30 Eylül 2009 Çarşamba

V.A. - Classical Music for Sleep (2001)


Ramazan gecelerinde bana yarenlik yapan bu kompilasyon albüm uyku sorununu çözme iddiasını taşımasına rağmen gözlerime bir tutam uyku tozu serpemedi. Bir de uyku kliniklerinde testlerden geçmiş bilimsel bir çalışmanın ürünü olarak sunuluyor. Peh! Birileri bazı parçalarda yeralan kreşendo yada klasik müzik lisanı ile dadadadannn! kısmının insan uyutmada ters tepki yapacağını bu doktorlara söylemeli.
İlk iki parça Gustav Holst'un Planets Suite'inden geliyor. Venus, Bringer of Peace ve Neptun, The Mystic. Öncelikle bu şarkıları dikkatinizi tümüyle vereceğiniz sessiz karanlık bir ortamda kulaklıkla dinlemenizi salık vereceğim. Sonralıkla bu parçalar isimlerinin hakkını muhteşem bir şekilde veriyor saptamamı araya kaynaştırıveriyim. Huzur ve mistisizm. Onlardan sonra bana Baba film müziğini hatırlatan Samuel Barber ve Tomaso Albinoni bestesi 2 adagio , ne demekse, yer alıyor. Çok popüler olduklarından şüpheli olmakla beraber bir yerlerden kulağım aşina olmalı ki bu keman ve yaylı ağırlıklı parçaları sıkılmadan dinleyebildim. Ne demek efenim, süper besteler aslında. Yaylı çalgılar ağırlığı albümün geri kalanı için devam ediyor. Mendelssohn 4 bestesi ile toplamaya katılmış, tabi onun haberi yok bu işten. Chopin'in bir bestesini almışlar. Diğer bestecilerin isimlerini dahi duymadım; Edward Elgar, Charles Hubert Parry ve Frank Bridge. Doğruyu söylemek gerekirse ilk dört parçanın ardından gelenlere konsantre olup takip edemedim. Zor ve sıkıcı besteler. Belki Chopin'in Cenaze Marşı'ndan alınan piyano ağırlıklı bir bölüm istisna teşkil edebilir. En azından klasik müzikle alakası olmayan biri için pek ilgi çekici değiller. Fakat klasik müzik dinlemeye başlayanlara önerilenler arasında gördüğüm ve burada da dikkatimi çeken G. Holst'un Planets albümünü dinleme kararı almamda yardımcı oldu bu toplama çarpma bölme çalışması.

7,0-/10

29 Eylül 2009 Salı

Mercedes Lackey - Heralds of Valdemar II: Arrow's Flight


Bir şey olduğu yok serinin bu ikinci cildinde. Talia kendine has empati yeteneğini kontrol edemez halde bulacak kendini. Diğer yandan da sarışın uzun boylu battal bir delikanlı olan Kris'in gözetiminde Kuzey'in ıssız ve karlı sınır boyunda acemi şövalyelik dönemini geçirir. Aklıda Kris'in kankisi esmer uzun boylu battal ama çirkin ama çirkin karizmasına sahip delikanlı Dirk de kalmıştır. Hatta uzun süredir görmediği çocukluk arkadaşı Skip mi Skif mi ne , ufacık bir çocukken boy atmış uzun boylu battal bir delikanlı olmuştur. Puhahaha. Mercedes Lackey isimli bayan yazarımızın hangi dönemine denk gelmiş bu kitap bilmiyorum ama edebiyatı bırakın fantastiği soldan geçin pulp fiction'ı da sağdan, cep kitabı boyutlarındaki aşk romanlarına varın , hah orada durmaya bile değeri olmayan bir şey. Aklımda ömür boyu kalacak şey ise dağ başında bir kulübede fırtınada günlerce mahsur kalan Kris ve Talia'nın fantezilerime fantezi eklemesi oldu. Hah ha. Bir yandan da Dirk diyor kaltak. Hoh ho ho. İlk kitabı gençlere yönelik demiştim. Bunun ise çocukların eline geçmesini önleyin. Araştırdım Türkçe'ye de çevrilmemiş bu seri. Artemis yayıncılık aynı dünyaya ait Son Hanedan Büyücüsü serisini yayınlamış.
Devamını mı? Elbette okuyacağım. Serileri bitirmeden bırakmam genelde. Aslında şş duymasınlar belki fantaaazi dünyamı geliştirecek donelere gebedir diye ummuyorum da değil hihihi.
Aşık olduğun adamın kankasıyla bir orman kabinininde mahsur kalmak. İyiymiş vallahi.

Manowar - Sign of the Hammer (1984)


Manowar metal dünyasına ismini kazıyan artık moda tabirle marka olmuş bir grup. Sanki biraz da abartılıyor gibime geliyor lakin. Naçizane düşüncem. Daha önceden birkaç albümlerini dinlemiştim ve Kings of Metal'i aşabileceklerini zannetmediğim yönünde bir yargı geliştirmiştim. Şimdi de ilk dönemlerine bir göz atayım didim. 80'ler!
İlk iki şarkı genel soundlarından uzak daha klasik ve biraz da glam'e göz kırpan parçalar, eğlenceli değil dedim mi? Hayırrr. Sonra epik tabirini çatlatan doğrudan Barbar Konan O'Brien soundtrack'i besteler ardıardına sıralanıyor. Tabi içlerinde zayıfı da var şişmanı da. Şişman iri kıyım olanlar Thor ile benim Dianaaa!! Rüzgardaki Mumm diye nedense eşlik ettiğim Guyana oluyor efenim.
Çığlıkların hastasıyım.

8,0/10

26 Eylül 2009 Cumartesi

The Smiths - The Queen Is Dead (1986)


RYM'ye bakıyorum da 5 üzerinden 4.28 not almış, tüm tarihin en iyi 27. albümü. 6779 oy verenden 2620'si tam puan, 1766'sı ise 4,5 puan vermiş. İlginç doğrusu. Tek başlarına şarkıları güzel güzel dinleyebilecekken bir araya gelince de-sinerji (var mı böyle bir kelime?) yaratan bir albüm bence. Sound 80'lerin ve İngiltere'nin karanlığını taşısa da bu ancak sözleri gibi dark humour bir tarzda. (bir örnek, çikolata renkli sanatçımız der ki; "eğer on tonluk bir kamyon bizi öldürse, senin yanında ölmek.. bir zevk, bana ait bir ayrıcalık") Kısaca bu başarı sadece Anglo-Saxon kültürle alakalı olmalı diye fikir yürütebiliyorum. Tıpkı bizim 90'lardaki Anadolu Rock furyasından batılı biri bir b.k anlamayacağı gibi bir şey olmalı. Yoksa şu paslı kulaklarımın bile detoneliği, ses kırılmalarını duyabilmesinin bir esprisi olması gerek. Yine de haksızlık etmeyelim, dediğim gibi parçalari birbirinden bağımsız dinlediğimde hoş bir çalışma. I Know Its Over, Never Had No One Ever melankolik balad olarak dikkat çekerken kolayca zihne kazınan There is a Light that Never Goes Out ve Some Girls are Bigger than Others gibi klasikleşmiş parçalartan tam randıman alabilmek için yüksek sesle eşlik etmenizi gerektiriyor.
Brit-pop'un köklerini öğrenmek için bir kulak vermek şart, lakin kimse bana Beatles dinletemez, henüz..

7,50+/10

"Send me the pillow
The one that you dream on..
And I'll send you mine"

Mastodon - Leviathan (2004)


Amerika garip bir yer doğrusu. Hem nitelik hem de nicelik olarak metal dünyasına yön veriyorlar. Ve aynı anda tüketiyorlar. Bir nu-metal icat ediyorlar sonra bitiriyorlar, sonra metalcore geliyor bitiyor, new wave of american heavy metal bile doğuyor bi ara. Son moda ise sludge metal. Şu an ise sludge'ı diğer müzik türevleri ile birleştirmekle meşguller. Yarın ne olur bilinmez! Son dönemde metalin günümüzdeki kurtarıcısı olarak baştacı ettikleri bir grup varki Mastodon oluyor kendileri. Progressive metal icra ediyorlar ama bildiğimiz gibi pek değil. Progressive metal deyince klasik heavy metal'in ilerletilmiş hali olarak algılıyoruz doğal olarak. Bu musiki ise sludge/post hardcore üzerinden yükseliyor. Sertliği, parçaların gaz hali, progresivitesi (bateriye dikkat diyeyim) , Moby Dick konsepti, evet neden takdir edildiklerini anlıyorum ama şöyle söyleyeyim. Beni pek de enterese etmiyor yahu.
Daha öne çıkıveren şarkılar çıkış parçası Blood and Thunder ilen I am Ahab ve Naked Burn.

7,50+/10

23 Eylül 2009 Çarşamba

V.A. (Rolling Stone) - Metal Blast vol.2 - Türkiye'den Heavy Metal (2008)


Hızlı bir şekilde geçelim; Dar-ül Efkar'dan Allah Allah off nidalarıyla gelen meyhane metal örneği Ne Fark Eder Ki? ile açılıyor albüm. Ardından yine Derin6, bu sefer çok da tutmadığım "karşıdan geçerken önce sola sonra sağa sonra yine sola bak" nasihatları ve Helloween'i aşan pozitivitesi ile Kendin Ol şarkısı geliyor. Takip eden parça ise Gargoyle yine yeni yeniden.. March of the Heroes parçası. Ve işte bendenizi biraz heyecanlandıran ilk parça, melodik death grubu Insistence'dan The Filler fazlasıyla "modern" olsa da gayet güzel bir çalışma. Bahadır Uludağlar'ın projelerinden biri olan Groza çalışması bilmiyorum black metal olma iddiaları var mı ama öyle değiller. Denizlere Döneceğim adını taşıyan bu depresif atmosferik parçadan hoşlandığımı söyleyemeyeceğim. Altona'nın Autumn Song'u ise ilgi çekici akustik gitarla ve sakin bir ritimle başlayan progresif bir çalışma. Gürcü kökenli vokal grubun en güçlü yanı olabilir ama hala hoşlanıp hoşlanmadığıma karar veremiyorum, özellikle yüksek oktavda. Hardcore'u Türkçe yapma kararı almış olan Nothwithstanding Gezegen adlı parçaları ile yine beni mutlu mesut yapıyorlar. Geri kalan parçalar ise açıkcası bana çok da hitap etmiyor. Black Tooth, Moribund Oblivion'dan yine Türkçe bir parça, Cenotaph ve Nefastum.

6,50-/10

22 Eylül 2009 Salı

RETRO: Paradise Lost - Gothic (1991)

Gothic metal'e adını veren ama klişelerini henüz oturtmayan bir çalışma, tıpkı diğer proto-... gruplar gibi. Kastettiğim daha sonra devam ettirmemelerine rağmen bir bayan vokal kullanmaları ama iyi, kötü , çirkin vokal tarzının henüz klasikleşmiş halinden uzak olması . Ya da bildiğimiz gibi Paradise Lost'un her zaman bir hard rock, bir heavy metale yakınlığının bulunması gibi ki bu gotik metalde olağan bi şi değil.
Gothic ve Eternal birincilik koltuğunu paylaşırken ikinciliğe Shattered ve The Painless geçiyor. Üçüncü yok.

7,0/10

Batı Yakası - Batı Yakası (2009)


Aptülika'nın çizimlerini yaptığı ilginç bir kapağa sahip olan bu albümle rock piyasasına giren Batı Yakası Çanakkale diyarlarında başlamışlar bu yolculuğa. Bu topraklara hiç yabancı olmayan bir sounda sahip olmakla birlikte yakın oldukları bir grubu saymak zor. Belki biraz Gece Yolcuları tınlıyor o kadar. Tabi ben Türk rock piyasasını çok takip etmediğimden de kaynaklı bu ama kendilerine has bir tarz oluşturdukları da inkar edilemez. Genelde orta-hızlı tempolu şarkılar dile dolanan bestelere sahip. Özellikle klip şarkısı 4 Gün Önce ile Çanakkale İçinde türküsü girişli Son Nefes zevk alarak dinlediğim parçalar. Tanık oldukki bu albüm ortalığı sallamadı amma ve de lakin iyi bir başlangıç.

7,0+/10

20 Eylül 2009 Pazar

RETRO: Edge of Sanity - Crimson II (2003)

Ülkemizde de bilinen ve takdir edilen müzisyenlerden biri olan Dan Swanö'nün ana projesi Edge of Sanity'nin bu son albümü Crimson I'in konsept devamı. İlkini dinlemedim ama aradaki en büyük fark eski kadrosunu kovup konuk müzisyenlerle tek başına bu projeyi yürütmüş ve sonlandırmış olması olmalı. Konu daha önce bir manastıra hapsedilen kötü kraliçenin ruhunun yanlışlıkla bir kız, rahibe belki, tarafından serbest bırakılması , kızın bu kötü ruha gebe kalmasını olayı bilmeyenlerin bakire doğum olarak mucize addetmesi , ilgi çekici. Albüm aslında ufak ufak bölümlere ayrılmış tek bir parça. Bu bölümcükler arasına mp3'de boşluklar girmesi sinir bozucu biraz. Sound olarak progresif melodik death. İçerdiği clean vokal, synth, sololar, bazen Opetik akustik kısımlar ile çeşitlendirilmiş ve albümü dinlemek de bir o kadar güzel hal almış. O kadar kullanılan öğeye rağmen hepsinin altından başarıyla kalkılmış. Rifler ve soloları dinledikçe buradan en az iki üç albümlük malzeme çıkar vallahi. Ayrıca intronun ilk bölüme bağlanması ve aynı zamanda albümün sonlanışı da çok beğendiğim kısımlar. Yalnız sonlara doğru biraz yoruyor, death metal sonuçta.

8,50/10

The Antlers - Hospice (2009)



Bu sene indie rock camiasından çıkan ilginç albümlerden biri The Antlers'a ait. Bir adam ve kemik kanserinden hastanede ölümü bekleyen karısını (hastabakıcı da var aslında, sözler kaliteli ve karışık biraz) işleyen trajik ve gerçekci bir konsepte sahip albümün soundunun da o ölçüde dramatik olmayacağını söyleyemeyiz elbette. Karanlık atmosferik ve dramatik synth yer yer müziğin ve özellikle de zayıf, derken kırılgan kastım, vokalin önüne geçiyor. Ama baskın melodiyi alt edemiyor. Bu konuya tekrar döneceğim. Konsept ve müzik ne kadar uyumlu olsa da ben daha göze batıran arabesk bir yaklaşımı sevdiğim için yeterince melodramatik bulamadım. Bununla birlikte alelade bir albümden çok sözlerini okuyarak takip edeceğiniz bir projeye benziyor bu çalışma. Kıymetini anlamak için biraz vakit ayırmak gerekli yani.
Beni bu albümde rahatsız eden şey endüstriyel derecesinde soğuk ve hissiz sythin rolünün abartılması biraz. Tamam sıcak bir hastane ben de görmedim ömrühayatımda ama yine de... zaten kullandıkları piyano, akustik gitar ve ecnebice horn denilen trompet?(hiç ayırt edemem seslerini vallahi) gibi enstrümanlara ağırlık verseler daha hoş olurdu gibi. O zaman da atmosfer nasıl olurdu kim bilir? Güzel tarafı ise güzel bir melodi bulmuşlar ve bu melodiyi albüm boyunca değiştire değiştire kullanıyorlar. Hmm kulağa o kadar da güzel gelmiyor... Kettering gibi bir baladdan Sylvia gibi tek düze hareketli bir parçaya, Bear gibi folk etkili bir parçadan , basit ve tekrara dayanan etkileyici Two'ya kadar. Böylelikle sevdiğim şarkıları da saymış oldum. İşte bu melodi sayesinde dinlemek biraz daha kolaylaşıyor.

7,50/10

Sigur Rós - Takk... (2005)


Yine indie camiasında hatırı sayılır bir üne sahip olan ve etkileyici Glossoli klibini izleyene kadar isimlerini hiç duymadığım İzlandalı grup, post-rock türü içinde sınıflandırılıyor. Dinledim baktım, şarkılar post-rock kalıplarını izlese de türün dream-pop'a (eğer böyle bir adlandırma mevcutsa, yok uydurma bi yerinden dersen indie-pop olsun, kırmayalım birbirimizi, bayramdayız biliyosun, ha bu arada oruç bitti bayram geldi ne güzel ne güzel, herkese mübarek ve kutlu olsun, inançlarınınız doğrultusunda mübarek'i ya da kutlu'yu üzerinize alabilirsiniz, dikkat bozukluğu sendromu yaşayan biri gibi yazıyor olabilirim ve de belki öyleyim, anti-parantez) yakın olduğunu düşünüyorum. Hakeza olması gerekenden daha gürültülü kayıt, dreamy atmosfer ve sinir tellerini keman yayı gibi hoplatan vokali aşabilirseniz, evet klasik post-rock gruplarının aksine vokal var , dinlenebilir bir albüme dönüşebilir.Parça bazında hoş olsa da biraraya gelince benim tarzımın dışına çıkan bir çalışma

6,50/10

18 Eylül 2009 Cuma

Megadeth - Risk (1999)



Megadeth ve Metallica kıyaslaması yapmak artık baydı, biliyorum. Lakin tamamiyle metalden uzak duran bir albüm olarak Risk aslında Load, bir önceki albümden daha fazla Load. Reload değil çünkü arta kalan parçalardan oluşturulmadığı da belli. Aslında bu "yumuşama" ya da "ticarileşme" süreci başta thrash grupları olmak üzere ve hatta Helloween,genel bir olgu. Hepsine sattılar davayı, vurun kahpeye dersek geriye pek bi şi kalmıcak a kardeşler. Neyse Risk'i yerden alıp duvara vuranlar yüzünden gerçekte bir çok güzel şarkı kaçırıyoruz. İşin aslı yapmanız gereken duyarga ayarınızı hard rock ve modern rock seviyesine düşürüp keyfinize bakmanız. Albümün modern , ticari ve bu yüzden sığ şarkılarla dolu olduğu da pek bir aşikar. İşte bu yüzden çok dinlemeye dayanamasalar da albümü kurtaran parçalar hiç yok değil: A Secret Place'in egzotikliğini devam ettiren hareketli giriş parçası Insomnia, vahşi vahşi batı temasında Wanderlust, kahrolası enfeslikte Time:The Beginning.
Son olarak Prince of Darkness vokalindeki J.Hetfield etkisine dikkat diyorum ve kalkülatörümü çalıştırıyorum. Evet tam tahmin ettiğim gibi.

7,50/10

God Dethroned - Bloody Blasphemy (1999)



Bazı şarkılarını yıllar önce dinlemekle birlikte ,tanrım, neden daha önce albümlerini dinlemedim, diye hayıflandığım bir albüm ve isim oldu bu. Çünki yapılan iş agresif full tempo melodik death metal. Üstelik black metal etkisi de cabası ki bu tarzı klasife edip karalara bürünmüş death metal olarak adlandırmış eloğlu. Melodik death metalin genç dimağlarda daha etkili olduğuna inandığımdan hayıflanmam yani. Neyse bu kadar gözyaşı yeter. Epik Serpent King ve doom-epik Soul Capture öne çıkan parçalar. Sound olarak da kolay adapte edici , hani utanmasam ucuz numaralar diyeceğim denemişler , güzel olmuş. Albümün tek kıl tarafı bazı şarkıların benzer şablonu izleyerek monotonlaşması. Ki bu şablonun en iyisi Execution Protocol sanırsam. Tek dediysem bir de sözlerin basitliği var tabi, etti iki.
Evet 10 yıl önceki halleri ile melo-death uçağının first class bölümünde seyahat edemiyorlar, ama hemen perdenin aralığında zırt pırt kafalarını uzatanlar var ya, işte onlar bu grup.

8,0+/10

16 Eylül 2009 Çarşamba

V.A. (Rolling Stone) - Metal Blast - Türkiye'den Heavy Metal (2007)


Rolling Stone dergisinin Atlantis müzikle işbirliği yaparak okuyucularına dağıttığı bu promo derleme albüme tıpkı Zor albümüne yaklaştığım gibi büyük bir itina ve incelikle yaklaşacağım. Tek tek detaya inelim.
İlk parça maalesef isim seçme konusunda beceriksiz ama kaydettikleri melodik heavy metal şarkısında usta Magick grubundan Silver Loom.. Avrupa folkloru/rönesans ne derseniz deyin, etkileri ile hafiften Knight Errant'ı andırıyorlar. Güzel bir iş çıkarmışlar ne diyeyim vallahi. Ardından iyi kötü çirkin vokalli gotik grubumuz Catafalque'ın son albümünden Fading Beauty geliyor. Bu tarza uzak dursam da itiraf edeyim dinledikçe güzelleşen bir parça olmuş. Melodik black grubumuz Gargoyle'den bu sefer Rain adlı parça eklenmiş toplama albüme. Güzel ama çok dinlemeye gelmiyor karakteristik özelliği olarak. Sıradaki parça ise False in Truth'dan Lost. bkz. Zor Vol.3 , hala rotting christ duyuyorum. Sonracığıma bir dizi black şarkısı hücum ediyor. Neyle başlayan (sanırım Mercan Dede desteği vardı bu şarkıda) biraz yerel etkili dark metal diye tanımlayabileceğim Bone House Corporation, Raven Woods'dan; Phronesis'ten soprano destekli türüne çok da bir şey kazandırmayan melodik black parçası Serenity Phenomenon ve Cradle of Filth Türkiye şubesi Lost Infinity'den Laments of Dusk. Knight Errant demişken onlardan da Requiem for Enkidu gelsin. İyi hoş da Sümer efsanesini hispanik gitarlarla anlatmak nasıl bir ilginçliktir! Takip eden parça ise Altona'ya ait. Progressive metal sularında gezinen Welcome to Heaven hani şeytanın bacağını kıracaklarmış da mermileri tükenmiş gibi, olacakmış da tam olamamış gibi, anladınız sanırım. Türkçe tek şarkı daha önceden dinlediğim Derin6'dan Yıldızların Altında. bkz. Zor vol.3. Thrash örneği olarak ise Crossfire'ın beğeni kazanmış olan ilk ve hala tek albümünden Nightwolves parçası yerel öğeleri ile Pentagram'ı andırıyor. Albümlerini dinlemek için bir dürtü veriyor bünyeye . Ve bu toplamanın benim için süprizlerinden biri hardcore/nu-metal parçası From Inside. Aslında oldukça eski ve unutulmuş bir grup Notwithstanding'e ait. Kapanışı ise Moribund Oblivion'un 2007 tarihli albümlerinden bir parça ile yapıyoruz. Oldukça klasik formatta black metal.
Derlemenin eksisi black metal ağırlığı ve death metal eksikliği.

7,0+/10

V.A. (Rolling Stone) - Alternatif Titreşimler (2009)

Ekonomik krize dayanamayıp sayfalarını müzikseverlere kapamak zorunda kalan Rolling Stone dergisinin verdiği bu toplama albümle nu metalden kaynaklı alternatif rock tarafından kirletilmemiş güzel bir pop-rock/indie rock soundu duyma şerefine varıyoruz. Evet indie kafalarca bile bilindiğinden şüphe duyduğum gruplara ait bu şarkıların beni şaşırttığını inkar edemem. Sound olarak 90'ları (beste ve yaratıclık açısından değil) hatırlatan ama aslında son bir kaç seneye ait olan ve genelde orta ve yavaş tempo izleyen bu şarkıları dinlemek oldukça eğlenceli. Özellikle bayan vokallerin etkileyici olduğunu söylemeliyim. Bu albümde yer alan gruplar şunlar: Stalkers, Land of Talk, Asobi Seksu, Dan Sartain, Levy, B.C.Camplight,Polly Paulusma, Day One, Kalli,Jesse Malin. Keyfime göre öne çıkan parçalar değişmekle beraber Levy, Kalli ve Day One ağır basıyor.

7,50+/10

15 Eylül 2009 Salı

Farid Farjad - An Roozhaa vol.4 (1997)

Halkına kurşun sıkan şahın, devrimin, kefenlerine bürünerek ayaklanan halkın, devrim arkadaşlarına ihanetin, ölümcül hataların, Humeyni'nin, her müşteriyle evlenip boşanan orspuların, halkına kurşun sıkan mollaların, riyanın ülkesi, çocuklara hapishanelerde tecavüzün sevap olduğu ülke İran sürgünlerinden olan Farid Farjad ülkemizde belirli bir kemik kitle tarafından sevilen ve görebildiğim kadarıyla dünyada gerekli değer verilmeyen bir kemanist vatandaş. Kemanist diye türkçe'de bir kelime mevcut mu bilmiyorum ama bu albümü dinlemenin oldukça keyifli olduğunu biliyorum. Bir kere müzik bu toprakların klasik müziğinden beslenmiş, bir yerlerden tanıdık melodiler çıkıp duruyor ve albüm boyunca yeterli heterojenlik sağlanmış. Kemanı ağlatan adam tabirinin biraz abartılı olduğuna inanıyorum. Beni depresyonlara sürüklemedi. Yani albüme melankoli sinmişse bile bu hareketli parçaların olmadığı anlamına gelmiyor. Sonuçta bunlar da klasik müziğin fenalığını aşıp kolay dinlenilirlik sağlıyor. Ayrıca keman ile uyumlu piyano albümün gizli kahramanı.

8,50+/10

14 Eylül 2009 Pazartesi

Kitaro - Silk Road (1980)

Bizim nesiller mutlaka Loreena Mckennitt, Kitaro, Enigma gibi new age müzisyenlerini ismen tanımış ve bir şarkılarının da hayranı olmuştur. Tabi ki zamanındaki bu hit şarkıların ismi cinsi bilinmez. Kitaro'nun da sanırım bu albüme ismini veren şarkısı böyle bir şarkıdır. Zaten albümde çok sesli daha derli toplu olan belki de yegane şarkı. Diğer şarkılar ise daha minimal ve ambiyanss.
Konsepte baktığımızda ipek yolu yok büyük çin surları, yok budizme göndermeler felan hepsi hikaye. Şöyle bir uzanın, rahatlayın, mp3 ya da CD çalarınızı açın ve günümüzden 30 sene önce insanlar nasıl uzay seyahati yaparmış anlayın. Güya ayda kolonilerimiz olacaktı , uçan arabaları sürecektik. Bunlar olmadı ama bu albümle en temizinden istediğiniz yıldızları ziyaret eder, Jüpiter'den döner Plüton gezegen mi astreoit mi tartışmalarına bizzatihi müdahil olabilirsiniz.

8,25/10

Blut aus Nord - Ultima Thulée (1995)


Son yıllarda avantguarde (nasıl yazılıyorsa artık)çalışmaları ile dikkatini çeken Fransız black metal grubu Blut Aus Nord'un bu ilk albümünün geleneksel çizgiye yakın olması kalitesinden ya da yaratıcılıktan ödün verdiği anlamına gelmiyor. Keyboard aracılığıyla atmosfere katkıda bulundukları ambiyatik pasajlar ve hatta parçalar zamanına göre ilginç bile sayılabilir. Çığlık vokaller ve atmosfer black metal kısımları Burzum ve vokal itibariyle Summoning'in ilk albümünü hatırlatıyor. Tüyler kıpraştıran akıl uçuran ambiyans bölümlerinde de hafiften hafiften folk ve new age etkisi duyumsuyoruz. Açıkcası uzun zamandır bildiğim ama hiç dinlemediğim bu gruba niye daha önce vakit ayırmamışım, kızmamak elde değil.Parça parça dinlemekten ziyade albümün akışına ve dolayısıyla atmosferine bırakmak albümü dinlemenin en etkili yolu. Ve bittabi bir kulaklık eşliğinde.

9,0-/10

13 Eylül 2009 Pazar

Grizu - Tuzlabuz (1996)

Başını Bulutsuzluk Özleminin çektiği bir tür Türkişi klasik rock çizgisi maalesef hakettiği değeri görüp popülariteye ulaşmasa da tatlı şirin , dinlemesi hoş yapıtlar ortaya çıkarmıştır. Ve tabi günümüzde alternatif rock soundu ile birbirine benzeyen gruplar arasında bu tarza rastgelmek de oldukça zor. Ama en azından Kesmeşeker ya da Tibet Ağırtan'lı Mavi Sakal gibi bu çizgideki grupların zamanında sıkı takipçilerinin olduğunu tahmin edebiliyorum. Grizu'da Tuzlabuz adlı bu tarza yakın ilk albümüyle buram buram Taksim ve sokak kokuyor, ilginç vokali ile dikkati çekiyor. Bir Daha Asla, Bira ve Kahve, Kan ve Para benim favorilerim. Zamanında Bütün Bunlar Düş'ün de çok sevildiğini hatırlıyorum. Bu arada grup yıllar yıllar sonra 2009 yapımı Gri adlı yeni bir albüm çıkartmış. Eski tadı yok der dinleyenler, bilmem artıkın.
Nostaljik Rock!

8,0+/10


11 Eylül 2009 Cuma

Joy Division - Closer (1980)


Hem post-punk'ın hem gothic rock'ın kurucu babalarından olan bu grubun yaptığı her kayıt olay olmuş zamanında. En basitiyle Love will Tear us Apart adlı parçasını biliyor ve seviyoruzdur. Depresif daha doğrusu hayat sorgulayan lirik destekli yoğun karanlık havasının yanısıra (ki vokalist çok zaman geçmeden intihar ediyor) özellikle keyboard ağırlıklı bir sound dikkat çekiyor. Vokal ve müzik her zaman birbiriyle uyumlu da gitmiyor. Türün karakteristiği olarak bateri ve bas gitar ikilisinin kulak ardı edilmediğine de şahitiz. Ve tabi ki bass - bariton vokalden vazgeçilemez. Belki de grup kriterleri belirlemiştir post-punk için bilemiyorum. Lakin bu albüm beni hiç etkilemedi. Akan giden oradan kalbe uğrayan melodilerin kesik kesik olması hoşuma giden bir şey değil. Hatta Decades'in Theatre of Tragedy yorumu daha arabeske kaçsa da orjinaline on bilemedin beş basar. Atmosferin ve geçmiş zamanın sisli Londra sokakları imajının dibine vursa da bu albüm, sanırım sadece müzikteki o değişim günlerine bulaşmış olan nostaljik nesil ile şarkı sözleriyle mest olan britanya ahalisi ve anglo-sakson kültüründe yetişmiş kişilere sesleniyor.
Kötü değil abartılmış.

7,50/10

10 Eylül 2009 Perşembe

Velvet Cacoon - How the Last Day Came and Stayed then Faded into Simulated Rain (2005) EP


Neden bilmiyorum ama blogspot'a sadece vtunnel gibi siteler aracılığıyla ulaşabiliyorum ve üstelik tam fonksiyonlu da çalışmıyor. Başka bir vakit albüm kapağını da yüklerim artık. Accık kıl olmuş vaziyetteyim. Uzatmayayım.
Daha önce bahsettiğim Velvet Cacoon'un çakma EP'si. İnternette dahi bulması oldukça zor bir kopya. Çünki foyaları cortlayınca sanırım dijital olan bu şarkılar hasır altı edildi. Yaklaşık 14 dakikaya sığan 9 parçanın sadece 3-4 tanesi iki dakikanın üstünde. Bunlarda birebir çalıntı ve olağanüstü etkilemin ürünü. Intro outro ve prelude'lar da sounda uygun çiziktirilmiş. Çok da başarılı olduklarını söyleyemiyeceğim ki örneğin outroda kullanılan sirk müziğinin yarattığı gerilim sadece güzelim yüzümün cildinde oluyor. Soundu tekrar etmek gerekirse lo-fi, mırıldanan bayan vokal, piyano ve armonika. İşin aslı bir müzisyenin albümünü alıp baştan sona yapı-bozum ve yeniden üretime tabi tutarak sanatsal bir süreçle tamamiyle farklı müzik türlerinde yorumlamak çok güzel bir proje olabilir. Bazı rock parçalarının caz versiyonlarını dinleyip beğenmiştim misal. Düşünün, efsane bir death metal albümünü ABBAvari popa çevirmek yürek ve büzük isteyen süper ilgi alaka uyandırma potansiyeline sahip bir projeye dönüşebilir. Ama bu Velvet Cacoon'un yaptığı tam bir tirbiyesizlik örneği. Aşşağılıyor ve yüzlerine tükürüyoruz.

0/10 (orijinal olsaydı 6,50 felan olurdu gibime geliyor)

9 Eylül 2009 Çarşamba

George Michael - Older (1996)


Careless Whisper gibi slowların padişahı dışında George Michael sadece ilk bilinçli anlamda müziği dinlemeye başladığım yıllarda, Older albümünden çıkan kliplerle dikkatimi çekmişti. Pop namına seyrek bir sempati bu ama inkar edilemez gerçekleri de barındırıyor. O da Jesus to a Child'ın yine kickass bir balad olması (AIDS'den ölen partnerinin ardından yazmış bu şarkıyı ve tüm albümü aslında) ve pop-jazz'dan beslenen pop-dans'a evrilen bir sound. Albüm Fastlove, Spinning the Wheel, Star People gibi kaliteli pop şarkıları ile biliniyor ayrıca. Bana özel şarkı olaraksa Strangest Thing'i seçtim kendime, üzerimde iyi durdu vallahi. Albüm basit ama mana yüklü sözleriyle de dikkat çekici.

"change is a stranger"
"time is a thief"

7,50+/10

8 Eylül 2009 Salı

Megadeth - Cryptic Writings (1997)


Heavy metal, hard rock etkisi içeren cinsinden. Bi yerlerden tanıdık bi süreç.. Bu ticari albümün Load'dan daha iyi olduğu benim açımdan su ayran kola götürmeyen bir gerçek. Truth, Disintegrator, FFF şokela parçalar. Özel süpriz parçam ise doğu, bizim de doğumuz, esintilerini içeren basit A Secret Place.

8,0-/10

7 Eylül 2009 Pazartesi

RETRO: Dark Tranquillity - Character (2005)

Grubun sertleştirdiği bu albümün soundunu mekanik bulduğumdan dolayı favorilerim arasında sayamam bu yapıtı. Diğer bir zayıf tarafı da kullanılan aynı formülün sıkıcılığa meyil etmesi zamanla. Ama Dark Tranquillity bu, Lost Apathy'si ile One Thought'u ile, Dry Run'ı ile Dark Tranquillity.

7,75+/10


*Bu arada internet vatandaşı biri MJ'ın metal coverlarını içeren bir klasör yapmış. Onu yüklediydim. 3 Beat It, 2 Thriller ve Billie Jean içermemesinden dolayı zaten varolan garipliğe ek olarak Northern Kings adındaki bir power grubundan They don't Really Care About Us yorumu. Diğer gruplar Inactive Messiah, Ten Masked Man ve Raintime. Pek duyulmuş değiller. Biraz gotik biraz endüstriyel bazen brütal vokal. İlginç..

6 Eylül 2009 Pazar

Michael Jackson - Bad (1987)


Metal'in gürültü duvarı ve karmaşıklığına alışkın bir bünye 15 gündür görece hafif müziğe ağırlık vermek zorunda kalmışsa ve sahura kadar müzik dinleyecek bolundan vakti varsa elinde dinleyip kenara attığı pek çok albüm birikmiş oluyor netekim. Bu anlamsız girişten sonra müteveffa MJ'in diğer ünlü albümüne geçelim. Burada bir Billie Jean, Beat It yok ama onların yerine Liberian Girl, Bad, Smooth Criminal ve Dirty Diana var. Önceki albüme göre vokal daha yırtıcı , hi hi ler, hi ho lar, aouww lar biraz daha bol.
Gelecekten gelen ileri teknoloji takometre ile puanlamam neticesinde Thriller kadar güzel bulduğum bir albüm kanısına varmış bulunmaktayım efenim.

8,0+/10

5 Eylül 2009 Cumartesi

Fucked Up - Year of the Pig / The Black Hats (2007) Single


Yine metal dışı bir tür ile devam ediyoruz. 18 dakikalık epik olması planlanan Year of the Pig org ve bayan vokallerle etkileyici bir şekilde açılıyor. Biraz gayriciddi ritimle birlikte erkek vokali duyunca ise büyük bir hayalkırıklığı çöküverdi göğsüme göğsüme. Üstelik bas gitarlı bölüm ironi ve komediyi güçlendirdi. 18 dakika süren şarkının elbet güzel anları yok değil, müziğin gayrıciddiliği aşıp sıkılaştığı son kısımları gibi. Ama bu vokalle bana umut değil HIV virüsü aşılıyor. Grubun tarzı hardcore punk'mış ve açıkca görülüyor ki bu şarkı da gayet progresifleştikleri bir ana denk geliyor.
İkinci şarkı Black Hats ile bir kez daha baslardan dolayı parçaların 60'lardaki yarıciddi casus filmlerini (daha doğrusu o zaman ciddi, şimdi izlerken komedi) hatırlatmasına tanık oluyoruz. Aslında bu single ve grup yabancısı olduğum bu türün hayranları tarafından pek bir beğenilmiş. Ama benim için bu vokalle bir daha asla..

6,0/10

Bauhaus - Bela Lugosi's Dead (1979) Single


Post-punk'ın ilk ve kült örneklerinden biri olan Bela Lugosi's Dead aynı zamanda kült bir isim Bela Lugosi hakkında yazılmış. Ayrıntısı için wikipedia... Tabi şarkının en önemli özelliği yavaş olması ve içerdiği efektlerle birlikte ambiyatik bir atmosfer sunması. O yıllarda bu bir devrim olabilir, lakin şu naçizane kulaklara pek bir soğuk ve özelliksiz geldi. Boys ve sadece bir buçuk dakikalık Dark Entries demo kayıdını da içeren single'ın ve belki de grubun tarzını kesik ritimler belirliyor duyabildiğim kadarıyla. Bir yargıya varmak için albümlerini dinlemek lazım diyorum.

6,0+/10

4 Eylül 2009 Cuma

Kesmeşeker - Tut Beni Düşmeden (1995)

Şu müzik piyasasında hakkı yenmiş olan gruplardan biri de saf rock n roll icra eden Kesmeşeker grubu. 95 tarihli üçüncü albümleri grubun pek çok klasikleşmiş etkileyici parçasını içermekte. Mr. Brown, Tut Beni Düşmeden, Değiştim Ben Sevgilim gibi. Ayrıca Tarzan İnce Dallarda, Yanıyor Tüm Gençliğim gibi güzel parçaların yanısıra benim daha önce dinlemediğim ve şimdi bana özel kabilinde değerli Gene Gel süprizi de albüm dahilinde. Yetmedi 4 tene bonus var ki ikisi Gerçekten Özleyince ve İstanbul da birer klasik. Evet grubun beyni ve sesi herşeyi Cenk Taner muhteşem bir vokalist değil ama kayıtlarını özel kılan cuk oturan bir ses. Ayriyetten aynı okuldan mezun olduğumuzu öğrenmiş bulunmaktayım, daha bi sevinç doldu içim.
Kendime not: bonuslu orjinal CD'yi satın al.
2.not: saf rock n roll dedim ama müziklerindeki post-punk'tan yerel etkilere değişen ince ince işlenmiş öğeler inkar edilemez.

8,50/10

3 Eylül 2009 Perşembe

Wolves in the Throne Room - Diadem of 12 Stars (2006)

Bir sert bi yumuşak, bi tersten bi düzden, sıra uzun vakittir ara ara dinleyebildiğim sert bir yapıtta. Çünki bu zor albüm anlaşılabilmek için bayağı bir kez dinlenme ihtiyacı duyuyor. Yer yer bayan vokal, doom ve post-metal kullanmaktan çekinmeyerek atmosferik black metal soundunu en basitiyle modernleştiren grup, amerikada son yıllarda yükselen black metal modasından da ekmeğini yiyor ve bu albümüyle türünde bayağı bir sükse yapıyor. Geleneksel olarak da akustik geçişler, tempo değişikliği, uzun şarkılar, yinelemeli rifler elbette es geçilmemiş albümde. Zaten süre 1 saat parça adeti 4. Bana sorarsanız bu grup hakkında fazla şenlik yapılmış. İkinci çünki, bölümlemeleri pasajları geçişleri beğenmedim, yamalı bohça gibi geldi bana , işte o yüzden de albüm bir türlü akmıyor benim için, akıttırana helal olsun! Amma ve de lakin inkar edilemeyecek bir gerçek varki ilk parça gayet şık, biraz daha kısa olsaymış şıpşık.

7,75/10

2 Eylül 2009 Çarşamba

Bowerbirds - Danger At Sea (2006) EP


Neden bu amerikan folk olayına bu kadar taktım bilmiyorum ama bu türün özellikle indie çevrelerinde popülerlik kazandığı su götürmez bir gerçek. Şarkı bazında da arada bir güzel örnek çıkarmıyorlar da değil. Örneğin bu EP'yi dinlememe sebep olacak pek hoş In Our Talon parçası gibi.
Album dingin ve harmonik vokal ağırlıklı, akustik gitarla birlikte yer yer akordiyon ve tef gibi enstrümanlar vokale biraz daha arkadan eşlik ediyorlar. Kendi melodilerini izleseler daha da bi güzel olurmuş ama o zaman folk olmaz sanırım. Müzik uyutmayacak tempoda yavaş ve orta hallice. Ve en önemlisi rahatlattığı kadar pozitivite aşılıyor bünyeye. Dinlemesi gayet zevkli ve dokunaklı bu hoş parçaları içeren EP'ye herhangi bir amerikan folk albümüne vermeyeceğim puanı verir susarım.

"didididididi"

7,50-/10

1 Eylül 2009 Salı

Dönüyor Dünya Dönüyor

Shrek the Third

TV'de izledim dün akşam, sonunu reklamlardan getiremedim. İzlemesim inciklerim boncukları da kaybolmayacakmış. Espri fakiri devam filmi sadece bir kaç yerde mimikler ve animasyon sayesinde ilgi çekici bir hal alıyor. Ve o çocuk ne kadar çirkin bi şidir yarabbim!

Barnyard

Yine bir animasyon. cnbc-e de de bazen rastgeldiğim çizgi dizinin sinema versiyonu. Saf bir çiftçinin ahırında aslında konuşan parti yapan eğlenen bir sürü hayvanın ve bunlara önderlik yapan Otis'in hikayesini izlemeye çalışıyoruz. Otis irkiltici bir memesi olan ama erkek bir inek. Film burdan kopuyor zaten. Yoğun bir ahlaki ders verme tarzını eğlenceli çizimlerle birleştirerek çocuklara yönelmiş bir film. Tabi ki sonu gelmedi gelmezz.

Underworld

Ne zamandır izlemek istediğim ve internette küçücük içi dolu fıçıçık pencerede izleyebildiğim fantastik ekşin film günümüz dünyasında vampirlerin ve kurtadamların savaşını konu alıyor. Basit indirgemecilik yerine ilginç detaylar ve azcık duygusallıkla süslenmiş metin. İzleniliyor fena değil.

Uzak

Nuri Bilge Ceylan'ın efsanevi filmi Uzak ve cnbc-e. Sonunda sebat ettim ve baştan sona izledim. Bahsedildiği kadar durağan olmasa da film klasik bir Türk izleyicisine hitap etmeyecek yavaşlıkta, akmamazlıkta ve sıkıcılıkta. Sıkıcı olmasının asıl sebebi de günlük hayatta rastlamadığımız ender mevzuların içerilmemesi. Zaten bunları yaşıyoruz biz, niye bir ayna tutuyosun ki yüzümüze! Bir de yabancı bir sitede eleştiri okudum film ile ilgili. Her sahneyi yabancılaşma ve modernleşmeyi temsilen sembollerle yorumlaması oldukça şaşırtıcıydı.
Şimdi ne desem film hakkında, kötü değil favorim asla olmayacak, ama sihirli bir etkisi var..

Butterfly on a Wheel

Pierce Brosnan oynuyor, kütük gibi :-99
İlginç olmaya çalışan zorlayan ve cortlayan konusu ile açıkcası hayalkırıklığı bir film. İyi bir işe sahip olan bir adamı karısıyla birlikte P.B. kaçırır. Çocuklarını emanet ettikleri dadının ise aslında kendi için çalıştığını söyler. Dolayısıyla her dediğini yaptırır. Bankadan adamın ve ailenin tüm parasını çektirip o güzelim caanım paracıkları yakmak gibi.. Sonunda da bir süpriz var tabi ki, aslında iki süpriz.

Only Yesterday

Drama Japon animesi, ilginç. Orta yaşlarına yaklaşmış ve tatilini bir köyde çalışarak geçirmeyi tercih eden bir kadının bu yolculuğu beşinci sınıftaki hali dolayısıyla anılarıyla yapması işlenmiş filmde. Sahneler iki zaman içerisinde değişiyor. Son sahne çok güzel. Lakin benim için ağır geldi bu film.

Kiki's Delivery Service

Küçük cadı Kiki'nin aile ocağından ayrılarak büyük bir şehirde dikiş tutturmaya çalışması. Çizimleri ile en gaddar Ömer Taş'ı bile yumuşatacak güzellikte olsa da heyecan içermeyen ve çocuksu kalan hikaye örgüsü beni memnun etmekten uzak kaldı. Only Yesterday'den iyidir ama. Bu arada bu iki filmin VCD'sini almıştım. Dün Gibi ve Küçük Cadı Kiki Türkçeleştirilmiş isimleri.

The Girl Who Leapt Through Time



Ödüller almış bu Japon animesi, liseli bir kızın geçmişe dönebileceğini keşfetmesiyle önce abuk sabuk ve sonra ölümcül sebepler yüzünden bu hakkını kafamızı döndürecek şekilde kullanmasını anlatıyor. Kız dünyayı felan kurtarmıyor, çok gerçekçi ama zamanla herşeyi arap saçına döndürüyor. Ve hikaye hiç ummadığımız bir yöne evriliyor ortadan sonra. Dramayı , dram-komediyi, fantastik kurguyu realist dünya üzerinde izlenebilir bir çeşni yapıyor film. Sevdim. Ama yüklediğim versiyonda ses olarak iki saat boyunca anlamadığım ama çok küfrettiğim bir uzak doğu dilinde durmaksızın 2-3 kişinin alakasız bir muhabbeti devam ettirmesi yüzünden filmi neredeyse sessiz izlemek zorunda kaldım.

Wedding Daze

Yine TV'de izleyip sonunu getiremediğim filmlerden. Ultra bayık romantik-komedi gibi birşey de komedi de değil. Ne bu ya??

RETRO: Paradise Lost - As I Die (1992) Single

4 parçalık Single, EP olsa da olurmuş neyse : As I Die, biraz öneminin abartıldığını düşünsem de hala güzel bir parça; Rape of Virtue, doom ile gothik karması kesinlikle güzel; Death Walks Behind You, Atomic Rooster adlı bir gruptan cover, muhteşem; Eternal (live), şarkı çiğ ve kötü kayıda çok yakışmış.
Pörfektiyonalistler ve dizkografistler için kaçırılmayacak bir single.

8,50/10