28 Şubat 2010 Pazar

Kylesa - Static Tensions (2009)


Sludge metal'i temposunu hızlandırarak ve tabi ki groove öğeleriyle süsleyerek geliştiren, diğer tür dinleyicilerine de dinleme kolaylığı sağlayan grubun bu albümde öne çıkan diğer bir unsuru da oldukça enerjik ve renkli bateri kullanımı. Sonradan bir yerlerde çifte bateri kullandıklarını duydum, anlamadım. Çok da kurcalamak gibi bir fikrim yok, büyü bozulmasın. Vokaller türün içinde değişmeyen -naorijinal- bir öğe olarak kalmış. Genel sound ise Baroness ya da Sword (ahh, ikisini hep karıştırıyorum)'u andırıyor.
Mistik bir rifle örtünmüş tribal ritimler üzerine kurulu Unknown Awareness fevkaladenin fevki bir parça, muhteşem. Bayan vokal ya da iğdiş edilmiş genç bir uğlan çocuu vokali destekli ve ortadoğu etkilenimli Running Red ile çırpıcı yıkıcı boyun kırtlatıcı Only One da dehşet anlarından birkaçı albümün. Açıkcası bizim milletin seveceğini tahmin ettiğim sert ve groovy, rafine kafa sallamalık bu albümü gözardı etmeyin.

8,50+/10

27 Şubat 2010 Cumartesi

Isis - In the Absence of Truth (2006)


Post-hardcore /sludge öğelerine sahip bir soundun öncülüğünü yapan grubun bu albümünün öncekilerine göre daha sert olmaması kolay dinlenilirliği otomatikman sağlamıyor. Besteler genelde yavaş tempoda ve kurşuni bir atmosferin ağırlığı altında ilerliyor. Parçaların yapıları post-rock tarzındakileri andırır şekilde gittikçe sertleşen bir doğrultuyu takip ediyor. Özellikle clean vokallerden post-hardcore sounda geçiş akıl alıcı güzellikte. Bana grup Cult of Luna'yı hatırlattı bu haliyle. Tabi büyük ihtimalle İsveçli grup bunları örnek almıştır. Baterinin tribal tok vuruşları dikkat çekici. Gitarlar güzel, hayat güzel, sevelim sevilelim, öyle yani. Hipnotik, albüm kapağındaki gibi biraz botanik. Müptelası olduğum bir parça olmamakla beraber albüm atmosferi dolayısıyla kendini dinletiyor, akla bir çentik atıyor ve ihtiyaç halini alıyor dinlemek, ilginç doğrusu yanlışı. Çünki kabul etmek gerekir ki dinlenceyi sıkmayan artistik (sanatsal manasında) katakulliler var işlenen, başarıyla. Bunu da şarkıları vokalle nakaratlarla felan boğdurmayarak ve enstrümanlara geniş bir yer açarak sağlamış bulunmaktalar efendim.
Tamam, kabul ediyorum, Hassan Sabbahi son iki şarkı bir miktar daha özel benim için.

8,0+/10

world is waiting
god is found
not in rivers but in drops

25 Şubat 2010 Perşembe

Joe Abercromie - The First Law III: Last Arguments of Kings


Sanki demirden leblebi yutum, mideme kurşuni bir lokma oturdu. Sonu ile son dönem filmlerde de moda olan iyi-kötü değil olduğu gibi (bu gibi durumlar için sıkça kullanılsa bile belirsiz sıfatı abartıya girer biraz, hayatın kendisi belirsizdir çünkü, ne yapak aga? ağlayalım mı?) bitme halini yaşatıyor yazar bize. Her fantastik kurgu gibi değişim imgesini sorgulayan bu kitap çözümlemelerini daha felsefi bir noktaya taşıyor. Klasik iyiye olgunlaşmaya doğru bir gelişme süreci ters yüz ediliyor ve "olgunlaşan", insanlara değer vermeyi öğrenen Jezal aynı zamanda aptal cengaverliğinden sıyrılıp korkak bir role bürünüyor. Ve bu tespit doğal karşılanıyor. Ya da Logen'in cinnete yenik düşmesi ya da manipülatif Bayaz'ın süper-egosunun patlaması ki neden yüzyıllar yaşayan, devlet kuran bir büyücünün bu kitapta tanrı gibi değil de alelalade bir adam gibi işlendiğini anlamış değilim. Neyse muhabbeti yapılabilecek tartışmalara gebe bir son cilt. Daha önceki dediklerime ek olarak burada alaycı yorumların azaldığını söyleyebilirim, eğlence eksilten bir şey. Hemen kitabı özetleyelim..
spoiler
Sorgucubaşı Sult'un emriyle Glokta yeni kralı seçecek Lordları etkilemek için diğer adaylar gibi çalışmaya başlar. Bu arada kuzeyde Bethod yenilmiş ama kaçmayı başarmıştır. Başkent'e geri dönen Bayaz önderliğindeki grubumuz ise dağılmaya başlamıştır. Jazal West'in kızkardeşi Ardee ile oynaşarak vaktini geçirir. Kısa bir süre sonra Kapalı Konsey Jazal'ı sevgilisinin yatağından çıkarır. Seni albay yaptık ve de köylü isyanını batıracak ordunun başına getirdik derler. Yanında Bayaz onbinlerce kişilik ayaklanmanın lideriyle görüşür ve nedense asi lider isyanı biterecek şartları çok kolay kabul eder. Sonradan öğreniriz ki bu adam Bayaz'ın şekil değiştirebilen yardımcılarından biridir. Büyünün yasak olan kurallarını güneydeki "kötü" büyücülere kullanmak konusunda hiç çekimser değildir Bayaz. Kuzeye geri dönen Logen ise Birlik tarafındaki savaşan eski arkadaşlarıyla karşılaşır ve Dogman'ın liderliğini kabul eder. Buna rağmen onun düşmanı olan pek çok kuzeyli barbarda bu grubun içindedir. Dötünü kollamak zorundadır hep. Hah hayt. Neyse tepelerin şefi yarı deli ismi lazım değil bu gruba bir plan sunar. Kendi yurtlarına çekilip Bethod'u kendi üstlerine çekecekler ve bir kalede direnip düşmanı Birliğin ordusu ile aralarına alacaktır. Fakat Mareşal ölünce diğer iki general West'i dinleyip harekata başlamayı reddederler ve başkentten gelecek yeni kral ve yeni başkumandan kararını beklemeye karar verirler. Bu esnada tepelerdeki direniş şiddetlenir. Savaşırken kendini kaybeden Logen bu cinnet hallerinde dost düşman dinlemez, gavura da vurur dosta da. Has be has arkadaşı TulDuru'yu da öldürür, tepelerin şefinin sabisübyan evladını da. Zamanında Birlik ordusu da yetişir ve Bethod'un ordusu dağıtılır. Bethod bu sefer kendi kentine kaçmıştır. Başkumandan olan West bunu Jazal'ın kral olmasına borçludur. Çünkü başkentte lordlar meclisi kralı seçmek için tartışadururken Bayaz'ın kahraman gibi göstermeye çalıştığı Jazal'ın aslında kralın gayrimeşru bir çocuğu olduğu iddiasını ortaya atar. Parayla vs.. sonunda bu genç kral olur. Fakat arkasında ne kadar kıl olsa da büyücünün gölgesi vardır. Ve kitapta bu iddianın büyük ihtimalle uydura olduğunu öğreniriz. Glokta ise derin bir dilemma içinde kıvranmaktadır. jazlı sevmez bir kere. Ayrıca amiri Sult ile deli gibi borçlu olduğu esrarengiz bir banka arasında bocalamaktadır. İşte bu karışık durumdan faydalanan Gurkha ordusu adayı istila etmeye başlar. Birlik kuzeydeki orduyu geri çekmeye başlar. Bethod'u üstlendiği şehirden çıkarmak için Logen düelloya davet eder. Feared adındaki büyüyle güçlendirilmiş bir adamla zorlu bir düelloyu kazandıktan sonra Bethod'un kafasını ezer. Ve destekçilerinin haykırışlarıyla kuzeyin yeni krlı olur. Fakat Birliğe yardım etmek için başkumandan Westle birlikte ve bir grup arkadaşı beraber adaya yola çıkarlar. Başkent Adua fena bir işgal altındadır. Bayaz ile Ferro'ya güneyde yardım eden diğer bir büyücü ve Quai Kanedias'ın eski evine bazı silahları almaya gitmişlerken Ferro da onları gizlice izler. Ve evin içinde o büyülü tohum denen taşı bulmayı başarır. Fakat Bayaz'ın yardımcısı şekil değiştirir ve Kanedias'ın kızının Quai'yi bayağı bir müddet önce yediğini ve onun yerine geçtiğini öğreniriz. Normalde Bayaz ilk büyücülerden Juvens'in öldürülmesinin intikamı için Kanedias'ın evine gittiğinde Kanedias'ın Bayaz'ın sevdiği öz kızını kuleden attığını ve aynı sonu Bayaz'ın elinde paylaştığı hikayesi mit olarak gelmiş. Ancak ölümle anlaşma yapıp gelen bu kız Bayaz tarafından öldürüldüğünü söyler, çarpışırlar felan. Ferro elinde tohumla kaçar. Bayaz da kuleyi kilitler. İşin ilginci güneydeki kötü büyücü tayfası Khalul ve adamları Juvens'in de Bayaz tarafından öldürüldüğünü, aslına kendilerinin her nasıl büyünün yasaklanmış yollarına sapsalar da, mecburiyet!, kendilerinin kutlu bir yol izlediklerini düşünürler. Kısacası işler arapsaçı, siyah beyaz , tarafını tutacağınız biri yok kitapta. Neyse sonunda Birlik ordusu yetişir, sokak sokak çarpışırlar. Bayaz da Ferro'nun yardımıyla 100 güneyli büyücüyü ötedünyaya yollar. Yan efekt olarak radyasyon benzeri bir salgınla sivillerin ölmesini ise pek yadırgamaz. Böylece Gurkhalar çekilmeye başlar. Glokta ise savaş öncesi kendi tuttuğu paralı askerlerle önce kendi has iki adamının Sulth ve bankanın casusları olduğunu öğrenir. Sonra Sulth'un Bayaz'ı durdurmak için yaptığı ayini basar. Onu tutuklar. Hiyaneti ortaya çıkarmıştır. Savaşta Grim denen kuzeyli de ölür. Dogman'ı elçi olarak bırakıp kuzeye dönen Logen eski adamı Black Dow'un düşmanları ile anlaştığını görür. Aslında Logen'e hep ölüm getirdiği, kendi arkadaşlarını dahi öldürdüğü suçlaması getirilir. Serinin başlangıcında Shankalrdan kaçmak için bir uçurumdan aşağı nehire atlayn Logen burada da kraliyet konutunun penceresinden aşağı nehre atlar. Ölür mü kalır mı belli değil. Ferro tohumu kullandığı için ölülerin seslenişi hep duymaktadır ve o da metafiziksel olarak güçlenmiştir. İntikam için güneye Gurkha sarayına yolaçıkar. Logen ile olan gönül ilişkilerinin bu kitapda emaresi okunmaz. Kendi yoluna giderek kaybolur Ferro. Bayaz yeni archlector olarak Glokta'yı hasadamı yapar. Glokta Ardee ile evlenir. Bayaz güneye Khalul ile savaşmaya ya da başka gizli işleri yürütmeye gitmeden önce kral Jazal'ı yönlendirme işini ona verir. Bu arada Jazal'ı da sözünü dinlemesi için biraz hırpalar, kuzu olur kuzu.. Bu arada gizemli bankanın ardındaki ismin de Bayaz olduğunu öğreniriz. İyiliğe en yakın isim olan West ise salgından etkilenmiştir ve vücudu deforme olmuştur, ölmek üzeredir.
Kitap böylece ansızın biter. Off yazdıklarımı okuyacak halim kalmadı. Beni anlam kaymalarımla kabul edin..

24 Şubat 2010 Çarşamba

Sony Rollins - Saxophone Colossus (1957)


Ne yazıkki o kadar da hoşlandığım bir albüm olmadı. Öncelikle dinlediğim önceki caz albümleri bir yetenek şovu şeklindeydi. Sadece albüme isim veren ana müzisyen değil diğerlerinin de şovlarına tanık oluyorduk. Burada saksafoncu Rollins dışında baterist ışıldıyor, diğerleri geri planda kalıyor. Evet piyano solo yapıyor, kontrbası rahatça duyuyoruz ama yeterli değil. Diğer bir sorun da melodilerin çok kuvvetli olmaması. Daha çok serbest stilde doğaçlamaya benziyor parçalar. Bu yüzden de ne kadar dinlersem dinleyeyim konsantre olup parçaları takip edemiyorum. Vardığım sonuç şu: Kesinlikle caza yeni başlayanlar için uygun değil..

7,25/10

23 Şubat 2010 Salı

The Strokes - Is This It (2001)


Pekçokları tarafından geçen on yılın gelmiş geçmiş en iyi albümü olarak listelenen garage rock yapıtı bu payeyi büyük olasılıkla türün yeniden ve bir miktar modernize canlanışına önderlik etmesiyle kazanıyor. Hiçbirşeyi zamanında yapmamak gibi pis bir huyum olmasından kelli böyle şartlangıçları pek iplemiyorum. Sound ne sert ne yumuyumuyumuşak, güzel bir ayarda sabit. Zaten bir klasiğe dönüşen Last Nite örneğin grubun bu albümdeki en yırtıcı parçası. Aslında albümün ikinci yarısı daha bir gözalıcı. Alone, Together yavaş vokal ve hareketli müzik arasında eğlenceli bir gerilimin yaşandığı güzel bir parça. Last Nite hemen ardından geliyor. Ana bölümlerinde sadece bas gitarın güzellik kattığı Hard to Explain'in nakaratı stadyum kalabalığına yakışır eğlenceli bir ritim üzerinde ilerliyor. Maalesef çok basit ve az aptalca bulduğum New york City Corps izliyor bu şarkıyı. Ve sırada en sevdiğim bir nevi süpriz şey, alakasız albümlerde parıldayan inci! O bir gönül titreten! Kumsallardan alıp New York'un debdebeli sokaklarına sürükleyen! Lafı uzatmayalım, karşınızda Trying Your Luck. Kapanışı da hareketli, azcık sinirli bir şekilde Take it or Leave it ile yapıyoruz. Evet son yarıda güzel bir gol atıyorlar.

7,75/10

22 Şubat 2010 Pazartesi

RETRO: Aylin Aslım ve Tayfası - Gülyabani (2005)


Mutluluğun yolu majezikten geçer..
Her ne kadar yerli piyasada kaliteli çalışmalarıyla müstesna bir yerde tanımlayabilsek de tıpkı Nil'in son albümü gibi bu albümün de kaydı soğuk modernizmin tipik bir örneği. Belki de önceki dönem solo procesinde daha sıcak şirin bir sounda sahip olduğunu bilmemin bir etkisidir bu. Ne gülyabani ne de kalender meşreb ustura titizliğiyle eğlencenin yaratılamaycağını gösteriyor. Tabi ki benim şahsi fikrim bu. Diğer yandan sözlerdeki toplumsal gerçekcilik bir yerde, Güldünya mükemmelliğe ulaşırken genelde garipselliği geçmeyi başaramıyor.EEEEEEhhhHHH Dediklerimi boşverin. Garip bir albüm bu, aldığım keyif ruh halime dinlediğim ortama göre değişiyor. Kimi zaman banalın önde gideni kimi zaman modern zamanların arka sokak rock'ı.. Değişmeyen şeyler de var. Böyledir Bu İşler ve Ahh hep iyiler arasındayken en dipteki şarkı da hep Ayben düetli Gelinlik Sarhoşluğu oluyor nedense.

7,0/10

21 Şubat 2010 Pazar

V.A. - Century Vol. 2 : Le Chant des Premiers Chrétiens (2005)


20 cd'den oluşma Sacred Mvsic derlemesi içinde de yer alan bu yapıt erken dönem hristiyanların ilahilerini içeriyor. Vokal nağmelerine dayanan parçaların bir kaçı bir araya gelip chant denilen kümeler oluşturuyor. Vokal ise genelde sololara dayalı olup bayan dahil değişik renkler taşıyor. Bu chantlar'ın tarihi 5 ila 11 yüzyıl arasında benim çok da hazzetmediğim gregoryan ilahileri öncesi bir periyotta tarihlendiriliyor. Bizans dönemine ait 21 dakikalık Old Roman Chant akıl durduran müthiş nağmelere sahip 3 parçadan oluşuyor. Müthiş bir deneyim açıkcası. Vokal tam istediğim gibi. Bizans ve hristiyan müziğinin ortadoğuyla ilişkisini ve klasik Türk müziği üzerine etkilerin izlerini duyumsamak mümkün. Ayrıca albümdeki en eski bestelerden Ambrosian Chant'ın bayan vokalli son parçası neredeyse kıyamet sonrası endüstriyel ambiyans müziğin büyükbüyükbüyükbüyükbüyükbüyükbüyükbüyükbüyükbüyükbüyükbüyükbüyük atası olduğunu kalkan tüylerimiz vasıtasıyla bizlere kanıtlıyor. Hem uyku modunda hem pürdikkat dinlemeye müsait bu güzel albüm elbette farklı müziklere kulağı açık insanlara önerilir ve bittabi birmilyonüçyüzyürmiikibinsekizyüzyirmibeş kez haleluyeeaahh nidalarını duyacağınız konusunda bir uyarıya ihtiyaç duyar.

9,0/10

20 Şubat 2010 Cumartesi

RETRO: Graveworm - When Daylight's Gone (1997)


İlk black metal dinlemeye başladığım dönemlerde dahi bana soft gelen bir sound hakim albüme. Ucuz ve yoğun kullanılan klavye ve gittikçe yükselen tempoda güzel ama gerçekten güzel bir duygusallıkta gitar sololara bağlanan basit bir formula takip eden ve işte bu yüzden genel itibariyle sıkıcı bir hale dönüşebilen gotik besteler öne çıkan özelliklerinden bir kaçı İtalyan grubun. Ayrıca bence hiç de fena olmayan death çizgisine yakın vokal de dikkat çekici.
Şarkılardan ise başlangıçlar fena değil iken ana yemek olarak hafif klasik akustik gitar melodisiyle başlayıp sık sık tempo değiştiren ve sonda gotike kayan When the Sky Turns to Black tabaklarımıza servis ediliyor. Kahkaha efektinin nadiren yakıştığı parça albümün genel karakterini 5 dakikada özet bir şekilde sunuyor. "Black metal mi ayoll? kedi kesiyo onlar anacııım" gibi fikirlere sahip naif arkadaşların rahatça dinleyebilecekleri bir albüm olduğuna inanmaktayım.

6,75+/10

17 Şubat 2010 Çarşamba

Overkill - Under the Influence (1988)


NEDENN, neden, aahh neden? Kendine has melodik bir çizgi çiziktirmişkene klasik thrash'e dönmeye ne gerek vardı? Kötü değilsiniz de ne gerek vardı? Hele bi açıklayın bana! Fazla söz etmeye gerek yok, laf olur. Heh he. Son üç şarkı, buna rağmen bir şölen. Head First, End of the Line ve biraz da Overkill III (Under the Influence) ki bu torun Overkill serinin en iyisi.

6,75+/10

16 Şubat 2010 Salı

King Diamond - Voodoo (1998)

Elmas Kral yıllar boyunca ufak tefek ama takdiredilesi değişiklerle aynı tarzını grubu Mercyful Fate aracılığıyla sürdürmüş, bu da yetmemiş kendi solo çalışması olarak sürüsüne bereket albüm çıkarmış. İşte bu anlarda insan merak ediyor, yahu hiç mi sıkılmazsın, hiç mi sıkılmazsın kendi sesinden? Yahu bir death metal yapasım geldi şöyle böğürtülü demedin mi hiç içiden? Hep ciyy ciyaaqq ciy ciyaqq. Neyse bu albümde de sesini bir nota yukarı aşşağı harmonik şekilde dalgalandırdığı hoş bir vokal nağmesi bulmuş, dinlemesi hoş. Misal, Salem ya da A Secret. Zaten hem kendi solo projesinde hem de grubunda özellikle belli dönemlerde müzisyenliğini beğendiğim bir ekip toplamayı da başarıyor danimarkalı amcamız, bu albümde öyle. Konu olarak da Abigail benzeri bir eksende vudu büyücüleri ile dolu bir malikaneye taşınan şanssız beyazanglosaksonamerikan ailesinin başına gelenlere tanık oluyoruz gene. Albüme adını veren parça perküsyonla açılarak albümün genel çizgisinden ayrı bir yerlerde duruyor, şık olmuş. Yine 90!ların ruhunu yakalayabilmiş One Down Two to Go ile hayli majestik kraltik The Exorcist hoş parçalar. Dinleyecek tek albümüm kaldı King Diamond'dan. Ondan sonra ver elini Behemoth!

6,75/10

14 Şubat 2010 Pazar

Joe Abercromie - The First Law II: Before They Are Hanged


Batıdaki eski imparatorluk üzerinden ıssız bir adada saklı tohum denilen sihirli bir taşı elde etme umuduyla yapılan yolculuk şaşırtıcı bir şekilde başarısızlıkla sonuçlanır. Yine de elde hiç bir şey yok değildir. Züppe Jezal yüzünden ve ayaklarından yaralandıktan sonra mütevaziliği, başkalarına da değer verilmesi geektiğini öğrenmeye başlar. İnsanlara güvenini kaybetmiş Ferro kuzeyli barbar Logen'le yakınlaşır. Rehber Longfoot ya da çırak büyücü Quai gayet pasif bir karakter çizmektedir. Bu yolculukta eski imparatorluğu kendi düşüncesine göre şekillendirmeye çalışan bir büyücünün yanısıra Bayaz'ın eski yavuklusu başka bir büyücü ile karşılaşırız. Onlar güneyde kendini peygamber ilan edip yamyam destekçileri sayesinde Gurkha'yı perde arkasından yöneten Khalul'a savaşımda Bayaz'a özellikle tohum denen taşı ki uygulaması ile büyük kentleri yokedebilecek güçte ve bu gücünü büyücüler arasında yasaklanmış prensiplere uygun bir şekilde öte dünyadan alan bir taş, araması sebebiyle destek vermiyorlar. Güney'den bahsetmişken Gurkhaların kuşattığı Dagoska'nın baş sorgucunun kaybolmasını, şehir içindeki komploları araştırmak ve istilaya karşı şehri savunmak amacıyla Glokta görevlendirilir. Kitabın en müthiş karakterlerinden olan sakat Glokta şehri yöneten kurulun çoğu üyesinin komplonun parçası olduğunu bilindik işkence yöntemleri ile açığa çıkarır. Eski sorgucu da Khalul'un bir yamyam destekçisi tarafından imha edilmiştir. Şehri kuşatan orduya karşı ise özellikle esrarengiz bir bankadan aldığı para yardımıyla bir süre dirense de şehrin düşeceği anlaşılınca başkente geri çağrılır. Başarısızlıkla suçlanacağını sanırken aslında Archlector tarafından gayet iyi iş başardığı söylenerek başkentin sorguculuğuna atanır. Kuzeyde barbarlara karşı ise Logen'in eski grubunun Birlik yanlılarına katıldığını görüyoruz. Politik çekişmeler orduya hakim olduğundan West , şımarık prensin tümeninde savunmaya çekilmiştir. Bu prensin aptalca saldırı emri vermesiyle büyük bir hezimete uğrarlar. Logen'in eski grubuyla birlikte prens, West, demirci bir eski hükümlü ve kendini onun kızı olarak tanıtan bir hatun ordunun diğer tümenlerine ulaşmak için yola çıkarlar. Prens kıza tecavüz etmeye çalışırken West onun ölümüne sebep olur. Tabiki bu olayı saklarlar. Ordunun ana karargahında ise Bethod'a karşı başarı yakalansa da hala savaş sonuçlanmamıştır. Çarpışmalarda Shankaların Bethod ile işbirliği açığa çıkar. Bu yüzden bazı kuzeyli savaşçılar Logen'in grubuna katılırlar. Fakat hem West'in sevdiği ama Dogman'le fingirdeşen kız hem de grubun lideri Threetrees ölür. Ekibin başına Dogman seçilir. Başkentte ise Gurkha elçisi Khalul'dan gizli olarak geldiğini ve imparator adına barış yapmak istediklerini söyler. Bu günlerde Birlik'in tek varisi diğer prens de öldürülünce Arclector'dan aldığı emirle bu elçi öldürülür. Aslında Khalul savaşın devamını istemektedir. Olayı derinleştirmek isteyen Glokta borçlu olduğu banka tarafından engellenir. Zaten komada yaşayan kralın zayıf sağlığı sebebiyle üçüncü ciltte işlenecek olan ayrı bir dertler silsilesi başlayacaktır.
Özetle karakter yaratmada, ilginç detayları saplamakta ve yetişkinlere yönelik içeriğiyle parıldayan kitabın belki de amatörlükten kaynaklı bir akış bir metin problemi var. Hikaye bazı yerlerde ilgiyi yukarılarda tutamıyor. Süpriz ve gizemler iyi değerlendirilemiyor. Örneğin Bayaz'ın manipülasyonları çok aşikar ve ileride olabilecek olayların temel taşları çok kaba. Yani tahmin edilmesi çok kolay. Yine de şu haliyle okuduğum iyi kitaplar arasında yerini alacak bir seri.

RETRO: Tual -Tual 2005 (2005)


Bütün inceliklerin kökünü kazıdıkları 2005 çıkışlı ikinci albümleri ile alaturka arabesk piyasaya sadece melodilerle değil sözleriyle de yaklaşıyorlar. Ve bu albüm son ürünleri oluyor. Yer yer hoş vokal nağmelerin pırtlaması ne yazık ki pek bir şey ifade etmiyor. İşin ilginci piyasa koşullarına yaklaşan metal ve rock camiasındaki gruplar genelde başarılı olamıyorlar. Demek ki piyasanın da bir onuru varmış. Sadece bir şarkı, Hüzün (Ayazda köprüler) dramatik yapısı ile dikkatimi bir nebze çekebildi. Geri kalanlar Alpay, kel olan bar şarkıcısı Alpaydı galiba?, soundlu alaturka arabesk arabesk (2 kere) pop pop pop (3 kere) rock.

3,25/10

13 Şubat 2010 Cumartesi

Persefone - Shin-ken (2009)


Samuray Japon konseptine sahip albümün ilk introsunu saymazsam başlayan ilk şarkının daha 1-1,5. dakikasında şaşakaldım. Ardarda gelen 3 tür vokalin (clean, blackimsi ve gurul gurul death) hepsi de irkiltici can sıkıcı mı çıkar? Ve nedense şarkının bir pasajını Manga'ya benzetip baştan ciddiye almama sorunu oluşmasına ne demeli? Neyse gelgit birkaç vakit insan sıkılmadan dinlemeyi başarabiliyor albümü. Progresif metal öğelerine borçluyuz bunu. Yine türünün genel özelliğine uygun olarak belli geçişler sololar felan akıl alıcı güzellik taşıyor. Klavye, ataksever bateri, gitar tonu bunlar sevilesi şeyler. Albüm kısa kısa Japon ambiyansını taşıyan pasajlarla bölünmüş olmakla beraber melodik death etkili prog metal hat üzerinde ilerleyen şarkıların içinde bu etnik öğelerin zayıf kaldığını düşünüyorum. Parçaların tempolu çalınmasına da bir itirazım yok. Maalesef sözlerini bulamadım, konseptin ilginçliğinden dolayı okumak isterdim doğrusu. Sonuç olarak aslında fikirleri güzel ve pek çok iyi faktörü bir araya getirmişler. Ancak pratiğe dökerken ciddiye alınması gereken böyle ağır bir projenin (Japon konseptinden bahsediyorum) altında bir miktar ezilmişler görünüyor; özellikle amatörlüklerinden, yemeleri gereken birkaç fırın ekmekten kaynaklandığını sanıyorum.
death Before dishonur fav.

7,50/10

12 Şubat 2010 Cuma

Yeah Yeah Yeahs - Fever to Tell (2003)


Tiramisuyu seversiniz, kuru fasulyenin yemeğine bayılırsınız, krema soslu makarna favorinizdir ki ben nefret ederim, ama hepsinin bir arada yenemeyeceğini tatmadan da anlayabilirsiniz. Bu örnekte ise çiğ soundu, dolaysız punk yaklaşımı, samimiyeti, basitliği vessair sevmeme rağmen biraraya geldiğinde neden kafamda yıldızların oluşmadığı konusunda bir fikrim yok. Tatma işlemini de bir defadan fazla gerçekleştirmişkene... Aslında bir fikir yürütebilirim. O da şarkıların çoğunun müzikaliteye sahip olmamasına , genelgeçmez müzikal yapıdan aykırı durmasına bağlı olarak hiç de şarkıya benzememesi, belki ..
Öne çıkan parçalar ise zamanla bir klasiğe dönüşmüş olan Maps ile Date with the Night. Açıkcası Karen O'nun deli gibi çığırışlarından ziyade gerçekten şarkı söylediği, sesini titrettiği kısımları tercih ederim.

7,25/10

11 Şubat 2010 Perşembe

Grave Digger - War Games (1986)


Grup bir miktar daha geleneksel hard rock çizgisine yaklaşsa da, halihazırda basit şarkılar daha bir basitleşse de bence BMC (heh he duramadım) bence eğlence dozajı yüksek şarkılar kaydetmeyi başarmışlar. Genelde şarkı isimlerinin onbinmilyonkez melodik tekrarına dayalı nakaratlara sırtına yaslayan bu parçalar arasında ahan da olmuş işte bu süper diyebileceğin bir şey de çıkmıyor. Olsun, grubumuzun her albümünde yer alan bed sesli aşuk maşuk baladıyla idare edcez artıkın. Ne demişler? Aşk kalbimi kırıyor derdo derdo heyy..
Grup 80'lerdeki macerasına glam rock yapıp piyasadan azcık biz de nemalanalım ideolojisi bayrağı altında Digger ismiyle devam etmeye çalışarak ellerine yüzlerine ve bilumum yerlerine beceriksizliklerinin izini bulaştırmışlar. 90'larda ise heavy metal piyasasına power metal pelerininin altında tekrar giriş yapmışlar.

7,0-/10

8 Şubat 2010 Pazartesi

RETRO: Emperor - Anthems to the Welkin at Dusk (1997)


evet evet evet hayır
evet evet hayır hayır
evet hayır hayır hayır
eh
.
senfonik hatta neo-klasik düzenlemelere yer açılarak daha derli toplu bir görünüm elde edilmesi diğer pek çok senfonik black metal örneklerinde olduğu gibi (bkz.Limbonic Art) potensiyel yumuşamanın üzerini blastbeatlerle kazımalarla taramalarla takatukalarla örtme çabasını haklı çıkartmıyor, türün dilemması bana göre. oradan buradan hortlayan güzel riflere diyeceğim bir şey yok. sonuçta 1+1=1 denklemini benim gözlüğümde kanıtlayan başağrıtıcı bir deneyim.
Ye Entrancemperium
.
6,75+/10

Crossfire - Aggression Treaty (2005)


Çıkış albümleri ile yerli piyasada ufak çaplı bir heyecan yaratan grup çoğu yerli oluşumda olduğu gibi ( Türk'ün en büyük düşmanı kendisidir, o kadar devlet kurduk hepsini de kendimiz yıktık misali) kısa süre içinde bir duraklama belki de bir dağılma sürecine girdiler. Ne mutlu ki bu albümü kaydetmeden değil. Sound Iced Earth (ki aslında o kadar da sevmem grubu) ve Nevermore benzeri bir doğrultu izliyor. Power metal etkili thrash metal mi thrash metal etkili power metal mi sorusu yumurta tavuk hikayesini hatırlatıyor. Vokalin yetersizliği uygun bestelerle geçiştirilebilse de yine kulağa zaman zaman batıyor olması bize bu albümde gözardı edebileceğimiz bu kusurun genellleştirilemeyeceğini ifade ediyor. Ne dedim ben yahu? Neyse madem grup yukarıdaki yabancı grup benzetmelerine çok kıl oluyor. O zaman albümü şöyle anlatabilirim.
Kucak kucak grammyleri toplayan Beyonce şirinliğindeki besteler Shakira kıvraklığıyla hepimizi büyülüyor. Dansseverler de unutulmamış, Pittbull'vari club havaları bazı parçalarda baskın çıkıyor. Bununla birlikte sözlerde Kanye West sofistikeliği Eminem'inkilerle yarışıyor. Tabiki kulağı keskin dinleyicilerin de gönlü Tori Amos benzeri duygusal açılımlarla alınmış görünüyor. Puhaha.
**
Dream Within a Dream, Eternal Lies (Non Serviam), Unfair, The Forsaken, Gelibolu

8,0+/10

7 Şubat 2010 Pazar

Editors - Papillon (2009) Single


Bugüne kadar özellikle vokali yüzünden hep uzağında durduğum post-punk grubu sonunda şansın daha doğrusu benim ilgimin bacağını çatırtana kırdı. Koşan adamlı klibiyle televizyon ekranlarında da arz-ı endam eden parçanın single'ının en önemli özelliği Tiesto remiksi içermesi. Tiesto felan anlamıyorum bu dans ayaklarını. Ama parça gerçekten şukela. Post-punk'ı elektronik ile 80'lerin ortamında birleştiren şarkı synthleri ile gözlerimi yaşarttı, you're my papillon derken vokal gönlümü eritti.

It kicks like a sleep twitch
it yerine ne koyarsanız koyun artık.

9,0/10

Blut Aus Nord - Memoria Vetusta II: Dialogue With the Stars (2009)

Bir baştan bir sondan. Grubun ilk albümünden sonra son yapıtına baktığımızda hiç de bahsedildiği gibi avangart (ingilizcesini yazmaktan bir kaç denemeden sonra vazgeçtim) endüstriyel metal etkisiyle yoğrulduğuna tanık olamıyoruz. İzleri var tabi. Daha çok gayet modern atmosferik bir albüm. Sound biraz boğuk gibi, vokal gerilerde kaydedilmiş. Zati sözleri de internette bulamadığım için bahsedilen mevzular muamma kalıyor. Zor bir dinleme olacağına dair kanaatim ise garip ve çarpık/melodik bir gitar tonuna sahip riflerle yerle bir oluyor. Şarkıların hemen hemen hepsinde bu yöntem kullanılarak kulağa alışkanlık kazandırılmış. Albümün en güçlü yanı da zaten yer yer saykedelik'e kaçan yer yer "ahan da yıldızlara ulaştım şimdi de yıldızlarla lafın belini kırıyoz" temalı albüm ismini haklı çıkartan bu keskin kafa buldurucu riffler. Şahsen memnun olmadığım unsurlar ise modernist bir garip kayıtın yanısıra (ki aslında bol tekrara dayanan hafiften endüstriyel kokan drone bölümler ile melodik geçişlerin vs. dengesi süper tutturulmuş) bazen sahte baterinin ,dram maşinn, kulağa hiç de tamamlanmış gelmemesi.

8,0/10

6 Şubat 2010 Cumartesi

mewithoutYou - It's All Crazy! It's All False! It's All a Dream! It's Alright (2009)


Allah Allah Allah isimli parçalarını görünce çocuksu bir safiyetle İbrahim Tatlıses cover'ı beklemiştim. Bunun yanısıra grubun ismi, albümün ismi ve bittabi albüm kapağı hepsi birlikte bir kuul teslisi oluşturması da es geçilemez. Teslis lafını boşuna geçirmedim. Zira grup hristiyan bir grup. Ve buradaki şarkıların çoğu en basit tabiriyle sözler açısından ilahi sınıfına sokulabilinir. İşin daha da garibi İslami terimleri "Hak La İlahe İllallah" gibi kullanmaktan kaçınmamışlar. Nedense bu kısımlar Arabik değil Yahudi-Slavik tınlıyor. Çekinmeyiniz, müzik folk etkilenimli indie pop-rock gibi bir minval üzerinden ilerliyor. Ama adamlar musikide bile ilginçliklerini devam ettirmişler. Altyapı albüm kapağındaki ebruli çalışmayı andırır şekilde koyu tonlarda farklı enstrümanların katkısıyla renk cümbüşü kıvamında. Anlatılan fabllar ve hikayeler doğrultusunda halihazırda garip olan vokaller de sürekli bir devinim içinde. Konuşan kargalar, tilkiler, böcekler, patlıcanlar,çilekler.. Müsamere rock diyorum, geçiyorum. Kulağa oldukça hoş en azından meydan okuyucu bir enteresan gelen bu şarkılar bir arada dinlendiğinde bünye de yorgunluk yaratıyor. Ayrıca tek tek sözler incelenerek yapılan bir dinleme eylemi fantastik bir kafakarışıklığına sebep oluyor. Neticede wikipedik bir araştırma sonucu grubun beyni olan kardeşlerin İslami kökenden doğma sufi şeyh Bawa Muhaiyaddeen'in müridi olan eski bir hristiyan ve eski bir yahudiden müteşekkil ebeveynlere sahip olduğunu öğreniyoruz. Çocuklar hristiyan kültüründe eridikten sonra, bilirsiniz batıda sufizm dinlerüstü eklektik bir hale bürünüyor, tekrar bu sufi öğretisine yaklaşmışlar bu albümü hazırlarken.
Neyse ne, ilk başlarda dinlemesi zor ve gayet derin bu albümün içinde favori olan parçalarım Goodbye I ve senfonik prog rock gruplarına taş çıkartan King Beetle on a Coconut Estate.

7,25+/10

Redd - Plastik Çiçekler Ve Böcek [Akustik] (2008)


Prog rock etkilenimli hoş bir sound tutturan ve ikinci albümleri özellikle Prensesin Uykusuyum adlı parçasıyla benim de dikkatimi çeken grubun bu akustik kaydı aklımda tek bir soru oluşturuyor. Ne gereği vardı? Depresif elektro gitar tonunu terkedip piyano ve akustik gitar, bateri de yok, bilmiyorum.. kendilerini bacaklarından vurmuşlar gibi. Vokalin güzelliği bir yere kadar. Sonuç olarak bu albümü beş kere felan dinlemişimdir. Biraz da zorlanarak.. Albüm kapağı gibi fazla steril fazla temiz.

6,25/10

5 Şubat 2010 Cuma

Gustav Holst - The Planets (1974)


Andre Previn/London Symphony Orchestra
Klasik müziğe oldukça talihsiz bir seçimle modernistlerden başlamıştım. Biraz araştırınca bu türe merak salan yeni dinleyicilere tavsiyelerde bulunan bir kaç listeye rastladım. Bu albümü de bu vasıtayla dinlemeye karar verdim. Aklınızda bulunsun filmlerde reklamlarda çokca kullanılan pek çok klasik besteyi içerir derlemeler ve best of'lardan ve daha klasik isimlerden başlamak daha faydalı sonuçlar verecektir. Holst'u duyduk mu? Hayır. 20.yy'ın başında İngiltere'de yaşayan besteci modernizm ile eski tarz arasında köprü kurduğu bu çalışma ile 1. dünya savaşı esnasında magnus opum'unu vermiş ve daha sonra anladığım kadarıyla ünü bu yapıtın altında kalmış. Wikipedia'da okuduğuma göre gayet ilginç bir kişilik. Neyse bu albüm Andre Previn adlı şef (conductor)'in yönetiminde Londra senfoni orkestrasınca kaydedilmiş. Klasik müziğin erbabları açısından şefler, ki orkestrayı yönlendirme haricinde eserlere kendi yorumlarını da katıyorlar amma ve de lakin bizim gibi ilk başlayanların kulağı bunları pek ayırtedemiyor, kayıt kalitesi/plak şirketi ve biraz da orkestra çok önem arzediyor. Şeflerin ve sanatçıların her besteciye bulaştığını söylemek zor, ömür yetmez belli besteciler üzerine yoğunlaştıkları görünüyor. Misal Bach'ın piano eserleri için Glenn Gould kayıtları bir klasik. Araştırıp vakit ayırınca öğreniyoruz bunları. Yine neyse, önemli şefler ise:Karajan, Bernstein, Abbado, sonracııma Mehta, Solti, Rattle, Haitink, Klemperer, Kleiber, Böhm...
Planets'e dönersek besteci astrolojideki rollerine göre 7 gezegen hakkında beste yapıp bu suiti toparlamış. Şarkılar daha önce de bahsettim gibi içeriğini sound ile de çok çok başarıyla dolduruyor. Örneğin muhteşem açılış parçası Mars, the Bringer of War adlı parçada sefere hazırlanan ordu temasını üflemeli çalgıların majestiğiyle birlikte gayet açık duyuyorsunuz. Kardeşimi aldım, test ettim diğer şarkılar da ismine uygun ruh halini yansıtmada çok başarılı. Venus, the Bringer of Peace ile gevşeyip huzura ulaşıyorken, Jupiter ile neşe ve sevinç durumunu hissedebiliyorsunuz. Şarkıları şöyle bir listeleyeyim.
Mars, the Bringer of War
Venus, the Bringer of Peace
Mercury, the Winged Messenger
Jupiter, the Bringer of Jollity
Saturn, the Bringer of Old Age
Uranus, the Magician
Neptun, the Mystic
Ah, evet Neptun'de kendimi haberci gibi hissetmiyorum. Ama bu durum hoş bir melodinin defalarca değişik şekillerde tekrarlandığı parçanın güzelliğinden bir şey eksiltmiyor. Uzun lafın belinin ortasından kırılmışı şu, buradaki parçalar film müziğine alışkın modern dinleyiciyi kesinlikle memnun edecek sinematik etki taşıyorlar. Ayrıca tekrarlamalardan kaçınmayarak dinlenirliği kolaylaştırmışla. Benim şahsen klasik müzikte sinir olduğum sessiz kısımların uzaması ve aniden gürlemeler burada da bir miktar mevcut. Fakat bu dinamik özellik parçalar arasında paylaşıldığı için rahatsız etmiyor. İngilazlar ne der?:
"a must"

9,25/10

DeVotchKa - How It Ends (2004)


Radyo dinlediğim vakitler,eskiden çok eskiden, sık sık Radyo Eksen'de rastladığım grup Meksika soslu ağır karanlık pop-rock yapıyor. Yanlış duymuyorsam hafiften bir Balkan baharatı da var. Keman, akustik gitar ve trombon (?) bolca duyduğumuz enstrümanlar. Şili biberi kıvamında acı dolu vokalin yanısıra hareketli parçalardaki perküsyona dayalı ritimler, akordiyonun yerli yerinde kullanımı diğer önemli öğeler. Laf aramızda bazı anlar vokalin yetersiz tiz tınısı rahatsız edebiliyor. Albümün baştacı kral asası parçası ise benim hambıl mımbıl fikrime göre Such A Lovely Thing. "you only love me when i'm leaving" diyor çikolata renkli grubumuz.
The Enemy Guns, Lunnaya Pogonka ile Charlotte Mittnacht ailecek sevdiğimiz diğer şarkılar. Arabesk alıntılara devam..

and i have given my body
to the mexican army
but my heart and soul
belong to you my love
so let the enemy guns
cut me to ribbons
for my eternal soul
will know the way back home

7,25/10

4 Şubat 2010 Perşembe

King Diamond - The Graveyard (1996)


90'lar>80'ler
(şimdilik)
Heads on the Wall, Digging Graves, I Am'deki gitar/klavye uyumu, çığlık vokalin Daddy'de hırıltılı hal alması, albüm sonlanırkenki garip gitar tonu

7,50+/10

3 Şubat 2010 Çarşamba

RETRO: Tual - Pencere (2001)


Yorgunum çok yorgunuum... aradan bu güzel dinlendirici albümü çıkarayım bari. King Diamond yarına kalsın. Dünyanın öbür ucunda iş bulursan çalışmaya başlamadan telef olursun böyle. Yarın sabah da sağlık kontrolü, ne alakası varsa. Hmm firma amerikan, chuck gibi bişiler olmasın cia (yazıldığı gibi okunur) felan. Ayrıca gözlüklü ve daha beyazım. Fazlam var eksiğim yok chuck'tan hah ha.. İşin en zor kısmı akşam 9'dan sonra yemek yemenin yasaklanması, midemin en faal olduğu vakit!, hanım kızımız su içebileceğimi söyledi ama Allah razı olsun.
Guilty pleasure dosyamın önde gelen konu başlıklarından biri de bu grup olmalı, daha doğrusu bu çıkış albümleri. Aslında guilty felan hissetmiyorum kendimi, başkalarına da göğüs gere gere gere tavsiye edebilirim. Arabesk rock ve anadolu rock türlerinin dışında en basitiyle melankolik taverna (pop) rock diye bir yere denk düşürtebileceğim sound hakkında hiç te iddialı olmadığım bir iddia hipotezim bile var. Vokalin güzel kalitesine, vokal nağmelerine ince ince altyapıya bakınca ben nedense 80'lerin synth bazlı prog rock gruplarını hatırlıyorum. Böyle uzaktaaaan bir gözünü kısıp diğer ayağının üzerinde zıplarsan eminim sen de duyumsayacaksın. Yani bu adamların hiç de boş olmadığına inanıyorum. Oy oy oy puding yedim de azcık kendime geldim. Saat de 9'u geçiyor, problem olur mu ki acep?

7,25+/10

2 Şubat 2010 Salı

Grave Digger - Witch Hunter (1985)

Dinledikçe güzelleşeceğine vücudumda isilikler çıkartacak derecede sıkıntı verici bir hale büründü grubun bu ikinci albümü. Açılış Parçası Witch Hunter dinamik rifiyle öne çıkıyor gibi bir atak yapsa da ilk albümden Heart Attack'ın zayıf bir taklidi olmaktan öteye geçmiyor. Aslında buradaki şarkıların hepsi önceki albümdekilerin birebir gölgesi gibi. Sadece yerleri değişik. Yine baladlardan şansları yaver gitmiş. Love is a Game fena değil, daha kısa olmalıymış, bu da başka bir mevzu. Fight for Freedom diğerlerine göre daha bütünlüklü daha tam bir parça nakaratıyla köprüsüyle barajıyla. O kadar. Vaatın önde gideni sancak taşıyan sancaktarı.

5,50/10

1 Şubat 2010 Pazartesi

Art Blakey and the Jazz Messengers - Moanin' (1959)


Jazz müziğinin eğlenceli bir versiyonu olacağını hiç düşünmemiştim. Ritmine alışıp ukela cazseverler gibi parmak şıklatmamanın kafa oynatmamanın mümkünatı yok. Özellikle trompet ve saksafon destekli melodiler, benim de dahil olduğum cazzza yabancı kişilerin aklında yer etmiş "cazda da melodimi olurmuş dın dın" klişesini yerle yeksan ediyor. İşin şaşırtıcı yanlarından biri de gruba önderlik eden Blakey bateri yörelerinde iskan etmekte. Hünerlerini ortalığı batman resitaline çevirdiği Drum Thunder Suite ile sergiliyor. Tam bir süper kahraman soundtrack'i. Albümün başarılı olduğu bir nokta da dinlemesi keyifli moral hoplatan parçaların tekdüzeliğe hapsolmaması. Bugün bile bir farklılık yaratıcılık yapmaya çalıştıkları çok belli. (tırıl tırıl marş çalan trampet benzeri ritimlerin egemen olduğu Blue March gibi) Allah bilir o zaman nasıl bir tepki yaratmıştır bu albüm.

8,75/10

Overkill - Taking Over (1987)

Pörtleyen gerçekler: 1) iş buldum, bu da daha az müzik daha fazla çalışma ve daha fazla mani demek. Böylece gloria jeans'ın karamel soslu bol kremalı caramelatte'sini daha sık içebilirim. 2) Uni-rock'ın bu seneki gruplarına yabancı kaldığımdan kelli bu grubu dinlemeye karar vermesem hayatta dönüp bakmazdım albümlerine. 3) büyük ve klasik grupları dinlememe huysuzluğundan oluşma demir duvarım çatır çatır yıkılıyor. 4) thrash deme dudak bükme. yakıtını power metal önceli nwobhm'den alan ve thrash'ın sert hırçın havasını teneffüs eden bu albüm... iyiymiş yauu. teknik kapasite gösterme uğruna groovy ve enerjik yönlerini kaybetmeyen ve de müziğin aydınlık eğlenceli tarafında duran grubun cephede fedagar elemanı vokal Blitz'in katkılarını da daha bir takdir ediyorum, baba oğul ve kutsal ruh adına seni takdir ediyorum..
5) Fear His Name! In Union We Stand! Powersurge! Deny the Cross! 6) Yeşil logolar çkk çkk! iğrenç.

8,50/10