30 Aralık 2017 Cumartesi

Altar of Plagues - Teethed Glory and Injury (2013)

Ne yazık ki bu üçüncü albümleri grubun son kaydı olmuş. Bu albümle geçmişlerine kıyasla bir kopuş yaşadıkları bariz ve insan (ben oluyorum) kendini dağılmasalardı nereye gideceklerini merak eder buluyor. Blut Aus Nord'un hafif sludge ve ufak ufak elektronik dokunuşlarla süslenmiş hali gibi. Avantgarde, endüstriyel, agresif ve azcık da ruhani... Diğer yandan BAU da o kadar kayıt çıkartıyor ki takip etmekte zorlanıyorum, belki de onların da böyle bir kaydı vardır. Neyse, biraz huzursuz edici bir introdan sonra God Alone bomba gibi patlıyor kulaklarda, bateri ve gitar duraksız saldırıyor, süper. Koro uyumsuzlukta uyumu yakalayan bir etkide bulunuyor. Kaydı dinledikçe prodüksiyon olarak o huzursuz etkiyi arttırıcı efektleri de aşırıya kaçmadan örneğin bir cızırtı sesiyle, kullandıklarına tanık oluyorsunuz. Albümün yine güçlü şarkılarından A Remedy and A Fever daha girizgahı ile kendini belli ediyor ve sonrası da bitene kadar keyifli bir şekilde birbirini takip ediyor parçalar. Açıkça söylemek gerekirse post-black metal (daha geniş bir tanımlamayı kullanırsak) yapmaya çalışan pek çok isim olmakla beraber orijinalliği yakalamak oldukça güç bir iş. Üzerine hem çeşitliliği yakalayabilecek, bununla birlikte tutarlı duruşu bozmayacak ve ilgiyi alakayı yukarıda tutacak bir albümü kaydetmek ise başlıbaşına ayrı. Grup bu son albümüyle bunu başarmış görünüyor ve dolayısıyla sadece grubun en iyi kaydı olmakla kalmıyor, türün de ilk akla gelecek örneklerinden biri olarak tarihte yerini alıyor.

8,25/10

28 Aralık 2017 Perşembe

Bad Religion - Suffer (1988)

Bir arkadaşın deyimiyle oh yeah! 90'ların punk kalkışmasına çok daha önce öncülük, mantıken aksi nasıl olsun,  eden bir grup ve güzel çalışması. 26 dakikaya 17 parça sığdırmışlar ve ne kısa geliyor ne de uzun. Cukkadanak oturmuş. İşin garibi punk senelerce soundunu aynı tutabiliyor ve eskimiyor da yafu.

8,0+/10

26 Aralık 2017 Salı

La Roux - Trouble in Paradise (2014)

Ara ara pop da dinlemeye çalışıyorum ve öyle görünüyor ki kalburüstü albümleri seçiyorum. Seksenlerin havasını modernize bir şekilde günümüze taşıyan bu kayıtta Annie Lennox gibi özelvokalleri hatırlamadım değil. Özellikle başlangıcı oldukça şık hareketlerle karşılıyor dinleyeni. Synth pop sularında çok da kafa ütülemeyen yalın bir kayıt dinlemek için uygun bir seçim.

7,0+/10

25 Aralık 2017 Pazartesi

Temple of Void - Lords of Death (2017)

Bilgisayarımın çalışmadığı uzun süre boyunca pek bir akıllı televizyondan internete bağlanıp youtube'a saldıraraktan müzik ihtiyacımı gidermeye çalışmıştım. İşte oradan tanışıklığımız var bu albümle. Bilen bilir death metal örneklerine karşı bir çekincem olsa da sert müziğe olan susuzluğumu gidermek amacıyla dinlememezlik de edemiyorum. Bu albümü duyunca işte bu! deyiverdim. Ezen rifler, gorul gorul vokal, hafiften akustiğe yada tertemiz vokale dokunmaktan korkmayan, ağır tempolu ve dolu dolu bir kayıt bu. Dinlerken ilgiyi ayakta tutmayı başarıyor kısacası. Özellikle Asphyx grubuna benzetiliyormuş, death/doom metal kabilinden, bilmem. İlk albümüne az daha iyi derler, bilmem. O yüzden fazla heyecanlanıp tanışmamızın şerefine deyüp, yıldızları saçmayacağım. Yani, çok bu türden eserler dinlemeyip bilmemekten dolayı belki de bana gayet farklı geldi.

7,75/10

24 Aralık 2017 Pazar

King Creosote - From Scotland With Love (2014)

Sırf albüm kapağının güzelliğinden etkilenip yüklediğim bu albüm hafiften Beirut'u da andıran modern bir indie folk çalışması. Şarkıcının söyleme tarzı hemen hemen aynı olsa da tempo ve tarz olarak şarkılar arasında farklılıklar öne çıkıyor. Misal, benim de favori parçam olan Largs gayet hareketli ve pozitif bir şarkı. Klasik rock ritimlerine başvurulan şarkılar da var ve adanın havasını gayet net yansıtıyorlar. Değerlendirmemde ise albümü dinledikten sonra ruh halimde ne gibi etki bıraktığını baz alıyorum ve maalesef çok da akılda ve kalpte kalıcı bir yansıması olmadığını görüyorum.

6,75-/10

22 Aralık 2017 Cuma

Colin Stetson & Sarah Neufeld - Never Were the Way She Was (2015)

Arcade Fire üyesi Sarah ablamız (dediysek de saygımızdan) kemanıyla ve Colin Stetson ağbimiz (dediysek de saygımızdan) geri kalan çalgılarla ki değişik değişik saksafonlar başta olmak üzere ve ortak bir üretim süreciyle bu kayıtta buluşuyorlar. Deneysel ve modern bir klasik müzik eseri diyebiliriz. Herkesin her zaman her yerde dinleyebileceği bir albüm değil bu. Kesik kesik ritimler tonlamalarla birlikte birini boğazlıyorcasına bir etkide bulunuyor. İlk dinlemelerinizde itici olduğu kesin. Fakat efektlere, stüdyo oyunlarına dayanmaksızın yarattığı , tam da kışa denk düşen atmosferi var ki çirkinliğin de bir estetiği olduğuna dair tezi güçlendiriyor. Yağni tüylerinizi ürpertecek etkileyici güçlü bir çalışma. Ezgiler harmonik bir yayılım gösteriyor. Bu tekrarcılık açıkçası sound olarak zorlayan bu çalışmaya daha kolay alışmayı sağlıyor. Neticede 2011 çıkışlı albümünü de dinleme imkanı bulduğum Colin ağbinin çalışmaları böylece radar takibime girmiş bulunuyor.

7.25/10

21 Aralık 2017 Perşembe

Ann Leckie - Kudret

Oldukça beğendiğim Adalet'in bu devam kitabını okuyup bitirmem 1 tam gün sürdü. Aklımda ise pek bir şey kalmadı. İlk kitabın aseksüel dili ve atmosferi kendini alıştırdığından bu kitaptaki derinliğe de kapılmak bir o kadar zorlaştı. Bu kadar kolay unutuverdiğime göre kurguyu, bilimkurgunun o sevdiğim tematik ve ciddi arkafonundan geriye space opera denen şey kalsa gerek. Ki aslında bu da yanlış bir düşünce. Gemi kaptanı olan Breq eski bağıl kimliğini mürettebattan gizlerken koruma amaçlı gönderildiği üs ve gezegende de yönetim entrikalarına dahil olur. Bir kere kuulluk seviyesi zilyona varıp arşa varmış. Bir yandan emrindeki esrarengiz teğmenle çatışmalı ilişkisi diğer yandan gezegen ahalisi arasındaki kast ilişkileri romanı büyük olaylardan çok kişiler ve ilişkiler düzeyine çekiyor. Okurken hissettiğiniz gibi aslında yazar, ailevi esinlenmeleri, ergen çocuk yetiştirme gibi netametli konuları kurgusuna ilginç bir şekilde yansıtmış. İlk kitaptan Sev ve tabi ki Annander'in gölgesi elbette sayfalara yansımış. Sonundaki bir suikast girişimi neticesinde ağlaşıp kolkola girdikleri an Yeşilçam filmi tadında. Hafiften Ursula ablayı da hissetmedim değil. Acayip zevkle kendini okutan kitabın devamına da bir göz atmak elzem.

20 Aralık 2017 Çarşamba

RETRO: Einherjer - Aurora Borealis (1996 EP/1994)

Enteresan viking metal grubu Einherjer (telaffuzunun nasıl olduğunu her zaman merak etmişimdir) çıkışıyla da enteresan bir olaya imza atmıştır. 94 yılında demo ve iki sene sonra kısa albüm olarak basılan bu 4 şarkılık kayıt, çıkış albümlerinden daha sağlam olarak kabul görür. Hakikaten de grubun adını taşıyan parça özellikle, akustik yapısıyla fısıltılı vokaliyle epik bir etki uyandırmayı başarır.

7,75/10

19 Aralık 2017 Salı

RETRO: Kamelot - Epica (2003)

Grubun üç büyük albümü var, bir önceki, bu ve bir sonraki. Burada bilindik senfonik ve progresif öğelerle süslü power metal tarzını dramatik bir konsept üzerinde yeniden şekillendirmişler. Introlar, outrolar, efekt içeren pasajlar ile birlikte hikayenin kurgusuna uyumlu şekilde değişen ve genelde de grubun kronolojisine göre gittikçe azalan tempo kaydın belirgin tarafları. Açıkçası estetik anlamda göz doldursa da bu tarz konsept albümler artık beni o kadar da etkileyemiyor. Üstelik kaydın her bir tarafına işlemiş romantizm ile birlikte ikonografisini de düşündüğümüzde az miktarlarda ama azcık çocuksu bile buluyorum.

7,50++/10

18 Aralık 2017 Pazartesi

Kargo - Ateş ve Su (2004)

 Zamanında kulağımı vermeden dinlemiş olsam gerek ki şimdi dinlediğimde oldukça şaşırdım. Hala şarkılar eskimemiş, bir yandan doksanların alternatif rock soundunu Türkçe ile sentezlerken ucuzluğa düşmeyen ve onca zaman boyunca ayakta kalabilen bu albüm takdiri hak ediyor. Evet, başıyla sonu arasında pasif agresif tavır sergileyen cümlemi inadına düzeltmeyeceğim. Vakit darlığı sebebiyle kelimelerden de tasarruf etmek gerekirseGerçekten çok şık şarkılar içeriyor albüm ve dinledikçe kendini tüketmiyor. Tatlı tatlı eşlik etme imkanı da sunuyor. Belki de bu aralar yerli rock gruplar arasında bu tarz sesleri duyma imkanı bulamamak bir sebeptir. Sen Uyurken tam benlik bir parça. Koray'ın da saçları uzunmuş o dönem, hmm.

7,50+/10

17 Aralık 2017 Pazar

Robert Silverberg - Cam Kule

Kim kimi etkiledi bilemiyorum ama Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi'de olduğu gibi bu romana damgasını vuran şey; bir tankta genetiği ile oynayarak yaratılan ve  köle olarak yetiştirilen, ismin çağrıştırdığının tersine biyolojik bir varlık olan androidler oluyor. Belli dönem bilim kurgusunu neden sevdiğimi ve hatta hatta klasik diye empoze edilen pek çok romandan daha değerli bulduğumu anlatmıştım. Sadece kurgu değil tema olarak da evrensel sorunları konu etmeleri iyi bir okuma sunuyor. Robert Silverberg de belki de değeri az bilinen bir yazar olarak, evet kabul etmek gerekirse işlene işlene eskimiş de olsa insan nedir sorusunu derinleştirmekte bu eserinde. Hünerini kurgu ve tema arasında sıkıcılığa düşmeden konuşturuyor burada. Zeka seviyelerine göre üç cins yaratılan androidler kendi sosyal dokularını geliştiriyor ve yaratıcıları olan işadamı etrafında gizli bir din kuruyorlar. Bu işadamı ise insan hırsının temsili olarak uzaylılarla muhtemel ilk kontağı kurabilmek için devasa uzunlukta bir cam kuleyi inşa ettirmeye obsesif bir şekilde takılmış durumda. İnsanların arasında yabancılaşmış, kasten belirlenmiş ayrıksı renkleriyle neredeyse uzaylı kalan androidlerin hassasiyetini nasıl karşılayacak? Androidler siyaset aracılığıyla mı yoksa dinsel normda bir kurtarıcının dokunuşuyla mı insanlarla aynı haklara sahip olabilir? Bence okuyun.

8,5

Altar of Plagues - Mammal (2011)

İlk albümünde kişisel olarak beni gıcık eden uyumsuzluğu burada tekrar etmemeleri bir artı. Post rock etkili atmosferik black metal yapmaları neticesinde depresif bir karakter sergilemeleri çok olağanüstü değil. Ama şarkıların bazen odağını kaybettiğini, nereye gittiklerinin anlaşılmadığını söylemek mümkün. Uzun parçalar kendi içinde sertleşip yumuşuyor, tempo değişiyor. Bu da dinleyiciden de emek isteyen bir sürece dönüşüyor. Bununla birlikte etnik tatlar sunan, Avustralyalı grubun Balkan benzeri bir ezgiyle buluşmaları ilginç, üçüncü şarkı oldukça etkileyici.

8,0-/10

15 Aralık 2017 Cuma

Tame Impala - Lonerism (2012)

Grubun en çok sevilen bu ikinci albüm belki de benim en az hoşlandığım oldu. Bonus sidili versiyonu dinlemekteyim. Saykedelik yanı albümü tam bir yaz plajz kaydı yapıyor. Ama olağanüstü etkilenip kendimden geçecek değilim. Hatta şu an diyorum ki overrate tabiri üzerlerine cuk oturuyor mu ne. Kesinlikle kötü olduklarını hatta vasat bile olduklarını söyleyemem. Ve lakin nasıl hayat değiştirecek bir etkide bulunur insanlara, anlayamıyorum. Neyse zevkler renkler meselesi. Elephant gibi kral şarkılar yok değil kayıtta. Kimi zaman zorlama tınlayan rock esintilerini son albümlerinde terk etmeleri iyi olmuş. İşin ironik tarafı ise bu albümde Elephant gibi rock motiflerine daha fazla yaslandıkları şarkıların daha bi dinleniyor olabilmesi. Ve bu şarkı bonus sidide bolcana yer bulmuş kendine değişik değişik versiyonu ile.

7,25++/10

14 Aralık 2017 Perşembe

Placebo - Black Market Music (2000)

Brian Molko'nun sesini duyunca bi ufak açasım geliyor. Bu üçüncü kayıtları doksanların ritmini taşıyan şarkılarla daha tırnak içinde olgunlaştıkları dönem arasında geçiş özelliği göstermekte. Yani albümün yarısı, başlangıcı diye parmakla gösterelim, pek ala pek güzel. Geri kalanını da daha durgun ve fena değil parçalar oluşturmakta. Sonlara doğru biraz sünüyor ve parçaların basit yapısı göze kulağa batmaya başlıyor. Yine de favori gruplarımdan birisi olan Placebo'dan şık bir kayıt diye özetleyip geçelim.

7,50+/10

13 Aralık 2017 Çarşamba

Sainkho Namtchylak - Cyberia (2011)

Tuva'lı sanatçı emsallerinden biraz farklı bir albüm kaybetmiş. Çift sididen oluşan albümde şarkıcının ki kadın olduğu ayrıca belirtilmeli, sesi dinleyiciye yalın ve doğal haliyle ulaşıyor. Hiç bir enstrüman yok diğer bir deyişle. Ayrıca boğazının gıcıklanmasından, boğazını temizlemesinden canlı bir kayıt olduğu anlaşılıyor. Beklediğimiz gibi gırtlaktan söyleme tekniklerini birbirini ardına kullansa da bazılarının daha sıklıkla sergilendiğini söylemek mümkün. Dolayısıyla biraz değil bayağı bayağı belgesel kayıt gibi kulakta tınlıyor. İngilizce seslendiği şarkıların çok da bu tarz bir müziğe uymadığını  ve bazı pes seslerin de rahatsızlık uyandırdığını ekleyebilirim. Türe özgü doğanın ferah ferah açıklığını yansıtabilme gücünden ziyade atmosfer kendi içine kapanık hatta klostrofobik bir etkide bulunuyor. Sanatçının biraz dünyaya açıldığını ve vokal cazımsı bir saiki hissettirdiğini de belirtmeliyim. Tarif etmek zor, kesinlikle caz ya da art pop demiyorum ama modern dünyanın gölgesini taşıdığı da aşikar.

7,50/10

12 Aralık 2017 Salı

Cem Kalender - Kayıp Gergedanlar

Tekrar bilmemkaç gün sonra merhaba. Bu romanı uzun süre önce okumama rağmen hala hissettirdikleri ile aklımda kaldığını söyleyebilirim. Geçen süre dolayısıyla detaylı çözümlemelere girmeyeceğim. Birbiriyle bağlantılı üç ana hikayenin yürüdüğü roman çok katmanlı olmakla tanımlanmakla birlikte ben biraz daha yataylığın hakim olduğunu düşünüyorum. Küçük bir kasabaya giden bir aile: Suna hanım, veteriner eşi ve evlerinden dahi çıkarılmayarak dünyaya/diğerlerine karşı korunan ve anneye bağımlı yetiştirilen çocuklar. Anne Maraş katliamında ailesinin hemen hemen hepsini kaybetmenin etkilerini taşımaktadır. Kitapta gereksiz yere şehrin eski ismiyle anılan Maraş katliamının yavaş yavaş tüm vahşetiyle gelmesi ve mezhepsel ayrımların dost komşu demeden vahşete evrilmesi tüm çarpıklığıyla gözler önüne seriliyor. Bu da romanda kendi suyunu takip eden diğer bir hikaye. Annenin çocuklarıyla ilişkisinin evrildiği yıkıcı nokta da annelerini kaybettikten sonra birlikte intihar eden gayet yetişkin (sanırım) üç kardeşin gerçek yaşamını hatırlatıyor. Bu hikayeye kasabanın yalnızlıktan bunalmış genç belediye başkanı da eklemleniyor. Üçüncü hikaye ise  veterinerin bir türlü bulamadığı gergedanları ve gergedan çobanı arayışında metruk bir kulübede yaşayan anne ve çocukları ile iletişime geçememesi üzerine gerçeküstü bir gölgede şekilleniyor. Bu doğrultuda yazarın psikanalize yönelimli modern felsefe parçacıklarını metne yedirdiğini söylemek mümkün. Özellikle annenin anlattığı masalların dili yazarın güçlü yönü olmakla birlikte romanın akışında ve genel dilinde anlatamadığım bir renksizlik bulunuyor. Bu da elbette romanın sarsıcı etkisini perçinlemekte.

8