammül edemiyordum, hah hayyt.
Her neyse, albüm kısa kısa 17 şarkıdan oluşuyor, yekünü 40 dakika. Punk ağırlıklı şarkılar olmakla beraber alt türlerin etkisi de hissedilir. Pek türe hakim olmamakla birlikte bir ska hatta reggae'yi sayabilirim. Bir kaç şarkıda tempo yavaşlıyor, bazen parodik şekillenmelere giriliyor. Ancak metalik gitar tonlarına sardığı Dying Degree, Lori Meyers ve The Quass süper parçalar. Klasik punk çizgisinin özetlendiği Linoelum ile kapanıştaki akustik Sacvenger Type diğer sevdiğim şarkılar arasında.
Sıkıldığımdan değil yeni albümlere yol alma ihtiyacımdan dinlemeyi bıraktığım bu albümle hayata daha olumlu bir bakış açısı kazanma deneyimi süreklilik sergilemese de yine de ilginç bir hale bürünüyor. Punk! daha fazla punk dinlemek lazım.

8,25+/10

23 Temmuz 2010 Cuma

Behemoth - Thelema.6 (2000)

Sıcaklarda da death metal, bünyenin pek de çekebileceği bir şey olmuyor. The Universe Illumination gayet güzel. Ne kadar fazla dinlerem dinleyeyim ve hatta mırıldanarak anlamsız sözlerle aşlik eder konuma geleyim diğer parçalar vasatın üzerinde olmaktan öteye gidemiyor.
Ayrıca albümün sonundaki süprizle ilk seferinde karşılaşıp ödünü helada arar durumuna düşmeyen kişi insan evladı değildir. Ahan da iddia ediyorum.
6,50+/10

22 Temmuz 2010 Perşembe

RETRO: Gece Yolcuları - Gece Yolcuları (2004)

Bir garip grup bu, ve de hiç garip değiller. Hem sempatikler, uslu adam gibi adamlar, hem de kıl edici bir tavırları var. Musikileri hem klasik türk rock çizgisine yakın hem de babalar arabesk rock'ın en has temsilcilerinden ama soundları modernleştirilmiş değil, en azından bu albümde. Nedense muhafazakar bir kimlikle yansıtılıyorlar piyasada, büyük ihtimalle de öyleler, farklılıkları gözle görülür derecede belirgin. Yalnız bunun propagandasını yaptıklarını da görmedim. Bestelerini dinleme ihtiyacını da hiç duymadım. Ama rastgeldiğimde irkilip kasılıp TV, radyo, mekan değiştirmeye de çalışmadım.
Tutturmuşlar bir orta yol, gidiyorlar.

5,25/10

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Soulwax - Nite Versions (2005)


Yaz geldi hormonlar kıpır kıpır. Bu güzel , aslında hiç sevmem ama millet seviyor işte, mevsimi hiç olmazsa daha haysiyetli isimlerle değerlendirelim. Evet, konumuz dans musikisi. Sanatçımız ise Soulwax. Bu albüm aslında remiks şarkılarmıymış neymiş, ruhumun tembel halindeyim, hiç araştıramayacağım. Amma hareketli çıstıkı çıstıkı elektronik parçalarla dolu albüm. House , tekno gibi alttürleri hissetmek mümkün. Parçalar arasındaki yumuşak geçişler çok tatlı olmuş. 4. parça Accidents and Compliments ile birlikte yavaş yavaş hazırlandığımız parti havası daha da bir hız kazanıyor. Favori parçam ise girişgahı sayılabilecek NY Lipps'in ardından albümün kapanışını yapan Another Excuse. Değişik alt-türleri aynı poyada eriterek değişkenliği başarıyla yansıtan hareketli bir parça. Tüm albümde olduğu gibi bir 90'lar etkisi belirgin.

7,50+/10

20 Temmuz 2010 Salı

Pelican - Pelican (2003) EP


Sludge-post metal aleminde adını sıkçana duyduğumuz grubun ilk ürünlerinden biri olan ve kendileri ile aynı adı taşıyan yarım saatlik kısa albüm tamamı sözsüz 4 parçadan oluşuyor. İlk parça Pulse orta şeker, Mammoth ise ormanda on kaplan gücünde tabirini efemine kılıyor mübarek. On mamut gücünde kuvvatinde. Kendini tekrarlayan kesik riflerin sesini iyi bir hoparlöre vereceksin, mezarından ecdadımız kalkar vallaha ne oluyor diye. Sert, nokta. Forecast for Today ise Mammoth'un yanında bir babanın olgunluğunu taşıyor. Tekdüze olmaktan ziyade değişken ve bir melodik hat izliyor. The Woods, albümün en uzun parçası. Evet tahmin ettiniz, ne kadar uzun o kadar epik. Orjinalliği tartışmalı ancak.

7,75-/10

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Yellow Swans - Going Places (2010)


Albüm kapağına kanıp dinlemeye başladığım albüm hakkında ilkin kafamdan şu düşünceler geçti: Hangi akla ziyan müzik namına böyle şeyler yapılıyor? what is this? it is pensıl! Sonra mühim bir özeliğini keşfettim albümün. Servisde geveze zerzevatın sesini kesecek kadar bir gürültü sunuyorken bu gürültü huzursuz edici tepkimeler yaratan endüstriyel bir atmosferden ziyade albüm kapağının gösterdiği tüm beyaz ihtişama rağmen karanlık kuyuların en dibinde dolaşan öte-dünya, misal Sovereign ve Limited Space'deki Blade Runner hissiyatı, ambiyansını taşıması. Sonuç, 10 saniye içinde güzelcene uyu alemine kayış. Garantili bir on saniye. Bununla birlikte sahte pembiş pembiş ambalajlı huzur kandırmacası yok. İşte bu sebeple puanımı biraz gani veriyorum. Yoksa dediğim gibi şahsi fikrimdir, müzik adına pek bir şey bulamıyorum bu albümde.
Anlatmakla olmaz tatmak lazımm.

6,0/10

18 Temmuz 2010 Pazar

Howard Shore - The Lord of the Rings: The Return of the King - The Complete Recordings (2003/2007)


Yine 3 CDden oluşan hayli kapsamlı bu albümle Yüzüklerin Efendisi'nin sonunu getiriyoruz. Savaşlara istinaden temponun zaman zaman artması güzel bestelerle birleşince dinlenirliği artıran bir etken oluşturuyor. Fimdeki gibi son savaş ve zaferle bitmiyor albüm. Kardeşliğin dağılmasına da albümdeki son şarkılarla birlikte eşlik edebiliyorsunuz. Ancak zafer sahnesi daha gösterişli kısaca epik yansıtılabilinirdi.

8,0-/10

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Necrophagist - Onset of Putrefaction (1999/2004)


Ki tarzı bana hitap etmiyor, bir kaç dinlemeden sonra aklım çelinmedi değil. Yeniden sürüm üzerinden özellikle ilk şarkılarda mest olduğumu, olabildiğince, söyleyebilirim. Bunda hiç şüphe yok ki gitarın etkisi es geçilemez. Kısacası Muhammet Suiçmez adlı Alaman gurbetçisi bir genç tüm enstrümanları ve vokali kendi başına kaydedip, öyle hatırlıyorum, işte ne bileyim bateri programı felanla uğraşıp brütal, sözler otopsi odasından yankılanıyor örneğin, ve daha da fazlası teknik death metal mecrasına bu albümle atılıyor. Hem brütal hem teknik hiç işim olmaz derken beni ters köşeye yatırdı vallaha albüm. To Breathe in a Casket'ın nakaratındaki blip blipler rahatsız etmek bir yana aldığım keyfi arttırdı. Takip eden şarkıdaki neo-klasik gitar tekniği de hakeza. Başlangıç şarkısı zati albümün çizgisini özetleyor. Intestinal Incubation'ın kekeme girişi de hoştu. Bu sürümdeki bateri kaydı düzeltilmiş mi bilemiyorum ama mekanik olması rahatsız etmiyor. Ancak musikiye brütallik katma havasıyla sıkı sık başvurduğu sert taka tuka abanması azaltılsaymış keşke. Zaten albüm büyük ölçüde gitar ve eşlikçi vokal ağırlıklı. Bir kaç şarkıda uzun uzun sololar dkkat çekiyor. Culinary Hyperversity, Advance Corpse Tumor örneğinde olduğu gibi. Ancak en klas solo herkesin üzerinde mutabık olduğu gibi Fermented Offal vıı vıdı içinde yer alıyor. Yeniden sürüme iki dene bonus parça da eklenmiş.
Özetle ilk şarkılar bana daha rife dayalı sıkı parçalarmış gibi geldi. Ama olabildiğince uzak olduğum sözkonusu tarzdaki albümün sonlarına doğru dayanabilme ve katlanabilme katsayımın düşmesine bağlı da olabilir sonlardaki parçaları yeterince takir etmeyişimin sebebi.

7,0/10

14 Temmuz 2010 Çarşamba

RETRO: Samael - Exodus (1998) EP


Black metal grubu Samael gotik ve moderen bir çizgide kimilerine göre senfonik ve hatta endüstriyel, karar kılınca bu kısa yaklaşık yarım saatlik albümü doldurup piysaya sürmüşler, fanları da pek mutlu pek mesut olmuş, herkes de bir mutluluk salgını, bir zevk ü sefa anlatamam.
Geyiği vurup boynuzlarından şöminemizin üzerine astıktan gayri vokallerini eskiden de beğenmediydim hala da beğenmiyorum yorumunu büyük bir açıklıkla beyan edeyim. Ancak yer yer misal Son of Earth ün sonunda olduğu gibi tekno beatlere kayış güzelllik katmış, fevkalade değil lakin alaladenin de ötesinde. Tribes of Cain ile From Malkuth to Kether gibi dinlencelik parçaları içeren EP vasatın bir hayli üzerinde bir yer işgal ediyor. Sonra ne oldu bunlara bilmem, kendi ara tarzlarını yarattıktan sonra kült özelliğini kaybettiler.

7,75-/10

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Avantasia - The Wicked Symphony (2010)


Herkesin ortak kanısı The Wicked Symphony'nin bu sene çıkan diğer Avantasia albümünü dövdüğü yönünde. Haklılar evire çeviree dövüyor. Elbette bir Metal Opera şaheserliğini beklemek saflık olur. Ama Kiske gibi, Jorn gibi, Russel Allen (Symphnoy X elemanıymış) gibi, Tim Owens gibi (Iced Earth'den hatırlıyoruz), Magnum ve Angra solistleri gibi çok daha değişik isimlerden çok daha fazla, Angel of Babylon'a göre, verim alındığını görüyor duyuyor ve tadıyoruz. Bir de hissediyoruz. Misal Wasteland'ı dinlerken ister istemez Helloween'i düşünmeden edemiyoruz. Scale of Justice'ın nakaratının Owens üzerinde ne kadar şukela durduğuna vurgu yapmanın da bir manası yok. Hele ki Scorpions vokali Klaus Maine Dying for an Angel'da bir şakıyor ki.. fark var , seninle benim aramda fark var. Neyse Tobias'ın bu albümde vokalini kısıtlaması iyi bir seçim olmuş. Şimdi gelelim negatif yanlara, sonlardaki şarkılar zayıf, bahsettiklerim ise her ne kadar şeker gibi senfonik soslu power-heavy metal- hard rock güzellemesi olsalar da insan bir durup ahh nerde eski Avantasia diye iç geçirmekten kendini alamıyor.

8,0/10

11 Temmuz 2010 Pazar

Kanye West - 808s & Heartbreak (2008)


Rap müziğiyle matrak olanlar ve parti havasını taşıyanlar dışında pek alakam olmadı. Albüm bazında değil de klipler üzerinden konuşuyorum. Wu Tang Clan, Snoop ya da ismi bu aralar he neyse, Miss Elliot gibi isimleri örnek gösterebilirim. Bir de 90'larda klasik müzik ile hip-hopu kaynaştıran hoş bir soundtrack projesi vardı. Bir kaç sene önce ortalığı sallayan bu albümün dikkatimi çekmesinin sebebi ise tabiki Love Lockdown. Romantik bir hip hop olabilir miydi? Olabilirmiş. Zaten bu albüm başarısını büyük oranda hip-hopun sulandırılmasına ve poplaştırılmasına borçlu.
Albümü baştan sona dinlemeye hiç tahammül edemedim. Auto tune mu nedir ismi robotik ve tiz vokal, tempo düşüklüğü, çocuksu sözler ve bayık besteler yüzünden olsa gerek.Yine de katlanabilirlik katsayısı biraz yüksek, bazı anlarda Paranoid, Welcome to Heartbreak gibi birkaç şarkı daha vasatın üzerine çıkabiliyor.
Amacı görebildiğim kadarıyla minimalizm, basitlik, aşk acı soslu lirikler yoluyla gençlere ve genel kitleye yaklaşmak. Ama gerçek hip hopçuların bile eleştirdiği bir albüm olduğunu da unutmamak lazım.

4,50/10

10 Temmuz 2010 Cumartesi

John Coltrane - Blue Train (1958)

Bu albüm çok sonraki A Love Supreme albümünün sofistike ve yetkin tarafına yaklaşamasa bile erken dönem cazın klasik bir örneği. İlk üç şarkı gerçekten hareketli ve ısınması biraz zaman alıyor. Bir zamandan sonra özellikle albüme adını veren parça, kulağa yeni kızartılmış ekmek dilimi gibi iştah açıcı geliyor. Son iki şarkı ise ilki daha balad kıvamında ve sonuncusu ise daha teknik. I-ıh.

8,0-/10

8 Temmuz 2010 Perşembe

RETRO: Fuat - Her Ayın Elemanı (2005)


Vallaha rap müziğinden fazla anlamam. Kültürünü de özellikle amerika'daki siyahlar etrafında şekillenen dejenere siyahi kültürünü hele hiç sevmem. Bu arkadaşın da sempatik olduğunu söylemeyeceğim. Ancak ortaya çıkan iş güzel, düşünülmüş taşınılmış, olsun diye yapılmamış.

8,50+/10

7 Temmuz 2010 Çarşamba

The Raconteurs - Broken Boy Soldiers (2006)


Steady as She Goes adlı parçaları ile çıkış yapan grup cayır cıyır, hapşuuuh, rock yapıyor. Garaj rock olarak da adlandırılan tür içinde 70'lerin etkisi, fışş phışş, belirgin. Grup da hatırladığım kadarıyla proje yan grup gibi bir şeydi. Çok daha möhim White Stripes adamının ağırlığı vardı. Öhö öhö, Broken Boy Soldier Led Zeppelin, öhö öhö. Bir şeyler eksik, öhö hööü, kalıcılık, derinlik, fışşş haşr huşr, çok öhö öhö pop.. (bu aşamadan sonra gözlerim ekranı kapatacak kadar sulanır)

7,0/10

6 Temmuz 2010 Salı

RETRO: Crematory - Crematory (1996)

Bir vakitler gotik metal denince akla gelen ilk isimlerdendi. Şarkılar Almanca pek yakışıyor, gotik dediysek vokaller iyi kötü çirkin tarzında değil. Brütallik bayan vokal yok, bolca melodik kiiboard var. Şarkılar birbirine benzemekle beraber Ist Es Wahr, Die Suche öne çıkyor felan filan. Of daraldım , hastayım..

7.0/10

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Uni-Rock 2010 (Nevermore, Korpiklaani )

Bir sene de şu festivale sağlam kafa sağlam vücutla katılırsam dişimi kıracağım yafu. Faranjit olmuşum üstüne üstlük yediğim kokoreç mideme dokunmuş. Golden bu son vallaha, yağdanlığa düşmüş acı kokoreçlerini artık bu bünye kaldıramıyor. Nokta. Heaven Shall Burn henüz başlamıştı ki ekşi suratımla çadırımsı bir yere kapağı attım. Siyahın üniformalaştığı bir yerde beyaz spor ayakkabılarımı çektim ayağıma, gri tişört kot pantolon, cillop gibi bir jöle kısacık saçıma. Klabır gibiydim vallaha. Sırf zıtlık kabilinden. Neyse grubun sadece bir albümü dinlemiş biri olaraktan konserdeki soundlarının daha haysiyetli ve dinlenilir olduğunu söylemeliyim. Takipçileri coştu, peşrevle karşıladılar, peşrevle uğurladılar. Pogo, ölüm duvarı felan varmıydı pek kaale almadım. Ama dört dolanan şu güruhın ortasına iki tane kırkpınar ağasını atsak ortalık dağılır mıydı merakımı celpetti doğrusu. Bu arada çadırımsı yerde siyahi bir metalci gördüm şu dünya gözüyle. Grup elemanı mıydı, ithal bir izleyici mi bilemedim. Sonra Korpiklaani başladı. Yurdum insanının folk metale ve dans etmeye bu kadar hasret kaldığını bilemezdim doğrusu. Ortalığı neşeli bir kaos kapladı. Ortam kalabalıktı zaten. Geçen seneye göre bayağı bir gelişme vardı mekanda. Ortalık biraz ferahlamıştı. Tuvaletler fena değildi. Geçen sene girebilmeye bile cesaret edememişken bu bayağı önemli bir gelişme. Tabi helaların hijyenikliğini kontrol etmedim. O kadar cesareti bulamadım kendimde. Korpiklaani de kalmıştık. Hem dinleyici hem de grup süper eğlendi, onlar da mutlu oldular, vokalleri kalbim sizin için atıyor geyiğini çevirdi gülüştük ağladık yerli sinema gibi oldu. Tekrar yerime geçtim Obituary ile. Ses çok iyiydi bence. Bunların zamanında Slowly We Rot'unu dinlemeye çalışmıştım. İş çalışmakta kalmıştı. Bir şans daha verebilirim, gruuvi anları hiç de yok değilmiş. Amma ve de lakin benim bir fincan kahvem değil. İnsanların el üstünde baş tacı ettiği diğer insanları gördüm ama pogo göremedim. Oturduğum sıradan bi tarafımı kaldırıp insnların tepkisi neymiş bakayım diye bir gayretim de olmadı doğrusu. Belki de pogp vardır ne bileyim. Amann bana ne? amma takıldım.. Alan bayağ bayağ kalabalıktı bu esnada. Demekki ne kadar yer açsalar o kadar metali dolacak diye düşünürken kitlenin yarısı Obituary ile birlikte konseri terketti. Nevermore için içim acıdı doğrusu. Çünkü kalanların da en azından dörtte biri konser başlayınca peyderpey kaçtılar. Kapanışı önlerde grubun haashacip fanlarının ağırlığı altında yaptık. Sitelerde Nevermore'a katılım böyle iyiydi şöyle süperdi diye yazıyor bu vatandaşlar ama arkadan bakınca kıç görünüyordu. Warrel Dane moshpit için yalvarıyordu neredeyse. Performanslarının başlangıcında ses teknikerlerinin kulenin altındaki cihazlara bakıp bakıp bu neya nidalarıyla bir işi becerememesi dikkatten kaçmadı. Grup teknik sorunlarla, Dane'in vokalinin aralarda cortlaması, bitime yakın takkeyi kaptırmacasıyla bir dizi şanssızlık yaşasa da hoş bir playlist, müthiş değil, ve gayet yerinde bir performansla, müthiş değil, beni fazlasıyla mutlu mesut etti. Aslında ben didiydim sona Orbiçori'yi bırakın da bizim gibi ertesi gün işe gidecek vatandaşlar uykusunu alsın, yorgunluğunu atsın. Ancak kimsecikler dinlemedi, tabi büyük ihtimal kimseye dillendirmememin etkisi de olabilir yoksa pekçok pekçok ikna edici olabilirim.
Festivalin ilk iki gününü bilmem, sıkıcı derler. Katıldığım son gün açıkcası Sonisphere'in daha doğrusu Rammstein, soğuk atmosferine karşın sıcak samimi sahnenin görece kocamanlığıyla, zira alanın küçüklüğü bahsi mevzu, zaman zaman grupların misafir odasına sızmışcasına kişiye özel konser verdiğini hissetmek bile mümkündü. İyi güzel de, Sonsphere'in kalıcı olacağını düşünürsek Unirock'ın hep ekstremlere oynaması ne kadar sürekleyicilik kazanır? Her sene her sene bu kadar kadroyu biraraya getirebilme stresi bir kaç kişiyi hastanelik eder sanırım. Onun yerine süper bir fikrim geldi. Madem Radar Live mortladı, iki organizasyon birleşsin Kilyos Beach'te tatil havasında çifte sahneli ; biri metal biri indie, folk, rock, post-rock felan, devasa bir şenlik düzenlensin. Evet biraz uçuk, plajda black metal??, birbirini kesebilecek iki ayrı dünya. Belki de zıt kutuplar çekecek birbirini, aşk doğecek meşk doğecek. Beyin fırtınası işte..

4 Temmuz 2010 Pazar

Nevermore - This Godless Endeavor (2005)

Heyo konsere gidiyorum.
Öncesinde grubun zamanında dinleyemediğim bu albümü hakkında bir kaç şey çiziktireyim. Evet, bu albümden hazzetmeyen ender kişiler arasında yerimi yavaş yavaş yengeç yürüyüşüyle alıyorum. Vokalin operet havasının söndürüldüğü derdest edildiği bu albümde gitarlar öne çıkıyor. Besteler ise kompleks yapısıyla dikkat çekiyor. Bana göre akmıyor şarkılar bir türlü. Gruuvi öğesi var ama bir garip. Bana göre değil yane. İşin aslı bu grubu dinlememde en önemli sebep vokaldi. Enstrümanlar ya da vokal yumuşamış değil ama ne bileyim, sevmedim yafu. Gelmeyin üstüme.

6,0/10

3 Temmuz 2010 Cumartesi

RETRO: Anathema - A Natural Disaster (2003)

Anathema'yı çok severim, buradaki şarkıların çoğunu da apayrı değerlidir. Fakat yöneldikleri Floydvari (hiç de dinlemedim ama atmosferin müziği ezmesi dersek hatalı olmaz sanırım) yaklaşım bu albümde na-sinerjik etki yaratıyor. Ardarda bu güzelim parçalaı dinleyince elde olmaksızın şu vokali pataklaysım geliyor. Yeter oğlum sızladığın ağladığın bu meyhane köşelerinde süründüğün erkek ol biraz vıy vıy da vıy vıy eşşek sudan gelinceye kadar dövesim eliyor yafu.
Balance adlı şarkıyı ilginçtir the Climb'ın bir eserine benzettim. Bu benzetmeleri Alman gruplarda da hep yaşarım. Hepsini bir yerinden Lacrimosa'ya yakınsarım, son örnek Ramstein'de olduğu gibi. Pulled under..'daki kat kat yükselen sertlik ya da A Natural Diaster'daki melodrama enfes. Flying'in başları mızmızlanmanın tipik örneği iken sonlarda toparlıyor. İşte bunlar da albümden favori parçalarım.

8,50/10

2 Temmuz 2010 Cuma

Behemoth - Satanica (1999)


Grubun hem sözler hem de sound açısından günümüzdeki çizgisinin temellerini attığı bu albümle -dili geçmiş black zamandan kopuşu da sağlamış bulunuyorlar. İlk dinleyişlerde adapta olma güçlüğü yaşamakla beraber brütalliği gruuvi öğelerle birleştirebilmesi bendenizi gayet şaşırttı. Ağzım ayran budalası gibi açık kalmadı, maksadım böyle bir albümü şu aşamada beklemediğimi ifade etmektir. Albümün kapanışı çok şık olmuş özellikle. Şairin Ankara'nın en güzel tarafı İstanbul'a dönmesidir demesi kabilinden değil. The Alchemist's Dream ve Chant for Eschaton 2000 gerçekten şıklar.

7,75/10

1 Temmuz 2010 Perşembe

Nachtmystium - Demise (2004)

Bugün saykedelik blackmetal ya da post-metal gibi terimlerle tanımlanan grubun bir öncesi de vardı. Sanki biliyormuş gibi söyledim ama hayır , son dönemini de dinlemedim. Önce öncesi. Bu öncede sound ilkel çiğ ağır aksak orta tempo eski model bilek metalin alışageldik izlerini taşıyor. Bu arada bu sounda yırtıcılığını pek sevmediğim bu vokalden başkası da yakışmazdı zaten. Acı ama gerçek. Bestelere çöreklenen hava stratosfer açısından özellikle Burzum'a minimalizmi sebebiyle de biraz Darkthrone'a benzettiydim grubu. Başta ve sonda dronevari noise cayırtılarla ambiyans yaratılması albümü yeterince çeşitlendirememiş. Ful metal parçalar olması gerekenden, tercih itibariyla, birbirine fazlasıyla yakın. İçlerinden The Glorus Moment gayet viking rifiyle parlıyor, hatta zaman zaman bi zaman bu şarkı bir yerlerden çalıntı mı diye kendi kendime sormaktan alıkoyamıyorum.

7,75-/10