31 Mayıs 2023 Çarşamba

Sadun Aren - Puslu Camın Arkasından / Sevim Belli - Boşuna mı Çiğnedik?

 

Sol anı kitaplarını daha çok sektolojik meraktan, eski yapılar hakkında bilgi kovalamak için okurum. Ama bu iki eseri okumak sanki üstadların sohbetine katılmış hissiyatı verdi. Sadun Aren'in samimi ve mütevazı anlatım tarzı ve Sevim Belli'nin cumhuriyetin ilk dönemine uzanan tarih yoğun anlatısı oldukça keyifliydi. Elbette politika olmazsa olmazları. İlk TİP önderlerinden Sadun Aren, 70'lerden sonra Behice Boran ile anlaşamayıp ikincisinin kuruluşunda yer almaz, daha çok DİSK bünyesinde çalışır. Doksanlarda da sol birlik çalışmalarının parçası olarak SBP ve BSP ve en sonunda da ÖDP ile yolları kesişti. Her ne kadar özgürlükçü ve çoğulcu bir anlayışa evrilse de zamanında Mehmet Ali Aybar'ın çizgisine  muhalifliğinin doğruluğunu teyit etmekte. Sevim Belli gibi o da mesleğini severek yapmış, kulvarları farklı olsa da. 

İç TKP'nin önderlerinden MDD teorisyeni Mihri Belli'nin gölgesinde kalan bir isim eşi Sevim Belli. Genç yaşından itibaren inandığı ülkü uğruna mücadele etmekten geri durmasa da ve görev almaktan kaçınmadığını belirtse de en önde yürümekten imtina ettiği de açık. 2 çocuklu ve doktorluk mesleğine aşık olması da cabası. Zengin ve kalabalık bir sülaleden gelen ama hayatında başkasına muhtaç olmadan dik durmayı seçen, destek verenleri, arkadaşlarını da yad eden Belli dış büro tarafından kovulana kadar TKP üyeliği, ardından eşiyle Aydınlık dergisi ve TEP serüveni ile yoluna devam ediyor. Bir kaç kez uzun süreli hapis cezaları alıyor ve uzun bir süre Cezayir'de doktorluk  yapıyor. 80'leri sürgün geçirdiği İsveç anılarına pek değinilmemiş. Sadun Aren'in tersine anıları kalem aldığı yıllarda ortodoks sosyalist tutuma sahip çıkıyor. Sahip olduğu çizgi hem Sovyetlere hem de Çin'e eleştirel duran Mihri Belli'nin savunduğu Ho Chi Minh tavrı. 

30 Mayıs 2023 Salı

Lorde - Pure Heroine (2013)

 

Pop ama normalinden değil. Amacı eğlendirmek de değil. Indie elektro pop gibi bir şey denebilir, hikayeciliği de göz ardı etmez isek. Günümüzde reklamı yapılan, ecnebi gençlerce de piyasaya alternatif olarak düşünüldüğünde tercih edilen bir tarz. 4 sene ara verip bu albümün ardından çıkardığı ikinci kaydını da beğenmiş idim. Bu da keyif veriyor gün bittiğinde. Sadece şarkılar birbirinin içine giriyor. O da bu yaşta yeni şeylere konsantre olamamamın bir sonucu belki de. Ayrıca 90'lardaki albümlerde beşi benzemez şarkıları bir arada dinlemeye alışmışız, ne yapalım.

7,0-/10

29 Mayıs 2023 Pazartesi

Murathan Mungan - Dağ

 

Şairin olgunluk döneminin, tabiri caizse durulduğu sakinlediği bir dönemin bilge eseri gibi değerlendirilmekte. Aynı zamanda şair biraz aceleci bir tavırla ürün verdiği şeklinde de eleştirilmekte. Benim dağ metaforunu odak noktasına yerleştirdiği ve gelenekten beslenen bu eserinden anladığım yazarkenki sezgiciliği ve çağrışımları kaybetmeme namına şiirleri  üzerine tefekkür ettiği vakti sınırladığı. Sınırlamak demek hiç üzerine düşünmemek değil elbette.

sakinim içimdeki dağda

nöbetini beklerim

***

Bilginin dağlarında

gökçe evcil tutanak


nice bağlansak birbirimize

köprüsüz nehirler


göçebe tarihten göçebe gramere

bağlanmıyor

geçmişimiz yolumuz


köprü değil araf

ahrete kadar

kim olduğumuz

***

her mevsimin sızısı ayrı

her mevsimin ayrı keçi yolları

***

Kolay mı aşılır

geçilir

affetmenin dağları

kendinden geçmek

kolay mı?

bir bir affetmek

ardında kalan 

ama aklından çıkmayanları

insanın kendine bağışı

kolay mı?

***

talip olduğu rüyayı

bu dünyanın

gözleriyle görenler


öte yanına geçtiğinizi

sandığınız

ırmak

akmıyor, kurak


kapağını açtığınızda

çınlayan boşluk;

ne kuyu kör

ne Yusuf

sizin sandığınız

tuzak


izine yazıldığınız yollara

hırkanız yetmiyor,

ne vardığınız güzergâh

yanıldığınızı geri dönmeye

kapanmasaydı adımlarınız

mümkündü belki

yoksulluğunuzu anlamak


hiç bir yarayı iyileştirmiyor

sonradan seçilmiş, kayıp

bir ezberin hayalini rüya sanmak

***

Bugün de dursun kitap

dağ sussun, yıldız sussun

çağırmasın uzak

içim kırk bir mağara

kaybolsun iplerim halatlarım

kırk biri de kör olsun

dünya çok dünya az

dünya dar

köyde olsam dağa çıkardım şimdi

dinene kadar

gece olsun kurttu kuş bir olsun 

annem olsa kucağına yatardım

bugün de böyle olsun

***

28 Mayıs 2023 Pazar

Tribulation - Where the Gloom Becomes Sound (2021)

 

Değişik bir albenisi var bu grubun. 2 sene önceki bu son kayıtları orta tempoda ve vokali de hala sevdiğim gibi değil. Ancak gitar harmonileri ve epik melodileri dinletiyi pek bi değerli, pek bi keyifli kılıyor. Gotik metal türünde rafine bir çizgiye yaklaşmaları da naçizane benim hoşuma gitti. Yine de grubu özellikle dinlemek için çaba gösterecek kadar değil. Diskografisine baktığımızda öne çıkan bir albüm de değil. Ama grubun artık oturduğunu ve yolunda ilerldiğininin nişanesi oluyor.

6,75+/10

25 Mayıs 2023 Perşembe

Max Richter - The Blue Notebooks (2004)


 Huzurlu demeyelim de sakinleştirici diyelim. Araya ünlü aktris Tilda Swindon'dan Kafka okumalarının serpiştirildiği , post-minimal temelli modern ve deneysel klasik çalışmanın bu tarifi yazıda  iyi görünse de kulağımı tam da dolduramadı. Benle ilgili bir şey.

6,75/10 

17 Mayıs 2023 Çarşamba

13 Mayıs 2023 Cumartesi

Knocked Loose - A Different Shade of Blue (2019)

 

Beğenilerim dahilinde tür için olabileceği kadar iyi bir albüm bu. Metalcore ve deathcore başta vokal olmak üzere ki burada da farklı değil, farklı sebeplerle özellikle takip ettiğim bir alan olmamakla birlikte biraz eğitim biraz da bünyenin zaman zaman ihtiyaç duyduğu, duymak istediği agresif sesler nedeniyle ara ara kulak vermeyi de ihmal etmediğim janrlar. Albümün isminin ünlü cazcı Miles Davis'in klasik kaydına selam çakması, tür içinde bilinirliği ön sıralarda yer almayan grubu dinlememi tetikleyen şey. Besteler yeniden yorum değilmiş ancak. Diğer türdaşları gibi parçalar arasında ayrım yapamıyorum. Amma ne değişik bir şeymiş bu ağalar. Toplu taşımada dinlerken kendimi zor zaptettim. Breakdownlar, dur kalklar çok başarılı. İnanılmaz gaz ve sertlik de iyi ayarlanmış. Hala türe uzak kişilere göre fazla sert ama hardcore'a meyleden metalcore işte, n'olacak ki.  

7,50+/10

12 Mayıs 2023 Cuma

Scorpions - Virgin Killer (1976)

 Talihsiz bir kapak saçma sapan bir albüm ismi ile birleşince sansürlemek elzem oluyor elbette. Belki de albümün çıktığı zamanlarda , hoş hippi kültürü de ölmeye tutmuştu o vakitler, niyhetleri o kadar da kötü değildi. Ama tahlil babında hristiyan sanatında çıplaklığın masumiyetin simgesi olarak resim ve heykelde simgelendiğine tanık oluyoruz. Halbuki insanlar İslam teolojisinin tersine günahkar doğuyor. Laf aramızda benim de görüşlerim dna kaynaklı doğuştan şiddete ve kötülüğe meyilli olduğumuzdur. Zaten bizi biz yapan ve bugüne getiren de bu değil midir? Diğer bir ilginç nokta ise bu mantıkla çıplaklığın normalde masumiyetle eşitlenmesiyle uyuşması manasız. İşte orada Hristiyan kültürün daha en erken dönemlerde aslını kaybedip antik Yunan temelli paganizm ile etkileşimine bakmamız lazım. İşte bağlantı tam da orada kurulur. 

Albüme dönersek Klaus Meine'ın slow şarkılarda grubun sonradan baladlarla anılacak karakterini iyice oturttuğunu duyuyoruz. Artık rahatça hard rock ve heavy metal çizgisine yerleşetiklerini söyleyebiliriz. Genel olarak bütünlük sergileyen ve keyifli bir albüm olaraktan hem dinleyiciler hem de grup elemanlarınca beğenilen bir kayıt. Kusuru lokomotif parçaların pek de olmaması. Elbette diğerlerine nazaran öne çıkan besteler icra olunuyor. Ancak albüm toptan anlayış çerçevesinde daha değerli. Kronolojik olarak baktığımızda şu ana kadar en iyi Scorpions albümü diyebiliriz.

7,75/10

10 Mayıs 2023 Çarşamba

Mdou Moctar - Afrique Victime (2021)

 

Tuareg müziğinin gündemdeki ismi Mdou Moctar. Hamdi Muhtar olabilir mi Türkçe versiyonu acaba isminin? Saykedelik gitar işi olarak bu fanlığı anlayabiliyorum ama vokal olarak biraz tutuk olduğunu düşünüyorum Hamdi dostun. Albüme adını veren parçada olduğu gibi ben biraz coşkuyu ve sınırların zorlanmasını, hesapsız kendinden geçmeleri seviyorum. Bu anlamda belki de dostumuz daha klasik çizgiye bağlı, bilemeyeceğim. Ayrıca kaydı göklere çıkaramamamın bir sebebi de daha albümün başlarında bir şarkının güzel lisanımızda müstehcen çınlaması. Daha sonrasını ciddiye almakta gerçekte zorlandım. Hayde skine tara da neymiş töğbe töğbe.

7,75-/10

9 Mayıs 2023 Salı

Sigh - Scenes From Hell (2010)

Black metal dinleme ihtiyacım için kötü bir seçim oldu bu 8. sıradaki Sigh albümü. Zira avantgarde metal kulvarında görülüyor ki bayağı yol almış bulunmaktalar kendileri. Temposu yüksek, eğitimsiz kulaklara biraz belki de kakafonik ve gürültülü gelecek bir albüm bu. Sigh'ın garipliklerine aşina değiller besbelli ki. Bu agresif metalik müzikalliğe ise senfonik düzenlemeler ama marş tarzı , hatta absürtlüğe uzanan düzenlemeler eşlik ediyor. Trombon, trompet0 flüt gibi üflemeli çalgılar bol ve canlı orkestranın canlılığı fark yaratıyor. Ama daha garibi parçaların bazen yuğtup'daki fenomenal "death metal söyleyen Mary Poppins" parodi videosundaki şarkıya benzemesi. Şansını zorladığı için en beğenilen Sigh albümleri arasında yer almamakla birlikte bu çılgınlığı sevdim, grubun takipçisiyim. 

7,75/10

8 Mayıs 2023 Pazartesi

Love, Death+Robots (3. sezon), Another Life (2.sezon), Into the Night (2.sezon), Uysallar, Saklı İstanbul, Beastars (1. sezon)

 

Love, Death+Robots 3. sezonu fikirlerin yavaş yavaş tükendiğini göstermekle beraber fantastik şokelat grafiklerle de aksine göz doldurmakta. Biraz tekrar, biraz da klişeler yer alıyor. Mizahi yönü de biraz zayıf. En güçlü bolümü altına açgöz sağır bir şövalye ile gölün mücevherat sireni arasındaki hikayenin anlatıldığı olsa gerek.

Another Life ikinci sezonunda sona eriyor. Hem de apar topar. Z kuşağının garip tepkimeler gösteren mürettebatının çoğunu oluşturduğu  dizi kendine gereksizce güvenip hikayeyi dağıtıyor, dağıtıyor sonra da hüp diye bitiveriyor. Uzaylılar niye uygarlıklara saldırıyor, amaçları nedir? O kullandıkları zabazingo ne yapar? Diğer uzaylılar niye hikayeye dahil edilip konu ilerletilmemiştir. O kadar çok şey var ki söylenecek, sözler kıyafetlerini soyunuyor. Kate Sackhoff sayesinde izledik de o da olması gerekenden daha dramatik oynuyor. E tabi bütün yük onda. 

Türk kökenli bir karakteri de içeren Into the Night dizisi gerçekten de çok seviliyormuş. İkinci sezonda uçak yolcularını NATO üssünde bırakmıştık. Tahmin ettiğim gibi orada kısıtlı bir alanda sınırlı kaynakları paylaşan insanlar arasında gerilimin doğması kaçınılmaz oluyor. İnsanların bencilliklerinden, iletişimsizlikten hayvani yönlerini açığa çıkarmaları ve didişmeleri çok sevdiğim konular değil. Sadece en sonunda ne oldu lan öyle diyorsunuz. Böyle kalakalıyorsunuz.

Uysallar, doğru dürüst çekilmiş tek yerli dizi olabilir. Bazı kusurları elbette vardır. Punk sahnesinin abartılması ve gerçeklikten kopuk bir noktaya taşınması, süre olarak bazı uzamalar gibi. Olsundu, iyiydi. Modern toplum eleştirisini basitliğe düşmeden anlatabilmek ve bunu güzel görüntülerle yapabilmek maharet istiyor. Hissedebildiğin ve hatta anlayabildiğin karakterler, gariplikleri, sırları, sıkıntıları ile birlikte olağanlık sergisindeler. Olduğu gibi yani, hayat gibi. Yerli dizi mantığıyla bakanlar zaten uzak dursunlarmıştılar.

Saklı İstanbul değişik bir belgesel. İngilizce ismine gönderme olsa gerek konuklar durmaksızın katman katman katmanlar dedikçe afakanlar bana da uğradı. Kiliseden dönme camiler, gayrimüslimlerce yapılan hanlar, Sultanahmet meydanı gibi mekanlarda modern zaman arkeoloğu rolünü kendimize de biçmemek elde değil. Sanki yurtdışına yönelik biraz da tanıtıcı hüviyette hazırlanmış intibası verse de aslında biz yerli turistler daha kazançlı çıkıyoruz. İstanbul'da camiler ve kiliseler başta olmak üzere pek çok yapıya nasıl yabancılaştığımızın nişanesi oluyor dizi ki hiç de amacı bu değildi halbuki. 

Beastars, çok tuhaf bir anime dizisi ve diğer pek çoğu gibi mangadan uyarlanma. İnsansı bir hayat süren hayvanlar dünyasında bir yatılı okuldayız. Beastar olmaya çalışan tiyatro kulübünün yıldızı bir geyik ile agresif tutumunu baskılayan bir kurt ve bu iki karakter arasındaki bir tavşan kızımız arasında hikaye ilerliyor. En önemli olan ise toplumdaki etobur ve otobur farkılıklarının gerilimi. Bir tuhaflık bu gerilim ise diğeri de lisede önüne düşenle yatıp kalkan bir tavşanın cinselliğine tanık olmak. Pofuduk pofuduk bir cinsellik, şiddet ve bu karakterlerin sanki insanmış gibi psikolojik çözümlemeleri. Afallamalardan sıyrıldığım kadarıyla bir sezonu bitirdim. Mevcuttaki diğer sezona devam etmeyi düşünmüyorum.



5 Mayıs 2023 Cuma

Burial - Chemz / Dolphinz (2021, EP) / Pre Dawn / Indoors (2017, Single)

Chemz / Dolphinz ismi üzerinde iki şarkıdan oluşsa da süre itibariyla EP denmeyi hakediyor. 21 dakika tekli için uzun kalıyor. İlk şarkı herhangi bir Burial şarkısı için oldukça hareketli. Vokallerden Helyum hidrojen yutmuş gibi cırlayan versiyonu pek hoş değil. Eski elektronik şarkılar kesilmiş , döngüye alınmış, bozulmuş ve birleştirilmiş gibi. Ritmini genel olarak beğenmekle beraber sanatçının eski tarzına yakın olsa da aynı kuvvette değil maalesef. Yunuslardan bahsetmeye gerek var mı bilemedim. Synthlerle yunusların uğultusunun taklidi, plak kışırtıları, konuşuk alıntıları felan. Lafı uzatmaya gerek yok, üzerine çaba gösterilmemiş , o yüsen gereksiz bir hale bürünmüş bir ambiyans parçası. Sonuç olarak biraz sıkıntılı bir çalışma .

7,0+/10

Biraz daha öncesine gidelim, yine iki parçalı Pre Dawn / Indoors teklisine. 15 dakika civarında olması EP olmasına yetmemiş demek ki. Chemz için biraz tempolu demiştim ya burada yani A yüzünde  ritimler daha da çakkıdı çakkıdı, tekno kulvarına girdik anacım. Hışırtılar ve endüstriyel yankılar da eksik değil ama ritimler durmuyor. Daha enerjik bu yüzden de. Indoors sinir bozucu bir döngüyle açılıyor. Garip bir şarkı aslında. Vardığı yer de öyle. İşin aslı bu kaydın haritasını üstteki kısa albüme benzetiyorum. Bu tekliyi de sıkıntılı ilan ediyorum.

7,0+/10

Tad Williams - Otherland: Altın Gölgeler Şehri (Komşu Evren, Kızıl Kralın Düşü, Bir Başka Ülke)



Hayatımda çok az kitap için bunu okumayın diye anons geçtim etrafıma. David Eddings'in şovenist ve ırkçı Elenium serisi öyledir misal. Aynı yayınevinden çıkan bu üçleme için de benzer bir şeyi tamamıyla başka sebeplerle söyleyeceğim. Eğer İngilizcenize güveniyor ve hikayenin devamını getirebilirim diyorsanız buyrun okumaya. Ama unutmayın, bu üçleme aslında Otherland serisinin ilk kitabı Altın Gölgeler Şehri'nin üç parçaya ayrılmış hali. Hikaye sona ermiyor, ara da vermiyor, daha bu başlangıç. Otherland serisinde 4 kitap daha var ve çevirisi halihazırda mevcut değil. Gelelim ülkemizde pek de bilinmeyen Tad Willaims'a. Kalabalık olmasa da güçlü bir okuyucu kitlesine sahip ve yapıtları listelere de girmekte. Kendisiyle tamamiyle klasik Tolkienvari fantastik üçlemesi Memory, Thorn and Sorrow ile tanışmıştım. Klasik FK'yı derinleştirerek sonradan çok çok ünlenecek yetişkin FK'nın ilk bebe adımlarını temsil eder, bu eseri. Ama bence kendini tekrar edip türü çok da geliştirememiştir. Sonra aslında bir portal fantazisi olan The War of the Flowers'ı okumuştum. Birbirleriyle çatışma halinde olan perilerin dünyasını okumak keyifliydi. Otherland ise yazarın klasikleşmiş, beğenilen diğer bir yapıtı. İnternetin yaygınlaştığı ilk günlerde sanal gerçekliği temel alan bilim kurgu ve fantastik kurgu melezi eser aydınlık bir siberpunk örneği olarak oldukça kendine özgün bir karakter çiziyor. Ayrıca Williams'ın yazım tarzı burada tavan yapıyor. Yavaş ve ağır ve yavaş ve detaylar. Biraz da tekrarlar. Zor arkadaşlar, zorlayıcı.
Ayrıca bu üçlemeyi okuyunca konunun nereye vardığını, kimin ne yaptığını anlamak mümkün değil. Farklı karakterlerin hikayeleri bir türlü kesişmiyor. Evine mahkum yaşlı bir adam ufak bir kız çocuğunu manipüle ederek ona bazı ayak işleri yaptırıyor. Bu adam kim ve neyi amaçlamaktadır? Ölümcül bir hastalıktan muzdarip sanal oyun hayranı (sanal oyun dediysek özel tertibatlarla sanal dünyayı ve oradaki olayları hissedebiliyorsunuz) genç, bir oyunda imgesini yakaladığı altın bir şehir uğruna kısıtlı vakitini bu gizemi araştırmaya adıyor. Niye bu obsesyon? Birinci Dünya Savaşında siperlerde aklını kaybetmeye yakın bir asker önce fasulyeci Jack masalına, sonra Alice harikalar dünyası benzeri dama temelli bir ülkeye, en sonra Mars gezegenindeki uzaylı komplosuna savrulurken ancak sonlarda onun kendi benliğini unutmuş bir denek olduğunu anlayabiliyoruz. Tabi illuminati benzeri bir kardeşlik üyesi kötü insanların kendilerini eski Mısır tanrıları yerine koydukları kendilerine özel bir sanal gerçeklikte ne olduğunu bilmediğimiz bir proje yürüttükleri, bu kardeşliği temsilen seri katil bir tetikçisinin ortalıklarda dolandığını da eklemek gerekli. Ancak asıl hikaye Güney Afrika'daki bir üniversitede asistan olarak çalışan bir kızımıza ve onun daha ilkel bir dünyadan gelen Bushman öğrencisiyle başlıyor. Bu kızın kardeşi sanal gerçeklikte dolanırken burnunu nereye soktuysa artık, komaya girer, uyanamaz artık ve kızımız bunun global çapta bir fenomen olduğunu öğrenerekten bağlantılarıyla birlikte konuyu aydınlatmaya karar verir. Ailevi sorunları, kaçma kovalamacasıyla temel hikaye bu hat üzerinden ilerlemektedir. Üçleme sonunda ne başarmışlardır, tartışılır. 



 






4 Mayıs 2023 Perşembe

Mass Effect 2 / Tower of Time / Deponia The Complete Journey / The Darkside Detective / Labyrinth City Pierre the Maze Detective / Resonance of the Ocean

 

Legendary Edition kapsamında oynadığım serinin ikinci oyunu ruhen ilkinin açtığı boşluğu tam anlamıyla dolduramasa da hem oynanıştaki farklılıklar hem de geliştirmeleri ile oyuncuları cezbedebilecek güçte, kuvvette. Bir kere çevre düzenlemeleri ve sinematografi konusunda büyük adımlar atılmış. Yan görevler topladığınız ekip elemanlarını bulup onların sorunlarını çözmeye odaklanarak daha derli toplu hale gelmiş. Gezegenleri araştırdığınız vakit kaybı yaratan item toplama odaklı ufak görevler, kaynak sömürme amaçlı gezegenlere analiz sondası gönderip  manuel tarama külfetine çevrilmiş ki bence olur. Ama hava fıstırarak zıplayan bir aleti kullandığınız görevler sinir bozucu. Diğer zayıf tarafı da silahların özelliklerini tam da anlayamamak. Yani böyle bir değişikliğe gerek yok. Tıpkı kapı açma bulmacaları gibi. İlk oyundaki karakterleri buldukça gözümüzden bir kaç damla yaş geldi. X-Files'daki gibi sigara içen bir adamla tanıştık, manipülasyonlarıyla uğraştık. Sonuçta bitirdik ve memnun kaldık. Devamına başlıyoruz en kısa sürede.


Oynadığım diğer uzun soluklu oyun ise Tower of Time. Lakin bitirmediğimi belirtmem lazım. Küçümen adamlardan oluşan bir ekip ile ters dönerek yer altına batırılmış bir kuleyi kat ve kat keşfe çıkıyor, karşınıza çıkan bilimum yaratık ve canavarla mücadele ediyorsunuz. Garip konusu ve haritası ile klasik RPG'ye öykünse de aslında aksiyoner bir RPG oyunu bu. Sık sık savaşacak, sandıklarda silah bulacaksınız. Savaşma mekaniği güzel, ayrı bir ekran açılıyor ve zamanı yavaşlatma tuşuyla elemanlarınıza emirleri verebiliyorsunuz. Savaşlar farklılaştırışmaya çalışılsa da birbirine benziyor ve bir noktadan sonra sıkıyor. 5. Kattaki zorlayan mücadeleyi de karakterleri eğitip silahlarını güncelledikten sonra basit bir stratejiyle geçebiliyorunuz. 7. katın sonunda zayıf bir karakterin tek bırakıldığı gereksiz zorlu bir savaşa gelince de artık yeter diyorsunuz. Toplamda 10-11 kat var zati, yeter. Görevini yaptı, eğlendirdi, hoştu, eyiydi.

Bulmacalı macera oyun koleksiyonudur, Deponia ki birbirinin devamı dört oyun içeriyor. Deponia'ya hoş geldin, Deponia'dan Kaçış felan.. Absürt ve hem diyalog hem de mantığıyla komik olmaya çalışan hikaye seyri izliyor. Oyun  Point+click ama öyle güzel yapmışlar ki daha dinamik işliyor sanıyorsunuz. Çizimler fena değil. Deponia gezegeni çöplüğe dönüşmüş ve sakinleri öyle böyle yaşıyor. Zamanında zenginler ise Elysium denen bir uyduya kaçmışlar. Şimdi de geri dönüp gezegeni yok etmeyi amaçlıyorlar. Hiç bir insanın yaşamadığına dair Elysium ihtiyar heyetini kandıran bir komployu Rufus namındaki şapşal karakter, arkadaşları ve Elysium'dan düşme sevdiceği ile alt etmeye çalışıyor. İlk oyunda bu komplonun sebebini bile anlamıyorsunuz,dediydim ya oyunlar direkt konuyu devam ettiriyor. Kendi içinde mini oyunlar da içeren, yine etraftaki eşyaları birbiriyle birleştirip hikayeyi ilerletecek aksiyona bağlamanızın gerektiği bir temaşadır bu. Konuşmaları iyice dinlemeniz ve yetersiz ipucu haritasından faydalanmanız gerekli ki yine de pek çok aksiyonu akıl etmek inanılmaz zor ve hmm saçma. Zaten büyük ihtimalle bir rehberden yardım alarak ilerleyeceksiniz. Üstelik Rufus'un bencilliği, aptallığı kendisine ısınmamızı engelliyor. Yine de eğlendirmeyi başardığını söylemek mümkün. Ben üçüncü oyunun ilk çeyreğinde, o da bilgisayarın azizliği yüzünden oyunun çalışmamaya başlamasıyla , artık ne güncellendiyse uyundan vazcaydım. Çok da kafa yormadım çözebilmek için sorunu ama böyle bir sorunla karşılaşmasaydım, Allah var yukarıda devam ederdim oynamaya. 

Hemen hemen muhteşem bir macera oyunu. Basit ve nüktedan. Doğaüstü olayları araştıran ikilimiz maceradan maceraya koşuyor ve biz de onlara eşlik ediyoruz. Bulmacalar ve gizemler nispeten kolay. Tek kusuru piksel kalitede bir oyun ve büyük ekranda gözlere zarar. İkinci kusuru da para verene göre değişir. Kısalığı ve ücreti uyuşmuyor. Doyamadım. Öyleyse ikincisine de bir göz atmak lazım. 


Güzel oyunlar burada sona ermiyor. Labyrinth City çocuklara yönelik bir labirent bulmaca oyunu olsa da , aslında kötü bay X'i kovalıyoruz, sanat derekesinde güzel çizimleriyle ve ufak ufak ödülleriyle büyük küçük demeden herkesi ekranların başına kitliyor. Yeğenimden daha çok sevdim itiraf etmek gerekirse. Tek tek çizimlere ve konsept haritaları incelediğim de oldu. Çocuklarla birlikte vakit geçirmek için birebir. Tavsiyedir.

Ve son olarak Resonance of the Ocean: Steam'de yer alan ufak bir bedava oyun. Kulağı keskinlere hitap ediyor. Bir adadasınız. Karşı kıyıdan gelen sesi taklit ederek cevaplamaya çalışıyorsunuz. Dal parçası, cam gibi nesneleri birleştirerek sesinizi duyurmanız gerekiyor. Çok sevemedim, şirin çizime rağmen. Başarısız olunca sevemiyorum, elimde değil.

John Coltrane - Newport '63 (1993)

 

63 yılına ait bu konser kaydında saksafondaki John Coltrane'e alto saksafonda Eric Dolphy, piyanoda McCoy Tyner, bateride Roy Haynes gibi ün yapmış müzisyenler eşlik ediyor. Hüner, beceri ve ustalık başka bir şey. Ama bir de dinlenebilirlik diye önemli bir kriter var. Aşırı tempolu, melodilerle güçlendirilse bile doğaçlamanın kaosunu da hissettirmekten duramayan, hani neredeyse parçaları ara vermeden dinlendiğinde ki duraksız bunu başarabilmek de oldukça zor, kafa ütüleyen bir performans bu. Ama bir caz hayranının da bu konserdeki coşku ve heyecanını duyabiliyor gibiyim. Tekrar ediyorum, bu kayıt caz dünyasında klasikleşmiş bir durumda, Anlayamayan benim.

6,75-/10


3 Mayıs 2023 Çarşamba

E.M. Cioran - Çürümenin Kitabı & Lacivert # 79

 2. Dünya Savaşı'nın hemen ertesinde yayımlanan yazarın bu ilk eseri, nihilist ve karamsar tonlarda hayatın beyhudeliğini ve de tam da bu sebeple hayat olduğuna dair varolmanın diyalektiğini üç aşağısı beş yukarısıyla kurcaladığı edebi nizamda denemelerden oluşmaktadır. Dinselliğe karşı toplumsal çürümenin vaaz edildiği bu sayfalarda okur geniş çerçevesi sebebiyle  illaki alıntılayacak bir şeyler bulacaktır. Ama yaşınız kemale erdiyse , ister istemez bu tür icraatleri nahoş ve gereksiz ve hatta komik bulacağınız kesin. Şahsen genç yaşlarda tanışsaydım bu yazarla benim de sevme ihtimalim çok yüksektir. Depresif takılarak gençliğinizi tüketmek asıl nafile şeylerdir, bunu da unutmayınız.

 

Elime geçen 2018 senesine ait Lacivert dergisi incelendiğinde geleneksel toplumcu bir çizgiyi takip ettikleri anlaşılmakta. Dosya konusu olarak seçtikleri Marcel Proust üzerine yazılan denemeler hacmin dörtte birini kapsıyor. Şiirler ama özellikle öyküler çok daha belirgin. Genelde içeriği heyecan uyandırmaktan uzak olsa da en azından bir kaç şiirde bazı farklılıkları görebilmek mümkün.

2 Mayıs 2023 Salı

Ece Ayhan - Bütün Yort Savul'lar!

 Şaibeli özel hayatı ve uzlaşmaz keskin eleştirel tavrı sebebiyle, belki de, ikinci yeni dünyasının görünmezden gelen ismidir Ece Ayhan. Hakikaten de oldukça kapalı anlatıma sahip tarihi figürler, mekan isimleri gibi renkli kelimelerle zenginleştirilmiş, dışlanmış marjinal hayatları konu alan bilmecemsi şiirleri okurken tedirgin oluyorsunuz. Ne kadarı örtülmüş bir gerçekliğin gölgesi? Biçim değişse de üzerine kafa yorulmuş ve bütün hayatı boyunca kendisi için oluşturduğu disiplin dışına çıkmadığı bir poetika bu. İlerleyen vakitlerde kriptik bir ansiklopedinin maddelerine dönüşüyor şiirler.

Ece Ayhan, devlet'li şiirlerin icadı ve üzerine bu politik hattı belki de tek yakıştıranı. 73 tarihli Devlet ve Tabiat Ya da Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler bu manada baştan sona alıntılanmayı hakeden bir yapıt. O yüzden de hiç gereği yok. Ama aklımıza alacağımız notun gecikmesine tahammül bile edemeyiz:  bir tahlil , bir analiz kitabı okuma listemize alınmalıdır, şairle ilgili. A'dan Z'ye Ahmet Soysal olur.


Bir oğlan tanırım

Derin yeşil gözlü

Gönlü güney denizlerinin dibi

Kalbi ise yerinde

Birine vermeye gidecek

Bir gemi arar durur

Bulutlardan.

..

Buruk bir ezgi seziliyordu içinde

kinleri gibi renk renk

ölmüş atlarını bırakıp

tahta pabuçlarıyla gittiler

gözlerinde frank krallarının eski hüznü


Bir şarap gibi gönüllerimizi alıp

çocuk dudaklarında götürdüler

anıların ayrıntısı

ve burada bir sürü şarkıları kaldı

kumsalda kocaman izlerini siliyor deniz.


***


Kollarında eski balık dövmeleri

teodor kasap perhiz ahali içmez

ey türkçe rakı çıkmıştır kapalı

ve geniş muhlis sabahattin'den

ayşe opereti ne güzel bir hiç


Üç yıllar var ki minyatürlere mahkum

teodor'un o eski balık dövmeleri

ay osmanlılaşmış abi tüfekçi olmuş

ve korkunç taş gülmekler muhlis'te

gibi merdivenli bir sokaklar uzatmış

çiçek bahçelerine kaçabilsin ayşe

atlı tramvaylarla ne güzel bir hiç


İşte o biçim gecelerde kucaklamış

getirir enflasyon arkadaşlarını

kova abdülhamit akşam gazeteleri

dağlar gibi yalnızlık ne güzel bir hiç.


**

1. Uç Doğu. Anadolu'yu anlatacaktır öğretmen. Haritayı asar.

2. Bütün sınıf korkmuştur; göller, ırmaklar dökülecekler!


1 Mayıs 2023 Pazartesi

RETRO: Pentagram -Pentagram (1990)

 Grubun ülkemiz ekstrem müziğine damga vuran öncülüğünden kaynaklı efsaneleşme olgusunu biraz aralayabildiğimizde ve gerçekten de bu çıkış albümünün o dönemde çığır açıcı bir adım olduğunun kabulüyle, yine de bir "ama" şerhinin konması gerektiğini düşünüyorum. Bu "ama" herkes tarafından kendi fikrine göre subjektif bir şekilde konmalı ortaya elbette. Eskiden dinlediğimde de şimdi de bu yapıt, hemi de speed metal çeperinde olmasına rağmen kendi beğenimin tersine yırtıcı bir vokal ve tiz tınılar ile yüklü. Bunun neticesinde dinlenebilirliği zaman ve mekandan bağımsız bir sürekliliğe ulaşamıyor. Genelde metal müziğinin karakteri de böyledir, çok da şey etmemek lazım. Bu albüm ise biraz daha ötesinde, hitap ettiği kitle de daha kapalı, sonuç olarak ki Anatolia ile devasa bir adım atacaklar daha.

6,75/10