31 Aralık 2018 Pazartesi

GoGo Penguin - A Humdrum Star (2018)

İlk kez bir yılbaşını yalnız geçireceğim. Bilerek ve isteyerek. Yoruldum çünkü. İşyerinde içtiğim bira, kırmızı şarap, Allaha'sen bu Suvla'nın nesini beğeniyorsunuz ve beyaz şarabın ardından arkadaştan zorla alıkoyduğum  Chivas Regal ile gece devam edecek. Kimi keyiften kimi kederden içer. İtiraf edelim ölümü ufaktan tecrübe ediyoruz. Neyse, son yıllarda fark ettiniz mi bilmem ama caz, değişik varyasyonlarıyla yavaş yavaş yükselişe geçiyor. Bu albüm de grubun dördüncü çalışması ve her daim bir saygı sempati uyandıran gruplardan biri. Alt tür olarak nu jazz ve jazz rock tanımların bahsi geçmekte. Aklen rock itici bir motif. Ancak elektronik tınılar hiç de es geçilemez. Temposuyla ve ritmiyle oldukça dinamik çalışma piyano ağırlıklı olsa da drum'n bass kulvarında endam eyleyen bir bateri performansı var ki göz doldurmakta. Ama albümden herhangi bir şarkı dinleyin misal Raven olsun, kaydın ruhunu anlamak için yeterli. Hani benim gibi biraz daha duygu yoğunluklu, ağır baba caz dinlemek isteyenlerin tersine gayet modern ve gençlere yönelik bir seçenek olarak öne çıkmakta bu çalışma. Kısacası bıdı bıdı etmeyeyim daha fazla, benim pek de tarzım değil. En azından 50 dakika dinleyecek kadar değil. 20 dakika için okeyim amma.

6,75/10

30 Aralık 2018 Pazar

Fatboy Slim - Halfway Between the Gutter and the Stars (2000)

2000'lerin başlarında big beat ve euro house nedendir bilinmez sönümleniverdi. Fatboy Slim'in kariyeri gibi. Abd'nin güneyinin soul ve blues ritimlerini mükemmel şekilde elektronikayla buluşturan arkadaş, her ne kadar albüm kapağı olarak bilmemnereden parıldayan güneşi seçmiş olsa da bu kayıtta eski dönemlerinin gölgesi altında imkanı zorlamış, kendini tekrar etmiş. Flaş haber, İbiza'ymış orası. Tekli olarak da piyasaya sürülen Sunseet (Bird of Prey) tabi kulağa en tanıdık gelen parça. Dedim ya , videosu felan dönmüştü ekranda. Lan, şimdi düşündüm de neredeyse 20 sene geçmiş. O-ha! Yaşlanmışız. Bir de benim için Star 69 sürpriz bir şarkı oldu. Kendini tekrar eden basına kuvvet tekno ayarında şarkı Underworl'dun Born Slippy'sinin zayıf bir kopyasını andırdı bana. Yine de güzel yani, gençliğime denk gelseydi kafamı sıyırttıracak şeylerden biri de bu olurdu.

6,50-/10

Kayo Dot - Coffins on Io (2014)

İlk dinleyişimde bu ne yafu , b sınıfı post punk kırması diye tiksindiğim ki aslında ilk dinlemelerimde kayda kulak bile vermeyip sadece sese alışmaya çalışırım, bu albüm çok kısa sürede yani 2 ve 3. dinlememde aklımı aldı. Deneysel rock diyelim ötesine geçmeyelim. Bohren & der Club of Gore'nin rock hali gibi bir şey. Deneyimlenmesi gereken sanat eseri demek az kalmaz.

8,50-/10

27 Aralık 2018 Perşembe

RETRO: Manowar - Battle Hymns (1982)

İlk albümünde grup tam anlamıyla kendini bulamasa da ikinci yarısında sergiledikleri epik heavy metal örnekleri ile alamet-i farikasını ortaya koyuyor.

7,50++/10

23 Aralık 2018 Pazar

Aslı - Su Gibi (2004)

Aslında oldukça hoş parçalar içeren albümün prodüksiyonu elektronik tınılar da içeren Şebnem Ferah'ın geçmiş bir dönemini anımsatıyor. Vokal yorumları da çoğu zaman bu benzetimi doğrulamakta. Rock tavrını belli edercesine sosyal eleştiri içeren bazı şarkıların sözleri iticilikle buluşup kulağı tırmalıyor. Doğrusu nasıl olmalı diye bir önerim yok maalesef. Ayrıca bence Aslı kendine özgü sesini her zaman doğru kullanamıyor. Sen De Unut , orada durması gereken güzel bir performans olarak gösterilebilir.

6,75/10

21 Aralık 2018 Cuma

Colson Whitehead - Yeraltı Demiryolu

Kasvetli, boğucu, klostrofobik, sindirimi güç, sarsıcı, saldırgan, kanlı, vahşi. Türkçemizin güzelim sıfatlarından eksik bir şey kaldı mı bilemeyeceğim, ama okumaya ara vererek psikolojimin düzelmesini bekledim, itiraf ediyorum. Orada burada fantastik edebiyata ilişkilendirildiğine bakmayın, bir nevi kölelerin özgürlüğe açılan kaçış rotalarını tanımlayan yeraltı demiryolu teriminin, romanda bildiğin lokomotifli, vagonlu hale bürünmesi dışında gerçeküstü bir şey yok. Bir de diliyorum ki siyah kölelere yapılan envai çeşit işkence de bu derece bir gerçekliğe kavuşmamıştır tarihte, en azından yaygınlığı ve şiddetin yoğunluğu aksettirildiği kadar değildir. İnsanlığım kaldırmadı ki çok insancıl bilinen birisi değilimdir. Diğer dikkat çeken bir şey ise yazarın ezilenlerin uzlaşmacı, sinik yada tepkisel dilini kullanmaması, aksine ırkçı beyaz hegemonyaya karşı bir yandan yarattığı karakterin ağzından kelimelere döktüğü sorgulayıcılıkla, diğer yandan sisteme karşı okuyucuyu kinlendiren neredeyse ajitasyonvari diye adlandırabileceğimiz, ama o bayağılığa kesinlikle düşmeyen soğuk bir bıçak keskinliğiyle edebiyatın dolayımcılığından kaçınması. Üstelik kaçakları özgürlüğüne kavuşturma mücadelesinde can veren beyazlar da hikayeye ortak edilerek beyazlar ve beyazların üstünlüğüne dayalı ırkçı sistem arasında da ayrım çizgisi ortaya konuyor. Siyahların iş yaşamına dahil edildikleri ve eğitim dahi gördükleri kasabada ise doğum kontrolü gibi bir alanda daha da somutlaşan tıbbi ve sosyal bir deneyin habersiz denekleri olması , onlara katlanır görünen kitlenin birden gözleri dönmüşcesine vahşileşebilmeleri modern ötesi zamanımıza da gölgesi düşen izlekler olarak kitapta yerini bulmakta. Uzun lafın kısası, keyifli bir okuma mı? Hayııır. Okuduğuma pişman mı oldum? Hayııır.

20 Aralık 2018 Perşembe

Jim O'Rourke - Simple Songs (2015)

Kadife sesiyle, keman, piyano eşliğinde böyle dinlerken kendinizi güvende hissedeceğiniz, bir yönüyle nostaljik şehir ozanlığına da selam çakan folky pop rock çalışması. Güzel tarif ettiğime inanıyorum. Dinlerken ana kucağında gibi hissediyor, sinir stresinizi yatıştırıyorsunuz. Ama ana dediysek orta batı Abd yöresinden bir ananız varmışcasına. Yalnız her nedense kulaklıkla dinlenildiğinde verdiği keyif katlamakta. End of the Road favorim

7,75/10

19 Aralık 2018 Çarşamba

Frederic Gross - Yürümenin Felsefesi

Yazar Fransız olunca yürümenin faziletini anlatmak yetmez, tarihte yürümeyi alışkanlık kazandırmış
yazar, düşünür ve bilimum entelektüelin de hayatına kitapta yer vermek gerekir. Hoş, bu örnekler yürümenin kişiye toplamda nüfuz kazandırıcı sonuçlar doğurmadığını nakletmekte oldukça başarılı. Evet yürümek, düşünceleri toplamaya yardımcı olabilir, şiirleri aklınızda yazabilirsiniz, ilham kaynağı da olabilir, kendinizi keşif yolculuğuna da dönüşebilir. Ama sonuçta şan, şöhret, mutluluk, huzur ve zenginlik yoluna kavuşturacak bir reçete de değil. Bu yönüyle egzantrik mistiklerin ve ne age'çilerin öğretisinin bir parçası olmadığını vurgulamak da yine tam bir Fransızlık olsa gerek. Sonuçta kişiden kişiye farklı bağlamlarla ilişkilense de yürümenin, ne kadar bireysel bir aktivite olduğuna inanmakta ikna oluyoruz. Aktardığı anektodlarla birlikte düşününce hiç de fena değil.

Serge Gainsbourg - Histoire de Melody Nelson (1971)

Kült bir çalışma tanımı atfedilen bu Fransızca pop albümü soft rock tınıları taşımakta. Fısıltılı yarı konuşur sayıklamalı söyleme tekniği bana pek de seksi gelmedi, öyle deyolar da ondan belirtme ihtiyacı güttüm. Lakin yaylıların yankılı düzenlemesi akılda yer edici bir güzellik sunmakta. Mistik koral eklemeyi de unutmazsak eğer, pop namına oldukça sıradışı anları tecrübe ettiğimizi söylemek mümkün kayıt vesilesiyle.

7,50-/10

17 Aralık 2018 Pazartesi

Messa - Feast for Water (2018) & Solstafir Konseri

Fikriyat muhteşem. Windhand albümünde daha taze yazmış idim geleneksel doom metalin kısıtlamalarının nasıl üstünden gelinir diye. Kadın vokal, ağır tempoda doom metal ve Bohren.. gibi karanlık caz tınıları. Bu sentezin bünyede yarattığı beklenti heyecan verici. Ama itiraf etmek gerekirse bu beklentiyi dolu dolu karşılayamamış görünüyorlar. Orada burada fazla oyalanıyorlar, sentez daha oturmamış. Olsun, inanıyorum ki biraz daha ekmek yiyip bu cüretkar adımların devamını getirecekler, o potansiyeli görüyorum. İtalya gibi metal denince akla ilk gelen ülkelerden birinden olmayıp bu yaratıcılığı gösterebilmeleri bile takdire şayan. Evet, inanıyor ve ileride acayip şeyler bekliyorum bu gruptan.
Gelelim Solstafir konserine. Bayağı bir süredir konserleri kendi çapımda boykot ediyordum. En başta da seyircinin saygısızlığından gına gelmişti artık. Sadece şunu söyleyip kaçacağım: Güzel seyirci, güzel mekan ve güpgüzel grup. Neden metal müziği sevdiğimi bana hatırlatan bir vesile. Seviyorum sizleri.

7,25/10

15 Aralık 2018 Cumartesi

Franz Liszt - Faust-Symphonie (1996)

Liszt pek de senfonileriyle bilinen bir besteci değil. Goethe'nin ünlü eseri Faust esinlenmeli bu senfoniyi dinlemek de beni bir ölçüde şaşırttı. Evet çok iddialı, akılda kalıcı bir dinleti sunmamakta, beste. Ancak kaydın kalitesi ve deneyimli şef Bernstein ve onunla uyum konusunda eksiklik göstermeyen Boston Senfoni Orkestrası albümü güzel bir deneyime dönüştürüyor. Şeytanla bahse tutuşan Faust'un hikayesi elbette çelişkili ruh hallerini içerecektir. Bu da senfonilerin sinematik kurgu olarak beslemesi için yeter bir sebep. İlk bölümde ulusal marşa benzeyen ritimler biraz ucuz gelse de kulağa, özellikle kapanıştaki koro fazlasıyla bu açığı kapatıyor. Kişisel nedenlerden dolayı çok analiz ederek dinleyemediğim bir albüm oldu bu, içine girmek için özellikle bir çaba göstermemek de bilinçli bir karardı. Beyinden çok kalbe hitap etmesini diledim. Beni doyurdu çok şükür, aç kalmadım.

8,0/10

10 Aralık 2018 Pazartesi

Spoon - Transference (2010)

Ben bu işi anlamıyorum, pes ettim artık. Grubun az sevilen çalışmalarından biri bu. Benim de en sevdiklerimden. Çünkü mırın kırın indielik içinde kaybolmamışlar. Bateriye daha bir sıkı vuruluyor, gitarın teli daha bir tıngırdıyor. Vokal de çatallanacak kadar en azından, kendini belli etmekten çekinmiyor. Kısacası bu kayıt daha samimi geldi bana. Eh, en mutlu oldukları dönem olmasa gerek, bu da çok belli. Evet, akılda kalıcı melodik nakaratlar fazla değil. Ama şarkıların çoğu dinlerken hoşa gidecek bir özellik sunabilmekte. Üstelik grup hiç olmadığı kadar tutarlı bir sounda da kavuşmuş durumda. Gitar tonları fevkalade. Albüm kapağı da sanat eseri ve albümün sesini başarıyla temsil ediyor. Şaka maka grubun 8 albümünü de dinlemiş bulundum. Dur diyeyim kendime ve yeni denizlere yelken açayım. Nostaljik rock ve metal işlerine dalayım diyorum açıldığım yelkenliden atlayıp.

8,0/10

9 Aralık 2018 Pazar

Windhand - Soma (2013)

Geleneksel doom metal'in stoner ve sludge ile buluşması dışında çok da bir yere gidebildiğine pek rastlamadım. Bunu alt türün kısırlığı diye yorumlarken bu albüm çıka geldi. Death yada black gibi ekstrem metale dönüşmeden olabildiğince sert ses veren ve her ne kadar kadın vokal kulağa biraz boğuk ulaşsa da net ve temiz prodüksiyon en büyük artısı. Diğeri de günümüz metal örnekleri karşısında susadığımız gitar soloların pek bir mahir çalınması. Ağzımın suyu aktı. Dolayısıyla bu alt türü, bu alt türden hiç de ayrılmaksızın daha ne kadar ileriye götürülebileceğinin en somut örneği olarak bu albüm karşımızda dikilmekte. Son şarkının fazla uzun olması gibi ufak tefek kusurlar mevcut. Ve de ağır aksak ritimlerin hayat verdiği doom metal'in büyük hayranı sayılmam.

8,0+/10

N. Flying - The Real: N.Flying (2017,EP)

Yaz tatilinde dinleme listeme aldığım eğlencelik çıtır albümlerden biri bu. Evet biraz geç kalmışız. Idol fabrikasından çıkma k-pop, rock, hip hop ve elektronik düzenlemeli şarkılar gerçekten de eğlenceli. Renkli klibiyle The Real şarkısı bu kısa kaydı dinlemem için sebep oluşturmakla beraber kayıt ondan hiç de hafife kaçmayan enerjik şarkılarla dolu. Arkalarını hangi plak şirketine dayadıklarını bilmemekle birlikte, Kore müzik endüstrisi için önemli bir faktör bu, şarkı düzenlemeleri dikkat çekici. Birbirine benzemez farklı türlerin ve Maroon 5 gibi etkilenmelerden beslenen farklı vokal pasajların sentezi nasıl oluyor bilmiyorum, yine de göze batmayan bir bütünlük sergilemekte. Kısacası sizin de orasından burasından beğeneceğiniz kısımları olacak buradaki şarkıların. Tabi ki akılda kalıcı klasik bir şeyler beklemek saflık olur. Dedik ya eğlencelik...

7,25/10

5 Aralık 2018 Çarşamba

RETRO: Cemetery of Scream - Deeppression (1998)

Bu grubun sevdiğim bir tarafı da agresif olmayacak bir şekilde melankolik melankolik müziklerini icra etmesi. Brütal olayım gurul gurul guruldayım dertleri yok. Ancak bu albüm biraz daha gotik gölge altında en amiyane deyişle hafifçe kalmış.

6,75/10

2 Aralık 2018 Pazar

Telvin - Telvin (2006)

Erkan Oğur, Turgut Alp Bekoğlu ve İlkin Deniz öncülüğünde kurulan bu prestijli caz grubu tek
kaydıyla proje olmanın ötesine geçemese de zamanında konserlere de çıkma fırsatı bulmuş. Caz dediysek Anadolu ve atmosfer olarak da hafiften tasavvufun izlerini duyumsamak mümkün. Benim gibi iki-üç senedir az az caz dinlemeye başlayanlar için bu uzun kayıt özellikle ilk yarısı ile içine girememe gibi bir problemi taşımakta. Elbette sanatçıların virtüozluğuna diyecek bir şey yok, hele ki bestelerin çoğunun doğaçlama eseri olduğu biliniyorken. Diğer yandan tekrar etmek gerekirse tecrübeli caz dinleyicinin kulağında çok daha farklı anlamlar kazanacağı bir gerçek bu albümün. Bateri ve bastan ziyade Erkan Oğur gitarını alışageldik formların dışında çalmasıyla dikkat çekiyor. Ayrıca kaydın sonlarında ritim arttıkça kafanızda görsellik de canlanmakta. Devamını getirmek isterseniz konser kayıtlarına yuğtuptan ulaşmak da mümkün. Kaydın ederinin ben de düşük görünüyor olması sadece benim gibi basit bir insanda hissettirdikleri ile ilgili. Bana göre fazla kaliteli geldi diğer bir deyişle.

7,50/10

30 Kasım 2018 Cuma

Ildjarn - Strength and Anger (1996)

Kısa, daha ham ve kaba halinden kurtulamamış şarkı başına ancak bir riffin düştüğü bir black metal kaydı bu. Belk de daha az çünkü gereğinden uzun süren basit ama etkili ambiyatik besteler de bulunuyor. Çiğ, leş bir prodüksiyon da cabası. Ambiyans parçalar dışındakilere isim vermeye bile tenezzül etmemiş. Strenght and Anger 1, 2 diye devam ediyor. Dinleyiciye ne büyük saygısızlık! Darkthrone'un efsane dönemini alıp ters yüz etmiş gibi. Ya da şöyle izah edeyim: be-ğen-dim! Metal ruhu budur. Cilalı işleri beğenenler beğenmeye devam etsin. İçgüveysileri dışarı alalım, biz yolumuza bakalım.

8,0+/10

28 Kasım 2018 Çarşamba

Hayalet Gemi (1-2-3), Trip #7, Maison Française #281

Birbirinin aynısı dergi ve fanzin bolluğu yaşadığımız günlerde iz bırakmış dergilerden Hayalet Gemi arşivini açarak başka şeyler arayan okuyuya zamanın ötesinden güzel şeyler sunuyor. İlk üç sayı daha bebek adımları olmasına rağmen farkını ortaya koymaya yetmekte. 92 yılında çıkmaya başlayan dergi her sayısında bir ana tema belirleyerek yoluna devam etmiş. Sırasıyla ilk üç sayının temaları da ilüzyon, yüzler ve zaman. Güncele dokunan yazılar farklı bir bakış açısı sunarak bayağılığın önüne geçmekte: pembe diziler, ansiklopediler, yeşilçam, teknoloji gibi. Üstelik kaliteli çeviriler de sayfalarda yerini bulmuş. Hamlet'in evrenselliğinin tartışıldığı yazı mükemmeldi. İdeolojik olarak bugün büründüğü günahlar ayyuka çıkmasından dolayı liberal post-modernizmin sayfalara yansıyan izleri bir miktar gze bakmakta. Neyse, devamın getirmek için bu sayılar yeterli sebep teşkil ediyor.

Öncelikle keşfettiğiniz şu kapak egzantrikliğini her sayıda denemenize gerek yok. Bu sayıda olmamış çünkü. Ki aslında son zamanlarda sosyal adalete vurgu yapan Jim Carrey'e değinmeleri güzel bir olay iken. Yazılar için fazla söze gerek yok. Hala bir şeyler öğretebilecek, ufuk açacak yazılar sunuyorsa, o dergi takip edilmelidir. Popüler bir dergi aynı zamanda nasıl kaliteli olabilirin ender bir örneği.





Ev dekorasyonuna ilgim var, en azından ne nasıl birbirine uyar konusunda az çok fikrim bulunmakta. Doğan grubu bir süredir  dergilerine indirim yapıyor. Sahibiyeti sanırım Sabah grubuna geçmemiş hala. Neyse bu vesileyle Maison Française'in sayfalarını karıştırma fırsatı buldum. Bu arada aklımda cevabını bulamadığım bir soru peydah oldu. Bu dergi Fransız dergisi mi aslen? Orada da yayınlanıyor mu acaba? Dergi çok yoğun reklam barındırmakla birlikte içi boş da değil. Ajanda namındaki ilk bölüm sergileri ve diğer sanat etkinliklerini tanıtmakta. Takip eden kısım Tasarım başlığını taşıyor. Röportajlar, ürün tanıtımları ile birlikte sektörün yaratıcı tarafına tanık oluyoruz. 3. bölüm ise Takip, trend ve marka haberlerine ağırlık veriyor. Deko-Stil ile birlikte nihayet oda oda evlere konuk oluyoruz. Mobilyada kütüphaneler araştırma konusu seçilmiş. Ayrıca yeşil ile uyumlu ev ve renkle şifa vermeye odaklı dekorasyon konuları ilginç. Sondaki Dosya bölümünde ise çocuk odaları konu edilmiş.





27 Kasım 2018 Salı

The Oscar Peterson Trio - Night Train (1963)

Her ne kadar oynak ritimler dinletiyi anlamlı kılsa da ruhen piyano ağırlıklı bu kayıt, rastlantı değil Oscar Peterson gayet titiz ve yetkin bir piyanist, aslında şık restoranlarda çalınan arka fon müziğini hatırlatmakta. Bu bir bakıma eleştiri de değil zira cool jazz denen alt tür tam da kulakta böyle tınlıyor. Yumuşak ve hoş geçişler ile neşe zerk eden melodiler arasında uyum hiç de fena değil.

7,25/10

25 Kasım 2018 Pazar

Jorge Reyes - Mexican Music Prehispanic (1990)

Antik Yunan müziği, antik Mısır müziği gibi kayıtlara şüpheyle yaklaşmamak elde değil. O antika zamanlardan ne kalmış olabilir ki? Bir asırda bir millet tarihini unutuyor ve tarih baştan yazılıyor. Bu kayıt da İspanyol fethi öncesindeki Meksikalı halkların şarkılarını içerdiğini iddia etmekte. Belki doğru belki değil ancak doğadan alınma kuş sesleri ve ambiyans lezzeti de bu kayıt vasıtasıyla bu kulaklar duyunca en azından new age'in dokunuş olarak müziğe sızdığını söylemek mümkün. Bununla birlikte içerdiği yalın ve samimi notalar, farklı duyguları uyandırması kaydı oldukça zengin kılıyor. Modern elektropopun saçmalığından ziyade buradaki dans ritimleri (Dance namındaki şarkıda misal duyduğumuz) benim kanımı kaynatmakta çok daha başarılı, örnek vermek gerekirse.

7,50-/10

24 Kasım 2018 Cumartesi

Allah-Las - Worship the Sun (2014)

Bandcamp'te grup müziğini Kalifornia kültürünün geçmişinden ve şehirlerinin, denizinin, sokaklarının ve kumsallarının muhteşem karışımından harmanlanmış şeklinde tanımlıyor. Garaj rock bir tür olarak grup için belirlenmiş olmakla birlikte bu kayıtta 60'ların saykedelik rock, hard rock ve surf rock sentezini daha belirgin duydum. Kısacası özel ve özgün bir şeyler yok. Yine de eğlendirmeyi, daha doğrusu dinleyiciye keyifli dakikalar yaşatmasını başarıyorlar. Bir kaç şarkı özellikle akılda kalıcı melodi sunmakta. Grup ismi dolayısıyla tehdit aldıklarına dair ağlak röportajlar vermesiyle de gündeme gelmiş durumda. Sartre'ın felsefesine bağlıyım ben. Seçimlerin sonucunu göğüsleyeceksiniz arkadaşlar. Ya da grubun ismini değiştirin, bana ne yani.

7,25/10

22 Kasım 2018 Perşembe

Death in Rome - V2 (2018)

Martial Industrial. İkinci albüm. Ayırt edebildiğim kadarıyla şarkıların en az yarısı cover. It's A Sin artık yeniden yoruma tabi tutulmasın. Şarkının kendisi o kadar ayrı bir karakteristik sergiliyor ki farklı tarz yorumlar üzerinden zeytinyağı gibi kayıyor. Lambada?İlginç. Parçaların sözsüz outro düzenlemeleri çok şık. Bu türde sırtını coverlara dayamış bir kayda fikren karşıyım. Yine de grubun güçlü bir potansiyeli var. Ama denizleri aşıp gelemeyecekler.

6,50+/10

18 Kasım 2018 Pazar

Fuzz - Fuzz (2013)

Ty Seagall diye bir adam var, yalnız veya şürekası ile birlikte her sene üç albüm felan çıkartıyor. İşin garibi her yapıtı da beğeniliyor. Her ne kadar yeniden pişirilip pişirilip sunulan garage rock soundunun hayranı olmasam da bu adamcağızın grubunun bu albümünü beğendim. 60 ve 70'ler rock müziği ile haşır neşer olmayan biri olarak bile sound oldukça tanıdık, tür içinde çok da yeni bir şeyler sunmuyor. Ancak şarkıları olabildiğince melodik bir hale getirip kendisini can kulağıyla dinletmesini biliyor. Biraz ne derler, ee yavşak, terbiye mi takınayım gevşek vokali saykedelik musikiye yakışmayan bir punklık tarzında icra etse de yine de müziğine uydurmayı başarıyor. Sonuçta bir kaç dinleyişte ısınabileceğiniz gayet rock'n roll bir kayıt çıkıyor ortaya. Albüm kapağı da müthiş diğer yandan.

7,50++/10

14 Kasım 2018 Çarşamba

RETRO: Cemetery of Scream - Melancholy (1995)

Zamanında dinlediğimde aklımı alan albümlerden biridir bu. Polonyalı gruba en basitiyle gotik etkili death doom metal gibi bir etiketi yakıştırabiliyor olsak da çok daha renkli ve farklı bir iş kotarmışlar burada. Aklıma ilk gelen sözcük yoğun ve karanlık bir romantizm içeren atmosfer olsa gerek, evet bir sözcük değil bu, pek çok sözcük. Kimi zaman fısıltılı konuşmalı kimi zaman derin börülceli sert erkek vokale kimi zaman da bir hanımleydiablamız eşlik ediyor. Keyboard olmazsa olmaz zaten atmosfer mevzu bahis ise. Sözsüz Gods of Steel parçası ise ambiyans düzenlemesiyle titretiyor. Bununla birlikte bestelerin düzenlemesi de bir değişik. Vokal önde gitar arkada miksajlanarak çok da iyi olmayan prodüksiyon sayesinde yeterince sert ve metalik bile sayılmaz albüm. Bu ve bunun gibi sebepler albümü emsallerinden iyi anlamda ayırıyor. Ama şöyle de bir şey var, zaman her şeyin efendisi. Onca geçen zamanın ardında yeniden kulak verdiğimde biraz erozyona uğradığını söylemek mümkün kaydın. Bayağı da değerlendirmemi etkiliyor ister ve de istemez.

7,50/10

12 Kasım 2018 Pazartesi

Jerry Cole and His Spacemen - Surf Age (1964)

60'lı yılları çok bilmem ama bu surf rock soundu bana dönemine göre oldukça aykırı ve devrimci geliyor. Uzaydan gelmiş gibi. Hem niye surf rock diye tanımlanmış? Neşeli, kaygısız sesi tek sebebi olmasa gerek. Vardır bir hikayesi herhalde. Kesin, vallah billah araştırmadım ama Kalifornia kıyılarından çıkmıştır. Tek başına zamana belki de ciddiyetsiz ve sığ soundu sebebiyle yenik düşse de eminim diğer tarzlarla etkileşimde kombo etki bırakacak bir özelliği var gibi bu türün. Daha çok faydalanmalı yani. Bu grup da türün içinde en bilindikler arasında yer almıyor, bir Beach Boys değil diğer bir deyişle. Yine de sözsüz bestelerden oluşan bu kayıt, türü anlayabilmek için hoş bir alternatif olabilir. Ayrıca benim gibi yaşlılar tombalak bir İngiliz dayının güldürüsü Benny Hill'i hatırlayacaktır. İşte aklıma o geldi nedensiz.

7,50-/10

11 Kasım 2018 Pazar

Andre Gide - Kalpazanlar

Bu romanı okurken belli yerine kadar neden bahsettiğini anlamakta güçlük çektim. Günlük, mektup, üçüncü ve tekil bakış açısı gibi dağınık anlatım tekniği çok sayıda isim ve karakterle iç içe geçince ve olayların yavaşlığını da göz önüne aldığımızda sürükleyicilik konusunda problemler yaşadığı aşikar. Ancak çok boyutlu içeriğin evrenselliği zamanın ötesine taşıyor romanı. Birbirlerini seven hem cins üvey dayı ve yeğen arasında birbirlerine fazlasıyla duyarlı olmanın sonucu gelişemeyen diyaloglar ve iletişim bozukluğu ya da kaygısız, incitici ve alaycı tavırlarının arkasında gençlik sorunlarını saklayan yeni yetme gibi. İnsan psikolojisinde hala gözlemlediğimiz gerçeklikler bunlar. Konu olarak bir grup gencin ergenlik sorunları, acımasızlıkları, suça ve cinselliğe bulaşmaları, bohem hayat tarzları mekan olarak geçtiği 20. yüzyılın başları Paris de söz konusu olunca Fransız edebiyatına dair kaygılarıyla birleşiyor. Kalpazanlar ismindeki romanı için malzeme toplayan baş karakter de belki de Gide'in yansıması olarak romancılık namına düşüncelerini aktarmaktan uzak durmuyor. Diğer yandan ahlak yönünden kusursuz bir emsal olarak neşredilmesi biraz gerçeklikten uzak. Zordu ama beğendim.

10 Kasım 2018 Cumartesi

Chominciamento di gioia - In vinea mea (2005)

Ortaçağ Avrupa musikisi klasik müzik tarihi içinde yer almakla birlikte folk-halk müziği karakteri de
çok baskın. Aklıma gelen ilk soru özellikle bayan vokallerin daha zor temsil edilen meleksi tınıları. Neredeyse dans şarkılarına benzeyen örnekler üzerinden sıradan halk bu voakl tarzı ile ne kadar içiçe , merak ediyorum. Ya da bu rnekler yine daha çok kilise ve saray eşrafının meşgalesi mi? Bu kayıtta beni tam doldurmayan şey vokal performansların çok da polifonik-çok sesli örnekler sergilemiyor olması. Kayıttaki grup daha sade ve ufak ve mütevazi olmasından kaynaklanıyor olabilir. In Taberna favorim.

7,75-/10

6 Kasım 2018 Salı

Dido - No Angel (1999)

Dido anam dido... Bi ara ablamız pop piyasasını bayağı sallıyordu kaliteli işleriyle. Ama ses tonu ve söyleme tarzı o kadar kendine has ve değişmez ki tüm şarkıları birbirine benziyor. Çıkış yaptığı şarkıyı misal albüm içinde ayırt edemiyorum. Daha ağırbaşlı, trip hop'un karamsarlığını taşıyan bir atmosfere sahip kayıt. Farklı bir şey de beklenemezdi sahiden de. Ancak yine de kendinize özel şarkılar bulabilirsiniz kayıtta. Örnek vermek gerekirse diğerlerine nazaran daha az bilindik kapanış şarkısı Take My Hand benim akılcağızımı aldı. Dramatik keman nağmeleri pop ritimleriyle mis gibi de uyuşmuş, uyuşuyor ve uyuşacak. Nasıl kaliteli pop yapılır örneği olarak gösterilebilir.

7,75+/10

4 Kasım 2018 Pazar

Black Mirror (4. sezon) - Carbon Altered (1. sezon) - Dark Matter (3. sezon)

Dizinin son sezonu izleyicileri de bölmüş durumda. O kadar net olmamakla birlikte benim de zihnimde soru işaretleri oluşmadı değil. Lafı uzatmanın gereği yok, bizi alıştırdıkları o güzelim bölümlerden sonra bu sezon bir miktar hayal kırıklığı yaşattı. İlk bölüm Uzay Yolu'na göndermeler içeren kara mizah örneği olmasıyla gayet keyifliydi. İkinci bölüm de kızının hayatını onun gözlerinden izlemeye bağımlı hale gelen bir anneyi izliyoruz. Garip ve rahatsız ediciydi. En iyilerden sayılmaz. 3. bölümde sigortacı bir ablamız iplik iplik sırları açığa çıkarırken trajediyle sonuçlanacak olaylar silsilesini de başlatmış oluyor. Katil ablanın soğukkanlı oyunculuğu fevkalade. Yeri gelmişken tekrar söyleyeyim, İngiliz oyunculuğunun büyük hayranıyım. Hang the DJ, San Junipero gibi bir aşk hikayesi. Gizem ile ilgili aslında oyuncular bir diyalog esnasında spekülasyon yaparken büyük bir ipucu veriyor. Serinin en sevilen bölümlerinden biri olmakla birlikte sebebini açıklayamadığım bir şekilde, belki de oyunculuk, ben süper düper müper etkilenmedim. 5. bölüm ise tam tersine serinin en az sevilen bölümlerinden biri belki de. Lineer ve na-orijinal konusu ve bir kaç yerde saçma monoloğuyla iyilerinden biri olmadığı kesin. Son bölüm de çok seviliyor, konunun vardığı yeri, yaşanılan dehşeti tahmin edemiyor senaryo boyunca sürükleniyorsunuz. Yalnız artık sonu sürprizli intikamlı soğuk tatlı sunan senaryolar beni ne şaşırtıyor ne de tatmin ediyor. Tam tersine yine mi öff diyorum.

Carbon Altered kitabını okumuş ama 2. seride devam etmemiş biri olarak diyebilirim ki dizi romandan sadece esinlenmiş. Flashback'li kahramanın geçmiş hayatına bakış fazlasıyla uzun tutulsa da hikayeye amaç vermekte. Ve biraz da etik değerler, olmazsa olmaz. Ana konu değişmemekle birlikte yeni ve güçlü karakterlerin ve yan konuların , Poe otel, takıntılı kızkardeş misal, eklenmesi büyük fark yaratmış. Romandaki klostrofobik ve can sıkıcı atmosferi de başarıyla yansıtmakta. Dolayısıyla son dönemlerde çıkanen etkileyici dizilerden biri. Ancak herkesin harcı değil izlemek. Her ne kadar bağlantısı birebir olmamakla birlikte romanın okunması, hikayenin anlaşılırlığı için şart gibi görünüyor.

3. sezon sonrası konu derlenip toparlanıp sonlanmadan yayımı sona eren Dark Matter fena olmayan dizilerden biriydi. Yayından kaldırılmasının sebebi reyting düşüklüğü değilmiş de bilmem bilmem neymiş, çok anlamadım. Sonuçta kemik bir kitlesi ve yayına devam etmek için can atan yapımcısı var, arayış içindelermiş. Bu son sezon eleştirmen ve dinleyiciler tarafından diğerlerine göre daha fazla beğenilmiş. Gerçekten de aksiyon ve tempo yükseklerde. Benim tarzım ise gizem ve oyunculuk ağırlıklı olduğu için bu değişiklikler bana pek etki etmedi. Fakat sanki yapımcılar dizinin akıbetini biliyormuşçasına her bölümde arka arkaya bilim kurgu klişelerini bombalamaları komiğime gitti: zaman yoluluğu, zaman döngüsüne yakalanma, android direnişi, bedeni ele geçen yaratıklar, şirketler savaşı ve en nihayetinde ne eksik kaldı?, uzaylı istilası!

3 Kasım 2018 Cumartesi

Bon Iver - For Emma, Forever Ago (2007)

Bir ayrılık albümü olarak lanse ediliyor olabilir, gerçekten de tümü olmasa bile bestelerin çoğu öyle de. Fakat derbeder meyhane şarkıları beklemeyin. Ses ve düzenlemeler ferah. Ayrıca bana Bon Iver'in sesi huzur veriyor. Ya da ben bi değişiğim bilemeyeceğim. İndie folk alemlerinde bayağı ismi geçen bir albüm. O bilinç ile dinleyiniz.

7,50++/10

2 Kasım 2018 Cuma

Spoon - Ga Ga Ga Ga Ga (2007)

Fuck Indie Rock! diyesim var ama bu doğru albüm değil. Dinledikçe ısındığınız, ritmik bir kayıt bu. Böyle terbiyesiz yakıştırmaları hak etmiyor. Üstelik vokal en olgun seviyelerinde. Kapak da şık. Albümün ilk yüzü açıkça diğer yarısını dövüyor. Yine de iddia ediyorum yeterince maceracı değil. Bonus sidisi kadar değil en azından. Bir kaç dakikalık taslak parçacıklardan oluşan ek bonus sidi rulzz diyorum ve evet garip biriyim.

7,25+/10

1 Kasım 2018 Perşembe

Block B - Montage (2017) EP

Bu beş şarkıda bile pek çok farklı janranın işlendiğini duyabiliyoruz. George Michael'ı bile duydum gibime geldi. Elektronik, pop, funk, hip hop ve R ve B başat unsurlar. Sonuçta bu aşırı esinlenmeler K-pop için çok şaşırtıcı değil. Ancak bu kaydı dinlememin sebebi çılgın klibiyle grubun Shall We Dance namındaki şarkısı. Yine K-pop için sıradan bir gün zira görselliğin olmaması şarkıda bir şeyler eksiltiyor. Sonuç olarak kalbur üstü dinlenebilir bir çalışma, tür içinde. Bayağı da eski bir grupmuş, ilk kısa albümlerini 2011'de çıkartmışlar.

6,75--/10

31 Ekim 2018 Çarşamba

Deafheaven - Ordinary Corrupt Human Love (2018)

Sadece belki biraz da soundlarına alışmaktan kaynaklı beklediğim heyecana kapılamadım bu albümde. Ya da bayan vokallerin ve piyanonun olduğu kısımlarla black metal bölümler arasında gelgitler bir türlü hoşuma gitmedi, bilmiyorum. Halbuki atmosferik ve prog rock gitarların tınısı ve rifflerin güzelliği yabana atılacak cinsten değil. Çok da zorlamasınlar bence, alternatif rock kulvarına tümüyle geçsinler artık.

7,75/10

30 Ekim 2018 Salı

Nemrud - Nemrud (2016)

Medar-ı iftiharımız desek yeridir. Progresif rock akımının alt türü space rock ve saykedelik rock ilgi alanları. Bu kadar tanımlamanın ötesinde gerçekten keyifli dakikalar sunuyor dinleyiciye bu kayıt. On dakikanın üzerinde dört beste kendi içinde pasajlarla ve bölümlerle zenginleştirilmiş. Space rock dedik ya keyboardın etkisi belirgin. Ama komik dereceye varan bir sırıtması yok. Ben bilmem Eloy diye bir gruba esin kaynağı olarak benzetilirler. O grup bu kadar Anadolu ezgilerini damıtmış mıdır kendilerinde, sanmam. Kısacası güzel ve epik bir Anadolu rock sentezi de barındırmakta kayıt. Dinledikçe, uzun vadede bir miktar sararıp solması bir dezavantaj iken ki sözden çok soloların zenginliği dinledikçe keşfedecek bir şeyler sunmakta, diğeri de her ne kadar rengi ve tınısıyla gruba karakteristik bir katkı sunduğu aşikar vokalin yine bir miktar yetersiz kalması ki kendini bilip maceralara atılmaması da eksiklikleri kapatmaya yarıyor. Bu cümleyi toparlamakla uğraşmayacağım. Bayağı bayağı yan yatmış cümle yafu, kolonlar patlamış, çatı kaymış. Mesaiye kaldığım bu akşam iş çıkışı arkadaşla buluş mağazaları gez uykuluk midye ayran hüplet eve yürü de yürü bir saat önce gel, bu kadar oluyor vallahi. 2 şarkının radyo versiyonu da bulunmakta, hangi radyo çalacakmış bilmem ama kısa süresiyle ayrı bir vurucu, ayrı bir şükellalı fıstık olmuş. Kapağın güzelliğinden hiç bahsetmiyorum.

8,25/10

28 Ekim 2018 Pazar

The Body - Christs, Redeemers (2013)

Bu albümü nereye koyayım bilemedim. Bu albüme hangi türü biçeyim onu da. Drone metal demeyi
uygun gördüm. Avan-garde da olabilir, neden olmasın, neyi eksik yani. Bir yandan temiz sesli kadınlar korosu diğer yandan banyoda adam keserken testerenin çıkardığı ses, Kaşıkçı'nın bedeni doğranırken dinledikleri müzik de olabilir bu. Tüm şizofrenik, çift kişilikli manyaklara gelsin. Bilakis bu tayfanın yorumlarını merak etmekteyim. Yağni bana bile fazla geldi, titremekteyim efenim. Titredim titredim kendime gelemedim.

6,75--/10

27 Ekim 2018 Cumartesi

RETRO: Tiamat - Skeleton Skeletron (1999)

Post punk kökenli gotik rock'ın atmosferini özellikle vokal yorumu ve kaydında sergileyen, bir miktar daha sert bir zeminde durmasıyla metal köklerinden kopmamış bu albümde benim hoşlanmadığım şeyler: a) boğuk, yankılı, soğuk vokal b) keyboardın tınısının bazı parçalarda düğün salonlarındaki arkaik tonlara benzemesi. Hoşlandığım şey ise kabul edelim, bestecilikte iyi bir yerdeler. Seksenlere göndermeleri yakalayabilmekle birlikte o tarza hakim olmadığımdan başkalarının benzetmelerini kopyalarsak, Sisters of Mercy, Joy Division ve Type O Negative derler. Üçüncü şarkı Dust Is Our Fare Metallica ritimlerini andırmasıyla ve ayağını sürürcesine zorlanan albümün genel temposuna istisna oluşturması sebebiyle en sevdiğim parça oldu. Tiamat maceramı da böylelikle sonlandırıyorum.

7,0/10

23 Ekim 2018 Salı

Cogito - Selçuklular

Günlerdir giriş yapmak istemedim bloga, zorluyorum kendimi. Kısa kısa geçeceğim. Cogito'nun Selçuklular kapaklı sayısındaki bu dosya konusu 330 sayfanın ancak yarısını işgal etmekte. Yeni bir şeyler denedik manasındaki açıklamaya kansak mı yoksa dosya konusu ile ilgili dişe dokunur makalelerin azlığına mı bu durum dalalet etmekte sorusunu mu düşünsek, bilemedim. Sonuçta tarih yazımı çok ilginç bir mevzu. Düşünün dedelerimizin hikayelerini az çok biz bilsek bile sonraki kuşakta her şey unutulacak. İnanır mısınız, sıradan Yunanlar modern çağın eğitiminden geçmeden önce bir vakitler antik Yunan'dan kalma kalıntıların devlerin işi olduğunu sanırlarmış. Kısacası ağızdan kulağa her şey toza dönüşüyorken manastırların yada sarayların himayesinde yazılan tarihi kayıtların içeriklerini ve karşılaştırmasını veri almaktan başka çaremiz yok. Bu da elbette daha baştan doğal olarak öznel kaygılarla yazılmasının üzerine yapılan öznel yorumlara da davetiye çıkarmakta. Sonuçta bir yeniden inşa durumu söz konusu, birilerinin niyetine göre. Buradaki makaleler de ister istemez tatsız, kronolojik, kitabi bir ruhta ortaklaşmakta. François Hartog söyleşisi, Kadın tarihi, Osmanlı biyograficiliği, İsmet İnönü'nün günlüğünden Churchill ile müzkareleri anlattığı alıntılar gibi derginin diğer yarısını dolduran makale başlıkları konu itibariyle tarihten çok da uzaklaşmamakta.

18 Ekim 2018 Perşembe

Erkan Oğur & Djivan Gasparyan - Fuad (2001)

Erkan Oğur'un  kayıtlarında yavaş tempoyu tercih ettiğini çözdük bugüne kadar. Ortaklığa gittiği diğer müzisyenleri de kendine mi benzetiyor, yoksa kendine benzer insanları mı seçiyor, merak konusu benim açımdan. Bu kayıttaki birlikteliğin diğer tarafında hemen sınır ötesinden, Ermenistan'ın ünlü duduk sanatçısı Djivan (Civan olsa gerek) Gasparyan yer almakta. Parçaların çoğu geleneksel besteler olsa da sonuçta perdesiz gitara da uyum sağlayacak düzenlemelere tabi tutulmuş. Türkülerin asıllarının modern yorumlara göre bir nebze yavaş olduğunu biliyorum. Belki de daha da yavaşlatıyor ve özellikle enstrümentallerde odaklanma sorunu yaratıyorlar. Evet, taktım bu yavaşlığa, başka konuya geçemiyorum. Diğer bir handikap yine Erkan Oğur'un sesi. Açılış parçasını seslendirmesi dinleyici karşılıyor olması sebebiyle biraz talihsiz olmuş. Ermenice seslendirilen parçalar daha bir sevilir kabilinden. Ama tekrar edelim, sözsüz çalışmalar haylice bulunmakta albümde. Öyle olmasına imkan vermemekle birlikte kimi zaman ayrı stüdyolarda mı sanatçılar şarkıları kaydetmiş de sonradan mikslenmiş gibi bir soru aklıma gelmedi değil. Ayrı ayrı müzisyenliklerine bir şey denemez elbette. Lakin birbirlerine ne tam ısınmışlar ne tam ısınamamışlar gibi, fifti fifti. Yandan yandan albümü gömüyor gibiyim, ahaha. Öyle değil aslında. Uzun lafın kısası böyle bir birliktelik bomba gibim olmalıydı, sarsıyor devirmiyor. Bu sarsıntının da baş müsebbibi Mayrig. En azından bu şarkıyı bir dinleyiniz efenim.

7,50--/10

15 Ekim 2018 Pazartesi

The Quintet - Jazz at Massey Hall (1956)

Gelmiş ve de geçmiş en iyi caz albümleri arasında 36. sırada bulunan bu çalışma ki kim bu sıralamayı yapmış diye sormayın, bilmiyorum amma ve de lakin hepsini yüklemişim fi tarihinde, aslında bir süper grubun kaydı. Demem o ki tek başlarına dahi isim yapmış sanatçılardan oluşuyor. Bassda Charles Mingus, trompette Dizzy Gillespie, alto saksafonda Charlie Parker, bateride Max Roach ve piyanoda Bud Powell. Bana bile bu isimlerin çoğu aşinaysa varın siz düşünün artık. Albümün en keyifli yanı seyirci tepkisini de duyabileceğiniz canlı kayıt olması. Temposu yüksek ve eğlenceli bir atmosferde dinleyiciyi coşturmakta. Yalnız kulağa sabrinas gibi gelen salt peanuts çığırışları güldürsün mü ağlatsın mı bilemedim. Dinledikçe sinirime dokunur hale geldiği kesin. Böyle işinde ehil insanların ortaklığı söz konusu olunca kulağı bu türe çok alışkın olmayan benim gibiler kendini kaotik bir ortamda hissedebiliyor. Büyük ihtimalle spontane icraya dayalı olması da yarattığı bu etkinin en önemli sebebi olsa gerek.

7,25/10

13 Ekim 2018 Cumartesi

Scorpions - In Trance (1975)

Grubun müzik dünyasına adım attığı saykedelik ve bluesy soundunu bu üçüncü uzunçalarında geri bırakıp slowlara da bolcana yer veren hard rock etiketli tanıma nihayet kavuştuklarını duyuyoruz. Baladlar grubu dinleyenleri ortasından ikiye ayıran alametifarikası grubun. Yarısı hiç sevmiyor yarısı ise bayılıyor, sanırım ben ikinci gruptayım. Dumanı üstünde Life's Like A River gibi bir şarkı nasıl sevilmez, Allahasen? Ayrıca heavy metal gölgesi düşmüş bestelerde gitar tonu çok leziz ve sololara da sıkça başvurulmuş.

7,75--/10

10 Ekim 2018 Çarşamba

In The Woods... - HEart of the Ages (1995)

Biraz pagan biraz progresif biraz doom amma kesinlikle atmosferik black metal. Bu türler arasında efsanelerden sayılan bir kayıttır bu. Hoş gel zaman git zaman grup kayıplara karıştı ve 2000'leri atlatamadı. Ta ki bir kaç sene öncesine kadar, 2016 da uzun , pek bir uzun süre ardından yeni bir stüdyo albümü kaydetmişler. Neyse, kompozisyon konusunda kayda getirebileceğim herhangi bir eleştiri olamaz. Pastoral bir yolculuk, sonbahar ve kış modunda. Gitarın soloya bağladığı anlar, evet böyle anlar bulunmakta, ağzımın suları aktı. Bir kaç ufak eleştiri: ruh hali çok fazla değişkenlik içeriyor, synthlerle birlikte meldoram, sonra epik, kreşendo, ardından drama, duygusallık, hop agresif ataklar. Evet bir yolculuk ama manik depresifliğin dozajı bir tık , hani, bir tık azaltılsa... Bir de çığlığa saran black vokallerini severim sevmesine de rüzgara karışan histerik bir seviyeye varınca.. ı-ııh. Neyse ki çok sık değil ve çoğunda da müziğin arasına kaynaşmakta. Doksanlar güzeldi yafu.

8,0+/10

9 Ekim 2018 Salı

Yozoh - My Name Is Yozoh (2007)

Bu albümü hangi kafayla yükleyip dinleme listeme aldığımı bilmiyorum ol geçmiş zamanda. Fenomen K-pop dünyasını hiç duymamıştım bile. Aynı ülkeden çıkmak dışında şarkıcının bu türle çok da ortak bir yanı yok. Ama alt-tür olarak duyduğum Koreli indie pop soundundan da çok farklı değil. Azcık bıkkın, biraz saf ve kimi zaman da hınzır (Banana Party diye bir şarkı var, lütfen masum sözlere sahip olduğunu söylemeyin, çünkü kulaklarım let me taste your banana gibi bir cümle duyuyor) bir vokal, minimal ses ki mızıka, akustik gitar, azcık perküsyon ve basit besteler. Tarifimiz bu şekilde. Bir kaç şarkının gerçekten tatlı melodilere sahip olduğunu inkar etmeyeceğim. Hatta belirttiğim özelliklere istinaden melodi yanının çok daha etkileyici olduğunu söyleyebilirim. Bir de ismini Yoco diye telaffuz ediyor zira Benim adım Kırmızı pardon My Name is Yozoh diye bir şarkısı içermekte kayıt.

6,50/10

8 Ekim 2018 Pazartesi

Giant Squid - Minoans (2014)

Atmosferik ve progresif sludge alanında gelenekselin dışında arayışlar gerçekleştiren grup yine, çünkü önceden kısa bir albümlerini de dinleme fırsatı bulmuştum, kritik bir eşiğin kenarında duruyor. Bu albümüyle de o eşiği aşamamakla birlikte keyifli bir dinleme sunmakta. Konseptin ortaya koyduğu Antik Yunan öncesi Giritli Minoan medeniyeti ezgisel olarak da hakimiyetini hissettirmekte. O dönemin ezgilerini bilmesek de... Her zamanki etkileyiciliğinde keman ve gitar tonu albümü eşsiz kılıyor. Bestecilik ve bazen yayvanlığıyla kendi sınırlarını zorlayan vokal ki kayıtta geniş bir yelpazede performans sunmakta, kulakları da alışılmışın dışında olması sebebiyle zorlamakta. Diğer yandan gerilim ve hatta sevinç dahil farklı duyguları harekete geçen şarkı inşası oldukça ilginç. Zaten bu öğeler ilgiyi ayakta tutmakta. Yine de albümün biraz dinleyiciden çaba istediği de aşikar.

7,25/10

7 Ekim 2018 Pazar

RETRO: Tiamat - For Her Pleasure (1999) EP

Neyse ki bu elektronik-gotik rock denemesi 4 şarkıyla sınırlı kalmış. Beğenmedim diyemem, aksine dumtısların ardından seçebildiğim kadarıyla son iki şarkı oldukça sıkı. Yine de sık sık duymak istediğim bir sentez değil bu. Doom ve gotik metal müzisyenlerin kimlik bunalımına girdiği döneme ait farklı bir kayıt diyelim, en hafif tabir ile.

6,0+/10

4 Ekim 2018 Perşembe

Candan Erçetin - Melek (2004)

Melek gibi oldukça vasat çıkış şarkısının ve klibinin takdim ettiği bu albümden hoşlanmamak için çok çabaladım. Amma zor işmiş yafu. Dinlediğim şarkıların sözlerine ehemmiyet vermeyen ben , kendimi eşlik eder buldum. Bir kere, kayıt sound ve tür olarak birbirinden çok farklı akımlardan besleniyor. Karanlık elektronik tınılı Mete Özgencil destekli dönemini severdim normalde, lise yıllarıma da derin derin işlemiştir. Bu albümde o dönemi hatırlatan Ceza'nın eşlik ettiği Şehir, Sonsuz ve Bu Sabah gibi bir kaç örneğe rastlamak mümkün iken genel hava aşk acısı da yaşasa da oynak melodileri müziğinden eksik etmeyen Balkanlar üzerinden estiriyor. Yıkılmadım ayaktayım diyor şarkılar, bir yandan kadehler tokuşturulurken, dans pisti kenarında. Meğer, sevenin de sevenin de ah edenin de aaahhhh Canı Sağolsun (normalde klarneti sevmem ama bu şarkıdaki başka bir şey) bu minvaldeki leziz misaller. Dramayı da eksik etmiyor şarkıcı, yaylı çalgıların girizgahı ile Sitem'i seslendiriyor. İşte ben böyle bir hal içindeyim, aslında keder içindeyim... İlk kez Zeki Müren'in seslendirdiği Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar ve Bir Yangının Külünü hakim atmosferi beslemekte. Candan Erçetin vokaliyle şarkıların ruhuna uygun bir performans sergileyerek düz okumanın ötesine geçemeyen pop şarkıcıları ile arasındaki farkın altını çiziyor.

8,0-/10