30 Mart 2013 Cumartesi

Steven Wilson - The Raven That Refused to Sing (And Other Stories) (2013)

Porcupine Tree vokalisti aynı kulvarda solo çalışmalarına üçüncü albüm ile devam ediyor. Ve oldukça ses getirmiş durumda bu çalışması. 70'lerin prog rock'ını kendi tarzıyla yeniden icra ediyor aslında. Değişik değişik adlardaki orglar, piyano, saksafon gibi enstrüman zenginliği, uzun parçalar ve bu parçaları oluşturan kimi zaman uyumsuz alt-bölümler. Hepsi tanıdık değil mi? Vokal de bildiğimiz o yumuşak, duygusal atmosferik tonlardan çok da farklı bir özellik göstermiyor. Yine de o uzunca süre, 54 dakika, boyunca gayet hoş ve keyifli vakit geçireceğinizin teminatını verebilirim. Müzisyenlik, vokal, düzenlemeler, türe hakimiyet vese vese her şey iyi de unutulan mühim bir konu var aslında. İyi bestecilik, o da.  Bir kaç bölük pörçük melodiyi aklınızda tutabilirseniz kendinizi şanslı addedebilirsiniz. Yani bu haliyle biraz elitist bir tavır mı var diyeyim, ne diyeyim şimdi. Niyet mi okumuş oluyorum? Yoksa bu progresif rockçıların üzerine yapışmış haksız bir yakıştırma mı?

7.50-/10

29 Mart 2013 Cuma

Cult of Youth - Love Will Prevail (2012)

Post-punk'ın atmosferini akustik ağırlıklı bir müzik vasıtasıyla dinleyiciye sunmayı seçen grubun ikinci albümü hal ve tavırla Current 93 isimli efsanevi gruba benzetiliyor. Hiç bilmem. Yalnız özellikle daha hareketli parçalarda New Model Army tadını almadım değil. Çünkü adanın folklorik tarihinden beslenmeleri, her iki grubun da ortaklaştığı bir özellik. Ayrıca albümün bu anlattığım kapsayıcı tanımlar altında gayet renkli çeşitlemeler sunduğunu da söylemek mümkün. 1 dakika 10 saniyelik Path of Total Freedom örneğinde görüldüğü gibi. Ancak bariton tona yakın bir vokali dinlemek benim için her zaman kolay olmamıştır. Müzik ne bileyim, bir Tindersticks'de olduğu gibi ağdalı olmalı yafu. Nispeten bu albümün hoppala olduğu bile söylenebilir. Dolayısıyla iyi hoş sözkonusu dinleme, gelecekte grubu takip etmem için yeterli bir sebep sunmuyor.

6,50/10

27 Mart 2013 Çarşamba

Burial - Truant / Rough Sleeper (2012) EP

Hayli erken dönem Massive Attack'ı anımsatan bu kısa çalışma sadece iki şarkıdan oluşuyor. Lakin 25 dakika. Şaşılacak bir şey yok. Klasik Burial tezahürü.  Parçalar alışageldikten bir miktar farklı olarak, kendi içinde uyumu da zaif bölümlerden müteşekkil. Bundan mütevellit bir miktar akış problemi mevcut. Yine de Truant başladıktan kısa süre sonra kulakları şenlendiren dolgun mu dolgun baslar her dinleyişte bünyeye helecan dalgası yollayabiliyor. I Fell in Love With You minvalinde gelişen siyahi ses rengine sahip vokal ile zenginleştirilmiş bu şarkıyı takriben Rough Sleeper benzer vokal dizeleri ve kilise orgu gibi tınlayan düzenlemelerle açılıyor. Sanki biraz daha klasik Burial çizgisine yakın. Duygusal yoğunluğu bir miktar daha fazla gibi. Yine ilk şarkı gibi farklı samplelar ve melodiler eşliğinde birbiriyle alakalı alakasız alt bölümler bazında ilerliyor gidişat. Aynı sene içinde topladıkları compilation albümü kadar çarpamıyor dinleyeni.

8,0+/10

26 Mart 2013 Salı

RETRO: Gamma Ray - Land of the Free (1995)

Power metal albümleri tekrar dinlediğimde değişen koşullar altında belli bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Demons and Wizards'da yaşadığım şokun daha zayıf bir versiyonuna grubun bu başyapıtını dinlediğimde de gayet yaklaşmış durumdayım. Demek ki kişisel konjenktürüm post-metalik bir şeyler üzerinden cereyan ediyor bu aralar. Bu kadar bıdı bıdının özeti şu: Çok seviyordum ediyordum da  şu an o kadar değil vesselam. Aslında albüm üzerine oldukça kafa yorulduğu çok açık. Besteler ağırdan ağırdan epik, hafiften hafiften progresif düzenlemelerle zenginleşmiş durumda. Konuk sanatçılar korosu müthiş iş çıkartıyor. Hatta Farewell gibi bir şarkı ete kana bürünebiliyor destek sayesinde, kısa bir an Blind Guardian bile oluyor hani. Mesiyanik Abyss of the Void ile ürüne ismine veren şarkı Land of the Free en güzel şeylerin somutlanmış haliyle göz dolduruyor. Diğer şarkılar da özellikle nakaratlar sayesinde ve belki de mikrofonun başına yeniden geçen Kai Hansen etkisidir kim bilir, halbuki sonradan kendi grubu olarak Primal Fear'ı kuracak Ralf Scheepers'a da kötü diyecek adamın vay haline, bayanlar diyebilir ama, hep bir melodinin taçlandığı anları dinleyiciye sunuyor. Diğer yandan inceuyuz olduğum için ve tiz vokale biraz kıl olmamdan kaynaklı ah şuna gerek yoktu, hmm burada bu çığırış ı-ııh gibi ufak çekincelerimi kendime sakladığımı belirtmeden geçemeyeceğim. Neyse, modern daha doğrusu post modern zamanların daha bilinçaltına hitap eden sert müziğine kıyasla bu tür biraz daha bana havai ve gerçeklikten kopuk geliyor artık. Yine de hala herkesin olduğu kadar benim için de Gamma Ray'ın en kral albümü.

7.75/10

24 Mart 2013 Pazar

Converge - All We Love We Leave Behind (2012)

Jane Doe ile You Fail Me'yi dinlemiş biri olarak, bu son albümün grubun hardcore'dan en uzakta konumlandığı ve melodik dozajın üst boyutlara taşındığı bir yapıtı olduğu saptamasıyla sözlerime başlamak istiyorum. Bu durum müziğin yumuşadığı manasına katiyyen gelmesin. Tersine nispeten (Converge'den bahsediyoruz burada) slow ambiyatik pasajlardan da kurtulunup melodik ağırlığın sludge riflerine ve breakdownlara verildiği görülüyor. Bu cihette Coral Blue ve Glacial Pace vasıtasıyla grubun Mastodon'u bir kaç kez sarstığını söyleyebiliriz. Özellikle aşk, sevgi yabancılaşma gibi konular etrafında dönüp duran sözler melodi ve agresyon ile birleşince All We Love, We Leave Behind gibi bir ayrılık şarkısının, Aimless Arrow gibi özeleştirel bir parçanın manası zenginleşiyor. Metal müziğin izlerini en sonda da, yani kapanış şarkısının son dizelerinde de kafamıza dank ettirircesine şahit oluyoruz bilfiil. En başta gitarın hakimiyetinde gelişen dallanıp budaklanan albüm dinledikçe şekerleniyor şerbetleniyor. 2012'den müzikal olarak memnuniyetim bunun gibi albümler neticesinde zirve yapıyor, ne diyeyim. Arabesk sözler ile bitirelim yazıyı.

9,0+/10


my love, wrap your hands around my heart
free me from the frost that enveloped my life
my love, reach out your arms and pull me close
let us tread in silence as their world drowns beneath

22 Mart 2013 Cuma

Clint Mansell - The Fountain (2006) Soundtrack

Requiem For A Dream vasıtasıyla Darren Aronofsky ve Clint Mansell işbirliğinin muhteşemliğine tanık olmuştuk. 6 yıl sonra da bu ilginç filmin müziklerinde ikili birlikte çalışma imkanı bulmuş. Üstelik bu çalışma dinleyiciler açısından Clint Mansell'in en yetkin ürünü olarak nitelendiriliyor. Gerçekten de profesyonel açıdan gelişim kaydedildiği aşikar. Müziklerin sadece kolay adapte olan ama buna rağmen modern çizgilerdeki klasik müzikten ibaret olduğunu söylemek güç. Ambiyans ve post-rock tarzlarından da başarıyla faydalanmış. Doğal sonuç olarak yine tüyler ürperten huzursuz dakikalar bizi bekliyor. Lakin belki The Fountain'in yönetmenin çok da başarılı bir filmi olmamasından dolayı, içerdiği 3 hikayenin uyumu gayet problematikti bence, belki de benim besteciyi Requim For A Dream ile tanımam neticesinde üzerimde bıraktığı olumlu intibaya verdiğim fazla kredi neticesinde ,bu albümü sanatçının en iyi eseri olarak değerlendiremiyorum. Gelgelgelelim  albümü özetleyen üst nokta  Death is the Road to Awe ismindeki parçayı dinlememezlik etme gibi gayet fütursuz ve boş işler içine de girmeyin. Ve güzel bir haber Aronofsky üst kalitede bilinç çatırdatan yapıtı Black Swan filmini takip eden projesi Noah'a, Nuh peygamberin hikayesini işleyecek yani, takipteyiz efendim, müzikleriyle Clint abimizi de katmış. Şaşırtıcı değil, yine de güzel bir gelişme.

8,0+/10

20 Mart 2013 Çarşamba

Lenka - Everything at Once (2011) Single

Her sürümüyle hipergerçeklik boyutunu daha da derinleştiren windowsun en kulağa hoş gelen sürprizi bu şarkı olsa gerek. Özellikle lirik hareketler ile birlikte şirin tanımını sonuna kadar hak eden çalışmayı biz fanilere armağan eden bu genç kızımıza teşekkürü kendime bir görev addederim.
Arzederim efenim.

7,50-/10

19 Mart 2013 Salı

RETRO: Dark Funeral - Teach Children to Worship Satan (2000) EP

Eskiden black metal grupları yeniden yorumladıkları diğer türdeki şarkıları mini bir albüme kaydeder bir kaç tane de yeni beste eklerlerdi bu çalışmalarına. Hiç vay böyle olmuş, vışş diye olumlunun olumlusu tepki aldıklarını da görmedim doğrusu bu pazarlama tekniğinden ötürü. Çünkü belki kader belki görünmez bir el belki de işin doğası, başka türdeki parçaların black metal yorumları en pozitif tabirle ilginç oluyor, ilgi çekici oluyor, değişik oluyor lakin gel gör ki aslını aratmadan edemiyor. Grup da madem biz en bi ortodoks grubuyuz caminanın deyüp geleneksel yolu takip ediyorlar bu EPleriyle. Albümü adını veren şarkı yeni besteleri. Gayet hoş. Slayer'dan Dead Skin Mask, King Diamond'dan The Trial, Sodom'dan Remember the Fallen izliyor açılış parçasını. Sonundaki Mayhem'in Pagan Fears'ı biraz anlam katıyor çalışmaya. Ve böylece bir kara cenaze alayının da sonunda yolculuğumuzu tamamlıyoruz.

6,50+/10

17 Mart 2013 Pazar

Zuğaşi Berepe - İgzas (1998)

Başta Laz kültürü olmak üzere Doğu Karadeniz kültürünü sadece nakış nakış rock müziğine işlememişler, aynı zamanda o dönemler moda olan elektronik müziğin türe aksinden de faydalanmışlar. Bu etkiyi Özlem Tekin hatta Şebnem Ferah'ın çıkış albümlerinde de görmek mümkündü. Rahmetli Kazım Koyuncu'nun dahil olduğu projenin bu ikinci ürünü bu manada beklentinin tersine, yani bendeki beklenti belki de oryantalist bir bakış açısıyla daha akustik ve otantik olması idi, daha progresif ve elbette eklektik bir kompozisyon sunuyor dinleyiciye. Her şey vaktinde değerlidir ya o günlerde dinlemiş olsaydım bu folk-elektronik-rock üçlemesinden duygusal boyutta çok güçlü bir etkilenime girmiş olurdum büyük olasılıkla. Geriye dönük tekrar dinlemelerimde de nostaljik değeri ağır basardı. Günümüzün penceresinden ise bu sentezin mayasının tam da tutmadığı yönünde bir eleştiri getirebilirim sanırım albüm çapında. Misal aslı Hemşince bir türkü olan 5. parçada yerel ezgi o kadar güçlü ki tekno altyapılarla uyumu yoruma açık. Bazen dahi işi bazen tam bir katliam diyorum. İlginçtir 2. parçada da Therion tadı almak da mümkün. Ayrıca Igzas ya da Anlat Bana gibi yalın parçaların diğer delifişek parçalarla aynı albüm içinde olduğuna inanmak zor gelebilir. Ama dediğim gibi, konsept ve sound birlikteliği o dönemler çok aranılan şeyler değildi. Tabi bütün bu sentezin aslında Anadolu rock üzerinde inşa olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Bu etkiyi normalde sönük addedeceğimiz bir Sopez Gulur ritimlerinde tanık olup görmek mümkün.

7,75+/10

15 Mart 2013 Cuma

The Smiths - The Smiths (1984)

Gittikçe sıkıcı bir insan haline geliyorum, sıkıcılığımı yansıtmaktan da geri kalmıyorum. Benden de sıkıcı bir şeylere rastladığım zamanlar ise nadiren gülümsediğim anlardan birini oluştuyor. The Smiths'in, Morrisey'in ilk albümü. Tebessüm ediyorum. Country ritimli ve Morrisey'in kendini sopranoya bağladığı Miserable Lie ilginç kısmen. Charming Man , You ve Got Everything Now'ın da ismi sayılabilir. İşin aslı grubun çoğu şarkısı tek tek radyoda misal, dinlendiğinde müthiş lezzet bırakıyor. Aynı atmosfere sarıp sarmalanmak için bulduğunuz yegane çözüm elbette albümlerine kulak vermek olacaktır. O içyağ eriten titrek vokal ve kendilerine has şarkı sözleri de yanında bonusu olacaktır. Lakin şarkılar ardı ardına sıralanınca  mantık kayboluyor, buram buram Britiş hikayeleri kalbinizdeki oluşmuş azçok empatiyi de yokediyor. O kadar yabancılaşma içinde yapabilecek tek şey kalıyor. Uyumak...

6,75/10

13 Mart 2013 Çarşamba

Mono - Hey, You (2000) EP

Mono, güvenli bir koydaki sığınak gibi. Ne yapacağını biliyorsunuz. İşini iyi yapacağını da. Evet yaptıkları orijinal değil. Lakin post-rock'ın klasikleşmiş soundunu inşa edip büyüten gruplardan biri hakkında konuşuyorsak azcık  terbiyemizi takınmamız gerekli. Yani büyük harflerle pek konuşmayalım. Bir de bu aralar konsere gelmişler, haberim olmadı yafu. Bir başka bahara artık. Bu kısa albüm grubun aslında ilk ürünü. Karelia, Finlandia, L'America ve Black Woods ismindeki 4 şarkıyla beraber bir 37 dakika sürüyor. Gürültülü efektlerle tercih edilen sonlanışını sevmedim. Ancak her bi şarkının kendine has büyüsü olduğunu da kabul etmeden geçemeyeceğim. Bir de L'America çok kafabindünya yafu.

8,0/10

12 Mart 2013 Salı

Converge - You Fail Me (2004)

Yani bir Jane Doe değil netekim.
You Fail Me, Last Light, In Her Shadow, Drop Out

8,0/10

10 Mart 2013 Pazar

Dennis L. McKiernan - The Iron Tower (I. The Dark Tide, II. Shadows of Doom, III. The Darkest Day)

Sahaflar fuarında çok ucuza bulduğum bu omnibus yani üçlemenin teklemesi, uzun süredir merak ettiğim bir kitap idi. Zira Shannara'nın ilk üçlemesinden bile daha fazla Yüzüklerin Efendisi kopyası olmakla suçlanıyordu. Normalde aynı şeyleri okumaya dayanamamakla beraber bu üçleme her nedense beynimde yer tutmuş. Evet gerçekten de birebire yakın benzerlikler. Ancak yazarın mazereti var. Kendisi aslında Yüzüklerin Efendisi'nin devam kitabını yayınlamaya çalışmış. Ama çok da layıkıyla bir iş çıkardığı düşünülmediği için, dil biraz problematik evet, aptallara yönelik açıklamalı kılavuzlu bir mantık da kullanılıyor ve Allah aşkına Warrowlar niye gemici gibi konuşuyor yafu?, bu teklifi reddedilince kendine bulduğu başka bir kitabevinden çıkartıyor yazdığı romanı. Yalnız girizgah olarak da mecburen Yüzüklerin Efendisi'ne benzer bir hikaye örgüsünü taşıyan bu romanı yazıyor. Yoksa yayımladığı devam romanı anlamsız olacak. ( bir kaç cümle öncesi yazdığım açıklamalı kılavuzlu mantığa güzel bir örnek verdim burada) Yine de geliştirdiği küçük farkların hoşuma gittiğini söyleyeceğim. (Hobbit muadili Warrowlar hariç, hobbit rulezz) Minas Tirith kuşatması, Moria madenleri, Ayrıkvadi, Sauron, Melkor, Morgoth, Sauron'ın insan müttefikleri, Frodo, Legolas, Galadriel, Gimli, Balrog, Aragorn ufak farklılıklarla ya da birebir bu serüvende de karşılaşacağımız kişiler ve mekanlar. İsimleri farklı tabi. Kötülüğün mantığı (örneğin iyiler yokedilmek değil köleleştirilmek isteniyor, Modru'nun insan destekçileri dini kaygılarla bağlılık gösteriyor) ve basit mitoloji hoşuma giden şeyler. Detaya girmeden özete geçeyim. Sadece beklediğim kadar kötü bir okuma olmadığını belirtebilirim. Sonunu getirebilmem bile bunu kanıtlıyor.
İnsanlar, elfler, cüceler, hobit benzeri warrowlar ki hobbitlerden biraz daha agresifler, Mithgar ismindeki dünyada mutlu mesut yaşıyorken garip olaylar olmaya başlar. Vulg denen kurtlar ovalara iner vesair. Zira Gryphon ismindeki kötü tanrı orta dünyayı ele geçirmeye çalıştığı son savaşı kaybedip alt dünyaya sürüldüğü savaşın üzerinden yıllar geçmiştir. Ork goblin benzeri yaratıkları ise güneş ışığına çıkamamakla cezalandırılmıştır iyi tanrı Adon tarafından. Yalnız Sauron yani Modru kalesini kurmuş yeniden güçlenmeye başlamıştır. Çünkü Gryphon kaybettiğini anlayınca her nasılsa alacağı cezayı ön görüp ışığı emme kudreti taşıyan bir göktaşını dünyaya göndermiştir. Ve Modru artık kulesinde karanlık bir bulutu yavaş yavaş Mithgar'a salarken orduları da karanlıktan faydalanıp işgal hareketini başlatmıştır. Dev dikenlerle kalı yurtlarında yaşayan Warrowlardan kahramanımız, Tuck, Patrel ve Danner başta olmak üzere arkadaşlarıyla birlikte kralın çağrısı üzerine Challerain kalesine yola çıkar. Burada Prens Galen'in kuzeydeki karanlık bölgeye yola çıktığını , nişanlısı üzgün ve süzgün  Laurelin'in onu kalede beklediğini, kuzeyden gelecek orduya karşı hazırlık yapan krala güneyden bir türlü destek gelmediğini (sonradan okuruz ki güney de Modru'nun insan destekçileri sayesinde savaş alanıdır) felan öğreniriz. Neticesinde ilkokul 1 seviyesinde askeri taktik tartışmalar neticesinde ( üç sıra surla kaplı bir kaledeyken ciddi ciddi meydan savaşı yapmayı tartışırlar heyhat!) büyük kuşatma başlar. Zira karanlık Challerain'e ulaşmıştır. Öncesinde Laurelin ve Galen'in kardeşi Igor bir kafile ile güvenli güneye yola çıkarılmıştır. Çetin kuşatma yenilgi ile sonlanınca ve kral da mefta olunca yeni oluşan kardeşlik dağılır. Elf Gildor bir yana, kumandan bilmem ne bir yana, Patrel ve Danner diğer yana, savaşa hep dışarıdan çete savaşıyla müdahil olabilen Galen'in yolu ise Tuck ile kesişir. Tuck kutsal bir türbeden gizemli bir ok alır ki kapakta bu sahne işlenmiştir, Galen ile birlikte güneye giden kafilenin yokedildiğini ve Laurelin ile Igor'un kayıp olduğunu gördüklerinde doğuya doğru takibe başlarlar. Patrel ile Danner ise yenilgiden sonra yurtlarına döndüklerinde Modru'nun yaratıklarının Boskymoskiyi (ismi her neyse) yerle bir ettiklerini görürler. Bir direniş örgütlenir. Tuck'ın ailesi ölenler arasındadır. Ama sevdicağızı Merilee bir bayyan olarak direnişçilerin en bir önde gelen liderlerinden birine dönüşmüştür. Buradaki çatışmalar tam hezimete dönüşecekken komutan bilmemne batıdan aldığı taze güçlerle imdada yetişir ve iki kuvvet birleşir. Galen ile Tuck ise kuytuormanlardan geçer, başka bir ormandaki insan-elf-warrow ittifakını yandan sıyırıp elflerin yurdu Ardenvale'e varır. Igor'u burada yaralı tedavi edilirken bulurlar. Elf hanımından gizemli kehanetleri dinler, iki kötüyü değil ortadakini vur gibi, Challerain de birlikte oldukları Gildor ile birleşirler felan. Sonraya güneye kuvvet toplamak için yola çıkarlar. Laurelin büyük ihtimalle Modru'nun kalesine kaçırıldığı için kendi yollarını çizerler. Elflerden küçük bir grup ise Modrunun kalesine sızmaya çalışır. Galen,Tuck, Gildor'un yolu cüce Brega ile birleşir ve bunlar düşmandan kaçarken Kreggan Kor muydu neydi adı işte cücelerin efsanevi yeraltı kenti Moria'ya sığınırlar. Yine ahtapotumsu yaratık vardır kapının dibindeki gölde, yine Balrog ve ork ordusu vardır, Neyse ki Gandalf yok. Grubumuz biraz da Tuck'ın sayesinde yaratığı öldürüp madenlerin diğer tarafından kurtulurlar.Sonra ver elini güneydeki Pelar ülkesi. Diğer yandan Modru, Laurelini hapsetmiştir. Amacı onu güneşin tutulacağı günde kurban etmektir ki Gryphon dünyaya tekrar gelebilsin. Grubumuz Grunmurun geçitindeki zafere yetişir ve artık amaç olarak bu tutulma gününe kadar öyle böyle bir ordu ile Modru'nun kalesine gitmeyi hedeflerler. Sayı olarak yenilgi kaçınılmaz olmakla birlikte Modru'nun planlarını engellemenin tek yolu budur. Diğer yandan da batıdaki Wellen ordusu , Patrel, Danner ve Merrillee başta olmak üzere bir grup warrow ile birlikte, ki warrowlar karanlıkta iyi görebilmeyi sağlayan göz fizyolojileri sayesinde ve okçuluk becerileri sebebiyle değerli gözcülerdir, güneye yola çıkmışlardır. İki ordu birleşir. Kayıp olan ve hata öldü sandıkları Tuck ile birlikte bayram felan. Ordular birleşir kuzeye yola çıkar. Bir grup elf de katılır. Atları yorgun olduğundan Wellen ve elf orduları geride geçidi korumak için bırakılır. Ordunun geri kalanı ise kaleyi kuşatmaya başlar. Ancak yenilecekleri gün kadar aşikardır. İçlerinden bir grup gizlice kaleye sızıp kapıyı açmayı başarır. İçlerinden Tuck ise ayağını kırmıştır. Gruptan ayrı beklerken kanalizasyonu bulur ve ardından kuleye tek başına girmeyi de başarır. Laurelin'i de hatta bir ara kurtarır. Modru ne yapıyon oğlum bi git der, iki şaplak çakar, Laurelini kulede sunağa bağlar hemen myrkenstone (göktaşı) un yanına. Ayini başlatır. Çünkü güneş tutulması başlamıştır bile. Kuşatan kuvvetlerin bir kısmı kalenin içinde savaşırken çöken karanlık sebebiyle her şey durmuştur. Warrowlar Galen başta olmak üzere bir grubu kuleye yönlendirir. Ama öncesinde harap bitap Tuck kulenin penceresinden tırmanır ve aklına kehanet sözleri gelir. Tam Gryphon belirmişken o sihirli okunu iki kötünün arasındaki taşa atar. Ani bir parıltı ile kör olur anında ama karanlık dağılır güneş doğar yeniden. Güneşle öpüşen kötü yaratıklar buharlaşır. Öncesinde ise zavallı Danner'in öldüğünü esgeçmeden ekleyelim. Modru ölür, Gryphon ait olduğu yere geri sürüklenir. Tuck kör bir kahramandır. Galen kral olmuştur, Laurelin kraliçe. Merrilee ile evlenen Tuck ise hatıralarını yazan bir tarihçidir artık. Brega cücelerin kralı olur daha sonra. Aynı Yüzüklerin Efendisinde olduğu gibi kötülüğün yenilmesinin ardından sayfalarca karakterlerin akıbetini öğreniriz. Elfler üst dünyaya göçe başlarlar. Kader tecelli eder ve Tuck da gözlerini fani dünyaya kapar bir gün.

9 Mart 2013 Cumartesi

RETRO: Dark Funeral - Vobiscum Satanas (1998)

Ortodoks black metali bir kez daha dinlemesi güç ekstrem ismindeki  örtüye bürüyerek, ve bu kez vokali de yırtıcı hale gelmesiyle daha zor bir engelleme ile, farklılaştırmaya çalışan grup güneşin balçıkla sıvanamayacağı gibi tekrar ve taklitçiliğin de ötesine geçemediklerini saklayamıyorlar. Bu albümde ise şarkıların belki yarısı sadece değerlendirme kapsamına alınabilir kalitede. Yine de bu şarkılarda türün kendine has melodik yapısını başarıyla, tabi ki baş ağrısı eşliğinde, sergilediklerini söylemek de mümkün. Yine de değer mi? İşte günün sorusu bu.

6,50/10

8 Mart 2013 Cuma

Bruno Mars - Locked Out of Heaven (2012) Single

Bruno Mars anavatanınında Michael Jackson özentiliği, taklit popçuluğu, uyuz kişiliği gibi kalifiye özellikleri sebebiyle yerden yere vurulan ama Allah'ın işi işte, nambır van hitler yapan genç musikişinas bir arkadaş. Arkadaş demeyelim, maymunlu ilk klibinden sonra ya da benim ilk kez tanışmama vesile olan o meşum klipten sonra benden uzak dursun diye sabah akşam dualar edivermiştim zira. Zira bu şarkı ile önyargıları kırmadık lakin bir kereliğine mahsus görmezden geldik, üzerinden atladık. Ho-holar, woyink woyinkler süper eğlenceli, biraz Sting'i fazlasıyla örnek almış gibi, sözler ise pek bir rezalet. Hop hop parti muud.

7,50-/10


6 Mart 2013 Çarşamba

Crystal Castles - III (2012)

Crystal Castles dinlemiş bulunduğum ilk albümünü bir asır kadar geride bırakıp sofistike ve karanlık bir albümle, 3. albümleri ile dinleyicileri arasında temaşaya ve tartışmalara sebep oluyor. Tabir-i caizse olgunlaşan ve olgunlaşmanın da ötesinde mistisizmi keşfeden grup, son eserlerini yoğun bir atmosfer sosuna bulamış durumda. Eskiden irrite edici cırtlaklığa varan vokal  katman katman atmosfer ile örtülerek dengeli hale getirilmiş. Şarkıların benzerliğini eleştirenlere kulak asmayın. İndie sahnesini popülarize eden kalabalıktan başka biri değil onlar. Örneğin bir atmosferik black metal dinleseler ne derler, merak içerisindeyim. Aksine durağanlaştıkları anlar olmakla birlikte bazı beatlerin gayet de Timbalandvari durduğunu söylemek mümkün. Affection sana söylüyorum, Sad Eyes sen dinle... Hatta albümün kral şarkısı Violent Youth kaliteli hızlı temposuyla bu işin, sofistike synth pop un,  nasıl kaliteli bir şekilde yapılacağını gösteriyor. Bu haliyle grup bir Burial, bir Portishead ya da Björk gibi kendilerine has öncü müzisyenlerin arasına ha girdi ha girecek. Umutlandım, lakin beklemek lazım. Zira diğer yandan yaptıkları witch house'un zekice bir kurgusu da olabilir. Ama sözler ve albüm kapağı dahil çizdikleri ciddi ve oturaklı  imaj ne kadar gerçek, zaman gösterecek.
Ayrıca Kerosene diyorum, Transgender diyorum, ilk dinlemelerdeki sıkıcılığa azcık katlanın diyorum.

8,25/10

5 Mart 2013 Salı

Pere Ubu - Lady From Shanghai (2013)

Oldukça köklü bir geçmişe sahip olan grubun ilgi çekici albüm kapaklı ki bilirsiniz bazen dinlemek için tek sebebim bile olabiliyor, bu çalışması ile birlikte 2013'e yeni yeni adım atıyoruz. İsmi aynı zamanda kendini bir kumpas neticesinde cinayetle yargılanılır durumda bulunan bir adamın hikayesinin işlendiği eski mi eski, hatta siyahlı beyazlı, sinema filmiyle aynı. Katil yoksa avukatı mı ne? Yaptıkları tür deneysel rock, art-rock gibi ifadelerle bezense de bence grubun geçmişini de gözönünde bulundurursak post-post-punk gibi bir şey olmalı. Aradaki hışırtı, kışırtı, analog cayırtıları es geçersek öyle pek de avangart şeyler beklememek en iyisi. Tam tersine yalın katmansız bir sound, bol tekrar vokal pasajları bir basitliği bile yansıtıyor. Yine de atmosferin çirkince bir çekiciliği var. Ne de olsa yılların tecrübesi. Sarkastik ve çok da karamsar olmayan bir disütopya gibim bir şeyler hissediyorum vallahi. İsmi de afilli grubun bu çalışması yalnz çok da rağbet görmemiş durumda dinleyicileri tarafından.

6,50/10

3 Mart 2013 Pazar

RETRO: Gamma Ray - Future Madhouse (1993) Single

Geleceği tımarhaneyle özdeşleştiren orta karar Future Madhouse'u desteklemesi gereken parçalar bu şarkıyı ezip geçiyor aslında. Gamma Ray cover'ının uzun versiyonu ve Sigh No More albümünde yer alan Dream Healer'in alternatif kaydı sayesinde soundda 70'lere yakın bir ses elde edilmiş durumda. Beklediğimden daha iyi.

7,25/10

2 Mart 2013 Cumartesi

The Worst of Laneth

Şebek okumaya başladığım dönemde  bırakın metali müzik dinleme sevdalısı bile pek sayılmazdım. Önce Oku! emrini yerine getirdim yani. O yıllardan beri de Laneth ismindeki fanzinötesi yayının methini hep duyageldim. 6:45 yayınlarının birebir derlediği bu kitapla birlikte o efsane derginin sayfalarına konuk oluyor, dönemin samimi metal camiasının (olumlu olumsuz yanlarıyla) parçası olabilmeyi arzuluyoruz. Yalnız şişe durduğu gibi durmuyor ve retrospektif bakış açısı, örneğin death metali ısrarla satanizme bağlama bağnazlığı örneğinde olduğu gibi, kendini utandırıcı anlar bırakıyor geriye.
Tam bir tam iki tam üç arşivlik.

1 Mart 2013 Cuma

The Faceless - Autotheism (2012)

Melodeath dışında türün çok seveni olmadığım gizli saklı değil. Ancak bünye iki sebepten dolayı periyodik olarak dinleme ihtiyacı duyuyor. Biri, tür gelişime açık olduğundan her tür sürprize açık. İkincisi o samimi sert tavır. Bazen bu sertlik varoluşu ve hayatı hissedebilmek için o kadar ihtiyaca dönüşüyor ki. Özellikle sırıtkan, iki günü tutmayan, yaygaracı, formalin yavşaklıkla içiçe geçiren insanları gördükçe. Bir de işinden dönen bir insan üst geçitte diğer yayalarla mahsur kalabilir mi yahu. Tutamıyorum ve mal diyorum yurdumun insanına. İnen çıkana, çıkan inene yer vermiyor. İnatçı keçiler gibi. Hay Allahım! Artık nerede yaşadığım da ortaya çıktı sanırsam. Bizim üst geçidimiz haberlere bile mevzu oldu yaw. Tabi insanlara suç bulmayalım yalnız. Bütün toplu taşımaya ulaşımı aynı köprüye bağlarsan olacağı budur. İşte 21.yy belediyeciliği. Bir de hizmeti düstur edinmiş belediyecilik anlayışının başarısı sayesinde hükümet oldular diye analiz ediyorlar. Nerede hizmet, yafu. Trafiğin keşmekeş olduğu Merter'in yanına dahi lüks site yaptıran anlayışta somutlanıyor rantçılıkları. Bir de twitter da eleştirenlerin peşine düşen versiyonları var bunların. Liseli kızları okullarında tutuklatıyorlar. Edepsiz dediği için? E, bunun adı ne peki şimdi! Eleştiri kaldıramayan siyasetçi mi olur yafu? Assoliste bağlıyoruz hemencicik. İşte death metal bu yüzden bir can bir canan oluyor. Bu arada The Faceless ismini gittikçe piyasada duyuran progresif bir death grubu. Ben Opeth ya da Edge of Sanity etkisini duydum, kendim. Başkaları da Devin Towsend, Between the Buried and Me, Cynic gibi grupları bir çırpıda sayabiliyor. Hatta fantastik yapalım, kimi zaman clean vokal bana Kamelot'un efsanevi vokalini hatırlattı diyeyim de tam olsun. Yalnız hep diyorum, ben biraz daha avangartt şeyler bekliyorum. Tatminim bu noktada, çıta yüksek yani.

7,50-/10