31 Aralık 2016 Cumartesi

Neurosis - Fires Within Fires (2016)

Uzun zamandır bu kadar beni yoran bir albüm olmamıştı. Cidden, içine girebilmek için zaman gerekiyor. Sonrasında meyvesini alıyorsunuz ama benim için kafi gelmedi. Son dönemde post-rock yönündeki tür değişimine dur demekle kalmamışlar, bayağı erken dönemlerinin sludge ruhunu hortlatmışlar bu albüm aracılığıyla. Ama ortada bir sentez söz konusu. İlk dönemlerinin kaotik hardcore atakları yerine son vakitlerinin ağır atmosferik basıncı tercih edilmiş. Dolayısıyla bana azcık fazla gelen bir drone tekrarı mevcut. Altyapıda pastel de olsa renklendirmenin duyulabildiği Fire Is the End Lesson delişmen riffi, ezici ritmiyle birlikte favori şarkım. Albüme nadir renk veren şeylerden biri de farklı elemanların şarkılarda vokal yapıyor olması. Heyecanla dinlemeye başlayıp bir süre sonra umarsız kaldığım bir çalışmaya dönüştü. Lakin son bir kaç albümdeki gizemci değişimden hoşlanmayanlar tarafından olumlu duygularla, kucak dolusu sevgiyle karşılanmış.

7,25+/10

29 Aralık 2016 Perşembe

Example - #Hits (2013, Comp)

İleri demokrasinin beşiği ülkemizde daha kış yüzünü yeni yeni göstermeye başlamışken kış saatine geçmeye bile lüzum görmeyerek ne kadar enerji zengini bir ülke olduğumuzu tüm dosta düşmana gösterdik. O yüzden de muasır medeniyet seviyesini paramparça eden canım cancağzım ülkemizde hiç elektrik kesintisi yaşanmadı. Belki bir kaç sokakta olabilir. Sebebi bu sefer üşüyen kedilerin trafolara sığınması değil bir kaç çok fena esintidir olsa olsa. Hı hı.
Example'ın bu best of albümü dj elektro house pop ritimleriyle hayli enerjik dakikalar sunuyor. Şarkıların hemen hemen hepsi tam radyoluk. İtiraf etmem gerekirse melodiler de bayağı bayağı azar uzar bünyeyi de sarıyor hani. Yalnız o synth ritimlerde benim zevkime göre biraz fazlalık, gereğinden fazla gürültü var. Yine de ferah refah bir müzik ne yalan söyleyeyim. Bu da benim guilty pleasure'um olsun. Diğer dj popçulardan farkı şarkıların orasına burasına rap bölümlerini katması. Şarkıcıyı dinlememe neden olan, dürten şarkı saçma sapan sözlerine rağmen Changed The Way You Kiss Me oldu. Ama kaydın bombası en edepsiz k-popçuyu bile azdıracak rave Hooligan remiksi olsa gerek. Editors gibi tınladıkları Say Nothing gibi ilginç denemeler de hoş sürprizleri oluyor albümün. Evet hoşlandım ama böyle vagon gibi sıralanmış olunca biraz dinlemesi güç.

7,25/10

27 Aralık 2016 Salı

The Ringo Jets - The Ringo Jets (2014)

Aniden zonklatıveren baş ağrısı hayra alamet değil. Mideye de vurmaya başladığı şu sıralar kısa kesmek mecburiyetindeyim. Hani ülkemizden çıkan gruplar yeni işlerle karşımıza çıkınca ki icra ettikleri rock tarzı dünyada hiç de öyle yeni değil aslında, abartmayı severiz ya konserlerini de izleyip bu kaydı da dinledikten sonra gönül rahatlığıyla helal olsun diyebilirim. Yalnız bağzı bağzı başka grupları andırdıkları ya da öykünmede ileriye gittikleri duyulabiliyor. Olsun o da beri gelsin, uzakta durmasın, dışlamayalım yağni. Hepimize yer var bu koca dünyada. Favorim Tease pt 2.

8,25+/10

25 Aralık 2016 Pazar

Ensemble Nipponia - Japan: Kabuki & Other Traditional Music (1980)


Japon kültürünü sevdiğimi söylemiştim. Geleneksel müziklerini de ayrı tutamam. Bu albüm de geleneksel şarkıları ve tiyatro müziklerini içermekte. Yalın, egzotik ve doğayı hatırlatan şarkıların özellikle vokale sahip olanları tüyler ürperten bir gerçeklik yayıyor. Yine de bazı şarkılar beklediğimiz vurucu etkiyi yapmakta eksiklikler sergileyebiliyor. Sebebi de bazı kayıtların görece yakın dönemlerde bestelenmesiymiş. Ne varsa eskilerde var dedikleri bir bakıma doğru demek ki. Ayrıca eski Japon filmlerini başta tarihi samuray dönemlerini işleyen Kurosawa olmak üzere, aşinaysanız bu kayıt sizi mestedecektir. Sonuç olarak kaydın orjinal kapağı da sonraki baskılarında kullanılan tiyatro makyajı aşamasını gösteren yeni kapağı da içeriğiyle şahane örtüşüyor.

8,25/10

Hiç #7 - Yabani #7 - Nepal #4 - Mürdüm #3 - Marcel Proust (Çiçek Açmış Sözlerin Peşinde)

bilinmeli ki bir hayatın bir hatayı yontmasıdır aşk

Pek sevdiğimiz Hiç dergisi daha çok Fosforlu Cevriye adlı romanıyla bilinen Suat Derviş'i kapağında konuk etse de içerdiği Abbas Kiarostami'nin fimlerindeki yaşam, aşk ve ölüm izleği üzerine yazılan doyurucu ve kapsamlı makale dolayısıyla İranlı yönetmeni de rahatlıkla kapağına taşıyabilirmiş. Lafı dolandırmadan söylersek, Suat Derviş hakkında bir kaç kelam daha fazla söz edilseymiş keşke. İnceleme yazıları bu kadarla kalmıyor: Andre Gide, Thomas Mann, Mary Shelly ve Dante üzerine yazılara Ercan Kesal röportajı eşlik ediyor. Ürünlerden de Mert Can Fırat üstte alıntıladığım güzel bir ayrılık mısrasına imza atıyor.

7. sayıya ulaşan bilimkurgu fantastik korku çizgi roman dergimiz Yabani'nin ön ve arka kapak resimlerinin güzelliği hakkında bugüne kadar bir şey söylememiş olmamam ayıp. Kara Zeybek ismindeki çizgi hikaye şu anki konjonktürde yerli kahramanımız olsaydı ne yapardı sorusuna verdiği 'gerçekçi' yanıtla sarsıyor. Siyasal eleştiri babında güçlü bir ifade. Diğer çizgi romanlar aslında devam hikayeleri. Akbaba Şehri, Uçan Kale ve Kralına İsyan. Hepsi ayrı güzel ama Kralına İsyan bence biraz hızlanmalı. Akbaba Şehri'ni genel olarak sevmekle beraber çok dağınık buluyorum. Hikaye örüntüsü toparlanmalı artık. Derginin genel çizgisinden farklı hafif gotik ve derin Dünyanın En Büyük Sahnesi tek solukta biten son örnek. Şöyle bakınca hepsinde de aslında takdir edilesi eleştirel bir dil hakim. Baskı zamanlarında sanat en verimli çağlarını yaşarmış. Öykü konusunda dalgalı seyrin farkında olarak Kayıp Rıhtım'dan destek alınmış. Cogito idam cezası yerine bilinçlerin dijitalleştirildiği bir çağda idamını bekleyen bir mahkumun hikayesi. Kaptan, Orta Kapı! da gündüzleri halk otobüsü şoförlüğü yapan akşamları Kaptan Buzdağı ismiyle kötülüklere karşı savaşan bir süper kahraman renkli diliyle işleniyor. Devamı gelecek gibi. Yolcu'nun üçüncü bölümü Çöl adıyla dergide yer bulmuş. İlk iki bölüme kıyasla çok hoşlanmasam da büyük hikayenin bir geçiş safhasına hazırlık rolünü üstleniyor kanaatindeyim. Salı Sallanır Çarşamba Beyaz Çarşafa Dolanır, derginin yerel mitlerle süslü korku türünü temsil eden bir çalışma. Bu türdeki diğer hikayelere nazaran daha etkileyici.

Nepal'in üçüncü sayısını kaçırmışım, sağlık olsun.

yürüyen merdivenlerin ardında
bizi okşayan ve aksayan bir acelemiz var (Fatih Çünkioğlu)

bir elma bile bulamamış elma dalları
yine de yarısını aradığım şeyler var (Mihrap Aydın)

herhangi bir bitkinin tutunduğu yerden
tutunuyorum ben de hayata
...
nerde yakılan bir ağıt görsem oturur dinlerim (Enes Kurdaş)

"Sev beni" diyeni sevmiyoruz. Tamam mı? (öykü, Çağnam Erkmen)


Mürdüm dergisiyle üçüncü sayısıyla tanışabildim. Bazı kelimeler vardır, ya küçüklüğümden beri aklıma takılmıştır, asklepion gibi, kendi kendime tekrar ederken bulurum, kesin küçükken okuduğum ansiklopedilerden felan kalmıştır ya da eğlenceli bulurum, mürdüm eriği gibi, müdürüm müridim mürdüm, bi bana mı komik geliyor bu sözcük yafu?
Kapak fotoğrafı bir yerlerden tanıdık gelen dergi şimdilik radarıma girmiş durumda. Bir kaç alıntıyla birlikte içindekileri ekliyor ve takibe geçiyorum.


terli atlar ikliminde duydum adını
...
nal seslerinin çakıllara bulaştığı yollar
susmak gibi bir şeydi hem seni hem sana (Emir Doğan)

kanın yerde bir duruşu vardı
görmeliydiniz
çok -kabul görmemiş bir zaman ölçüsü olarak
çok ağladım

korkmuyoruz
ama cesur da değiliz  (Reyhan Korkmaz)

bir an, bir saniye
güzellik geçip selamlıyor bizi
ve bu yetiyor devam etmeye  (Jean Marc La Freniere)

gidince çürümeyeceğini bilsem
ellerimizi değiştirelim derdim
ellerimin ellerinde verdiği güzel ve uzun mola
ayrılık Allah'ın emri
ölüm olmasa... (Özge Dirik)

Bir de sırf hafızada yer tutsun diye Yapı Kredi yayınlarının sanırım bir kitap fuarında hediye ettiği yarım parmaktan da kısa boyutlara sahip Marcel Proust'un eserlerinden derlenen aforizmaların, deyişlerin yer aldığı Çiçek Açmış Sözlerin Peşinde'yi sonunda bitirebildiğimin kaydını düşmeliyim. Bir kaç yıl sürdü galiba. Bugüne kadar bu kadar ufak tefek bir şeyi kaybetmemiş olmam bile başlı başına bir mucize. İşin garip tarafı ise bunu 10 liraya internette satıyor olmaları.

22 Aralık 2016 Perşembe

Igor Stravinsky&Sergei Prokofiev&Anton Webern&Pierre Boulez - Pétrouchka / Sonate No. 7 / Variationen Op. 27 / Sonate No. 2 (Maurizio Pollini, 1995)

Modern klasik türde gittikçe zorlaşan ve gittikçe zor dinlenen besteler şöyle sıralanıyor:
Stravinsky - Pétrouchka
Prokofiev - Sonate No. 7
Webern - Variationen Op. 27
Boulez - Sonate No. 2
Modern demişken dan dun piyanonun telleri tıngırdamıyor. Yine de özellikle orkestra şefliği kimliğiyle daha çok bilinen Boulez'in parçasında taçlandığı kadarıyla radardan kaybolmanız elde bile değil. Bu yüzden piyanist Pollini'yi çıkardığı iş dolayısıyla ne kadar tebrik etseniz az. Dolayısıyla böyle zorlu parçaların bu kadar kıvrak şekilde çalınması bu kaydı performans anlamında hayli öne çıkarıyor. Başa geri dönersek Stravinsky'nin bestesi Petruşka ismindeki popüler bir kukla tiyatrosu karakterine dayandığından dolayı belki de oldukça renkli ve dramatik olay örgüsünden dolayı belki de en bir kolay adapte olabileceğiniz melodileri sunuyor. Bu demek değil ki pek sevdim.  Prokofiev'in parçası ise zoraki bir şekilde Stalin'e adanması gibi ilginç bir hikayeye dayanıyor. Besteci de sevgisini oldukça ironik bir şekilde birbirine zıt ruh halleri ile göstermiş. Üçüncü bölümü çarpıcı bir tempoya sahip. Webern'in üç bölümden oluşan bestesini zorlarsanız takip edebilirsiniz. Huzurlu kadife kokulu melodiler içinde kaybolmak için ilk akla gelecek seçeneklerden değil. Boulez, anlamadım vallahi. Uzun lafın belini kırarsak bana bir miktar ağır geldi.

6,50-/10

20 Aralık 2016 Salı

RETRO: Finntroll - Midnattens widunder (1999)

Finntroll'un bu çıkış albümü dinledikten sonra devamını getirmedim. Polka hollahomp bana biraz fazla eğlenceli gelmişti zamanında. Şimdi dinlediğimde ise hele hele trol efsaneleri konsepti
üzerinden sözleri de okuyunca, daha doğrusu çevirisini (ki Finlandiyalı grup İsveççe söylüyor, biraz kafam karıştı), bir kaç şamatacı bölüm dışında gayet net ve nezih bir uyum yakaladıklarını duyabiliyorum. Uyum derken black köklerden yükselen metal ve folkiş melodiler arasındaki sentezleme mevzu bahis. Yine de beni koşa koşa diskografinin devamını getirtmek için dürtmemekle beraber belki bir gün bir kaç kayıt daha dinlerim fikrini kafama sokmadı değil.

7,50+/10

19 Aralık 2016 Pazartesi

Black Sabbath - Paranoid (1970)

Efsane bir albüm. Parçaları tek tek çok daha önceden beri didiklememe rağmen birlikte bütün halinde dinleyince savaş teması belirginleşiyor. Yanına uyuşturucu ve ruh haline etkileri de eklersek konsept tamamlanıyor. Albümün tarzına aykırı bir ses olsa da Planet Caravan bile oldukça iyi. Yine de yıllar yıllar sonra bir şeyler eksik gibime geliyor. Özellikle kaydın ikinci yarısında hissediyorum, hissediyorum ama dile varmıyor.

9,50/10

18 Aralık 2016 Pazar

Will Self - Sert Çocuklara Sert Oyuncaklar

Post'luğuyla çarpışırken barbarlığa geri dönen çağımızın yeraltı edebiyatının mühim isimlerinden Will Self'in seçme öykülerinden oluşan bu kitap adını her ne kadar öykülerinden birinden alsa da, hani derler ya isim olarak cuk oturmuş diye, hakikaten öyle. Uyuşturucu, saplantılı davranışlar veya psikolojik sorunlarla uğraşan karakterlerin hepsinin yazarın kişiliğinden bir parça taşıdığını hissediyorsunuz. Bu kadar inandırıcı bir anlatım yaşanmışlık dışında hiç bir yerden beslenemez. Diğer yandan hikayelere damgasını vuran bir şey İngilizlik olsa gerek. İngiliz toplumu ve daha geniş bir açısıyla insanlık eleştirisi kitapta kendine yer buluyor. Bu yüzden karakterlerin hikayesi dışında ikincil anlatıma kulak vermemek olmuyor. Bazın bu anlatımların birbirine karışıp yer değiştirdiğini bile söyleyebiliriz. Bazı hikayelerin birbirine yaptığı göndermelerdeki bağlantıları keşfetmek oldukça zevkli. Konu olarak çarpıcı örneklere rastlamak mümkün. Hastaların ve doktorların birbiri yerine geçtikleri bir akıl hastanesi gibi. Dahası için arka kapaktan alıntılamak gerekirse.
Will Self'de okuyucusunu şaşkınlığa uğratan, ona zihin eksersizleri yaptıran yalnızca sergilediği bu edebi yetenekleri değil. Self'in kara mizahı, liberal hümanizmin ve modern hayatın "kutsal inekleri" konusunda çok acımasız. Sert Çocuklara Sert Oyuncaklar, crack kokain ticaretinden, çağdaş psikolojinin bayağılıklarından, kendilerini, bir davette yakalanmak istemeyeceğiniz kişiler olarak niteleyen bir yerli kabileden, bir babanın çocuklarına bakmak için talihsiz girişimlerden, öldükten sonra Kuzey Londra'da yaşamaya devam eden bir anneden, bir koğuştan ya da bir evdeki böceklerden söz ederken, tartışılmaz inançlarınız ya da gizli önyargılarınız ne olursa olsun, sizi telaşa düşürecek, hayran bırakacak, kahkahayla güldürecek bir kitap.
Kahkahayla güldüğümü söyleyemem. Diken üstünde rahatsızlık veren konulara ek olarak, cümle kurulumunda kendini ve buna bağlı olarak okuyucusunu zorlaması ve çevirmenin elinden geleni yapmasına rağmen hala sırıtan İngiliz argosu, coğrafyası ile birlikte baskın Ada kültürü ile birleşince seller sular gibi akan bir okuma sunmaktan uzaklaşıyor çünkü. Çarpıcı olduğu kesin ama.

6

17 Aralık 2016 Cumartesi

Brand New - Daisy (2009)


Think something dark's living down in my heart
And if I wanted to die before I got old
I should've started some years ago digging that hole

Brand New, her albümüyle farklı bir yönünü sergileyerek dinleyicisini şaşırtmaya devam ediyor. Bu albüm de sindirilmesi, içine girilmesi vakit alan işlerden biri. Doğrusunu söylemek gerekirse keskin prodüksiyonu da düşünürsek ilk dinlememde pek de sevmediğimi söylemeliyim. Dinledikçe besteler güçlü yanını, depresif tonajda özellikle, göstermekte geç kalmadı. Yine de, yine de bir önceki albümün seviyesine ulaşmakta güçlük yaşanmakta. Psikoloji olarak biraz daha kızgınlıkla donalı bir albüm bu. Sound açısından denemelerle örülü. Ruh hali ve sesler ise biraz dengesiz, ne yapacağı belli olmayan bir ifadeyi belirgenleştiriyor. Ayakları çok da sağlamcana basmayan bu tarz bir formülasyon neyse ki özellikle albümün ikinci yarısında tıkırında işleyerek dinleyeni mest ediyor. Aynı zamanda bu kısımda hardkor köklere göndermeler de yoğunlaşmakta. Albümün hoşuma giden son bir özelliği de sözler oldu.

7,50-/10

14 Aralık 2016 Çarşamba

Be'lakor - Vessels (2016)

2016 yılına ait albümler arasında beni ziyadesiyle şaşırtıp memnun edenlerin sayısı az. Bununla birlikte takip ettiğim pek çok grubun da geri dönüşler yaptığı aşikar. Dolayısıyla özellikle sert müzikteki bu geri dönüşleri karşılamak boynumun borcu. Be'lakor'dan başlıyoruz. Deathspell Omega, Dark Tranquillity, Neurosis, Metallica, Alcest hepsi sırada. Hatta Testament ile tanışma fırsatı bulup farklı bir yüzüyle bizi selamlayan Fuath'ın ki nam-ı diğer Saor oluyor kendileri selamını alacağız.
Melodik death metal tarzında kendisine ait küçük bir alan açan grup, tekrardan kaçınmak adına bu albümde progresif damara daha bir yaslanmış. Sımsıkı bestelerde hızlı tempoda şeyler pek mümkün olmamakla birlikte epik havasıyla Withering Strands'da ani tempo değişikliğinin de güzelliğini hesaba katarsak bu yeni yönelim gayet şık işlenmiş görünüyor. Aslında her şarkı kendini dinlettirecek hoş kancalara sahip. Birisinde akustik geçişler dikkat çekerken diğerinin armonisi lezzetli bir akışkanlık sunuyor. Bir yönüyle bestelerin böyle müdahalelere ihtiyaç duyması o kadar iyi bir şey değil. Diğer yandan da bazı anlar bu yeni yönelim ile geçmişten gelen çizgilerinin tam anlamıyla örtüşemediği de malum. Yine de bir Whelm aşkına, grubun hakkını yiyecek değiliz. Sadece biraz zamana, biraz daha bu durakta oyalanmaya ihtiyaçları var görünüyor.

7,75+/10

13 Aralık 2016 Salı

Antimatter - The Judas Table (2015)

Karın bastırdığı bitmeyen 2016'nın şu son günlerine (bitiyormuş gibi yapıyor besbelli) çok yakışan bir kayıt bu. İlk albümdeki elektronik denemeleri belki de benzememe gayretini geride bırakıp eski Anathema'nın karanlık dramasını tekrardan canlandıran atmosferik rock çalışma için progresif rock da deseler de atmosferik tabiri garip kaçtığındandır kulaklara. Biz varolmanın acısını çekenler, anladık sanırım birbirimizi. Yalnız şöyle bir sorun var: üç beş kişi bi köşeye sıkıştırmış sizi, bacağınıza götünüze karnınıza yumrukla tekmeyle girişmiş. Yarım saat boyunca yediğiniz dayak artık vız geliyor. Diyorsunuz, arkadaş kafamı gözümü de patlatın artık, ne çile çektim elinizden. Hülasa, şarkılar süründürüyor ama nihai vuruşu yapmaktan da imtina ediyor.  Parçala Antimatter!

8.0/10

10 Aralık 2016 Cumartesi

Fort Romeau - Jetée / Desire ve SW9 (2013, Single)

Singlelar üzerinden sanatçıları değerlendirmek zor, singlelar içindeki şarkıları mümkün olduğunca vurucu ve ilk dinleyişte etkileyici parça beklentisiyle değerlendirebilmek ayrı bir zor. Albüm içinde bütünlüğe fazlasıyla önem veriyorum. Fort Romeau, eserlerini deep house minvalinde tekno başlığı altında üretiyor. Aynı yılda çıkardığı bu iki single'dan kronolojik olarak ikincisi Jetee ve Desire şarkılarını içermekte ve bu şarkılar anlayabildiğim kadarıyla uzunçalar albümlerinde yer almıyor. Ritimleri o kadar orjinal bulamadığım için dinlenebilir konumda olmakla birlikte beni etkileyebildiklerini söyleyemeyeceğim. Diğer single ise iki versiyonu ile SW9 ve Love ismindeki şarkıları içeriyor. Beatler tempolu ve güçlü, baslar belirgin ve dub etkisi her zaman kuul. Kesik kesik sergilenen bayan vokal sampleları yakışmış. Kulaklıkla yolda yürürken güzel gidiyor.

6,50 - 7,25+/10

7 Aralık 2016 Çarşamba

Chico Buarque - Chico Buarque de Hollanda n° 4 (1970)

Latin Amerika müziği konusunda daha önce söylediklerim kulaklarımda çınlıyor. Bazen kendimi ilişkilendiremiyorum yapılan işlerle. Alkol aldığımda bu naif müzik kalbimde yankısını bulabiliyor. Ama her zaman kafam kıyak gezecek değilim. Zaten zam üstüne zam geliyor her gün. Latin müziği kampanyamız böylece sona eriyor. Bundan sonra bu sayfalara konuk olursa rastlantısaldırmıdır.
Kış baygın başladı, bünyede uyku yapıyor.

6,75-/10

6 Aralık 2016 Salı

Ahmet Telli - Kalbim Unut Bu Şiiri

Önünde imza kuyruklarını gördüğümüz şairlerden Ahmet Telli'nin bu eseri, aslında kitaplarından derlenmiş şiirlerin bir araya getirilmesinden oluşuyor. Okuduğum baskısı 1998 tarihli. Sonraki baskıları güncel şiirlerini içerir mi bilmiyorum. İtiraf etmek gerekirse bu kitabı biraz da tanıma amacıyla bilgisayarımdan okudum. Çünkü tarzına karşı şüpheler büyütüyordum içimde en basit tabiriyle. Okuduktan sonra da kitabı, içimdeki şüpheleri giderebilmiş değilim. Yılmaz Odabaşı gibi solda atan yüreğini romantizm ve lirizm ile birleştiren tarzları kendileri için bir noktaya kadar orijinallik taşısa da ve elbette okuyucunun göğsünde dalgalanmalara yol açan bir duygusallık doğursa da sonraki özenen genç şairlerde bu  tarza sıkça rastlamak, pek iyi bir şey değil.
Bazı mısralar, bazı şiirler alıntıladım. Aşağıdadır.


xxxx

Yoruldum yoruldum yoruldum
Gereklilik kipinde yaşamaktan

xxxx

Tarih de kekemeleşiyor bazan
Ki o zaman aşktır tek bilici
Aşksa yürümek gibi bir şey
Duyabilmek kuşların gelişini

xxxx

Bütün köprüleri dinamitledim ve geldim işte
Bir kente girmemiz nasıl gerekiyorsa öyle
Apansız çıkmalısın karşıma
Ki unutulmuş
Bir karşıçıkış olmalı dünyaya
Seninle her karşılaşmamız

GİTMEK
                               Bu vadideki karanlığı
                              ve büyük soğuğu düşün
                               B. Brecht

Gitmek. Bir hançeri inceltip
Okyanusa daldırmak isteği
Ya da düşebilmek atlasların
Dışına ki ey kalbim
Yalnızsın bu yolculukta da

Gitmek. O kaos duygusu, aklın
Sarsıntılarla yorgun düşüşü
Bilincin kamaşması belki de.
Rehin bırakılacak bir şey yok
Unuttuklarından başka.

Gitmek. Bir büyü gibi saran
Ağrılar yumağı, kışkırtılmış
Düşlerdir ki sen şimdi
Esirgeme kendini kalbim
Kederin o derin yalnızlığından

xxxx

Hiç kimse bir aşkı
Onarmaya kalkmasın
Kaybedilmeye değer
En güzel anında bitirilmişse eğer


KALBİM UNUT BU ŞİİRİ
Uğuldayan ve hep uğuldayan
bir orman kadar üşüyorum şimdi
yanlış rüzgarlar esiyor dallarımda
yanlış ve zehirli çiçekler açıyor
Kanımda kocaman gözleriyle bir çığlık

Su ve ses kadar beklediğim
ne kaldı geride, bilmiyorum
uzanıp uyumak istiyorum gölgeme
ve sarınmak o kocaman gözlerin
uğuldayan rüzgârlarına
Bir acıyı yaşarım ve zehrinden
çiçekler üretirim kömür karası
uçurum kadar bir yalnızlık
yaratırım kendime, atlarım
Anısı yoktur küçük rüzgârların

Yapraklarım yok artık kuşlarım yok
büsbütün viran oldu dağlarım
ezberimdeki türküler de savrulup gitti
ömrümün karşılığı kalmadı sesimde
sesimde yalnız ormanların gümbürtüsü

Yanlış, daha baştan yanlış
bir şiirdi bu, biliyorum
ve belki ömrümüzün yakın geçmişi
bu kadar doğruydu ancak, kimbilir
Kalbim unut bu şiiri

xxxx

Bu kent kuşların intiharını umursamıyor artık
ve göğsüm buz kesmiş bu üşüten yalnızlıkta

xxxx

Hiç özlemedim seni
Özlemek dostluktandır
dostluğundan öte bulmalıyım seni

xxxx

Biraz da serüvendi yaşamak
belki yatkındı büyük yolculuklara
ki serüvenler daima büyük aşklar
ve büyük yolculuklarla başlar

xxxx

Suların sesini dinle şimdi
ormanın fısıldayışlarını
usulca yarılıyor dağların göğsü
bir aşkı dinlendirmek için

xxxx

Adımdan gayrısını bilmiyorum.


7/10


5 Aralık 2016 Pazartesi

Nils Petter Molvær - NP3 (2002)

Trompet ağırlıklı mistik tınılar sergileyen caz müziğinin hayli 90'lar izini taşıyan elektronik müzikle birleştiği bu albüm, sanatçının Khmer namındaki kaydının seviyesine ulaşamasa da idare eder doğrusu. İçiçe geçen şarkılar arasında kendinize yol bulmaya çalıştığınızda Simply So ve Little Indian gibi yalın parçaların, albümde pompalanan karamsar havayla dejenere bir ilişki geliştiren deneysel elektronik ritimli şarkılara kıyasla daha yüksek dinlenebilirliği sizi bir noktaya kadar bahtiyar edecektir. Diğer hallerde ise midenizde bir şeyler düğümlenebilir. Bunun sebebi Aralık soğuğu olabilir, ülkenin gidişatı olabilir, ortadoğunun yazgısı olabilir. Ya da hepsi birlikte. Şu albüm kapağında da yer bulan denizler dolusu su, hepimizi temizlemeye yeter mi?

7,0+/10

4 Aralık 2016 Pazar

RETRO : Falkenbach - ...En Their Medh Riki Fara... (1996)

And as one realizes that one is a dream figure in another person's dream, that is self awareness

Grupla yada daha doğru bir deyişle Vratyas Vakyas ile yada daha doğru bir deyişle Markus Tümmers ile tanışma fırsatı bulduğum Falkenbach projesinin bu ilk albümü aklımı başımdan almıştı. Hem Bathory'nin o efsanevi epik dönemine benzeyen hem de Pulp Fiction'dan çıkmışcasına manik ritimleri sergileyen bu kayıttan daha azını beklemek yanlış olurdu zaten. Aradan yıllar yıllar geçti. Hala karşımda taş gibi duruyor albüm. Yine de gençken dinlediğimdeki aynı şeyleri hissedememenin boşluğunu hissediyorum. Bu da müziği değerlendirirken zaman mefhumunun da etkisini ortaya koyan bir örnek olarak gelip geçiyor.

8,50+/10

3 Aralık 2016 Cumartesi

RETRO: Motörhead - Orgasmatron (1986)

En başta Orgasmatron olmak üzere bir kaç iyi parçaya, misal Deaf Forever, evsahipliği yapsa da nispeten temiz prodüksiyonuna pek de alışamadığım bir kayıt bu. Parçaların bir çoğu da birbirinin benbenbirbenzeri. Bir süreliğine Motörhead'e ara vermenin de tam zamanı. Kısacık bir süre.

6,75/10

30 Kasım 2016 Çarşamba

Şebnem Ferah - Benim Adım Orman (2009)

Kliplerinden gördüğüm kadarıyla pek ilgimi çekmeyen ve gerçekten de şarkıcının iyi albümleri arasında adı geçmeyecek bu kayıt tek dinlemediğim albümüydü Şebnem Ferah'ın. Flüt akerdeon gibi farklı enstrümanlar, farklı zaman kalıpları ve katmansızlığıyla başka bir şeyler yapmaya çalıştığı şarkılarla eski tarzına yakın şarkılar arasında bocalayan bir çalışma. Bir şarap gecesinde eski şarkılarını dinledik de, geçmişinin gölgesini silik bir iz gibi taşıyabiliyor ancak bu eski tarz şarkılar. Orkestrasyonu bile tam tatmin etmiyor. Düşük tempolu parçalar ise daha fena. Elbette özlemişim ve her türlü şarkıyı dinlettirecek Tanrı vergisi bir sesi var. Şarkıların bir kısmında bu silahı çok iyi kullanarak gayet olumlu bir fark yaratabiliyor. Diğer yandan benim en hoşlandığım parça nakaratına rağmen İstiklal Caddesi Kadar oldu.

7,0/10

27 Kasım 2016 Pazar

NCT U - The 7th Sense (2016) Single

Bir süre önce BTS vasıtasıyla Kore Pop'u hakkında bir kaç kelam etmiştim. Youtube'daki klipler ve tepki videolarını izleyerek fikrimi daha bi pekiştirdim. Dizileriyle, kültürüyle, modasıyla felan Japonya'nın yarı yolda kaldığı bir misyonu Kore başarıyla yürütüyor durumda. Alternatif bir seçenek. Yerelliğin sadece kokusunun duyumsandığı ki pop müziğinde belki de ayırt edemediğimiz bazı melodilerde saklı olma ihtimali bir yana yerellik hiç yok gibi, batının eskiden başını çektiği batı eksenli küreselleşme dalgasının çok da farklı olmayan bir tekrarı aslında. Aktörler farklı. Ve tabi ki yerel kültürün getirdiği garip ve yabancı tavırlar ki çoğu zaman batı merkezci bakış açısına sahip kişiler üzerinde şirin ve saçma ve komik olarak değerlendirilen fikirler uyandırmakta, içine sızarak bir nebze de olsa farklılığını ortaya koyabiliyor. Kore'deki müzik endüstrisi üzerine de bir kaç satır yazmıştım. Çocuklar toplanıyor, firmaların işlettiği ranzalı felan yurtlarda senelerce yaşayarak müzik ve dans eğitimi alıyorlar. Üzerlerine maddi olarak yatırım yapıldığı için plak şirketlerine geleceklerini ipotek veriyorlar. Üstelik çok sıkı kurallar altında yaşamak zorundalar. Arkadaşlarına, sevgililerine karışılıyor. Hatta zorunlu estetik operasyonlarına maruz kalıyorlar. Çünkü bir grup oluştururken bile idollük yaratmak önemli. Bi eleman repçi, biri şirin, diğeri dansda zirve, biri utangaç, diğeri bad boy. Ne kadar geniş kitleye hitap ediyorsa o kadar iyi. Dolayısıyla fan kulüpleri inanılmaz önemseniyor. Her türlü kaydı satın alıp sevdiği grubun reklamını, tanıtımını yapan fanlar, grup elemanlarının internet videoları ile fanlarla birlikte ayarlanan sosyal aktivitelerle (ki ufak bir şirkete ait bir grup yeterince firmayı kara geçiremeyince, elemanları fanlarla yemek yedikleri randevulara yönlendiriyormuş, artık gecenin nasıl bittiğine dair şüphelerim yok değil) durmadan besleniyorlar. Fanlarla ayrı bir lisan doğmuş bile. Gruptan sevdiğiniz, yakışıklı ya da şirin ya da seksi bulduğunuz favoriniz bias'ınız oluyor. Gruptaki en genç eleman maknae oluyor, abiler hyung ablalar oppa. Bir de canlı konserlerde ise şarkının bazı yerlerinde kalabalığın da katıldığını duyuyorsunuz, ama sadece belirli yerlerde yankı gibi, şarkıcılarla diyalog gibi. Her şarkının fanchant'ı varmış meğerse. Fanlar çalışıp geliyormuş konserlere. Herkes mutlu kısacası, şahane bir dünya! Ayrıca onlarca grubun yüzlerce şarkıcının olduğu ülkede boy gösterecekleri kaynaklar da kıtken, dünyaya açılmak, başta Çin ve ezeli rakipleri Japonya üzerinden, elzem hale geliyor. Acayip rekabetin yürüdüğü bir piyasa. Bu yüzden şarkılar gittikçe daha edgy , daha ekstrem bir hale gelmişler, bayağı para yedirdikleri klipleriyle birlikte.
Şimdi ürünlere geçelim. Aslında pop piyasasını ileri götürmüyorlar. Batı'daki şarkıcıların tarzlarını alıp sentezliyor ve dediğim gibi artan oranlarda gürültüye boğuyorlar. BTS son videosuyla (Blood, Sweat and Tears) ki şarkıyı çok tuttuğumu söyleyemeyeceğim; Karayip eksenli elektronik müziğini klasik müzikle birleştirerek ilginç bir şeyler ortaya konmuş. Konsept hikaye anlatıcılığını da düşünürsek ki klip Tarkovksy'yi poplaştıran yoğun sembolizmle örülü, bu grup K-Pop'un yarınını temsil eden bir istisna. Sonuçta kendi içlerinde her ne kadar geçişmeler olsa da kategorilere ayırabiliriz. Youtube'daki K-Ville Entertainment kanalında yayınlanan listelerden örneklerimi devşireceğim.
-R&B : Dünyada neo soul tırmanışa geçmişken doksanların klasik R&B'si ve kulüplere hitap eden 2000'ler R&B/pop'u Kore'de hayli popüler. Ama dünyaya açılmada dezavantajı da bulunuyor. Misal Jay Park - Drive, Davichi - Beside Me, Ailee & Yoon Mi Rae - Home
-Klasik şirin pop çalışmaları özellikle kız grupları için ideal. Şu an popüler olan Twice'ın TT'si ya da Dia'nın Mr. Potter'ı tam örneği. Ama I.O.I.'nın Very Very Very'si, Red Velvet'in Roussian Roulette'i, Crayon'un Doom Doom Chit'i gibi örneklere dek genişletirsek klasik pop soundunun yalın elektronik lehine terk edildiği de oluyor ki üç şarkı da çok eğlenceli. Bunlar arasında erkek gruplardan ise listeden baktığımda Victon -I'm Fine gözüme çarpıyor.
-Erkek gruplarına da klasik bir sound hakim. Alt tabanda kız gruplarına kıyasla elektronik öğeler daha kaotik ve agresif olmakla beraber yine kulağa çarpan nakaratların saldırısı altındayız. Aslında K-Pop şarkıları normalde birden fazla parçaya yetecek malzeme sunuyor ve nakaratlar gerçekten basit ve güçlü. O yüzden farklı sesteki elektronik efektlerin müdahalesi de kaçınılmaz oluyor. Bunu sektör daha ne kadar taşıyabilir, merak ediyorum doğrusu. Bu kategorinin tam örneği ki bu yüzden oldukça sıkıcı bana göre; GOT7 - Hard Carry. Monsta X'in Champion'u da olabilir.  Kore'nin en popüler grubu EXO ki şarkıları ufak tefek farklılıklar göstermekle beraber çoğu şarkısı, misal Monster da öyle. Nakaratların şenlikliğine ya da duygusallığına göre değişen pek çok örnek vermek mümkün. Listede gözüme kulağıma çarpanlar: SF9 - Fanfare, Pentagon - Gorilla, VIXX ve The Infinite'ın videoları vessair.
-Rap mühim iş. Bütün bu saydığım gruplarda rapçiler oluyor, az ya da çok devredeler. Bazı gruplarda ise bu daha belirgin. Hatta tümüyle bu alt tür altında değerlendirilebilen isimlere rastlamak mümkün. BTS'den Suga'nın August D adıyla yayımladığı işler ki gereksiz agresif olmasıyla hiç dikkatimi çekmedi. Çok daha sofistike Eung Freestyle işbirliği ise tam bana hitap ediyor. Bu noktada dans ve kulüp müziği ile içiçe geçmeye de başlıyor. Mino ve Bobby işbirliğinin örnekleri Full House yada Holup ya da Hit Me deli şarkılar. Ama bu hat tıpkı bütün türde olduğu gibi geçmişin devamı. Misal G-Dragon da elektronik hip hop örnekleri vermiş daha öncesinde.
-Burada da benim en sevdiğim kendini hafife alan, altı üstü popsun arkadaş sen, eğlenceli kulüp dans şarkılarından bahsedebilirim. Beyonce+Nicki Minaj+Rihanna Tarantino ile birlikte kulüpe gidip badass woman tribine girerse CL'in Hello Bitches'ı ortaya çıkar. Blackpink'in Boombayah ya da Whistle'ı, Mino-Bobby Mobb'un işleri, Bigbang'ın Fantastic Baby'si gibi. Daha var böyle işler geçmişe bakınca, irdelemek lazım. BTS - Fire ya da Dope gibi. Ama BTS biraz değişik neyse.
-Bir de nostaljiye dönenler var. Köklü gruplardan Shinee 1 of 1 ile 80'leri getiriyor. Mamamoo'dan New York, I.O.I'dan Whatta Man diğerleri.
-Rap verseleri, nakaratlar, agresif tavırları, şiddet yüklü videoları, temposu, gürültülü soundlarıyla abartıya kaçıranlara bir kaç örnek: 24K - Bingo ve BAP-Skydive. İnsanı soğutuyorlar ister istemez.
-Son olarak oralarda bir yerlerde bir indie sahnesi de vardır Kore'nin ama hiç bilmiyorum. Yahu hiç mi rock yapılmıyor şu memlekette, değil mi?
Gelelim asıl mevzuya. Bu tek şarkılık single'ı seçmemin sebebi K-Pop ile uzaktan yakından ilgisi olmaması. Tamam tamam çoğu Korece. Büyük plak şirketlerinden SM, 40 kadar genci okul gibi toplayıp NCT (new technology bilmem ne) altında bir araya getirmiş. Gelenin gidenin sabit elemanın net olmadığı bu projedeki gençlerden seslerinin uyduğunu düşündüklerine kayıt yaptırıyorlar, efendim. Firetruck ismindeki enteresan şarkılarıyla çıkış yapan NCT-127, Sakıza çiklete adanmış iğrenç çocuk şarkısıyla çıkış yapan veletlerden oluşma NCT Dream ve mevzu bahis NCT U gibi ki bu çocuklarda 7th Sense namındaki ilk kayıtlarını çıkardıklarında daha reşit değillermiş. Ama tabi şarkılarının birilerinin yatak odasında yankılanmasına engel bir durum değil. Çünkü parça yaşlarının tersine seksapellik taşıyan chillout bir havaya sahip. Karanlık ve sofistike yanı kuvvetli. Ağır tempoda rap ağırlığı ve soul kısımlarıyla birlikte the Weeknd ve pek de bilmediğim Drake ile Chris Brown gibi isimlerin tarzına benzetilen şarkı trap hop, trip hop ve trüp hop (yok lan böyle bir şey) etkisinde ilerliyor. Öne çıkan öğeleri ana ritmi, egzotik girişi, 50. saniyedeki hülyalı ağır abi rap kısmı, 1.12'deki tatlı vokal ve 2.30'dan 3'e bağlanan R&B geçiş. Aslında son yıllarda dinlediğim en kaliteli işlerden biri. Şimdi eksikliklerini sayıyorum. Dansları ve videosu o kadar kuvvetli ki şarkıyı yalın dinlediğinizde bir şeyler eksiliyor. Örneğin Koreli gruplardan BTS de danslarıyla öne çıkıyor. Güzel kurulmuş koreografi sık sık tekrarları ile birlikte göze hitap ediyor. Çünkü sıkı senkronizasyon gruba özgü hızlı ayak hareketleri ya da aniden yavaşlanıp hızlanan birbirini takip eden figürler ile koreografiyi güçlendiriyor. Fakat bu elemanların dansında el bilek ve ayak figürlerinde çok daha teknik beceri görülüyor. Buna rağmen göze seyirde hiç bir engel göze çarpmıyor. Figürlerin şarkıyla uyumu da mükemmel. Müzikte iki tane elektronik drop varsa dıp dıp, onu dahi es geçmiyorlar, iki tane bilek hareketi yapıştırıyorlar. Renklerle ve dinamik kamerayla beraber klip şahane. İkincisi bu gençlerin sesleri ne kadar birbiriyle uyumlu, şüpheliyim. Grubun en genci Mark'ın rap söylediği kısım, sesinin tonu bence şarkıya oturmamış. (İsim saydım diye bu grupları takip eden biri olduğum anlamı çıkmasın. BTS'i 80 kez izledim yine de gençleri ayırt edemiyorum. Zaten hepsi çekik gözlü, zayıf, benzer fiziğe sahipler, bir de saçlarını ve renklerini, kıyafetlerini felan her seferinde değiştiriyorlar, ayırabilene aşk olsun. Rapmon'u bilirim ama, borazan sesli gamzeli at suratlı hah ha ha, no offence arkadaşlar, dalgasındayız şurada) İkinci single'larında aynı tarzı devam ettirmeyip klasik pop balad tarzında ürün vermeleri ise diğer ayrı bir hayalkırıklığı. Daha çok Amerikan dinleyicisine seslenen bu şarkının ardından demek ki asıl mevzi Kore'yi de korumak lazzım.
Ansiklopedi gibi adamım, ne kadar çok bilgi bombardımanına tutmuşum yafu.

8,75-/10


26 Kasım 2016 Cumartesi

Secrets of the Moon - De Musica Mundana (1998/2002)

Black metal dünyasında adını duyurabilmiş gruplardan biri olan Alman Secrets of the Moon için seçtiğim bu albüm, grubu tanımak için pek uygun değil aslına bakarsanız. Diskografilerine dair en ufak bilgim olmaması bunun asıl sebebi. Her ne kadar türün muhafazakar çizgisine çok da bağlı kalmadıklarını duysam da bu kayıt klasik bir ortodoksi beyanı. Özellikle altına basa basa söyledikleri kendilerini besleyen okkült kaynaklarına burada da başvurulsa da şarkılarda melodik öğe çok daha belirgin. 1998 tarihli demolarının 2002'de plak baskısı bir kaç bonus parça da içeriyor. Melodik rifin parlattığı Leichengott'un konser kaydı gibi. Konser yorumu ise kalite yoksunu kirli sounduyla hayvani bir cazibeye sahip. Ayrıca Darkthrone'un Under A Funeral Moon yorumu da var ki neden bu grupların zamanında bu kadar devleştiğini bir kez daha hatırlamanıza fırsat veriyor. Demodan dönme plak dedik ya, kayıt kalitesinden fazla bir şey beklenmemesi gerektiğini anlamışsınızdır. Yalnız günümüzdeki modern/progresif/post black metal atağına karşı köklere dönmek de rahatlatan bir ihtiyaç. Benim susuzluğumu gidermekle beraber grubun güçlü bir kaydı olduğunu zannetmiyorum.

6,75/10

24 Kasım 2016 Perşembe

D'Angelo (And The Vanguard) - Black Messiah (2014)

Rate Your Music olmasa hayatta duymayacağım bir isim daha. Bundan önce sadece iki albüm çıkaran ve RYM'de en azından göklere çıkartılan D'Angelo belki de diğer katkıda bulunan müzisyenleri de düşünerek grup ismiyle çıkarmış bu kaydı. Enstrümanların vokal gibi öne çıktığı, nefes alan ve kurgusu güçlü şarkılar funk öğeler ile bezense de soul müziğinin kökleri üzerinde yükseliyor. Alışageldik vokallerin sakız gibi uzatıldığı klasik R&B'den öte olmasından dolayı da neo-soul demişler. O kadar uzağım ki! Yine de rahmetli Prince tarzını hemencecik hissettim. Demek ki uzman olmaya gerek yok. Sözleri hiç okumamakla beraber albüm kapağında gördüğümüz sosyal konuların işlendiği açık. Bununla kalmıyor yatak hikayesi öyküleri de anlatıyormuş. Muş diyorum çünkü ben tam anlamıyla müziğe konsantre olamadım. Fakat gitarların, basların girip çıkması ile güzel bir dinleti de sunduğu kesin. Bununla birlikte ben daha çok arkafon müziği olarak faydalanabildim. Her tarz bana hitap edecek diye bir şey yok demek ki...

6,75/10

20 Kasım 2016 Pazar

Rafael Anton Irisarri - A Fragile Geography (2015)

Artık seri halde kitap okuyamıyorum. Satın almayı da ya internet üzerinden ya da sahaflardan gerçekleştiriyorum. Olsun, yıllık ritüeldir diyip Tüyap'a bu sene de uğradım. Tabi bu kez şöyle bir farklılık vardı: Sancaktepe'den Beylikdüzü'ne bir rota izlemek zorunda kaldım. Aslında Beylikdüzü, İstanbul ve Kartal-Pendik hepsi ayrı iller olmalı. Hepsinin ayrı Tüyap'ı, valiliği şusu busu. İş kapısı da açıldı bak bir sürü kişiye! Bir de bizim insanımızın bu kadar okuma aşkıyla dolu olduğunu bizzatihi gözlemleyebilmek gözlerimi yaşarttı, simitçi amca sordu 'niye ağlıyorsun?' -Hiç sorma amca hiç sorma. Üstgeçit Şirinevler medeniyet köprüsü gibi kilit. İnsanlar otobana hücum etti, polisi dinleyen yok. Zaten alicenaplar boşuna dememiş, fazla okumak kamu huzurunu bozar diye. Bu işin arkasında insanların fuara gitmesini engelleyip isyana teşvik eden bir Fetöcü hücre hissediyorum da neyse.
Albüm, bağzı bağzı ihtiyacı giderecek değişik değişik duygulara sevkederek kimi zaman da tüyleri titreştirecek drone usulünde ambiyans tecrübesi sunuyor. Tim Hecker düştü aklıma. Sound olarak çok orijinal bir iş olmamakla beraber sanatçı arkadaşımız kendini ifade edip derdini anlatmasını biliyor. Hımlamalar fıslamalar akıntısı eşliğinde nedense aklımda gökyüzü ve bulut imgesi beliriyor. Beyazlardan karalara daha çok da grinin elli tonunda takılarak çağlayan bir nehir gibi. Yaylıları andıran düzenlemesi ve  piyano tuşuna benzeyen rastlantısal müdahalesiyle göğüs içinde boşluklar oluşturan Empire Systems vasıtasıyla kapımızı  uzaya aralıyoruz. Benzer elementlerden faydalanıp kalp atışı gibi ileri geri sallanan ritmiyle Persistence'da ise uzaya açılım hissiyatını geride bırakıp içe doğru bir bakışa maruz bırakılıyoruz. İşin aslı şu ki berrak ve odaklanmış bir zihinle dinlediğinizde ruhunuza işleyebiliyor. Müzikte de aradığım şey bu nihayetinde. O yüzden bu son dinlememde bir tık yukarı doğru notumu ittiriveriyorum gaağri.

7,0-/10

16 Kasım 2016 Çarşamba

Brand New - The Devil and God Are Raging Inside Me (2006)

Böyle bir albüm kapağı sanki içeriğinin de garantisini veriyor gibi. Önceki Brand New albümünü pek özel bulmamıştım. Ama bu başka bir şey. Kusurlar elbette mevcut. Aynı şarkıda Marilyn Manson'dan Linkin Park'a geçiş gibi bazı tanıdık bilindik numaraların sık sık karşımıza geçmesi, derinlik konusunda yanıltması vessair. Ringin karşı köşesinde ise güçlü melodiler, güçlü geçişler ve güçlü korolar. Havluyu sallayan antrenör bile ağlıyor, feveran içinde, duygusal erozyondan eriyor. Arka arkaya patlayan Degausser, Limousine ve Mt Zion tadında You Won't Know istilasını cıbıldak göğüsle karşılamak imkansız. Değişik etkileri ki dans rock'a kadar varması biraz sarsıyor, bulaşıcı bir hissiyatla birleştirip dinleyiciye sunan grubun bu albümü sevilmeyecek gibi değil.

8,75/10

15 Kasım 2016 Salı

Matthew Herbert - Recomposed by Matthew Herbert: Mahler Symphony X (2010)

Bir, Mahler'in 10. Senfonisini önceden dinlemenin pek faydasını görmedim. Hoşlandığım güçlü melodiler genel olarak bu albümde yer almıyor. İkincisi, elektronika sanatçısının senfoniyi en azından kendi alanında yapı söküme tabi tutmasını beklerdim. Sound üzerinde ses mühendisliği kaynaklı oynamalar, kesip yapıştırmalar, yavaşlatmalar, radyo frekansları arasında geçiş gibi izlenim bırakmalar dışında kulağa gelen şey yine yaylı çalgı ağırlıklı klasik musikisi. Bu yüzden üflemelilerin alıntılandığı yerler beklenti yaratıp ilgi çekiyor. Bununla birlikte tempo hep yavaş seyrediyor. Çünkü senfoninin ilk parçası yeniden yorumlanıyor. Parçayla aynı statik ve dinamik güzergahı seyrettiğini düşünürsek sınırlı müdahalenin de taçlandığı sondan üçüncü bölümün son dakikalarındaki gürültülü kısım dinleyeni bir silkeleyip kendine getiriyor. Bu anlattıklarım dışında yeterince farklılaştırılmadığı düşünülebilecek bu çalışma ancak ilgililere sevenlere sevilenlere tavsiye olunur. Bu kadar. Nokta. Tıp.

6,50-/10

13 Kasım 2016 Pazar

Peyniraltı Edebiyatı #37 - Marşandiz #10 - Yabani #4 #5 #6

Peyniraltı Edebiyatı, periyodunu 2 aylığa çevirerek ve sayfa sayısını (buna bağlı olarak da fiyatını) bir miktar artırarak verdiği aradan okuyucusuna geri dönüyor. Kapak konusu Sevgi Soysal. Kızıyla yapılan söyleşi, romanları hakkında yazılar, edebiyatı üzerine değerlendirmeler dosyanın altında yer almakla beraber derginin hacminde belki de olması gerektiği kadar yer tutmuyor. Daha önce derginin sayfalarında pek rastlamadığımız Kitap İnceleme köşesi altında Hasan Ali Topbaş'ın Sonsuzluğa Nokta adındaki romanı irdeleniyor. Kaan Koç, Merih Akoğul, Gülce Başer, Neslihan Yalman, küçük İskender, Alper Volkan Dikyar, İsmail Sertaç Yılmaz, Onur Akyıl (kuşların ilk uzağı kadar uzağım/kendi güneyime), Emre Varışlı, Başak Güneş, Miray Çakıroğlu, Neda Olsoy, Şakir Özudoğru, Arif Erguvan, Bengü Özsoy, Anıl Cihan, Ekin Metin Sozüpek, Gökben Derviş, Ali İhsan Bayır, Gizem Aktan şiirlerini bu sayıya veren isimler. Öykülerde ise Sezen Öngürü, Özkan Ali Bozdemir, Ata Egemen Çakıl, Önder Şit, Cahit Kaya, Kader Büyükbingöl ve Miraç Ağca gibi isimlere rastlıyoruz. Ek olarak Patti Smith röportajı ve 8 sayfa siyah beyaz bir çizgi uyarlama yer alıyor. Kimden uyarlandığını yazmasalar da (evet, ilginç) Bukowski diye tahmin ettim ve doğru çıktı. Gerçeği söylemek gerekirse verdikleri aradan sonra bomba gibi bir dönüş yaptıklarını söylemek o kadar kolay değil. Öte yandan çıtayı aşağıya düşürmüyorlar da.


bir yaz aşkı için ağıt


(küçük İskender)

Siz, su kadar yalnız değilsiniz
Bir gece tüm gövdenizle kapalı gözlerime eğildiniz

Nane kokan ellerimi tarçın ellerinize değdirdiğimde
Bilinen hikayelerin sonlarındaki aralık kapılar kapandı
Gözlerim size birer kapıydı onlar da kapandı
Öyle bir andı ki geceyi ortadan ikiye bölen aşkları unutturdu
Uzun yaz mevsimine sığmayan temmuzdan dudaklarınızda
İzahı zor / anlaşılması imkansız, geride kalmış eski bir tanrı

Islak bir dağ gibi yatıyordunuz ya yanımda
gibi o, her gidecek olanın yatağında gibi buruşuk aklımda
gibi sanki daha şimdi doğmuş sanat akımları gibi
veya büyük çöllerde birdenbire alev alan kasırga
gibi bir şeyler - söylendi durdu kendi kendine aşağıda deniz

Siz, su kadar yalnız değilsiniz
Bir gece tüm gölgenizle ömrümün önüne geçtiniz

Deniz başıma gelecekleri ta en başından biliyordu
Çünkü hüzün serbest yüzerken yeni fiiller üretiyoruz
Mesela kalp ne ihtişamlı bir fiil
Çekim eki sevdalarla göreve çağrılıyor sevgililer

O gece cümle içinde kullandım sizi ilk ve son kez
Siz, yarım cümlelerimdeki zarif, güzel kelimelerden ibarettiniz


Çözelti

(Miray Çakıroğlu)

Suda çözülmeden önce
Anlatmaya başlarsan sayılmaz.

Beyaz çözelti
Kararlı
Havai baloncuklar eşliğinde
Kutlamaya,
Kalmayışını.

Ben bittim
Ben bittim Ben bittim
Diyen kavisli bir ivme.

Bir hız alma
Dönemeç
Bu
Olumdan bitime.

Bu ben
Bu suyun içinde çözülmeden
İşte bakın anlattım
Bu anlattığım
Sayılmadı.

Heyecanlana kapıldım.

Bitiş ihtimalini
Kuyruğundan kavrayıp
Dipteki beyaz kalıntıya vardım.

Havai balonlar
bana baktığınızda düşlediğiniz
İhtimallere kadar uçtu.

Sormayın nerede
Suda yitirdim
Gövdemde
Eksik olanı.

Tut bu geniş nefeste
Çözüldüğünü düşünmek önce
Çözülmek sonra.

Şimdi her şey sonsuzken
Her şey şimdi anlatılır
Hadi, çözelti
Dene bakalım.

Marşandiz: Mert Can Fırat (böyle bilindi ve böyle susuldu / böyle de deflenir gece siperinde göğsün), Mehmet Can İnsperest, Etrafi, Can Küçükoğlu, Eşref Yener, Ömer Can Saroğlu, Özgür Göreçki (komşularımız bizimle iyi geçinsin aşure maşure getirsin / pistir diye yemeyelim isterdim) şiirlerde imzası bulunan isimler. Keyifli öykülerin isim bantında ise Mevsim Yenice, Özgürcan Uzunyaşa, Onur Selamet ve Ömer Can Saroğlu yazıyor. Öykülere yine karakalem çizimler eşlik ediyorken kapakta rengarenk bir cadıyı görüyoruz.

Yaşama Faaliyetleri

(Mehmet Can İnsperest)

VIII
sözünde durmuş birini
insandan başka sıfatla anamazsınız.

insan kalbinden anılır,
sonra yerine koyulur.

XV
bana ölümsüzlük teklifiyle gelenler
önce bir kez ölmemi isteyecekler.

yani denenmek sorun değil,
yaşamamayı bilmemekse bileceğim.
hani bakılacak onca şey vardır ya
öncesi sonrası hep kusur.
düşünsene boyundan büyük boyunlar bırakıyor gerisinde bu bıçak!
işte sana ölmek için bile yalnız,
iki durak arası
dilimler üstü bir dudak..

XVI
ateşi ateşle yaktım,
ellerim
ellerimin sebebi.

ateşi ateşle yaktım dedim,
ellerim ellerimin sebebi

gönül almayı bildiğimizden Değil ya işte
gönlünün genişliğinden
çoğu
zaman..

Yabani'de üç sayı birden hat trick yapıyorum.


4: Dr Hyde, yabancı albümlerden çıkmışcasına duruyor. Uzun süreydi keşke. Akbaba Şehri, çizeri Bora Örçal'ın ilginç bir tarzı var. Kaş kalemiyle çiziyor gibi, bu yüzden ayrıntılar daha yakına yönelik ve ayrıntı gibi değil, neyse şimdi tarif edemeyeceğim. Eserlerini takip ettiriyor kısacası.  Ayana devam ediyor tıpkı Kralına İsyan gibi. Dört öyküden ikisi hoşuma getti:) Gezinti ve Bir Kamp Ateşi Öyküsü.
5: Karabasan, çizimler iyi de uyarlamada biraz tökezliyor. Bora Örçal'ın çizimleriyle Vasiyet, öyküsüyle de güzel. Hızır ile Ejderha modern tarzda saf fantastik bir konu işliyor. Ayana devam ediyor tıpkı Kralına İsyan gibi. Sadece üç öykü bulunuyor ki Ölümsüz bir devam hikayesi aslında. Öykülerde etkili arkaplan/mekan/zaman oluşturulurken kurgu kısmı esgeçiliyor.
6: Yol'dan pek bir şey anlamadım. Şu an farkına varıyorum ki 1. bölüm denmiş. Sebep bu olabilir. Çizimler dinamik ve kompleks. Egzorsizm, sevemedim. Uçan Kale birinci bölümüyle heyecan yaratabiliyor. Münzevi, yağğni. Ve tabi ki Kralına İsyan. Öykülerden Arabacının Torunu, fena değil; Kapının Diğer Yanı, ehhh; Arka Koltuk, bana göre değil; Kambur, yess.

Legend/Solstafir - Fjara / Runaway Train (2014, SplitSingle)

Yine bilgisayarımda sorun olduğundan ne resim yükleyebiliyorum ne de blogları görüntüleyebiliyorum. Neyse stres yok. Bir süreliğine aksiyon almayı da düşünmüyorum. Sıkıldım yafu.
Sesine kurban olduğum Solstafir, bugüne kadar hiç duymadığım Legend'in Runaway Train ismindeki şarkısını coverlıyor. Legend ise Solstafir'in Fjara'sına ses vererek karşı atağa geçiyor. Konsept güzel. Solstafir mükemmel bir iş çıkarıyor. Şarkının aslını bilmiyorum ama  (efsanevi Soul Asylum şarkısı ile isim benzerliği var sadece) agresif vokaller ve synth atmosferiyle pek lezzetli yam yam yami olmuş. Parçayı kendi tarzlarına entegre etmişler. Gitar soloları ve şarkının tümü İskandinav gizemciliğini yansıtmakta pek bir mahir. Gel gel gelelim Legend'ın yaptıklarına. synth pop dokunuşu ilginç olmuş. Daha pop rock kulvarına doğru bir çekiştirme mevcut. Bu şarkıya ne kadar gitmiş bu müdahale, tartışılır. Solstafir'in üzerine çıkamazsınız gülüm. Uğraşmayın, kendinizi de yormayın. Acımasızlığım üzerimde. Gaddar ben!

7,75/10

12 Kasım 2016 Cumartesi

RETRO: Thyrfing - Urkraft (2000)

İlk üç Thyrfing albümü arasında en iyisi bence. Kendi seslerini tam anlamıyla bulmuşlar, folk melodilerin müziğe entegrasyonunda duyulan problemler büyük oranda giderilmiş ve tempo baştan sona korse gibi pek bir sımsıkı. Ayrıca Home Again gibi şarkılarda olduğu gibi epik havayı da hissettirmekten geri durmuyorlar. En sona da Over the Hills And Far Away yorumu eklemişler. Bizden bu kadar demişler kısacası. Viking cinsinden folk metal dinlemek isteyenlerin bir değil iki kulak atması gereken kayıtlardan.

8,0+/10

10 Kasım 2016 Perşembe

RETRO: Motörhead - Another Perfect Day (1983)

Thin Lizzy'nin eski gitaristinin ilk ve son kez yer aldığı ve imzasını da oldukça belirgin şekilde attığı bu albümü, duyduğum kadarıyla grup pek de sahiplenmiyor. Grubun agresif, neredeyse punkımsı tarzının klasik heavy metal gitar işçiliğiyle ki Brian Robertson gerçekten iyi çalıyor, biraradalığı ilginç bir enerji yaratıyor. Lemmy'nin de böyle şeyleri rahatçana kabul edebileceğini zannetmiyorum. Öte yandan bu zıtlıklar, yafu cayır cayır gitar sololar felan var bariz bir şekilde, hiç de beklenmedik şekilde bazı anlarda harbiden iyi uyum sağlıyor. One Track Mind örneğinde duyulacağı gibi. Lemmy sesini uydurmaya çalışırken zorlanmış ve bundan da nefret etmiş olmalı, hah ha hayyt. O kadar dinledim, hala garipliği aşabilmiş değilim. Buna rağmen hiç de gözardı edilebilecek bir çalışma değil.

7,0+/10

8 Kasım 2016 Salı

Norte Potosi - Lo mejor de Norte Potosi (1993)

Milliyet'in yepisyeni Türkiye'ye uyum sağladığını biliyordum da Can Dündar'ı daha yargı kararı açıklanmadan (ki çok da güncel tutumunu beğenmem, bu ayrı bir konu) Fetöcü diye başlıklarında kullanacak kadar adileşeceklerini düşünememiştim. Televizyonu kapatmıştım zaten, haber sitelerini de takip etmeyelim bundan sonra. Ne diyelim, iyi uykular yepisyeni Türkiye vatandaşları. Aman kulağınıza en büyük fetöcü siyasal yapının halihazırda iktidarda olduğunu felan söylerlerse (basit bir matematik, dört işlem sadece: bütün partilerdeki fetö bağlantılı milletvekillerini kendi parti toplam milletvekili ile bölün ve en yüksek oranı hesaplayın) bir tarafınız açıkta kalmıştır, örtün ve sağınıza dönün. Zira sağ iyidir, uykunuza huzur istikrar felan katar.
Bolivya'dan daha önce bir grup dinlemiştim. Los Kjarkas, pek beğendimi yazmış idim. Bu da iyi ancak vokale eşlik eden kadın vokal kafalarda biraz şüphe uyandırıyor. Çocuk sesi gibi. Ama eminim böyle tombul orta yaşlı bir abladır kesin, araştırmadım haaa.

7,50++/10

6 Kasım 2016 Pazar

Gustav Mahler - Symphony 10 (2000)

Geç romantizmin ünlü bestecisi Mahler'in pek de en iyi çalışmalarından sayılmayan 10. senfonisi aslına bakarsanız hayatının son demlerine denk geldiği için yarım bırakılmış. Dönemin bestecilerine bitirilmesi için başvuruda bulunulsa da sonuçta müzikologlar bir kaç versiyonu ile tamamlamayı başarmışlar senfoniyi. Günümüzün önde gelen şeflerinden Simon Rattle yönetiminde Berlin Filarmoni Orkestrasınca çalınan bu kayıt da Deryck Cooke'un üçüncü versiyonuna dayanıyormuş. Mahler'in neden dinlemek için bu senfonisini seçtim peki? Çünkü bu beste üzerine çalışma yapan elektronika sanatçısı Matthew Herbert'in kaydı elime daha doğrusu bilgisayarıma düştü. Arada bağlantıyı kurabilmek için, en azından, senfoninin ful sürümünü dinlemeye mecbur hissettim kendimi. Senfonilerde çoğu kez ana temaların işlendiğini görüyoruz. Savaş olur, doğa olur, coşku olur AB marşı olur felan. Bu besteyi dinlerken ise daha karmaşık ve zıt duygulara kapılıyorsunuz ki tesadüf değil. Hayatının son döneminde karısından çok çeken Mahler bu besteye de ilişkilerinin gölgesini düşürmüş. Başlangıcı yapan Adagio bölümü ile Final bölüm 25'er dakikalık süreleriyle benzer bir eğilime tabi şekilde sukünet ve ender aksiyon dakikaları arasında yavaş temponun şemsiyesi altında sapması geniş seyir izliyor. 17. dakikadaki kalkışma klasik dönem Hollywood aşk filmleri andıran bir tatlılık sunuyor. Genel kanım ise bu bölümlerin derin bir huzursuzluğu paylaştıkları yönünde. İkinci bölüm ise Viyana'daki balo salonlarını hatırlatan 'mutlu' dans ritimleriyle açılıyor ve çok da temasından uzaklaşmadan sona eriyor. Bestenin tam ortasındaki Araf adını taşıyan kısa parça üflemeli çalgılar ve yaylılar arasında gidip gelen ve yükselen melodinin helezonik seyriyle akılda kalıcı pasaj görevini layıkıyla yerini getiriyor ve dördüncü parçanın gerilimli açılışına yön veriyor. Parça boyunca yayılan gerilimin, hüznün keskin ve durulmayan ritimle buluşması, kaydın benim için en hoşuma giden bölümünü oluşturuyor. Final de bahsettiğim gibi ilk bölüm gibi yavaş tempoda devam ediyor. İlkin Interstaller film müziğini anımsatan ambiyans kısmı dikkat çekiyor. Sonra da flüt ya da flüt olduğunu zannettiğim ilginç müdahale kulağını diken köpek gibi hissettiriyor. Bütüncül açıdan bakıldığında zayıf ve güçlü yanların bir araya buluştuğu bestenin kaydının olabildiğince, beste izin verdiğince sıkı bir orkestrasyonla çalıştığını duyuyoruz. Zaten yeterince ödüllere de doymuş bu albüm.

7,50+/10

2 Kasım 2016 Çarşamba

Sabhankra - Revenge (2016)

Bir ara Constantinopolis adıyla faaliyet gösteren Türk grubunun bu son albümü yıllar öncesinde satışa sunulmamış bir kayıtlarının yeniden prodüksiyonu imiş. Bir Rus plak şirketinden çıkan Revenge namındaki albüm ilk dinlendiğinde on hatta yirmi yıl öncesinin havasını hissettirmesi bu yüzden rastlandı değil. En kapsamlı tabirle melodik death sıfatını haketmekle birlikte alttan yüzeye folk, power, senfonik ve thrash etkileri sızmakta. Melodik tabiri hepsini birleştiren bir öğe. I Will Die With Your Love'da taçlanan hüzünsü atmosfer grubun imzası olsa gerek. Black metal yırtıcılığını kulaklara taşıyan vokale de dinledikçe alışıldığını söylemek mümkün. Besteler sımsıkı çalınıyor. Zaten onbeş senedir faal olduklarını ve istikrarla ortaya bir şey koymaya çalıştıklarını biliyorsak (ve maalesef görmezden gelindiklerini de) daha azı düşünülemez bile. Yine de beni rahatsız eden şeylerin bir listesini yapmam gerekli. Tabi başkasının en sevdiği şey olabilir bunlar. Prodüksiyon biraz cılız, bateri kaydını sevemedim özellikle. Keyboard (ki ilginçtir bir şarkıda tam tamına Summoning geldi aklıma) ve gitar tonu başta olmak üzere albüme sinen eskilik hali, Albüme adını veren şarkıdaki clean vokalin kaydı, bir türlü melodiyi bir noktaya odaklayıp kopuş sağlayamaması gibi.

6,75/10

1 Kasım 2016 Salı

Crystal Castles - Amnesty (I) (2016)

Bu aralar pek müzik dinlemediğim için albümlere de haksızlık etmemek adına daha yavaş hareket ediyor olacağım. Pek sevdiğim garip elektronik grup yepisyeni kayıtlarıyla dinleyiciyi selamlıyor. Ve a.s. Bir kere gruba vokalleriyle destek veren diğer yarısı Alice Glass ayrılmış. Yerine geçen kızcağız da sesiyle onu fazlasıyla taklit ediyor. Bu da dinleyicisini ikiye bölmüş durumda. Onun gibi olmaya çalışıp olamamaktan ziyade kendi rengini katmayı seçselermiş daha iyi olurmuş. Müzikal olarak da son albümden geriye bir dönüş mevcut. Halbuki ben en çok onu sevmiş idim. Dolayısıyla soundda efektler, kulak cırmalayan keskinlikler pek bir fazla. Diğer yandan düşük tempolu tırnak içinde etheral tırnağı kapa bölümlerde mevcut şarkılarda. Bir bakıma şizofrenik bir durum. O yüzden üç yıldız alır ancak gözüyle bakıyorken albümün tartışmasız en iyisi Kept  sayesinde terazinin kefesi RYM'de üç buçuk yıldıza burada da yedi puana ağır bastı.

7,0/10

28 Ekim 2016 Cuma

Ragıp Duran (Haz.) - Kanatların Yelken Ettik Gemiye

bin dosttan çoktur bir düşman demişler

Kuşlu estetizm çok hoşuma gidiyor. Hatta ikea'dan aldığım kuşlu pano duvarımı süslüyor. Demek istediğim şu ki bu kitabı satın almamın yegane sebebi kapağı. Çok da memnun kaldım sonrasında. Ragıp Duran onbeşinci yüzyıldan günümüze halk edebiyatından destan türünde şiirleri derlemiş. Destan deyince sırf savaşlar, zaferler ve yenilgiler gelmesin akla. Kıtlık, afet, meslekler, yemekler, hayvanlar gibi pek çok şey konu edilmiş durumda. İşin ilginci yüzyıllarca önceki halk dilinin günümüzden çok da uzak olmaması. Sözlüğe ihtiyaç duyduğunuzda da kitabın arkasında yardımcı olacak bilgilere rastlıyor olsanız da doğrusunu söylemek gerekirse yetersiz kalıyor. Buraya alıntılayacak olduklarım genelde bana enteresan gelenler. Halk edebiyatının kuralları kaideleri ve estetiği konusunda maalesef bir şeyler söyleyecek kadar bir bilgim yok. Bu da benim ayıbım olsun.

SİVRİSİNEK DESTANI ( Derviş Halil)

Sivrisinek ile hâlimiz yaman
Sor nice başım yorgana koydurur
Burnumla kulağım yerler her zaman
Kaşınmaktan derimizi soydurur

Katar katar olmuş gelir vız deyü
Çok kanımı içmişlerdir az deyü
Usul ile böyle çal'nır saz deyü
Nefeslerin birbirine uydurur

Akrep gibi sokar burnu kurusun
Acep nâzik çalar Firenk borusun
Yanınca uydurmuş eşek arısın
Hesap edip alayların saydırır

Birbirin kovalayıp yatarlar
Döşeğe girmeye yanup tüterler
Böyle kâideyle usul tutarlar
Sanasın kim nefesleri nay-durur

Kalkup mum yakıp arayım derim
Başını gözünü yarayım derim
Dal satır cümlesin kırayım derim
Korkarım ki büyüklere duydurur

Geceyle derdimi kimse bilmez
Her birin kurşunla vurursan ölmez
Söyleşmek kâbildi yalınız gelmez
Hep eşkıyâsın bile ivdirir

Sanırsın cenkçidir alayın dizer
Avâzın işiten canından bezer
Ellerin evinde beş on gün gezer
Bizim hanemizde altı ay durur

Gece herkes fikretmede yarını
Meteristen dinler âh u zârını
Cümle âlem çeker onun zorunu
Gerek geda gerek ise bay-durur

Derviş Halil eydür ayık yatamam
Sözlerim sahihtir yalan katamam
Üş dururum hiçbirini tutamam
Cine benzer bir acayip soy-durur

DESTAN (Karacaoğlan)

Bana kara diyen dilber
Gözlerin kara değil mi
Yüzünü sevdiren gelin
Kaşların kara değil mi

Güzel, ben seni isterim
Seni koynumda beslerim
Yüzünü güzel göreyim
Zülüfün kara değil mi
Boyun uzun belin ince
Yanakların olmuş gonca
Salıverirsin kolunca
Beliğin kara değil mi

Utanırım akar terim
Güzellikte yok benzerin
En sevgili makbul yerin
Saçların kara değil mi

Beni kara diye yerme
Mevla'm yaratmış hor görme
Ala göze siyah sürme
Çekilir, kara değil mi

Hint'den, Yemen'den çekilir
İner Bağdad'a dökülür
Türlü taama ekilir
Biber de kara değil mi

Göllerde kuğular olur
Göğüs ak, kara benlidir
Mısır'da çok zengin vardır
Kölesi kara değil mi

Pınara konan kuğunun
Kanadı beyaz çoğunun
Çöldeki Arap beyinin
Çadırı kara değil mi

İller de konup göçerler
Lale sümbülü biçerler
Ağalar, beyler içerler
Kahve de kara değil mi

Evlerinde sular akar
Güzelleri göze bakar
Hublar yanağına sokar
Sümbül de kara değil mi

Karac'oğlan der inşallah
Görenler desin maşallah
Kara donlu Beytullah
Örtüsü kara değil mi

DESTAN (Ceyhuni)


İnkisar eylesem yazıktır sana
Döşek üzre yan gelesin sevdiğim
Ağzından burnundan hicran yerine
Parça parça kan kusasın sevdiğim

Bir yel essin gelip Şam'dan Urum'dan
Gam kasavet eksik değil serimden
Yekin yekin kalkamaz ol yerinden
Dizlerine sızı insin sevdiğim

Şöyle bir dert tutsun bilen olmasın
Bir saat yanında kalan olmasın
Korkudan üstüne gelen olmasın
Yine derim derdin azdır sevdiğim

Muradın gözünde kalsın ey kara
İmam bulunmasın kefenin sara
İskatın dağılsın on beşer para
Yine derim o da azdır sevdiğim

Rahatlık görme hiç hab-ı nazında
Isıtmalar tutsun kışın yazında
Yedi yıl hırlasın can boğazında
Suyu İblis versin sana sevdiğim

Dilerim Mevladan derde çatasın
Kapansın gözlerin duvar tutasın
Azıcık ağrıya kırk yıl yatasın
Yine derim derdin azdır sevdiğim

Yata yata yanın belin çürüsün
Eşin dostun etrafını bürüsün
Damarın çekilsin kanın kurusun
Hastalara şan veresin sevdiğim

Ocağın başında ısırgan bitsin
Bacanın başında baykuşlar ötsün
Günde yedi kere ısıtma tutsun
Ettimdi buldum diyesin sevdiğim

Pare pare oldu sinemin başı
Durmayıp akıyor gözümün yaşı
Ol kadar çok olsun alemin işi
Gelip cenazeni kılan olmasın

Ne düşmüşsün Ceyhuni'nin kastına
Zebaniler yapışalar destine
Dokuz ay yatasın bir yan üstüne
Onbir ayda can veresin sevdiğim

***

Bey kürkünü beğenmiyor köçekler
Babasına akl'öğretir çocuklar
Yumurtadan burnu çıkan cücükler
Horoz oldum diye cık cık ediyor
(Seyrani'den)

***

YEMEK DESTANI (Şerife)

Evvela yürüttük baştan çorbayı
Sarımsakla terbiy'olmuş paçayı
Domatesle pişirmeli bamyayı
Midemizi açsın hoş misal olsun

Bihamdillah hiçbir şeyi taşlamam
Yağ içinde yumurtayı boşlamam
Yumşak somun olmayınca başlamam
Semiz etin kenarları al olsun

Baklavayla börek derkenar ola
Şeker helvası da bir hisar ola
Toplanıp ihvanlar berkarar ola
Sıdk u mahabbetli ehl-i hal olsun

Mısırgayı bir hal edin oldurun
Ortasına fıstık pirinç doldurun
Dolmaları üçer üçer kaldırın
Kuvvetli bedene irtihal olsun

Katmeri ince aç yağın sakınma
Sakın ona haşhaş yağı kullanma
İnce etten olur hem de çullama
Tavada pişmiş bir kızıl hallolsun

Enginar ile kereviz ıspanak
Karnabetle semizota birle bak
Patates domates böğrülce kabak
Onlar da içinde hasbihal olsun

Mıkla cılbır mantı kaygana gelsin
Makarnayla keşkeş kuskus çekilsin
Şalga pişip gelir iken dökülsün
Kalan yemekler de istimal olsun

Köfte yaprak bir de lahna dolması
Sarı erik zerdali nohut yahnisi
Zülbiyeyle pancar turp salatası
Onlar da içinde pür kemal olsun

Tabakta turşu da kalmasın mahzun
Zeytinyağ üstüne sıkılsın limon
Balığı kızartın getirin pür hun
Yiyelim bizler de can misal olsun

Yiyenler nimetin şükrün bilirse
Vücut kuvvet bulup halin alırsa
Bu yemekler bize her gün gelirse
İster ise altı oruç hal olsun

Sebebin işleyip kârın gözetsin
Herkes varıp nasibini devşirsin
Günde bana üçer üçer pişirsin
Hıkl huyu güzel bir ayal olsun

Tan etmen ahbaplar siz bu âşıkı
Nimet ucuz amma budur layıkı
Çok istemem ben keseme harçlığı
Beşibirlik ile bin riyal olsun

Hak verir dostuna yarınki günü
Çorbada yemeklerin önüdür önü
Yemeğin bastırmak için üstünü
Kahve ile tütün on çuval olsun

Paluzeyle muhallebi araya
Kifayeler dursun hep bir sıraya
İki tatlı tuzlu gelsin sofraya
Kaymak güllaç ile şeker bal olsun

Canım hem böğrülce bakla da ister
Yıldız kökü çayır bağında biter
Patlıcan ortanın gayretin güder
Karpuz üzüm divlek üç misal olsun

Kadayıfın teni kırmalı telli
Üzeri kokulu emberli güllü
Pilavın üstüne getir sütlüyü
Yiyelim bizlerde can cemal olsun

Bihamdillah yedik nimet ü nânı
Bizim zamanımız bolluk zamanı
Bin üç yüz ondörtte yaptım destanı
Okunsun dillerde bir icmal olsun


ÇANAKKALE DESTANI (Boyabatlı Mustafa)

Üç yüz otuz sözüm Hakk’ın kelâmı
Padişahın geldi büyük selamı
Enver Beyin düşman kırmak meramı

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Euzu besmele çektim çıkarken
Köye baktım şöyle yüksek bir yerden
Karargâha koştum üç günde erken

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Kumandan emrini verdi bir gece
Anadolulardan layıktır nice
Yiğitler şehadet şerbeti içe

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Rumeli toprağı yuğrulmuş kanla
Ün alınır ancak verilen canla
Herkesi yüreği çarpıyor canla

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Kurşunlar atıldı düşmana karşı
Şehitler buldular göklerde arşı
Gaziler döktüler hep sevinç yaşı

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Düşmanın gür sesli büyük topları
Delik deşik etti toprağı yarı
Korkak Frenklerin yokmuş hiç ârı

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

İngilizler Frenge dostmuş diyorlar
Bir kötü kötüye elbette uyar
Onlara bu meydan gelecek  pek dar

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Çanakkale'yi siz sandınız boştur
Davulun sesi de uzaktan hoştur
Saptığınız bu yol bir dik yokuştur

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Aruburnu hani topların nerde
Gazilik arzusu var hangi serde
Şehitlik göktür gazilik yerde

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Ben yorgun değilim içim bir tufan
Müslümandan var mı savaştan kaçan
Türktür dünyaya al bayrak açan

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Zırhlıların gitti deniz dibine
İlk hücumdan sonra ya bu kaçış ne
Kaç durma geçerse fırsat eline

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Çanakkale’yi hiç verir mi Türkler
İstanbul’umuzu alacak bir er
Var mıdır dünyada nerde o asker

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Boyabatlı Ömer oğlu Mustafa
Yazdı bu destanı girerken sofa
Muradı gitmektir arşı tavafa

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

26 Ekim 2016 Çarşamba

Tolstoy - Anna Karenina

Sadece Tolstoy'un yapıtı olarak değil klasikler arasında da en sevilen romanlardan biri Anna Karenina. Daha ilk başlarda dahi yazarın kaleminin kuvveti dikkati çekiyor. O kadar ara vererek okudum ki bazen haftalar girdi araya, yine de her elime aldığımda hem karakterleri hem de kurguyu bir nebze bile unutmadığımın farkına vardım. Neticede romanın sinemaya niye bu kadar fazla adapte edildiğini anlamak mümkün. Tolstoy kafanızda balo salonlarıyla, yazlıklarıyla, pansiyon odalarıyla ve tabi ki karakterleriyle sinematek görüntü oluşturabiliyor. Bir de senaryo kıvamında hazır sunduğu kurgu da cabası. Senarist ve yönetmene diyalogları kısaltıp tempoyu arttırmaktan başka bir görev düşmüyor sanırım. Bu noktada kitaptan ufacık not kırmama sebep olan iki etkenden birini açıklamayalım. Diğer pek çok klasik eserde olduğu gibi sürükleyicilik konusunda sıkıntılar var. Hiç bir zaman bir oturuşta zira ayakta kitap okumak zor, 20 sayfadan fazlasını bitiremedim. Konu her ne kadar bir aşk ve aldatma hikayesi gibi lanse edilse de ve sırf bu sebeple okumam yıllarca gecikti, görülüyor ki roman çok daha derin. Üstüne üstlük romanın ana karakteri sadece Anna Karenina bile değil. Hatta illa özel isim verilmek isteniyorsa Anna Karenina ve Nikolay Levin olması daha isabet olurdu. Bu iki karakterin her ne kadar yolları ender kesişse de iki sembol olarak öne çıkıyor. Biri aşkı uğruna bedel ödeyen ve kıskançlık duygusuyla somuta döktüğü aşırı arzusuyla yıkıma ilerlerken ki güzel ve alımlı Anna hanımefendileri oluyor diğeri ki pek seçenek kalmadı Levin efendi, iç sıkıntısını Sarte'in sevdiği deyişle bunaltısını  aşarak Tanrı'yı bulduğu bir noktada hayatını anlamlandırdığı hayat yolculuğuyla biz okuyucuya örnek model teşkil ediyor. İşte okuyucuya sunduğu bu karşılaştırmanın didaktik amacı son sayfalarda belirginleşince bahsettiğim ikinci olumsuz etken de doğmuş oluyor.
Bir de elimdeki Altın Kalemler serisinin ve doğrudan söylemek gerekirse tercümenin gerçekten çok sıkı olduğunu belirtmem gerekli. Bu versiyon iyidir, candır.

9,50/10

25 Ekim 2016 Salı

Schammasch - Triangle (2016)

3 bölümden oluşan ve 100 dakikaya varan süresi ile, cilalı prodüksiyonu ile son yıllarda görmüş duymuş olduğum en hırslı çalışmalardan biri. Grup DSO, BAN, E, W gibi först kalite grupların arasına ismini kazımak istiyor besbelli. Ama daha gençler, böyle bir albüm kaydetmeleri bile onları aynı kulvara taşımak için yeterli gelmiyor. Bu kısaltmalar ne derseniz: Deathspell Omega, Blut Aus Nord, Enslaved ve Wardruna. Evet Wardruna... İşte böyle ihtiras dolu iddialı bir çalışma olunca da sonuçta nasıl bir sonuca varırsanız varın, arıyı çeken bal gibi reçel gibi ekstrem musikiseveri de kendine çekecek, pek çok blog eleştirmenini şarkı şarkı didikletir duruma düşürecektir. Neyse ki daha önce dediğim gibi müzik eleştirmeni değilim, sadece günlük tutuyorum burada. İlk bölüm jilet keskinliğinde, soğuk , boşluklara düşüresice death metal etkisinin de hissedildiği modern black metal örneklerinden oluşuyor. Intro beklentinizi gayet de artırıcı bir giriş yapıyor. Process of Dying başlığını  taşıyan bu ilk bölüm modern black metal numunelerinin üzerine taş koymuyor aslında, bildiğiniz Latince bölüm var, hayli İskandinav bir pasaj felan. İşte biz de yaptık diyorlar ve hiç de fena değil. Beğendim. Albümün ikinci bölümü Metaflesh olaraktan adlandırılmış. Bu bölümde işler biraz daha karışıyor. Kaydın progresif saykedelik yüzü diyebilirim. Ama öyle çiçek çocuk işleri felan beklemeyin. Kulak kanaması geçirince de beni suçlamayın. Ortaya biraz sludge biraz Pink Floyd ekleyelim. Ne alaka demeyin. İçince başınız dönecek bu iksiri. Benim de başım döndü, pek bir karışığım. Ve son bölüm: The Supernal Clear Light of the Void. Tribal ambiyans temalı bu son bölümde Maelstrom güçlü duyguları uyandıran bir parça olarak öne çıkmakla beraber benim en zayıf bulduğum kısmı oldu albümün. Fakat biliniyor ki renkler ve zevkler tartışılmaz. Her dinleyen farklı bir bölümü övebiliyor. Yani aslında bir bakıma hit and miss diyor ya ecnebiler, öyle bir şey. Fevkaladeliğin etrafında o kadar dolaşıyorlar ki neden olmadı yafu diye bir kat daha üzüyorlar bizleri.

7,75-/10

24 Ekim 2016 Pazartesi

Brand New - Deja entendu (2003)

Alternatif rock? Emo? Nu-rock :) Benim için pop punk tanımı kafi. Grup büyük mü değil mi bilmiyorum amma bayağı adanmış bir dinleyici kitlesine sahip. Bu albümü de pek çok pek çok seviliyor. Bendeniz ise fazlasıyla tahmin edilebilir, şaşırtıcılık arz etmeyen bir kayıt olarak duydum, bildim. Sonlara doğru biraz daha ilginçleşiyor ve başka grupları hatırlatan, daha anaakıma yaklaşan bir çizgiye yaklaşıyorlar. Bunu iyi bir şey olarak görmem gerekirken bu yönelişi de sıkıcı buldum. Good To Know bilmemne bilmem ne ismindeki şarkıları bir antenlerimi titretti. Oradaki gitar solosu da kesin bir yerlerden fazlasıyla esinlenmiş gibi duruyor. Lakin müzik öyle güzel bir şey ki sonraki albümleri dudak uçurtacak cinsten. Burada bıraksaymışım grubu dinlemeyi, çok şey kaçıracakmışım.

5,50/10

23 Ekim 2016 Pazar

Naughty Boy - Hotel Cabana (2013)

Basit pop dinlemek istiyorum bir süreliğine. İngiltere'deki güncel dans pop soundunu birebir aktaran bu çalışma Naught Boy lakabıyla bilinen bir besteci prodüktörün ilk albümü. Ya demiş, benim şarkılarımla millet ünlü oluyor, şimdi de bu şarkıcılar benim albümüme bir katkı da bulunsun, adım ünvanım alsın yürüsün. Albüm ünlülerin kaldığı Hotel Cabana isminde hayali bir otel konsepti etrafında şekilleniyor. Bir sürü şarkıcı ve rapçi var, hepsinin isimlerini saymayacağım. Sadece albümü uçuran şarkı La La La'daki İngiltere'nin son yıllardaki en popüler ismi Sam Smith işbirliğini ayrıca belirtmem gerekli. Peru mu desem Bolivya mı desem bir çocuğun gizemli yolculuğunu konu alan klibiyle hatırladığımız, eğer göz ve kulağınızda sorun yoksa bu şarkıyı da klibini de bildiğinizi varsayıyorum, şarkı bu onyıldaki klasikleşmiş şarkılar arasında çoktan yerini ayırtmış durumda. Çok şarkıcı var dedim ya işte burada uyum sorunu ortaya çıkıyor. Eleştirmenler de albümü bir tür derleme toplama çalışmasına bu yüzden benzetiyorlar. Yani diğer deyişle Ed Sheeran'a yer vermek biraz fazla kaçmış. Ayrıca pop şarkılarının orasına burasına rap verse'lerini katmak da artık baymadı mı? La La La dedik, diğer single'lardan Lifted, Pluto, sadece nakaratıyla Holywood ve One Way, bonus parça olarak Get Lucky yorumu (Get Lucky nedir diye soran yoktur umarım) ve Never Be Your Woman diğer hoşlandığım parçalar. Doksanlar euro dans'ını hatırlatan şarkılar her zaman kabulüm zaten. Diğer yandan bazı şarkılara uygulanan aynı formülasyon kaydın zayıf yanını oluşturuyor. Bunu da nakaratların gücüyle bir yere kadar dengelemişler. Neyse ne, pop namına dinlenebilecek hoş eli yüzü düzgün gideri olan bir çalışma.

7,0+/10

20 Ekim 2016 Perşembe

Afro-Cuban All Stars - A Toda Cuba le Gusta (1997)

Bunea Vista sosyal kulübü'nde de yer alan müzisyenlerin oluşturduğu bu proje albümünü her ne kadar Küba müziğine biraz mesafeli yaklaştığımı söylesem de oldukça beğendiğimi söyleyebilirim. Hatta Buena Vista kaydından bile fazla. Müziğin güzel cilveleri bunlar. Aradaki farkı bu albümün çok daha hareketli olması oluşturuyor. Bunu büyük miktarda da sentezlediği Afrika ritimlerine borçlu. Afro-Küba caz örneği olarak sunduğu cazip eğlenceli yönüyle oldukça öne çıkıyor ve keyif veriyor. Kısacası durum bu.

8,50/10