29 Mayıs 2011 Pazar

RETRO: Slipknot - Vol. 3: (The Subliminal Verses) (2004)


Çocukkene dinlediğimde sert zannettiğim soundun önceki albümleri ile kıyasladığında büyük ölçüde yumuşadığına tanık oluyoruz. Akustik ve tertemiz vokallerin artmasının yanısıra melodikleşen bestelerin katkısı var bu durumun oluşmasında. Elbette nü-metal duruşları olgunlaşarak devam ediyor. Hatta önceki albümlerinde bizi rahatsız eden şeylerin, rap vokal, çocuksu nakaratlar, yeniyetme kızgınlığı ve sözlere yansıması gibi, buharlaştığını da ekleyebiliriz. Hatta ve hatta endüstriyel ve modern rock etkilerini de kolaylıkla sezinleyebiliriz. Yani eldeki verileri topladığımızda grubun kalibresinin değiştiğini artık müzikal olarak da iddialı oldukları bir albüm kotardıklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Benim favorilerim Prelude 3.0 , Duality, Vermillion'lar, Danger Keep Away gibi daha alternatif şarkılar olmakla birlikte bu al bümden çıkan her parça iyidir, candır. Tabi türe göre.

8,50/10

28 Mayıs 2011 Cumartesi

MFÖ - M.V.A.B. (1995)


Klasik çizgisine daha yakın seyir izledikleri albüm kalburüstü dinlemesi hoş ancak özelliksiz parçalardan oluşuyor. Yine ilahi tarzında bir şarkı içeriyor. Ancak slow parçalar açısından o kadar şanslı olduklarını söyleyemeyiz. Albümün çizgisinden uzak iki klip parçası, Sakın Gelme ve Mazaretim Var Asabiyim Ben etnik rock yapısıyla albümün değil grubun en iyi yapıtları arasında yerini alıyor.

7,0/10

26 Mayıs 2011 Perşembe

Lake of Tears - Illwill (2011)


Şoke edici bir albüm olmuş. Grubun başarılı olduğu melankolik sahayı terkettiğine tanık oluyoruz. Önde kaydedilen gitar ve vokal ve bateri kısaca gürültü ve hiddet ve bu ne celal, alışıldık atraksiyonlar ise gayet zayıflamış diyet modunda. Vokali eleştirilere karşı her zaman savunmuş, en azından ayrı bir sesi var diyegelmiş biri olarak buradaki vokal kaydının iticiliğini de kabul etmeye başladım. Bu yeni tarza yakıştıramadım doğrusu. Yani soundu son dönemine selam çaktığı bir kaç parça dışında (pek şık House of the Setting Sun gibi) modern agresif heavy metal olarak tarif edebiliriz. Kafa bulduklarından mı yoksa gerçekten saygı emaresi mi bilemiyorum bu heavy metal kökler ve esinlenmeler işi fazlasıyla vurgulanmış. Gayet thrashy the Hating'in girişi bana bir Death Angel şarkısını anımsattı örneğin. Parasites Motörhead ayarında tipik bir punk/metal şarkısı. Midnight Madness ise black metal/punk tarzının karikatürize bir örneği. Ama asıl bomba U.N.S.A.N.E. WASP coverı zannettim. Hık demiş...bir yerinden düşmüş. Albüme kötü felan demiyorum, sadece şaşkınım ve gruptan bunu beklemiyordum. Yoksa Out of Control ya da Illwill gibi bir içimlik sular seller de mevcut. Grubun damarına bu kadar kim basmış bilmiyorum ama eski dönemlerine dönseler ne iyi olur. Forever Autumn felan değil bir kaç albüm ötesi bile iyidir. Bir de konsere gelsinler.
not: dinlediğim versiyon As Daylight Yields, Demon You/Lily Anne ve Crazyman'in konser kaydını da içeriyor. pek de rüzgar etmiyorlar.

7,75/10

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Hammerfall - Legacy of Kings (1998)

Templar sövalyesiyik, önümüze geçeni ezerik, rüzgarlarda yüzerik, biz biraderler birleştik hey tarzında sözler ve daha önemlisi nasıl oluyor bilmiyorum ama bu hali temsile edebilecek güçte bestelerle yolculuğun devam ediyor grup. Bir miktar büyüsünü kaybetse de, çünkü ilk albümde grubun ne yapmaya çalıştığını ne gibi numaralar çevirdiğini anlamıştık, albümün ilk kısımları Heeding the Call, Legacy of Kings, Let the Hammerfall gibi şarkılarla dikkat çekmeyi başarıyor. Sonlara doğru ise Back to Back güzel gidiyor. Ancak aynı şeyi baladlarda söyleyemeyeceğim. Özellikle hard rockla buluşan aşk acısına boğulmuş power baladlar genelde hoşuma gider. eee ne diyeyim, burada öyle bir örneğe rastlamıyoruz.

7,0/10

24 Mayıs 2011 Salı

Edvard Grieg - Peer Gynt (Paavo Järvi/Estonian National Symphony Orchestra/2005)


Aslında 1800'lerin sonunda yazılan bir soundtrack bu, Norveç'in ulusal simgelerinden biri olan Perr Gynth isimli bir karakterin hayatının anlatıldığı tiyatro oyunu için yazılan süit doğası gereği inişi çıkışı değişen temposu ile takip etmesi kolay bir seyir izliyor. Dolayısıyla nakaratlı alışageldik popüler dinleyiciye hitap etmediğini söylemek şaşırtıcı olmayacak. Zira klasik müzik sularında kulaç atıyoruz. Fakat müzikteki duyguyu anlayabilmek için az çok hikayeyi bilmemiz gerekli. Şarkıların isimleri bile hikaye gönderme yapıyor çünkü. Fazla zahmet etmeyin, wikipedia'yı biraz araştırdım.
Norveç'in bir köyünde serseri genç Peer Gynt böyle dolanadururken anası bak ah oğlum! der, zengin ağa kızını kaçırdın işte bu gece başkasıyla evleniyor. Düğünde Solveig isimli başka bir kıza gözkoysa da reddi yer Peer. İçer içer aklına anasının sözleri gelir, bak kaçırdın felan diye düşünürken gelini kaçırıverir, bildiğin dağa kaldırır. Sonra kaçak olur dağlarda, başını taşa vurur. Dağların troll kralının kızı ile saraya gider. Burada çok ünlü müfettiş Gadgetvari In the Hall of the Mountain King çalar. Trollerden egoizm manasında bir şeyler kapar. Oyun aslında topluma felsefeden de beslenerek eleştirel bir bakış getiriyor. Bize değil canım, Norveç toplumuna. Sonra Peer Soleig ile yaşamaya başlamışken, troll kralının kızı yanında bir çocukla çıkagelir. Ahanda çocuğun der lanetler Peer'i. Peer annesinin ölümüne de tanık olduktan sonra bunalımda denizler ötesine kaçar. Kuzey Afrika'da maceradan maceraya atılır. Yine pek keyifli valsvari Anita's Dance ya da etnik Arabian Dance bu dönemi temsil ediyor. Ki albümün en güzel kısmı ortaları. Erkek vokalin söylediği Peer Gynth Serenade ve sopranolu Solveig Song da burada yer alıyor. Peer Norveç'e dönerken gemisi batar. Parasız pulsuz yaşlı bir adam olarak yurdundadır. Hayatını boşa geçirmiştir, anlatacak günahı bile yoktur. Hayal ile gerçeğin karıştığı son sahnede ana kucağına geri dönür baş karakter. Sanırım yazar da benlikten vazgeçerek dine sığınmanın nimetlerini öğütlüyor sonunda.

8,75/10

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Iron Maiden - Somewhere in Time (1986)


Migrenim tuttu yine. Kısaca geçersem..
Bu albümün ilginç bir albenisi var. Hafiften hafiften daha anaakım rock metalin etkileri hissediliyor. Sadece devreye giren synthten sözetmiyorum. Vokal ve nakaratlarda da bunu hissettim. Su gibi akan bestelerle ve sololarla birlikte dinlemesi önceki albüme göre daha keyifli.

8,0-/10

22 Mayıs 2011 Pazar

RETRO: In Flames - The Jester Race (1996)

İlk albümün dinlenebilirliğini kolaylaştıran doom etkisinin bayan vokalle birlikte kaybolduğu albüm her ne kadar akustik ve enstrümental pasajları devam ettirse de üzerimde ilk albümün bıraktığı etkiyi yakalayamıyor. Dolayısıyla dinleyicilerinin ve eleştirmenlerin favori albümü olan Jeste Race bana biraz tatsız tutsuz geliyor. Çünkü sadece Gothenburg soundu değil klasik melodik death soundu ile de birleşiyor albüm. Halbuki ben death'imi melodik, pek çok pek çok melodik severim. Gothenburg tarzı harmonik gitarların ekseni üzerinde konuşuyorum. Ayrıca genel sound olarak albüm bütünsel ve profesonel bir yaklaşım sunarken ki bu durum öne çıkan şarkıların sayısını negatif etkiliyor, kişisel olarak beğenimin Moonshield ve Lord Hypnos üzerinde yoğunlaşmasını engelleyemiyor.

8,0-/10

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Mayhem - Ordo Ad Chao (2007)


Son dönemde duyduğum en çirkin, rezil, pis ve kirli çalışma. Kısacası tam bir black metal albümü. Vokalin tekrar Attila tarafından devralındığı albümdeki bestelerin de uygun bir metamorfoz geçirmesi engellenemezdi zaten. Müzikal olmaktan ziyade dramatik ve teyatral. Kaotik? Belki... Ürkünç? Kesinlikle. İşte bu yüzden şöyle bir fantazi hayal ettim: Bir adet badem bıyıklı bulunur. Karanlık bir odada sandalyeye bağlanır. Artık sandalyenin hangi tarafına oturtulacağı isteğe bağlı. Sonracığıma yüzüne suçları okunur. Sınavlarda yaptıkları hileyle insanların emeklerini çalmaları, insanların özeli darmadağın edilerek politik gayelerle şantaj yapılması, toplumda ikilik, huzursuzluk ve çatışma ortamı yaratmak, bağış adı altında vergi kaçırmak, ilk aklıma gelenler. Sonra bu albümü gayet yüksek sesle açıp sabaha kadar dinleteceksin. Büyüklere uygun ölçülerde bebe bezini hazır tutmak lazım ama. Tabi bize işkence yakışmaz. İşte bu yüzden bu albümü dinlerken aklımın bir ucuna kısa bir süre uğrayan bir düşünce bu. Yine de böyle saçma ve sapan konular hakkında beynimizi yoranlar ve vesile olanlar utansın.

7,0+/10

19 Mayıs 2011 Perşembe

Ursula K. LeGuin - Sesler


Marifetler'de güç sorununu irdeleyen yazar bu romanında bilgi ve dolaylı olarak dinler sorununda odaklaşmış. Çok çok çok kısaca ticaretle uğraşan paganist Ansul toplumunun çölden gelen baskıcı ve tek tanrıcı bir geleneğe sahip Aldlar tarafından işgalini konu alan kitapda işgalin sebebi kendi şeytanını arayan Aldların haçlı seferi olarak gösterilmekte. Zenginlik, ticaret gibi etkenler yerine şeytanın işi olarak gördükleri kitaplar yakılıyor, heykeller yıkılıyor, kadınların sokağa çıkması yasaklanıyor. Bu ortamda kehanet evinde yaşayan genç kızımız Memer, şehrin eski yöneticisinin, bir nevi, yanında gizli gizli kitapları korurken diğer yandan da kitaplar aracılığıyla iletişime geçebilen gizemli kahinlik görevini üstleniyor. Doğayla uyumlu çok tanrıcılık sisteminin ata kültü ile birleşimi özellikle Japon mitolojisini anımsatıyor. Marifetler'den tanıdığımız Orrec ve eşi Gry ise büyümüşler, diyar diyar gezinen ve oldukça saygın, yaratıcı diye adlandırılıyor hatta, bir mesleği icra ediyorlar. Ozan misali hikayeler anlatıyor ve destanları şarkıya döküyorlar. Efsanevi Ansul kütüphaneleri yerine yıkık dökük bir şehir bulan ikili ve yanlarındaki aslan, işgal kuvvetlerinin komutanı Iorrath'ın misafiri oluyorlar. Ve çok daha ılımlı kişiliğe sahip Gand, yönetici ünvanı, ile kendi oğlu ve katı rahipler arasında anlaşmazlığın ortasında kalıyorlar. Daha sonra da kehanet evinde kalarak şehrin hikayesine özne olarak katkıda bulunuyorlar. Zira Hürriyet isimli şiiri ile bilinen ünlü yaratıcının varlığı bile şehirde kaynayan isyan dalgasına prematüre doğum gerçekleştiriyor. İsyan ve hemen ardından Gand'ın oğlunun darbesi karşısında oluşan kısa denge durumu Orrec sayesinde daha fazla kan dökülmeden kalıcılaştırılıyor. Gand oğlunun hapsinden kurtuluyor ve şehrin eski yöneticileri ile görüşülüyor. Yapılan barış sonucu Ansul, Aldlara bağlı yarı bağımsız bir ülke konumuna kavuşuyor. Ticaret yoluyla da bağlar kuvvetlendiriliyor.
İşte bu aşamada şaşırmamak mümkün değil. Dünyaya Orman Denir'deki LeGuin gitmiş, yerine uzlaşma ve tavizi öne çıkaran bir yazar gelmiş. Bunu kötü diye söylemiyorum, farkılığa parmak basıyorum. Hele hele işgali en acı haliyle yansıtırken keskin isyancılara getirdiği dolaylı eleştiriyi okumak da çok ilginç doğrusu. Taocu anarşist fikrinden kaynaklı paganist toplum övgüsü de bir noktadan sonra aşırıya kaçan dindarlık imajı altında eziliyor. Daha da önemlisi bu uzlaşma ve barışın temelleri ticaret üzerine atılıyor. Ticaret sömürünün en önemli aracı değil midir ki?

Interpol - Turn On the Bright Lights (2002)

Zaman geçtikçe dozajı azalsa da albümü ilk dinlediğimde aklıma gelen esinlenme kaynağı Joy Division oldu. Post-punk'ı moderen zamanlara taşıyan grup özellikle bu debü albümü ile en iyiler arasına girmiş. Girmesine de bu albüme alışmak cidden çaba ve vakit gerektiriyor. Yoksa ilk dinlemelerimde özellikle hazzetmediğim vokal sayesinde kafamda oluşan fikir bir kaç dinlemeden sonra geçer yola devam idi. Bir gün bir şey oldu, kafamda bir tıklama sesi. Ve bu tarz müziği anlamaya başladım. Sadece modern post-rock değil indie rock ve hatta brit-pop etkilenimlerini de duyacağımız albümün ilk kısmı oldukça ilgi çekici bir hale büründü. Obstacle 1 ve 2 ile PDA özellikle hoşuma giden parçalar oldu. Kitle ise kapanış parçası Leif Erikson lehinde tezahürat yapıyor. Sözlerinden olsa gerek.
Bu kadar olumlu lafın arkasında aslında mevcut limiti anlatmaya çalıştım. Sadece tür dolayısıyla değil, grubun antipatik soundu sayesinde de çıta aşağı seviyede.

6,50+/10

17 Mayıs 2011 Salı

Slipknot - Iowa (2001)


İlk albümün ne yaptığını bilmez, tahmin edemez tavrından sıyrılıp ayakları daha sağlam basan bir iş çıkardıkları bu albüm doğal olaraktan bir öncekine göre bir kademe daha iyi. Ancak grup rep vokallerini tamamiyle terketmemiş görünüyor. Yine de sound olarak sert nü metal diye adlandırılabilecek bir çizgiyi oturtmuşlar. Hit parça sayılmasalar da de özellikle albümün ortalarında gayet leziz şarkılar yer alıyor. Single olarak çıkarttıkları Left Behind ve My Plague örneğinde olduğu gibi. Özellikle clean nakaratlarla süslü ki bazen can sıkıcı bir hale bürünebiliyorlar, bu parçalardan ayrılan Gently ise daha farklı bir yerde duruyor. Favori parçam. Skin Ticket da gruuvi ve gaz ve de üstelik sert haliyle dikkat celpediyor. Amma ve de lakin albümün en ilginç parçası 15 dakikada tamamlanabilen Iowa. Kapanışı yaptığımız bu parça bas ritimleri, durgun atmosferi ve deneysel lakin çok da deneysel olmayan soundu ile enteresan bir dinleme sunuyor.

7,25++/10

16 Mayıs 2011 Pazartesi

A Hawk and a Hacksaw - Cervantine (2011)


Son günlerde en bir pek keyifle dinlediğim albümlerden biri olan bu çalışma tıpkı Beirut gibi Amerikan kökenli olup ta gönlünü Balkan musikisine kaptırmış bir grubun eseri. Orta ve orta-hızlı tempolara sahip olan parçalar özlerine sadık, çok sesli, çok enstrümanlı ve genelde de sözsüz. Haklı olarak da neden gerçek bir Balkan grubunu dinlemeyeyim ki eleştirilerine maruz kalması anlaşılır. Üflemeli çalgıların ağırlığını hissettirdiği bazen marş temposuna kayan klasik brass band şarkılarını dinlemek ayrı bir zevk. Bununla birlikte bir kaç ta Yunan parçası yer alıyor albümde. Özellikle Üsküdara Giderken'in Yunanca versiyonu ve bu versiyondaki hoppa nağrası kulağımdan gitmiyor. İş başlamadan önce güne pozitif bir başlamanın yöntemi olarak kullanmadım da değil. Ancak dediğim gibi orjinallikten uzaklığı, Beirut'un sofistike tavrına yaklaşamaması gibi nedenler bu albümü evlenecek değil de eğlenecek bir eş konumuna sokuyor.

8,0+/10

15 Mayıs 2011 Pazar

RETRO: Stratovarius - Infinite(2000)


Zamana karşı direnemeyen bir çalışma daha. Mother Gaia örneğinde duyduğumuz gibi epik şarkı yazma gayreti gey-power metal diye eleştirilen ince vokal, ince gitar tonları, keyboard, ince ne varsa artık, özellikleri altında eziliyor, inim inim inliyor. Yine de zamanın yıpratıcı etkisinden en az Millenium'un, A Million Lights Year Away'in ve bittabi Infinity'nin etkilendiğini ekleyebilirim. Bununla birlikte riflerde ve melodilerdeki zayıflama ile birlikte keyboard ağırlıklı neo-klasik power metal'in sürdürebilirliği burada noktalanıyor.
Derken Dragonforce doğuyor. Ama bu başka bir fasıl, başka bir macera.

7,25+/10

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Iron Maiden - Powerslave (1984)


Öyle heavy, nwbhm felan değil işimizi gerekirse progresif mecralarda da yürütürüz dedikleri bu albüm grubun hayranları tarafından kral tacı edilse bile arkadaş, bende tık yok. Macun yemeye Manisa yollarına mı düşsem, deniz kestanesi mi çıtlatsam ya da mavi mavi haplar mı yutsam bilmiyorum. Besteler mis gibi kayıyor, rifler melodiler ama akılda kalmıyor. Benim için ise biraz efsanevi Rime of the Ancient Mariner eh biraz da Aces High ile kapaktaki tasarımı müziğe döken Powerslave eh biraz da Duellist. Daha ne olsun, Yarabbi çok şükür.

7,75--/10

Barış Müstecaplıoğlu - Perg Efsaneleri II: Merderan'ın Sırrı


Daha bir yetkinleşen yazım tekniğiyle donalı serinin ikinci cildinin okunması kolay bir sürükleyiciliğe sahip olduğunu söyleyebilirim. Yine de Tanrı'nın Eli dedikleri şeyden muzdarip bu kitap. Yani yazar karakterlerine McGyvercılık oynatarak ihtiyaç anında o ana kadar duymadığımız çözüm yolları geliştiriyor. Konu ise kısaca şöyle:
Arkadaş grubumuz canavar görünümlü Leofold, korkak Guorin ve okçu prom (ork gibi bir ırk) Nume ölen büyücünün vasiyetini yerine getirmek için Amneh isimli bir başka büyücüyü bulmaya yola koyulur. Öncesinde Leofold karısını bulmaya çalışır, nafile yere. Perg'de ise durum değişmiştir. Kimse dünyalarını bu grubun kurtardığını bilmemektedir. Avcı kurumu kurulmuş ve avcılar dünyada kalan son yaratıkları avlamaktadır. Diğer yandan ölüm tanrısı ile işbirliği yapmış olduğuna inanılan promlar köleleştirilmiştir. Ve avcılar bizim grubumuzun görünüşlerinden dolayı peşlerine düşer. Grubumuz ise Amneh'i değil ilüzyon konularında becerileri olan kızı Nela'yı bulur. Nela, Leofold'un karısını bulmak için önce kendisine yardım etmeleri gerektiğini şart koşar. Bir zamanların ünlü kral-büyücüsü Merderan'ın heykelinin dibinde büyük bir servet yatmaktadır. Ve büyücülükle ilgili kaynaklar. Bu esnada avcı grubu ile çatışırlar. Avcılar Ais isimli komutanın liderliğindedir. Kafası az çalışan çok güçlü Çift Balta ile kurnaz Mommar da hikayeye katkıda bulunacak diğer isimler. Neyse yaralı maralı kurtulurlar, heykelin altındaki gizli geçide düşer bizim grup. Mommar ise kendi ekibini manipüle eder, zira avcı olarak Perg'i düşmanlarından koruma amaçlı operasyona giriştiklerini zannederlerken Mommar gizli geçitlerdeki hazineden haberdardır. Kendi arkadaşları dahil herkesi öldürüp hazineye tek başına konma planları yapar. Tabi biraz sabır gereklidir. Bizim grubumuzu ise Nela oyuna getirmiştir. Pişmandır felan. Çünkü çıkış sadece ilerdedir. Ve çıkışa kadar binbir yaratık ve tuzakla uğraşmaları gereklidir. Grubumuz ise Nela'yı sadece yolun başına getirmeye söz vermişti. Sonrasında Nela ölümcül hasta olduğunu ve çarenin de burada yattığını söyler. Diğerleri üzülür, mecburiyetten maceraya devam ederler. Bu geçitlerde onları takip eden avcı grubunun hayatını kurtarır bizimkiler. Avcı grubundan geriye demincacık ismini saydığım 3 kişi kalmıştır. Kendi hikayelerini anlatarak aradaki önyargılar kırılmaya çalışılır. Birlikte çıkışa doğru yola koyulurlar, tuzaklar, canavarlarla dolu göller karşılarına çıkar vessair. Son kapıda ise Mommar'ın ihanetine uğrarlar. Ancak son kapıyla ilgili gerçeği bilmeyen Mommar örümcek ağı gibi bir şeye takılıp kalır, sonsuza kadar. Grubumuzu Nela çıkışa yönlendirir. Ancak kendilerini binbir yaratıkla dolu bir arenada bulurlar. Burada da Çifte Balta Verum'u kaybederler. Sonunda bu oyunun Merderan tarafından konan bir tezgah olduğu anlaşılır. Sınanmışlardır. Merderan son sırrını hakedecek kişilere verebilmek için ölümle hayat arasında bir boyuta kendini hapsetmiştir. Nela'yı iyileştirir. Ve sırrı bir dövme şeklinde Guorin'in eline geçirir. Bunu Olmen isimli birine aktarma görevi verilir. Buradaki senaryoya önceki kitaptan tanıdığımız ejder de ortaktır aslında. Yani seride henüz aydınlanmamış bir giz bulunuyor. Merderan öte dünyaya göçer, Ais diğerlerinden ayrılır, grubumuz bataklık ülkeye yola çıkar. Roman bu kadar basit bir konuyu takip etmiyor aslında. Yazarın arkayapıya da önem vermesi sevdiğim özelliklerinden biri. Zira avcı kurumu ile Perg siyaseti arasındaki ilişki, Mommar'ın ihanete evrilen hayatının dönüm noktalarını, yavaş yavaş filizlenen Guorin - Nela yakınlaşması romanı zenginleştiren öğeler.

10 Mayıs 2011 Salı

MFÖ - Dönmem Yolumdan (1992)


Grubun şu ana kadar dinlediğim en zayıf albümü olma payesini hakkıyla kazanan Dönmem Yolumdan yine de bilindik bir şarkı içeriyor. Heyecanlı. Albümü adını veren şarkı ise yeni gruplardan Badem'in işlerini a-acayip andırıyor. Kim kime benziyor, kronolojiye bakarsak anlaşılır. Enerjisi düşük albümü dinlemek insanı tilt etmiyor da. Aradasınız yani. Komşu Kızı gibi irezil bir şarkının bile çengel bir tarafı var. Durgun suların sakinliği ne yazık ki aynı huzuru vermiyor.

5,25+/10

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Cannonball Adderley - Somethin' Else (1958)


Bu albüme cezalandırma puanı kullandıracağım. Nedendir bilmiyorum çok zor alıştım çünkü. Halbuki içerdiği pek çok şarkı ile klasikleşen bu caz yapıtı pek bi melodik, pek bir parmak şıklatmalık. Ancak gönül daha ağır şeyler istiyor. O kadar hoptirik olmasın diyor bu aralar.

7,75+/10

8 Mayıs 2011 Pazar

Falkenbach - Tiurida (2011)


Önceki albümlerin atmosferik şukelalığını tam yansıtamıyor. Ya da bu bünye aynı şeyleri duymaktan sıkıldı. Ayrıca o etkileyici vokal ile albümün soundu arasında hafiften hafiften bir tezatlık oluşuyor gibi. Yani tam tamına tatmin olmadım. Birşeyler eksik demeye çalışıyorum.

7,50/10

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Mayhem - Chimera (2004)


Grubun bu albümü belki de benim için dinlenebilir ilk albümü. Attila'nın black metal'in pisliğine yakışır vokalinin olmaması yine bence negatif etki yaratmıyor. Besteler güçlü olmamasına rağmen ortodoks çizgiye yakın. Bununla birlikte modernleştirilmiş bir sounda sahipler.
Sevdim , ne diyeyim?

7,50+/10

6 Mayıs 2011 Cuma

Hammerfall - Glory to the Brave (1997)


Bu grubun bir albümünü dinlemiştim. O zamandan beri de pek fikrim değişmedi. İdare eder ama bu vokalle bu bestelerle zor. Çünkü genel bir karaktersizlik hakim grubun albümlerine. Kimliksiz.. Çıktığı dönemi hatırlıyorum da metal müziğini yeniden canlandıran bir ivmeyi başlatmışlardı. Şaşmamak elde değil. Belki reklam belki de doğru zaman, bilmiyorum. Üstelik yurdum metalcisi arasında gelenekselleşmiş bir tepki görmüştü grup. Her haçlı seferlerini övücü sözleri içeren bestelere sahip gruplara gösterdiğimiz derün sevgi saygımızı Hammerfall'dan esirgememiştik. Hayır, bizim metal gruplarında da bu konu neden hep işlenmek zorundadır, bu da anlaşılmaz bir mevzu. Metafizik...
Uygun dozda dinledikçe bu debüüü albümden de keyif almasını öğreniyoruz. Bir kere nakaratlar başarılı, hele Hammerfall'un korosu şıpşık. Balad, Believe, hiç fena değil. Genel olarak bissürü grubu hatırlatıp birleşiminde Hammerfall soundunu yarattılar diyemesek de klasik heavy metale eğik power metal mecrasında günümüze kadar iyi yol almışlar. Peki özellikle konsere gitmelik mi? Hiç sanmıyorum.

7,50+/10




5 Mayıs 2011 Perşembe

Iron Maiden - Piece of Mind (1983)


Blind Guardian yağmur, soğuk hava, iş yorgunluğu ve açlık gibi koşullar altında gayet keyifli bir konser oldu. Bir de grubun öyle mega hayranı olmadığımı eklemek de lazım. Konserde bir kez daha gördük ki besteler benim zevkime göre fazla progresif. Neyse bir sola geçtik görüntü faha net çekiyordu, bir sağa geçtik ölüdeniz müdavimi seyirciler. Ortada kuduruklar vardı, uzak durduk. Gitar sesi sankim biraz kısık gibiydi. Hansi'nin cidden o vakli yapabildiğini gördük. Her yaştan oluşan kitle pek homojen idi. Metro ile neredeyse evden servis oldu. Neyse, tatmin etti. Ama kesmedi. Dönerken yolda Falkenbach ve In Flames dinledim o kadar yane.
Şimdi gelelim bu albüme. Muhteşem Trooper ve Where Eagles Dare ve biraz da To Tame A Land'dan ibaret sadece. Diğer bestelerin de Bruce'luk olduğunu söylemek lazım. Yani grup iyice kaynaşmış.

7,75/10

3 Mayıs 2011 Salı

RETRO: Stratovarius - Destiny (1998)


İnce bir çizgi vardır grubu rezil ile vezir yapan. İşte sanki bu çizginin üzerinde titrek adımlarını atıyor grup. Süper rifler, yetkin neo-klasik sololar alan var, var amma uzayan uzadıkça yüzünü sıkıcılığa dönen besteler ve kulak tıkacı ihtiyacı duyumsadığımız vokal de var.

7,75--/10