30 Kasım 2014 Pazar

Progenie Terrestre Pura - U.M.A. (2013)

Dinleyeceğime dair bahsini geçirdiğim Britanya black metaline göz atmadan önce son uğrak noktam geçen sene nispeten ses getiren İtalyan bir grubun ilk çalışması oluyor. Sözleri de İtalyanca olan bu çalışma albüm kapağında da vurgulamaktan kaçınmadıkları gibi uzay çağının müziğini yapıyor. Her zaman müzikte sentezleme yöntemi olarak da vücut bulan deneyselliği sevdiğimden bahsetmişimdir. Nasıl küp kübik resimleriyle Picasso'yu resim bilgisi kıt bir amca olarak değerlendiremezsek ki sanatı bir ya da bir kaç adım ileri götürdüğüne şüphe yoktur, müzikte de  avangart işlere girişecek kişilerin  belli bir türün zemini üzerinden sağlam duruş göstermeleri gerektiği şeklinde bir inanca sahibim. Kendileri bu kaidenin black metal olduğunu ileri sürüyorlar. Başa dönelim, NASA'nın yuğtupta da dinlenebilen gezegen seslerini yayımladıkları günden beri artık ürkünç uzay soundunun müzikal taklitlerinin beni tatmin edebilmesi oldukça güç. Ve bu tür ambiyans albümün tüm makyajını oluşturuyor. Vokaller ise boğaz pastili verme ihtiyacı güdecek kadar hastalıklı. Sadece katmanlara gömülü vokal değil, aslında tüm albüm tür içinde alışık olmadığımız dijitallikte tınlıyor. Black metal kısımları özellikle ataklara giriştiği anlarda oldukça başarılı ki bu da ucuz bir politika. Yine de şarkıların sıkıcılığa düştüğü anlarda ruhu şenlendirebilesicesi ( TDK çatlasın) uygun bir zamansal tercihi işaret ediyor. Fakat arkadaş, bence sağlam bir şekilde durması gereken zemin olan black metalin , sadece ruhu değil işleyişi, ifası, oldukça sallantılı. Atmosferi, soloları, şarkıların karakterini düşününce bir o kadar etkin modern progresif metal unsuru öne çıkıyor. Sonuçta grubun ve yaptığı müziğin ilerisini net göremiyorum.

7,0+/10

29 Kasım 2014 Cumartesi

Yanni - Keys to Imagination (1986)

New Age janrını ister istemez dünya müziği ile eşleştirmekten kendimi alıkoyamıyorum. Kitaro Japon, Loreena McKennit (doğru mu yazdım bilmiyorum, hiç kontrol etme havamda değilim) İrlanda ezgilerinden ayrı tutulamaz örneğin. Ha keza listeyi ucundan tutup uzatabildiğimiz yere kadar uzatabiliriz. Enya, Enigma gibi. Yanni ise komşumuz Yunanistan'da doğmuş bir ağbimiz. Antik Yunan kültürü ise coğrafik olarak Santorini ismini verdiği şarkıda o da sadece ismiyle konuk oluyor. Ki melodisi sayesinde bence albümün hit parçası. Müziği genel olarak uzakdoğuya daha yakın. Hayal kırıklığı mı? Evet, biraz. Görünen o ki müzisyen new age'in altını dönemin modernist anlayışıyla doldurmaya çalışmakta. Bu da oldukça yapay ve itici tonlarda keyboard soundu ekseninde bestelerini sergiliyor demek. O soundu aşabilirseniz, ama seveceğinizin garantisi yok, bestelerin oldukça melodik ve ritmik olduğunun farkına varabilirsiniz. Yine keyboard yardımıyla senfonik harmonik eklentiyle tamamlarsanız albümün genel tanımına ulaşırsınız. Yani bakıldığında işçiliğin kuvvetliği olduğu bir çalışma olduğunu itiraf etmek gerek. Şahsen ben otantik enstrümanların devreye girdiği albümleri tercih ediyorum. Sizi bilmem.

6,75/10

26 Kasım 2014 Çarşamba

Moğollar - Moğollar (1976)

Ustalar zamanında yapmış zaten yapılması gerekeni. Bir kaç fuzzy ve surf rock dokunuşu dışında parçaların orjinal ruhu mümkün mertebede korunmuş. Derken, batı orkestrasyonu formatında demek istiyorum. Hiç parçalar uzatılıp yayılmamış. Bir kaç dakikada adrese teslim. Ufak tefek marazlar yok mu? Üsküdar'a Giderken şu an fazlasıyla yorulmuş, terini akıtmış bir şarkı örneğin. Bir de tabi bahsi geçilmesi gereken perküsyonun fazlasıyla mekanik tınlaması sorunu var. Onu bunu geçtim de kapaktaki bu ev ne kadar İskandinav yafu.

9,0/10

23 Kasım 2014 Pazar

RETRO: Quorthon - Album (1994)

İlk dinlediğimde hiç bir sıfatı yakıştıramadığım güç bir albümdü bu. Şimdilerde en baskın tanım grunge. Unutmayalım, Bathory'nin mikrofonundaki Quorthon'un solo projesi bu, istese de sesindeki epik rengi yok edemez. Dolayısıyla burada da doom gibi tınlayan karakteristiğini yansıtıyor. Bir de alternatif modern, 90'lar güncelliğinde, rock-metal soundunu da eklersek bu karmaşaya tam bir harman tam bir harmandalı maşallah. Bir kaç istisna dışında melodik bir yapının hakim olduğu şarkılar tamam kabul ediyorum kulağa oturmuş geleneksel tavra uyumsuz bir şekilde gayet garip gelse de dinlemesi oldukça keyifli. Keyifli derken huzursuzluğu, o makinenin çarklarından damlayan duygusal ifadeyi benim gibi seviyorsanız problem yok.

7,25+/10

22 Kasım 2014 Cumartesi

RETRO: Running Wild - Victory (2000)

Böylelikle Running Wild maceramızın sonuna geliyoruz. İlk dönemleri dışarıda tutarsak ufak tefek nüanslar haricinde ki nüans dediğin büyük olmaz, oldukça stabil bir yol izleyen grup bu albümleriyle kendileri için çıplak gözle farkedilebilir ama insanlık için hiç kıymetinde bir değişikliğe gitmiş. Tabi ki takipçileri beğenmemiş bu albümü. Yaptıkları şey bir miktar power metalden uzaklaşıp arkasında hard rock kayıtsızlığını, basitliğini bulacağınız heavy metal türünün altını daha da bir kalın çiziktirmeleri aslında. Dolayısıyla nakaratlar çok daha kolay, akılda kalıcı, derinliksiz ama dinlemesi hoş bir durum sunmakta. Metallica'nın St. Anger'ına gösterilen tepkiyi anlayamayacak kadar değişiklik yanlısı olduğum için Running Wild'daki bu yeni havayı da sevdim doğrusu. Yanılıyor olabilirim ama bu tür grupların kimi zaman yaptıkları müziği ki konu aldıkları korsan ve fantastik unsurları da düşünürsek, olması gerekenden fazla ciddiye aldıkları gib bir izlenime kapılıyorum. İşte bu onun panzehiri.

7,25+/10

19 Kasım 2014 Çarşamba

Thom Yorke - Tomorrow's Modern Boxes (2014)

Tatatatannn. Thom Yorke'un en zayıf albümüne hoşgeldiniz. İnsanlığı artık makineyle içiçe geçen vokaliyle, melodilerin somutluktan uzak bir yerde konumlandığı bir albüm bu. Deneysellik idare eder ama beat ve elektronik kısım da zayıf olunca, içine girmesi zor, daha doğrusu dikkate alınması zor bir çalışma olup çıkıyor. Piyano ile ritmin yaratıldığı, piyano dediysek de Thom ağbinin leptapı, The Mother Lode, biraz da Eraser havası sebebiyle albümdeki en etkileyici parça oluyor benim için. Geneliyle ise unutulmaya yatkın bir çalışma olup çıkıyor. There is no .. isimli teknomtırak parça ise Thom Yorke'u bilenlerin kaşlarını kaldırmayı başaıyor. Ha!, teknik detayları özellikle albümün başında duyabilmek de mümkün. Bu yönüyle de müzikal dengesi  sağlanamamış bir çalışma olup çıkıyor. Thom ağbi, titre kendine gel, gittiğin yol yol değil dedirten bir çalışma olup çıkıyor.

6,75/10

16 Kasım 2014 Pazar

Suzanne Collins - Açlık Oyunları 3: Alaycı Kuş

Katniss'in Capitol'a karşı süregelen mücadelesi bu kitapla sonlanıyor. Her ne kadar sokak çatışmalarını konu alan sayfaları okumak bir değişiklik katsa da arka arkaya o kadar tutarsızlık ve zevksizlik (koza da neymiş canım her biri birbirinden garip ve uygulanılması hayli fantastik) birikiyor ki, bu kitap sonuç olarak serinin en zayıf parçası olarak yerini alıyor. Katniss, Peeta ve Gale arasındaki dramanın da düğümünün, okuyucunun kafasını karıştırmak maksatlı bir dalgalandırılsa da, nasıl çözüleceği baştan belli. Kendimi tekrar etmek gerekirse şu Peeta için ne kadar uyuz bir portre çizmiştir yazar demek isterim. Zayıflığı seçen ama direngen, bol bol acı çeken fedakar erkek tiplemesinin öne çıkarıldığını görmek yine de çok kötü değil diğer alternatiflere nazaran, hani maço seksi tam erkek. Bundan sonrası gayri spoiler ama detaya girmeyeceğim pek. Bir de bu romanın konusunu filmde nasıl iki bölüme uzatabilirler, hayret ediyorum. Bu para hırsının gözü kör olsun.
Kat, 13. mıntıkanın lideri Coin ve oyun kurucusu Plutarch'ın sayesinde isyanın yüzü olarak lanse edilecektir. Fakat duygusal olarak gelgitler yaşamaktadır, deli sevgilisi Capitol'da tutsak Finnick gibi. Gale tam bir asker olmuş çıkmıştır. Acımasızdır bir nevi. Sonunda avlanma felan için izin koparır. Yanında TV ekibi dolanmaktadır. Güvenli bölgeden sıyrılıp çatışmalara kendini attığnda en güzel görüntüler çıkmaktadır. Aslında yine kendini bir tür medya gösterisinin içinde bulmuştur. Peeta ise Capitol'un elinde esir, beyni ilaçlarla yıkanmış, Tv'de asilere ateşkes çağrısı yapmaktadır. Yine de 13. mıntıkaya yapılacak bir saldırıyı canlı yayında haber vererek hayatlarını kurtarır. Psikolojik gelgitlerden sonra isyancılar Capitol'un esirlerini kurtarır, kurtarmak zorundadırlar zaten propaganda savaşını kaybetmemek için. Annie Finnickine kavuşur, hatta evlenirler. Peeta ise Kat ile anıları şartlandırıldığı için manyamıştır. Kat'i gördüğü yerde öldürmeye çalışır. Neyse, mıntıkalar bağımsızlığa kavuşur ve Capitol'de sokak savaşları başlar. Gale'li, Finnick'li Kat'in ekibine 13. mıntıkanın kadın reizi Coins nedense tedavi sürecini henüz bitirmemiş Peeta'yı da atar. Gruptakiler ona silah vermeyip kelepçeseler de aslında yapılmak istenen şey bellidir. Savaşın geri cephesinde propaganda kasetleri çekmekle görevli timde Peeta'nın kendini kaybetmesi sağlanarak Kat'ten bir şehit yaratmak ve kurtuluşun ardından başkanlığını garantiye almaya çalışan Coin'e rakip olmasının engellenmesi. Her sokakta birbirinden acayip ölüm şekillerini aktive eden kozalar mevcuttur. Ellerinde eski kozaların haritası bulunmakla birlikte her köşebaşı sürprizlere açıktır. Açığa çıktıklarında yani Snow tarafından timin kimliği ifşa olunca ilerleyerek Snow'a suikast düzenlemekten başka bir çareleri kalmamıştır. Tabi her sokakta timdeki savaşçıların sayısı azalır, yakışıklı Finnick de dahil. Peeta yine beni vurun bitsin bu acı triplerindedir. Şehir meydanı mültecilerle dolmuştur. Kat saraya kalabalıktan faydalanıp sızarak suikasti planlar. Amma ve de lakin o esnada isyancılar da meydana varmıştır. Siviller arada sinek gibi ölmektedir. Sarayın girişinde ise seçilmiş çocuklar Snow'un rehinesi olarak bekletilmektedir. Bir Capitol gemisi paraşütle erzak atar çocukların arasında. Meğerse bombaymış. Kalanlara yardım için isyancıların sağlıkçıları başlarına üşüşür. Bu esnada patlamayan diğer bombalarda patlar. Herbirkesler alev topuna döner. Yaralanan Kat'in gözüne doktor adayı kızkardeşi Pim de ilişir alevler arasında. Hastanede gözünü açar, doku nakli felan hayattadır. Snow sağ elegeçirilmiştir. Ve Coin'in verdiği söze istinaden idamını Kat kendi elleriyle infaz edecektir. Kardeşinin ölümünün ardından artık kafası iyice gitmiştir Kat'in. Gül bahçesi arasında Snow'u bulur, Snow kafasına şüphe tohumları atar. Cidden de tam teslim olacakken çocuklara yapılan ve kardeşinin ölümüne de sebep olan bu saldırıyı emretmesinin mantığı nedir? Sakın arkasında Capitol halkının da desteğini alma maksadıyla hareket eden Coin olmasın. Kat düşününce saldırının Gale'in geliştirdiği bir stratejiye ne kadar çok benzediğini farkeder. Tabi Gale farkında değildir, ama kurcalama işin içinden çıkamazsın gibi bir şeyler geveler maloğlan. İnfaz gününde direğe bağlı olan Snow yerine bu sefer de bir defalığına Capitol çocukları için açlık oyunları yapma teklifini getirmiş olan Coin'i okuyla devirir. El ense derdest, psikolojik rahatsızlığına istinaden beraat eder. Bu kargaşada Snow ölmüştür zaten. Haymitch ve Peeta ile birlikte galipler köyüne geri döner, yavaş yavaş günlük hayata adapte olma çabası başlar. Bir bakmışsınız bir kız bir oğlan çocuğuynan  Peeta beyin hanımı olmuştur. Ciddiyim.

15 Kasım 2014 Cumartesi

Vallenfyre - A Fragile King (2011)

Eski tarz yavaş, sözlerin anlaşılmaya müsait, doom etkili death metali özlediniz mi? Bu albümü dinleyinceye kadar ben de bu derece özlediğimin farkında değildim. Death metal her ne kadar benim tarzım değilse bile Paradise Lost'un erken dönemlerini hatırlattığı için, tür bilgim kısıtlı olduğundan başka örnek veremeyeceğim ama zaten grubun bazı elemanları yanlış hatırlamıyorsam PL üyesi ya da eski üyesiydi, takdiri benim açımdan hakeden bir çalışma. Bu sene ikinci albümlerini çıkardılar. Desecration ve Ravenous Whore gibi death rifleriyle süslü şarkılar daha bir hoşlanılası.

7,75-/10

14 Kasım 2014 Cuma

Shxcxchcxsh - STRGTHS (2013)

Gregoryanımsı bayan vokalin dipten dipten gelen sesinin endüstriyel pıfırtı ve çarpıtılmış bozulmuş takılmış sirenimsi beatlerle boğulduğu bir intro ile albümün açılışını yapıyoruz. Şarkı isimlerinde sesli harflerin atan, grup isminde ise ne gibi bir kafa yapısına sahip olduklarını sorgulatan bu arkadaşlar albümün ilk başlarında kalp sıkıştıracak bir beklenti haline dinleyiciyi sokmayı başarıyorlar. Bu beklenti hali gotik bir girizgahı ve uzaysı çıkışgahı ile, ayrıca aksak beatlerle sonu olmayan romanlara benzeyen bir melodi takip eden ve bu haliyle indielerin de sevebileceği kıvama erişen ikinci parça Lttlwlf (little wolf demeye çalışıyor olsalar gerek) ve Rsrrctn (bunu da bildim resurrection!) ile devam ediyor. Rsrrctn ile derinlerde saklı post-akolaptik bir laboratuvara giriyoruz. Tik tak saat ritminde kalbimiz atıyor, belki bir frenkenkenştaynız. Arka arkaya deneylere tabi tutuluyoruz, Error vermesine rağmen ısrarla klavyenin aynı tuşuna bastığımızda çıkan dongdong sesi ya da kaynayan suların kabarcıkların sesi ve arkada bu seslere durmadan eşlik eden bir helikopter pervanesi bu uğursuz deneye eşlik eden fon musikisi oluyor. Kısa bir anlığına kalbimiz duruyor, şükür ki geçici bir duraksama bu. Bu deli işi kopma beklentisini ise artık sonlandırabiliriz. Ldgwgwtt ve Pctstss hani efsane Born Slippy'yi tahtından edemese bile sallayacak ayarda duraksız ritimlere sahip ama Born Slippy'yi çiçek böcek sever hippi işi gibi görünmesine sebep olacak karanlıkta iki şık parça. Albümün zirve noktasını oluşturuyorlar. Twin Peaks misali. Buradan sonra artık enerjimiz buhar olup uçtuğu için albümün gerisini umursamamız zor. Bir şarkı öyle geçiyor ve kapanışı ilk parça gibi vokal içeren Lldtmps ile yapıyoruz. Albümün en progresif çalışması da bu. Zayıf kalpler için EKG hüviyetine bürünen albüm endüstriyel tekno altında tanımlanıyormuş. Böyle de bir şey varmış, geç olmadan keşfettik. Pek memnunuz.

8,75/10

13 Kasım 2014 Perşembe

BADBADNOTGOOD - III (2014)

Kalıpları paramparça eden ve başarılı enstrümantasyonu, uydurdum mu bu kelimeyi bilmiyorum ama ahan da şimdi gugulladım bambaşka bir anlamı varmış yafu mühendislikte, ile dikkati çeken bir caz albümü bu. Hip hop ritimleri ve etkisinin derecesinin esgeçildiği post rock ve hafif şekilde elektronik aşısı ile birlikte gayet akademik bir çalışma aslında ki o piyanonun, dudakta lezzet bırakan bateri perküsyonun, saksafonun, gitarın arkasındaki çocukların okullu olması tesadüf değil. Bu modern seslerle yapılan füzyon sebebiyle bugünün müziği kulaklarınızda, diğer yandan bir bakıyorsunuz Kaleidoscope'da misal, 60'ların macera filmlerinde kullanılan bir müziği dinlerkenki aynı şeyleri hissediyorsunuz. Beklemediğiniz bir anda ise 50'lerin klasik caz nağmeleri Differently Still vasıtasıyla kulağınızda yankılanıyor. Madem şarkı isimleri sıralamaya başladık; neredeyse pop kulvarında, kaliteli bir pop müziğin yapılabileceğinin kanıtı olarak Can't Leave the Night favori parçam oldu. Onun dinamik kopyası Hedron ya da yine dansa göz kırpan Since You Asked Kindly özellikle hoşbeşlediğim diğer şarkılar. Fakat benim yaşadığım bir sorun var: deneyselliği caz formatı içine iyice yedirmesini bilen bu albümü ne yeterince yırtıcı ne de kadifemsi smoothlukta buldum. Arada bir yerlerde uzlaşmacı bir tavır sergiliyor. Diğer bir deyişle indiekafaların huyuna gidiyor gibi gibi.

7,75/10

12 Kasım 2014 Çarşamba

Yalçın Tosun - Dokunma Dersleri

Arzuyu Örtüsünden, Tanıdık Yabancılar Makamı, Bilindik Sırlar Makamı ve Küçük Kesikler ara başlığı altında sıralanan hikayeler başlıkların temasına riayet ediyor. Özellikle edebi kalemin akıcı kurguyla birleştiği ve uzun olmamasıyla öne çıkan hikayeler, iç sıkıntıyı yansıtmaktan öte bir anlam ihtiva etmeyen deneme benzeri modern öykücülüğe ağır bir darbe indiriyor. Böylelikle örneğin Arzuyu Örtüsünden altındaki hikayelerde arzunun ete kemiğe büründüğünü , üzerinden dumanlar tüttüğünü duyumsamak mümkün hale geliyor. Bu hikayelerin başı sonu olmaması, karakterlerin -bir çoğu toplumsal normlara göre marjinal karakterlerin- hayatındaki sıradan değil ama en azından bahsi geçecek kadar önemli anların kesitini içermediği anlamına da gelmiyor. Yazarın kendine ait oluşturduğu öykü dili okuyucuya diğer iki kitaba da göz atması için yeterli sebep sunan bir itkiye dönüşmekte.

11 Kasım 2014 Salı

Solstafir - Ótta (2014)

İzlanda'nın suyu bulanık havası kasvet bulutlarının yüküyle kurşuni toprağın kokusu küle çalıyor dağları alev kırmızısı müzisyenleri ise yürek dağlıyor.
Yani İzlanda'dan babam çıksa dinlerim durumuna geldik. Grubun en rafine en damıtılmış yapıtıyla karşı karşıyayız. Rafine dediysem kısa ve öz değil kastettiğim. Tersine grubun bir türlü üstesinden gelemediği şey, bestelerinin kendi süreleri içinde ilgiyi üstte tutacak maksimal eşikleri ve parçaların birbirlerinden bağımsızlığını sürdürebilir kılamamaları. Burada artık daha çok sözlü post-rock hakimiyetin ilan edilebileceği bir seviyeye gelindiğini söyleyebiliriz. Ortalardaki iki şarkıdaki post-punk,punk ve sludge etkilerini ki güneşin tepeye vardığı anı ve dolayısıyla gençliği temsil ettiğini düşünüyorum, Otta'da Sigur Ros etkisini ve bunun gibi şeyleri hissetmek mümkün. Grup ise bütün etkileri kendi soundlarında harmanlayarak bunları bir tür yakıt olarak kullanabiliyor. Ayrıca piyanonun ki genelde narin dokunuşlar şeklinde olsa da vazgeçilmez bir katkıda bulunuyor, ya da kemanın şarkılar içinde uyumunun ve düzenlemesinin mükemmel altın oranı bulduğu es geçilmemeli. Şarkıları sırasıyla dinlerken takip eden her şarkı bir öncekinden daha fazla parlıyor gibi geliyor kulağa, son parça hariç. Başa dönüp tekrar dinliyor ve aynı süreci bir kez daha yaşıyorsunuz. O yüzden öne çıkan parçaların adını anmak gereksiz. Ortada sanatsal bir ifşaanın olduğu bir gerçek. Ne diyeyim, ben beğendim. Yılın şimdilik en iyi çalışması. Ayrıca 3 bonus parçalı versiyonu dinlemeyi unutmayın.

9,0-/10

10 Kasım 2014 Pazartesi

Osman Konuk - Tehlikeli Belki

Şiirden pek anlamam, sadece okumaya çalışıyorum. Modern şiire de modernizme uzlaşımsız eleştirel bir duruş sergilese dahi onun diliyle konuştuğu sürece ısınamıyorum. Zaten dolaylı anlatımları ve imaları bile günlük hayat akışı içinde anlama zorluğu çeken biri için, bir özür bu bir engel ya da lanet, şiirin kolay bir okuma olacağı söylenemez. Kendimden ve Osman Konuk'dan bahsediyorum.İnce gözleme dayalı, hayatın gerçekliğinden beslenen şiirleriyle itibarı gayet yüksek bir şair kendileri. İroni ve alay tüfengine mermi etmekten hiç de kaçınmadığı iki cephanesi şairin. İroni değil de imgeye dayalı bazı mısralarını paylaşalım.



nöbetçi eczanelerin karlılığını tartışmadık
utangaç bıyıklı muhafazakarların gizli ilkesini
bir kereden bir şey olmaz
.
.
çünkü bir kereden herşey olur sandılar
çağrı filminde bu yüzden antoni kuin oynadı
orospuluk yerine topallığı tercih etti diye kızlar
ben bu amfibik cemaatleri hiç anlamıyorum
her yerdeler, her zamanlar, her şekilde
sen anlıyor musun hüseyin, necat da anlamıyor
.
.
aynalı binalara ziyaretçi kartıyla girilerkenki utanç
plazalarda zevksiz yelekleriyle sırıtan dindar reklamcılar
..

bekaret bozularak anlaşılır, sıfır güven en iyi sigortadır
.
.
belki güzelsin ama, yeteri kadar değil; belden beş, kalçadan altı göğüsten on santim daralmalı
aklından beş, fikrinden altı, kalbinden on santim bence genişlemeli... bu daha iyi
.
.
banka memurelerinin yemek arasında fırsat bulup ağladıkları günler
provizyon yaparlardı ücretsiz
iyi espri karşılığı sıcak yemek, akmayan çatı
türk ticaret bankasında bulunmak iyidir
paran vardır ve türksündür
ikisi de o sıralar işe yarar şeylerdir
.
henry ford fabrikalarında herkese bir araba iki kaza üretilir
...
.
.
kullanılmayan kederler çekmecesinde
sehpanın üstünde eskimiş huzursuzluk
portmantoda,şemsiyenin yanında seni bekleyen sevinç
beni bekleyen ödül: "akşama görüşürüz"
...
kömür ocağından emekli atlara üzülen orta yaşlı
orta gözlü orta kadınlar
.
.
radyoda bir şarkı aşktan kimsenin ölmediğini söylüyor 
ölü şarkıcı koyuyorum adını 
ölümün bir şarkıdan geriye doğru ilerlemesi 
eski gömlek cebinde bulunmuş onluk sevinci 
eski gömlek cebinde bulunmuş onluk gibi işe yaramaz 
.
.
gökyüzü için fark eder mi altında kaç kişinin olduğu
..
ve dünyanın en güzel adresine taşındım, senin yanına
kader renkli bir matematik gibi gerçekleşiyordu; senin matematiğin
ince abiler zemin katlarda ısrarla susuyordu
hiçbir kıza hiçbir soru ısrarla sorulmuyordu
gözlerinin adı ne?
..
bazı sevinçlerin tıpkısıysa  bazı acılar
.
.
kirpiklerim tozlu, uzak ve arka ülkelerden geldim
ağlamamam girmemiş göz ormanlarından geçerken
birikti bakışlarım birçok erkeği birden ağlatacak kadar
kapım hiç eskimedi kimseler girmezdi ki
unuttum tüm çiçek adlarını ölüm türleri öğrenerek
görsem de gürültüyle açmasını çiçeğin
her gürültüde yeniden icad ettim sessizliği
sıkıntım el örgüsü, gerillalar emekliydi, havalar uzun
bir adama mavi intikamlar verdim
kumaş aldım karşılığında
bir leblebi atsam kalabalıklara
üçüncü savaş çıkardı
bunun için sık sık tahtadan bir tarih yapıyorum kendime
kuzeyden gelen kavimleri tarihe almıyorum
ayıp oluyor ama
savaşlarda bazen ben de şike yapıyorum
 
kirpiklerim tozlu uzak ve arka ülkelerden geldim
bizim ordan hiçbir davul sesi duyulmaz; o kadar uzak
onaylanmadı tarihim, kirpiklerim ondan ıslak
ödül istemem acıma, acı çekin lütfen siz de
yüzüme bakmayın, utandırmayın, öyle susmayın
.
.
ama bu şehre gelirsen unutma beni ara
sana bir çay ve temiz yaralar ısmarlarım
öfkem geçer, dinle yüzümü sakince bakarım
seni yalnız ben anlarım

Tüyap kitap fuarına ilk kez hafta içi gitme fırsatı yakaladım. Artık sebebini bilmiyorum, eski tadı tuzu kalmamış fuarın. İndirimlerde de kısıntıya gidilmişti zaar. %25 in altına indirim yapan yayınevleri ki boldu sayıları okuyucuya hakaret edip fuara gelenleri cezalandırıyor diye değerlendiriyorum. Malum internet sitelerinde standart indirim %25 ile başlıyor zaar. İşin trajik tarafı alışverişimin önemli bir kısmını fuarda kendilerine bir koridor tahsis edilen sahaflardan yapma imkanı bulmamdı. Trajik kısım geliyor: kalite-fiyat oranı Taksim'deki sahaflar fuarından katbekat daha iyiydi zaar. Çok fazla oyalanmadığımdan, gönül isterdi oyalanayım ama indirimini yeterli görmediğim standları esgeçiverdim, sergileri de gezebilmek için vakit ayırabildim. Aldığım kitapları hele bir listeleyeyim zaar.
-Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları'ndan arkeolojik tıynette 5 risale: Misal Eskiçağ'da Tuvalet Kültürü, en sevdiğim şey :) Tanesi 6 TL'den sadece 5'e indiren arkeoloji standındaki arkadaşlara hala kızgınım azcık.
-Dipnot'tan: Bookchin'in Devrimci Halk Hareketleri son cildi %30 indirim ve Karadenizin Zemheri Çocukları %40 indirim
-Ataol Behramoğlu-Yeni Aşka Gazel, Epsilon 2,5TL
-Sel Yayınları- Güzel Oğlanlar Kitabı %30 indirim ve Teorik Bakış dergisinin Foucault sayısı 5 TL
-Sahaflardan: Giddar'ın ikinci cildi Beşlerin Çağı posteriyle birlikte 5 TL İ-N-A-N-I-L-M-A-Z bir fiyat. Kafka - Amerika kırmızı eski cilt kapak 5TL !, M.Ş.Esendal - Ayaşlı ile Kiracıları, Y.K.Karaosmanoğlu - Yaban (1972 Remzi baskısı), Rıfat Ilgaz - Karartma Geceleri, S.Brust - Jhereg (baskısı yok) hepsi 5'er TL. Daha ne olsun.
İngilizce kitaplar pek yoktu, Kabalcı yoktu.

9 Kasım 2014 Pazar

Ehrimen - Il Aderrissa (1999) Demo

Metal müziğin karalara bürünmüş evlatlarına yönelik yurdumuzda cadı avı şeklinde tezahür eden McCarthy'ci dönemi atlatamayan gruplardan biridir Ehrimen. Tam da o sıralar metal'de ekstrem olmanın bin bir yolu denenmektedir. Grubun bu ikinci demosu da Türkçe şarkı sözlerinden, kayıt kalitesinden, milliyetçi suçlamalarından, tavırlardan vessair ciddiye alınmamış eleştirilmişti. Yıllar geçti, artık hepimiz büyüdüysek yolumuza devam edelim ve yapılan işe bakalım bakalım. Kaydın kalitesi kötülüğünü kendi içinde bile tutarlılığını sağlayamayarak kanıtlıyor. Bu cepte. Çalışmaya adını veren intro keyboarda fazlasıyla sırtını dayamakla beraber görevini yerine getiriyor. Lucifer'e bağılık yemininin Türkçe yapıldığı bu giriş parçası yine de tüylerimi bir kıpırdatmadı değil. Hani üçharflileri konu alan korku filmleri olur ya. Zuhaha efektini patlatırsın fragmanını izleyince. Şu an belli bir yolu katetseler de ilk yıllarda bu filmler teknik yetersizliklere inat hatta utanma emareleri göstermeden insanların korkularını sömürüyorlardı. Alay konusuydular. Ben hala bu filmlere çok gülüyorum. Ama hiç birini izlemedim. Rüyama felan girer sonra. İşte o ayarda bu parça da. Unholy Oath ise otantik ve epik ve militarist bir girizgaha sahip. Melodisi ile eh fena değil bir parça. Takip eden Reality is under Grave de gotik etkisi altında melodik tarafını gösteriyor grubun. Asıl tartışmalara yol açan parçaları Kutadgu Bilig etkileyici tonlarda ekolu bir girişe sahip. Aslında parça durgun bir hat izliyor. Takip eden şarkıyla birlikte vokalin yırtıcı haliyle kendini bulduğu anları takdim ediliyor. Ill Omen Moon ile birlikte rif değil de artık çalışmaya hakim olan ve bu topraklardan sızan melodilerin, farkındalar mıydı bilmiyorum,  aşırı ve hızlı kullanımına bir kez daha tanık oluyoruz. Duyulmayan ve bir gidip bir gelen gitar soundu, enstrümanların birbiriyle uyumunda yaşanan sorunlar felan bir sürü problem olabilir. Ama o dönemde riften ziyade melodik tekrara düşen ve özellikle keyboard kullanımında yerelliği yansıtan, henüz oturmamış kadrolarıyla azmi ve niyeti beyan eden ve black değil de proto-black metal gibi bir tanımı daha fazla hak eden amatör çalışmalar o şiddette eleştiriyi haketmemişlerdi diye düşünüyorum. Sonuçta adı üstünde bu bir demo. Yapılan hata ki buna grupların elemanları bile bu yanılgıya düşerek farklı pozlara girmiştir, demoya albüm rolünü yüklemekti.

6,50+/10

8 Kasım 2014 Cumartesi

RETRO: V.A. - In Conspiracy With Satan: A Tribute to Bathory (1998)

Bu albümü yıllar önce dinlediğimde çok sevmiştim. Çünkü şarkılar genel olarak aslına sadık yorumlanmıştı. Bugün ise o kadar da çok sevmiyorum. Çünkü şarkılar genel olarak aslına sadık yorumlanmış. Grubun ilk şarkılarının ağırlıkla yorumlandığı bu saygı albümü doğal olarak black metal gruplarını misafir ediyor. Hem de öyle böyle değil, Marduk, Dark Funeral, Sacramentum, Emperor, Satyricon, Gehennah gibi ağır abilerin ismi geçiyor albümde. Dolayısıyla Bathory'nin tür içinde nasıl öncü bir rol oynadığının göstergesi oluyor bu katılım.

7,25/10

4 Kasım 2014 Salı

RETRO: Running Wild - The Rivalry (1998)

Bir önceki albümden daha iyi olduğu kesin. Aslında her zaman yaptıklarını biraz daha aydınlık ve ferah riflerle, bir miktar daha yaratıcı bir yolla, ki doğru izlerden sapmadan, tekrarlamaktan ibaret yaptıkları. Ve duyabildiğim kadarıyla power metal normlarının ve ruhunun grup tarafından en fazla sahiplenilen çalışması olsa gerek.Ancak albüm o kadar uzun ki!

7,25/10

2 Kasım 2014 Pazar

Matt Elliott - Only Myocardial Infarction Can Break Your Heart (2013)

Bu sıralar kaliteli albümler şans eseri dinleme listeme sızmış durumda. Onlardan biri de depresif folk kulvarında akustik gitarinı bas vokaline katık eden yılların emektarı Matt Elliott'un bu son yapıtı. Kendi diskografisine göre bile biraz ayrı bir yerde duruyormuş. 17 dakikalık fevkalade açılış parçası The Right to Cry pek kendi stili değilmiş, deyoolar. Onu bunu bilmem. Düzenlemesi, ekip işi müthiş kotarılmış, vokalin mıymıy ettiği diğer folk çalışmaları melodi zenginliği ile ezip geçen bir yapıt bu. Bahsedildiği kadar depresif de değil üstelik. Melodramatik daha uygun bir deyim. Bir de kesinlikle chamber klasik tadı veren, Penguin Orchestra ya da uzaktan Tindersticks dinlerkenki keyfi aldım, çapraşık da olsa tam sevdiğim gibi yıpranmış sinirlere iyi gelen bir huzur anlayışı hakim albüme. Hani vinyl'i al, işten gelince akdeniz tınlayan akustik gitarı, kemanı, piyanoyu, perküsyonu (ahh kaotik bir şekilde üstüste değil, hepsi kendi rolüne zamanında bürünüyor) ve tabi enstrümanlara yer verip dinleyiciyi boğmaktan sakınan vokalin lezzetini döndür de döndür. Tabi şöyle sahibinin sesi bir gramofon almak lazım önce. Hani neredeyse tek başına onu yaptıracak güçte. Bu kadar heyecanla bazı sözler sarfediyorsam boşuna değil. Her zamanki halim de değil. Gel gelelim bu albümü muhteşemlik payesinden alıkoyan şeylere. Çok çok ve inanın çok kez dinledim. Ve çoğu albümde olduğu gibi özellikle bazı şarkılar ilk günün heyecanını ileriye taşıyamadı. Ayrıca bir albümü bonus parçaları ile değerlendirmek ne kadar doğru olur bilmiyorum ama yapıyorum. İçlerinden birisinin ismini kesinlikle zikretmem gereken All of Our Leaders Are Sociopathic, Criminal Monsters Who Should Be Locked Away Far From Any Kind of Power for the Good of All Humanity yani liderlerimizin tümü insanlığın genel hayrı için her tür güçten uzak tutmak amacıynan hapsolunması gereken sosyopat suçlu canavarlardır diye çevirmemin sakıncası olmayan ve tespiti cukkadanak otura; olduğu bu iki bonus parça ki Matt ağbinin başka bir projesine ait oldukları için ambiyans ve deneysel bir dışavurum ile albümün genelinden farklı bir havayı yansıtıyor (azmettim, bu cümleyi anlamlı bir şekilde bitireceğim...), işte bu ve bu sebeplerle albümün dinleyici ki burada benim, üzerinde yarattığı izlenimi yaralıyor. Kısacası durum bu.

8,50+/10

1 Kasım 2014 Cumartesi

Angra - Angels Cry (1993)

Power metal ile progresifin harmanlandığı anlar çok leziz oluyor. Bir de üstüne gayet ayarında özümsenmiş senfonik dokunuşlar eklenince tadından yenmiyor. Ve bunu Angra daha ilk albümüyle hem de dünyanın bir ucundan çıkıp başarıyor. Helloween'den beslendiği geleneği birkaç adım ileri taşımasını biliyorlar. Üstelik Kate Bush'un bu albüme göre oldukça ayrıksı duran Wuthering Heights coverına uzanacak kadar değişikliği, ki itiraf edin bu garip yorum bile dilinize dolanacak, albüme sığdırabiliyorlar. Keltik kemanların süslediği Evil Warning'i örnek gösterebiliriz. Senfonik cila ise en iyi Stand Away üzerinde parlıyor. Ancak albümün ağır topları tabi ki Carry On ve Angels Cry.

7,75-/10