28 Şubat 2011 Pazartesi

Agathocles / Depressor - Trash (Split) (1998)


Antik çağ devirlerinde henüz internet lüks iken ki işsiz bir adama hala lüks kaçabilir özellikle limitsiz ki çalışmama rağmen bak şimdi düşününce her ay ödediğim 50 lira koydu oturdu şuracığıma, metal dinlemek isteyen biri mp3 kayıtlarını iki yerden alabiliyordu. Biri Aksaray'da ne sattığını bilmeyen seyyarlardan ki virüs var mı bunda sorusuna olmaz mı ağbı virüs var ne ararsan var diyen satıcılarla karşılaşmışlığım var, profesyonelce derlenmiş Rus cd'leri toparlayabilirdiniz. Diğeri de yerli malı yurdun Akmarı civarı yarım yamalak artık neyse. Ama burada da seçenek boldu. Agathodaimon bulmuşluğum vardı vardı da içinden çıkan bu gürültülü kaydı duyunca dumura uğramıştım. Sonra öğrendim araya kaynayan karıştırılan başka bir şey. Agathocles ve Agathodaimon. Agatha Christie kitabı sokuşturmamışlar iyiki. Neyse bunun adı grindcore. Böğ böğ gargara vokal, sert ve hardcore u hatırlatan dur kalklar, sert müzik yani. Büyük ağbi Agathocles'in belki de biraz destek amaçlı çıkarttığı ikiyüzyirmisekizinci split deki konuk Depressor adını taşıyor. Fakat daha sonraları da ortalardan kayboluyor bu grup. Toplam on buçuk dakka. Agathocles kısmı biraz daha pro durmakla beraber soud kalitesi irrezil dolaylarında. Tam da sert ve rezil şeyler canım çekiyorken iyi gitti doğrusu. Depressor ksımı garip başlıyor, veled sesli biri biz Depressoruz ee şarkı isimlerimiz eee diye bişiler geveliyor. Sonra klasik punk-hardcore-death arası birkaç klasik örnek ardından kayıt rapli hip hoplu bir hal (olağanüstü hal olsa gerenk) de sonlanıyor.

7,0/10

27 Şubat 2011 Pazar

Ex Oriente Lux

Teenage Panzerkorps - German Reggae (2011)


Güncel albümleri çok ihmal ediyorum. Neredeyse şubat bitiyor ve ilk 2011 albümümü yeni dinliyorum. Der TPK olarak da bilinen grup amerikan müzisyenlerle alman vokal ve aynı zamanda hasadamın güçlerini birleştirmesiyle kuruluyor. Fakat alman ruhu albüme yüzde yüz hakim, bir kere sözler almanca, hisler almanca, karanlık almanca. Türe çok aşina olmamakla birlikte post-punk'ın erken dönemlerinin izini taşıdığını tahmin edebilirim. Çünkü şarkıların kısa olması gibi bazı punk tavırlarına sahip albüm. Vokalin nutuk çeker gibi şarkı söyleme tekniği ve kaydın garipsiliğine de kısa sürede alışıyorsunuz. Özellikle albümün başlangıcı mühhtiş ritimler sayesinde yürek kabartan bir etkide bulunuyor. Gitarların halusinejik yankımasının parçaların kısalığı sebebiyle damağınızda bıraktığı eksik tat şarkıları tekrar tekrar dinlemenizi sağlayabilir, uyarması benden. Sonlara doğru aynı büyüyü devam ettiremiyor yalnız.
Dediğim gibi tür bu mudur bu türün tipik bir örneği midir bilemiyorum. Ancak gotik rock ve endüstriyel musiki (martial) gibi etkileri de damla damla hissetmek mümkün. İnternet ise özellikle krautrock ve noise rock diyor, bilgim yok susarım.

8,0/10

26 Şubat 2011 Cumartesi

A Forest of Stars - Opportunistic Thieves of Spring (2010)


Grup aynı yoldan yürümeye devam ediyor. Dramatik sinematik progresif post black metal gibi bir şey bu yolun adı. Otoban sayılmaz tali yol. İşte bu konspept sebebiyle şarkıları sırasıyla dinlemek gerekli. Aslında albümü (ki albüm 70 dakikanın üzerinde) 6 uzun parçaya ayrıştırmaya da gerek yokmuş. Albüm tek bir parçadan da oluşsa olurmuş. Çünkü yoğun bir muud ve tempo değişikliği mevcut parçalarda. Yanlış anlamayın baş yapıt demiyorum. Bir kere dinlemesi çok güç. Tempolu anı var sesiz kısmı var. Nakarat diye bir şey yok. O yüzden ritimler ve rifler önem kazanıyor. Bir şarkıda arz-ı endam eden bayan vokal bile bu yüzden büyük fark yaratıyor. Ayrıca kemanın yoğun kullanımı da ağızlarda şukela bir tat bırakıyor. İlk şarkıdaki enerji süper cezbedici. Albümdeki favori parçam ise Summertide Asp. Kapanış parçası da sunduğu ağır ve bazı kısımlarıyla füçuristik atmosferi ile pek bir etkileyici.
Önceki albümle kıyaslayamayacağım. Zira bu tarz albümleri dinledikten sonra aklınızda pek bir şey kalmıyor. Daha doğrusu aklınızda kalan şey albümü dinlerken duyduğunuz haz sadece.

8,25/10

25 Şubat 2011 Cuma

Ludwig van Beethoven - Symphony No.5 & No.6 'Pastoral' (1984 Karajan)


Klasik müzik tarihinin belki de en ünlü eseri Dadada DAANN dadada DANNN anladınız siz onu. 5. senfoninin başlangıcı, daha afilli söyleyelim Allegro con brio. Diğer takip eden kısımları ile birlikte dinlemesi gayet keyifli. Lakin geçmişte klasik bile dinlerim ama cazı hiç sevmeyeceğim gibi büuük bir laf yutan benim için işler biraz tersine dönmüş gibi. Piano ok, romantik duygusal olsun lütfen. Ancak bu tarz senfonileri dinlemek bazen, baen değil çoğu zaman ızdırap halini alabiliyor. Doğa temalı 6. senfoni de biraz öyle. Bakmayuın siz böyle 8 üstü puan verdiğime. Beethoven bile anlamıyor demesinler diye biraz da.. Belki de bunda Karajan'ın bir etkisi vardır ki internette bir başka kayıtta 5. senfoninin bir kısmını dinledim. Evet o ağır , vakur, sound olarak cilalı hava yoktu. Ancak samimi ve duygusal bir tavır takınmıştı.

8,25--/10

24 Şubat 2011 Perşembe

Rage - Execution Guaranteed (1987)


İyi başlayıp iyi sonlanan albümün arada kalan parçalarından pek bahsetmesek iyi olur. Bir kısmı sönük sıkıcı , bir kaç tanesi de garip. Thrashy riflerle canlanan Execution Guaranteed misal, vokal performanından pek bir negatif ekleniyor. Ha keza Deadly Eror ciuv ciuv lazer efekti içeriyor. Fazla da klavye oynatmam bu albüme.

6,0/10

22 Şubat 2011 Salı

Blur - Leisure (1991)


Grup ilk albümünde kendi tarzlarından farklı bir rota tutturup biraz saykıdelik biraz dreamy enerji yoksunu bir rock çizgisini takip etmişler. Brit-pop öncesi İngiltere'de belli bir popülariteye ulaşan bu tür Madchester olarak adlandırımakta olup ileri gelen bir kaç isim de Stone Roses ve Happy Mondays'miş. Her iki grubun da bir kaç şarkısını dinlemiştim. Tarif ettiğim soundla aynıydı şarkıları. Neyse bütün bunlara rağmen shoegaze havalarında She's so High, eğlenceli pop There's no Other Way, efendime söyleyeyim Bang ve bunalım Sing kulak kabarttığımız parçalar. Albümün özellikle son üç-dört şarkısı tümden atılıp vakitten tasarruf edilseymiş ve yine bazı parçalar daha kısa olsaynış hayat bayram olacakmış. Albümdeki şarkıların ortak özelliği genel bir siliklik hali ne bileyim vurgu noksanlığı. Bununla birlikte ön cephe gitar sanatı ve ön cephe değişken vokal sanatı tam müzayedelik.

I can't feel cos I'm numb
What's the worth in all of this?
Sing to me

6,75+/10

20 Şubat 2011 Pazar

MFÖ - Peki Peki Anladık (1985)


O dönemde de Avrupa'ya açılma gibi bir furya var mıymış musiki cemaatinde bilmiyorum. Ancak albümün yarısı İngilizce parçalardan oluşuyor. Belki o dönem ülkemiz müzikseverlerin kulaklarının evensel müziğe daha bir açık olduğunun kanıtıdır. Albümde her iki versiyonuyla yer alan Diday'ın ne kadar sinir bozucu bir şarkı olduğunu bu güne kadar anlamamışım. Ayrıca Barcelona ve Vamos da üjbeş dinlemeden sonra sıtkı sıyırtanlar cinsine katılıyor. Neyseki hala eğlencesini koruyabilen Peki Peki Anladık'ı dinleyebilme fırsatını bulabiliyoruz. İlk albümde olduğu gibi sufiyan bir şarkıyı da eklemişler albüme, Buselik Makamı. Mazhar Alanson'un solo albümünde funk versiyonu ile yer alan New York Sokakları ise daha bir durgun. Kısacası çıktığı yıllarda ses getirebilen bir pop çalışması olabilir. Yıllara dayanabildiğini söyleyebilmek ise bir o kadar güç.

7,25/10

19 Şubat 2011 Cumartesi

Johnny Cash - American IV: The Man Comes Around (2002)


Yakalandığı ölümcül hastalık öncesinde seri halde yaptığı kayıtlarla büyük beğeni kazanan yılların emektar country şarkıcısının belki de bu seriden en dikkat çekeni bu dördüncü çalışması. Özellikle ölmeden önce bir adamın geçip giden hayatını değerlendirdiği ve aslı Nine Inch Nails'e ait şarkı Hurt'un yeniden yorumunun bu başarıda büyük bir etkisi var. Yolun sonu aynıysa bu başarı ve kariyer saçmalıkları beni tilt ediyor. Ama sonuçta bir sanatçının ürettikleri ile hayatta saygınlık kazanması önemli bir şey. Neyse Hurt duygusal bağlamda güçlü olsa da (ve albümdeki en iyi şarkılardan biri) dinlerken öyle kendimi doğrayasım dağlara taşlara vurasım gelmiyor. Bir kere sofistike The Man Comes Around çok daha etkili bu konumda. Ki iki şarkıya da bağıra çağıra eşlik etme ihtiyacı duymamak mümkün değil. Evet bağıra çağıra eşlik de ettim, yaptım bunu :-) I Hung My Head gibi şarkılarda somutlaşan karanlık kovboy ağıtları ile dolu albüm. Fakat neşeli polifonik gürültülü bir sound yerine basit yalınlığı seçmeleri de güzel olmuş. Albümün içerdiği ilginç bir cover da Personal Jesus. Bu yorumu da sevdim.

7,75/10

18 Şubat 2011 Cuma

RETRO: Blind Guardian - The Forgotten Tales (1996)


Sert müziğe uzak arkadaşlara metali ve grubu sevdirebileceğimiz bir çalışma bu. Eğlenceli, Mr. Sandman, Barbara Ann, Surfin USA gibi şarkılar, diğer coverlar ki aslı Mike Oldfield'e ait To France bile bu albümü dinlemenin bir sebebi olabilir, ve kendi şarkıların akustik ve yahut senfonik versiyonlarını içeren albüm bir tür derleme toplama çıkarma ürünün meyvası. Seyirci eşliğinde söylenen efsanevi The Bard Song da burada, folk etkisinin ele avuca sığmaz halde somutlaştığı Lord of the Rings ilen A Past and Future Secret da burada. Fazla iddialı bir iddiam olacak, grubun en iyi albümü?

8,50+/10

17 Şubat 2011 Perşembe

Lugburz - Behind the Gates of Black Abyss (2003)


Yüzüklerin Efendisi'ni konsept olsrsk işleyen her müzikal proceyi dinlerim. İspanya ellerinden çıkan grubun martial endüstriyel hebü hübü türündeki bu güzel albümü maalesef güzel bir denemenin ötesine geçemiyor. Bir yerde kullanılan keman ya da bayan vokali haricinde türün tüm klişelerini taşıyan albüm synt'in na-oricinal efektlerini de yanında getiriyor. Savaşlı bir isim taşıyan şarkıda beat hızlanıyor, melodik olanda gevşiyor. Felan. Bir kere orta dünyanın havasını bile alamıyorsunuz.Filan. Kötü değil ama sıkılmamak da mümkün değil. Hele türün diğer gruplarını dinlemişliğiniz varsa.

6,0+/10

15 Şubat 2011 Salı

RETRO: Slayer - Show No Mercy (1983)


Nedense grubun gereğinden fazla büyütüldüğünü düşünmüşümdür hep. Ne yapayım. Ben bugünlere nu-metal cenderesinden geçerek geldim. Sonra direkt melodeath (hail DT,IF ve AA), black metal devam ettik. O yüzden ne klasik heavy metal (Iron Maiden misal) ne de thrash'e (Metallica hariç zaten onlar da çok popüler) bulaşmışlığım oldu. Gençliğimde yani. Bir elimi tutup oğlum metalin hası budur böyle dinlenir diyenim olmadı kısacası... Aradan geçen onca zamanla birlikte albüme ısınmışımdırım belki umuduyla bir kez daha kulak verdiğimde, çok fazla şey değişmediğini görüyorum. Thrash deyince klasik sound nasıl olurmuş albüm onu gösteriyor. Enerjik sımsıkı rifler. Dinlerken bile insan nefes nefese kalıyor. Heavy metal havasını da sezinlemek mümkün. Mesela Motörhead gibi başlayan Face the Slayer favori parçalarımdan biri. Black Magic, zaten .. Mars'ta yaşamıyoruz değil mi? Bir de Crionics var güzellerden.

7,50/10

14 Şubat 2011 Pazartesi

Grand Magus - Hammer of the North (2010)


Doom-stoner havasından sıyrılıp klasik ama hoptempo heavy metal kisvesine daha bi bürünen grup bu albümüyle hala pek çok emsal grubun kıçına tekme savurabiliyor, savurmasına da kıyas noktası olarak belirlediğimiz Iron Will gibi bir şaheserin yanında sönük kalıyor. Aslında bu bestelerin daha epik, daha duygusal, daha agresif kısaca daha güzel versiyonlarını zaten dinlemiştik önceki albümünde. Bir de üstüne üstlük klişeler klişesi bir albüm kapağıyla çıkmıyor mu karşıma edepsüz.

7,50/10

13 Şubat 2011 Pazar

Erol Sever - Yezidilik ve Yezidilerin Kökeni


Pek çok spekülasyona konu olan Yezidilik dini Şeytan'a tapıcılık olarak lanse ettirilmek istense de bu inancın kökenleri çok daha karmaşık. Bir zamanlar daha büyük bir coğrafyaya yayılmış olan bu din ulusallaşmanın sancılarını modern politikanın manipülasyon cenderesi altında olağancılığıyla yaşarken yazılı tarihlerinin ve homojen kimlik bilincinin eksikliği konuyu çözüme kavuşturmada yardımcı olamıyor. Nihayetinde Kürtçe konuşsa bile özellikle öğretilerinden dolayı basitçe Kürt ulusu içine dahil edilemeyen bu halkı kimse kendi kendisine bırakmıyor. Sonuçta varolan kimliklerini koruma kaygısı geçmişte kendilerini Yezid bin Muaviye'de temsil etmelerini sağlamışken gerçk ve hayal birbirine geçmiş durumda. Hatta bir dönem dini liderleri kendi kökenlerini Asurlarda gördüklerini bile belirtmiş. Azday ulusu ve Kürtlüğü de eklersek tablo daha da karmaşıklaşıyor. Lakin bu kitabın köken konusunda yazdıkları akla oldukça uygun bir perspektif sunuyor. Bir kere bu dinin kökenleri aslında gayet ortodoks bir sufi olan Şeyh Adiyy'in tarikatına dayanıyor. Tıpkı Dürziler ve bilumum heterodoks mezhep gibi İslamı içselleştirememiş kabileler üzerinde bir kaç nesil sonra tarikat inanç yönünden farklı bir mecraya yol alıyor. Ancak öğretilere en büyük katkıyı 1200'lere kadar Harran yöresinde Sabiilik kimliği ile tanınan bir tür Asuri paganizmi yapıyor. Tabi sonraları hanedanlara zor yıllar geçiren ortakçı isyancı mezheplerle yeniden doğan İrani dinlerin etkisi de arkaik olarak görülebiliyor. Ama milliyetçi sebeplerle bu dini sadece Zerdüştlüğe bağlamak özellikle bu öğretinin temel direği dualizmin Yezidilkte çok zayıf olması gerçeği ile bağdaşmıyor. Sonuçta Ortadoğu burası, halkların kaynaşıp kaynaşıp coğrafyayı kaynattığı bir bölge.
Kitap mı? İyi ve ufuk açıcı. Pahalı da değil, hatırladığım kadarıyla.

Rage - Reign of Fear (1986)


Süper kapak resminin hakkını veremiyor gibi. Kötü değil aslında. Hafiften thrash etkili sert ve hızlı bir heavy metal. Vokal zaman zaman sinir hoplatıyor. Parçalar yüzyıllardır dinlediğimiz benzer heavy metal besteleri. Bazı rifler, bazı geçişler güzel pek ala. Ancak ki ancak yetmiyor.

6,25/10

12 Şubat 2011 Cumartesi

Satanic Warmaster - Carelian Satanist Madness (2005)


Hem grup ismi hem albüm ismi yeterince satanik. Şarkı isimlerine bakalım. Vampiric Tyrant, Eaten By Rats, 666, evet evet karşımızda kvltkare bir albüm duruyor. Darkthrone ile karşılaştırırsam biraz daha agresif ve kompleks besteler, Sargeist'e göre daha klas vokal. Darkthrone'daki bumbastik, punkımsı ritimlere burada da rastlıyouz. Ancak bazı anlar şarkılar sönük bir hale bürünebiliyor. Son şarkı ise kilise orgu eşliğinde mistik gazelleme.

7,75-/10

11 Şubat 2011 Cuma

Jean-Pierre Rampal / Lily Laskine - Sakura: Japanese Melodies for Flute and Harp (1978)


İşten, güçten, aileden, akrabadan ne biliim çocuklardan, dünyanın ahval ve şerait durumundan , günlük kaygılardan stres topuna dönüşmüş düğüm düğüm düğümlenmişinizdir. Aklınıza hemen uzuuun bir plan proce belirir. Geleneksel bir Türk hamamında tellalın ayağına paspas olur, Fin (Finlandiya ülkesi yahu) saunasında ter atar sonrasında Tay masajıyla ferahlarım gibi. Hiiç bu kadar zahmete girmeye gerek yok. Bu sessiz sakin albümü dinlemeniz kafi. Misal ben! Serviste işe giderken albümü açtığımın bir ila bir buçukuncu dakikası arasında kesin düşler aleminde kelebekleme yüzüyor olurum. Akşam dinlediğimde ise omuzlarımdaki ağırlık bir hafifler bir hafifler serçe misali vallahi. Bir flüt, bir lir. O kadar. Dokunsan kırılacak naiflikte yaptıkları şarkılar hakkında çözümleme felan yapacak değilim. Konsantrasyonum o kadar da güçlü değil. Sonuçta her zaman maça değil sonuca da bakmak lazım. Hatta bu şarkıların japonluğundan bile eminim, bu tarz bir flütü geçtim de lirin japon folkloründe bir yerinin olduğunu zannetmiyorum. Yine de bestelerde japonsuluğu tatmak mümkün. Ne bileyim, pragmatik olmak lazım. Rahatlatıyorsa sorun yok, devam.
Bu arada Tunus'a selam, Mısır'a selam, sırada?

7,25+/10

8 Şubat 2011 Salı

MFÖ - Ele Güne Karşı Yapayalnız (1984)


Grubun klasikleşmiş parçaların neredeyse yarısı bu ilk albümünde yer alıyor, şaşırdım doğrusu. İlla hepisini seveceksiniz diye bir şart yok ama Ele Güne Karşı, Bu Sabah Yağmur Var İstanbul'da, Güllerin İçinden, Bodrum, Deli Deli, Yalnızlık Ömür Boyu gibi şarkıları bilmiyorum yok efenim hiç duymadım diyenleri Taksim meydanının ortasına çekip dövüyorlar, öyle arasokakta felan değil hani. Daha bir dikkatle baktığımızda ise şarkılardaki değişken havayı, tempoyu rahatça seçebiliyoruz. İşte bu yüzden gayet net bir pop albümü diye etiketleyebiliriz bile.

8,25/10

7 Şubat 2011 Pazartesi

RETRO: Timo Tolkki - Classical Variations and Themes (1994)


Stratovarius'un ilk dönem vokalisti Tolkki bu ilk solo albümünde klasik parçalardan parçacıkları kendi yazdığı enstrümentallerin yanına katmış iki de kendi seslendirdiği hali vakti yerinde parçayı serivermiş. İnce ince baktığımızda meoldik harmonik güzel iş, klasik, neo-klasik felan. Ama bir dakikacıktan 5 dakikaya değişen parçaların biraraya gelmesi voltranı oluşturmamış. Ortaya yama mamalı kadük bir şey çıkmış.

7,0/10

6 Şubat 2011 Pazar

R.Scott Bakker - The Prince of Nothing I: The Thousandfold Thought


Beni İngilizce roman okumaktan soğutan felsefeyle yüklü zor dili, saçma ve de sapan karakterleri, yine ve yine haçlı seferi mantığı ile öne çıkan serinin sonunda sonuna geldik. Acaba öyle mi? Tabi ki hayır, okumamı sağlayan esrarengiz konsey senaryosu burada sonlanmıyor. Zira yazar yeni bir üçleme ile hikayeye devam etmiş. Ama benden bu kadar pes ettim.
Kısaca Cnaüir konseyin ajanına dönüşüyor, haçlı ordusu zorlu bir süreçle Shimeh'i elegeçiriyor. Conphas Fanimle işbirliği halinde. Ama kuşatmada Achamian'a yeniliyor ve kendi kuvvetleri Kellhus'a katılıyor. Amcası konsey ajanlarınca öldürülünce kısa bir süreliğine kral olan Conphas'ın ölümüyle Nansur devleti de yokluyor.
Dini lider Maithanet'in aslında Kellhus'un babası Moengus'un oğlu olduğu ortaya çıkıyor. O da gizli planların gizli bir parçası. Kellhus ise kendi tanrısallığına inanmış durumda babası ile sonunda karşılaşır. Babası Fanimlerin arasında konseyin planlarını keşfettiğini ve onları durdurmaya çalışacak planlar geliştirdiğini falan anlatır. Konseyin ruhlarını cezalandırmadan korumak için öte dünya ile bu dünyanın bağlantısı kesmeye çalıştıklarını açıklar. Bu da ancak dünyadaki insanların çoğunun ölmesi ile gerçekleşecektir. Kellhus Dunyainlerin konsey gibi düşündüklerini söyleyip babasını pıçaklar. Onları takip eden Cnaür ise Moenghus'u öldürerek yılların öcünü alır. Kellhus artık süper büyücü gibi bir şey olup Fanim büyücülerini yok eder, şehri alır, tüm insanları birleştiren yeni bir devletin ilk adımlarını atar. Achamian ise Kellhus'un arkasındaki gizemi keşfetmeye karar verir. Onu, yeni dini, tüm büyücü okullarını ve davetini geri çeviren Esmenet'i reddederek bir asiye dönüşür. Kitap böylelikle bitiverir.

RETRO: Blind Guardian - Bright Eyes (1996) Single


Varlığını bir türlü anlayamadığım single kavramına anlam ve mana katan bir çalışma. Bir kere grubun en aydınlık yapıtı. Ayrıca Bright Eyes ve Imagination bıdı bıdıyı yeniden zevkle dinletebilen versiyonları yer almakta. Diğer yandan Mr. Sandman ve Halelujah isimli eğlenceli kristmas ayarında şarkılar da mevcut.

8,25+/10

3 Şubat 2011 Perşembe

Janelle Monáe - The ArchAndroid (2010)


Geçen senenin en beğenilen albümlerinden biri olan The Archandroid uzun bir süredir helecanla bekleniyordu. Konsept hikayesi, alternatif soundu ile pop piyasasına yeni bir soluk getiren çalışma soul, hip-hop, vokal caz gibi türleri etki olarak barındırıyorken progresif bestelerle dikkatleri celbetti. Kısaca indie-pop diyelim geçelim. Ancak dinlenmesi kolay diye bir iddiam yok. EP'sini dinleyen birisi olaraktan Monae'nin, biraz hayal kırıklığına uğradığımı söylemek istiyorum. Zaten albüm uzun , bir de tarif edemediğim bir entellektüel sanatsal enerji düşüklüğü içeriyor. Özellikle ilk şarkılar daha bir güzel başta Tightrope olmak üzere ki benim favorim.

6,75/10

1 Şubat 2011 Salı

Oasis - Definitely Maybe (1994)


Binlerce yıl önce ingiliz medyası iki grubu birbiri ile yarıştırdı, kıyasladı. Ringin bir tarafında Oasis, Beatles'dan ve rock n rolldan etkilenmiş hırçın kardeşler projesi, diğer tarafında daha aklıselim daha çeşitçi az biraz deneysel Blur. Eh Blur öldüğüne göre bu maçın galibi Oasis sayılır, tabi eski hallerinden eser kalmadı.
Grubun bu ilk albümünde cazırtılı gitarların eşliğinde punk etkisini duyumsamak mümkün. Bunda Liam Galagher'ın ukala, bezgin söyleme tarzının da katkısı var elbet Ancak çok da heyecanlanmaya gerek yok. Çünkü bu albüm çok genç işi İngiliz. Ve biz ne İngiliziz ne de en azından ben gencim.
Slide Away müthiş bir parça. Live Forever, Supersonic, Cigarettes & Alcoholes da öne çıkan diğer parçalar. Tabi nerede Wonderwall, Don't Look Back in Anger ya da Champagne Supernova? Beklemek gerek..

7,0+/10