30 Nisan 2010 Cuma

RETRO:Baha - Aşk Rüzgarı (2005)


Her albümünün ismini aşk lafını içerir şekilde seçen ve şarkılarının tümünü aşk meşk acısı üzerine söyleyen psikopat şarkıcımızın sesi aslında hiç de fena değilmiş. Pop mu desem taverna mı desem fantezi mi desem bir türlü belirleyemediğim stiliyle elbette özel takipçileri vardır. Ama tüm albümü bir oturuşta dinleyebilmek gerçekten yürek ister. En azından buhranlardan buhranlara oradan Burhanlara savrulup durdum. Bir tek istisnası var. Yalnızlık Benim Eski Sevgilim, eski akdeniz pop şarkılarını, hani vardı ya Levent Yüksel, Bora Öztoprak vs., hatırlatıyor. Şarkıcı ben onu kimler için terkettim o beni bırakmıyor diyor yalnızlık için. Güzel güzel..

2,0-/10

29 Nisan 2010 Perşembe

Behemoth - Sventevith (Storming Near the Baltic) (1995)

Ya benden geçmiş bu müzik ya da cırıl cırıl vokalin cılız kalitede bir kayıtla birleşimini baltık paganik nağmeler ve erken dönem arkeolojik kazılar ışığında black metal ritimleri kurtarabiliyor.
Grom'u beklerken Hidden in Fog güzel gidiyor.

6,50/10

28 Nisan 2010 Çarşamba

Belphegor - Goatreich - Fleshcult (2005)


Önceki albümde yer alan senfonik öğelerin, korku filmi alıntıların azaldığı bu albüm artık ağırlıklı olarak death metal yaftasını hakediyor. Hatta ilk şarkıda ki güzellerden biri The Cruzifixus da Nile tadı alabiliyoruz. Yine de biraz tadı tuzu yok bu albümün. Ancak Swarm of Rats ya da Fornicatibilmem ne bıdı bıdı'nın o çirkin melodik hoşbeşliğinden bajsetmemek ayıba kaçar. Ne ise ne, başka yere kaçmasın da ayıba kaçsın. Aşırılıklarda gezinen grup yeter hristiyanlığa sövüp saydığımız demiş ve bir şarkıda daha tanıdık isimleri de anmış. Zati halihazırda zındık kefere oldukları için buna takılmıyorum. Fakat bu albüm gruptan dinleyeceğim son çalışma. Aman canım lirikleri ile bir alakası yok. Sadece konserde Belphegor'u izlemeyeceğim kesinleşti gibi ve vaktimi daha verimli dinlemelere ayırmalıyım. Yoksa grubun son albümlerini de merak ediyorum.

7,25+/10

26 Nisan 2010 Pazartesi

Grave Digger - Tunes of War (1996)


Yeniden Sabaton dinlemeye başlayınca Grave Digger'ın ne kadar drav ne kadar patlak olduğunu anlamış durumdayım. Zaten albümlerine konsept olarak oskarı kazanmış milyonlarca izleyiciye ulaşmış bir filmi, Braveheart , seçmeleri de ulaştıkları entellektüel seviyeyi gösteriyor. Tabi konuştuğum şey göreceli. Misalen Running Wild, birkaç güzel albümü olsa bile diskografisini bir seferde dinlediğimde bünyemi saran afakanlarla boğuşmuştum. Bu albümün artı yanları her zamanki tok güçlü tonlar ve tabi ki vokalin bazı anlarda komikliğe varan nakaratlarla birleşerek eğlenceli bir dinleyiş sunma eyleminde bulunması. Aslında grubu dinleyenler tarafından en iyi albümü olarak belirlenmesinin sebebi önceki çılgınlıklarının biraz ehil hale getirilmesi, basit beste sarmalını biraz da olsa kırabilmeleri, düzen tertip felan olmalı. Onun dışında tabi ki heavy metal'e orjinallik katmayacaklarının kabülü de olsa gerek.

7,0/10

25 Nisan 2010 Pazar

Amorphis - Eclipse (2006)

Brütalden melodiğe rahatça geçebilen güçte yeni vokalleriyle kaydettikleri bu ilk albüm sound olarak da bir kopuş sergiliyor. Üst kimlik olarak ben modern melodik heavy metal olarak tanımlıyorum. Elbette alt kimliği olacak. Hala tam anlamıyla terkedilmemiş bir 70lerin izi var, folk var felan. Ancak benim şahsen şu an bozulduğum bir öğe de var. Albümdeki parçalar gruuvi olmanın ötesinde basit. Üç beş sene öncesinde dinlemiş olsaydım, hmm üç olabilir de beş eşyanın tabiatına aykırı, favori albümlerimden biri olurdu. Şimdi ise dinlerken eğlendiren, sertlikten taviz vermeden melodiyi koruyan bu bestelerin basitliği ya da açık açık söyleyeyim popülerci zihniyete fazlasıyla açık olması kalıcılığı öldürüyor. Evet dinlerken eğleniyorum, ama daha da dinlemek istemiyorum. At kenara durumu yani.
Albümdeki ilginç şeylerden biri de 8. parçanın Ogün Sanlısoy tarzına yakın olması.

8,0+/10

Novembers Doom - Into Night's Requiem Infernal (2009)


Süper etkileyici albüm kapağıyla piyasaya arz-ı endam eden grubun son albümünü dinlememin en önemli sebebi aslında eee albüm kapağı. Bir de önceden bir kaç şarkısını dinlemiştim. Türleri melodik death ile sulandırılmış death doom metal. Clean vokalli akustik kısımlarda tatlandırıcı olarak kullanılmış. Özellikle fazlasıyla temiz kayıt ve vokal kayıt uyumsuzluğu beni rahatsız etti. Açıkcası böyle bir albümde vokalin vasatın üzerinde bir performans sergilemesini beklerdim. Bestelerde misal iyilerden Into Night's Requiem Infernal, sıkılınmayacak ancak çok klişe groovy rifflerin kullanımı dikkat çekiyor. Emphaty's Greed gibi bir şarkıda örneklenebilen drama albümün hakim öğesi. Ancak bu öğenin ne kadar dinamik kullanıldığı tartışma konusu, sonuçta death doom monoton bir tür.
Albüm nihayet doğumgünüme yazılmış bir parça içeriyor. Tabi ki o gün hayatımın en karanlık günüydü gibi bir nakarata sahip Opethesque bir şarkı olması da büyük bir ironi.

6,75+/10

23 Nisan 2010 Cuma

múm - Yesterday Was Dramatic - Today Is OK (2000)


Garip müzik arayışı yolundaki serüvenim devam ediyor. Bu sefer rotamız aktif yanardağların kısaca doğanın insanoğlunun hükümdarlığını alaşşağı edebileceğinin kanıtını layıkıyla sunan ülke İzlanda. Nasıl ki rock müziğinin bir post'u varsa elektronik müziğin de bir sonrasının olması oldukça mantıklı. Grubumuz da müziklerini post-elektronik gibi bir şey ekseninde üretiyor. İnsanın içini dolduran huzurlu abdestli bir sounddan ziyade dingin ve içinde incelikler barındıran besteler bunlar. Açıkcası ilk dinleyişlerimde sıkıntıdan sıkıntıya düşerken sonra albüm yavaş yavaş açıldı. Ağır temposu elbette buna yardımcı olmadı. Ama bilmiyorum neden, parçaları ayırt edebilmeyi başardım bir süre sonra. Yine de bu durum albümü dinlerken ağırlaşan gözkapaklarına engel olmuyor. Bununla birlikte dinlerken hemşerileri Sigur Ros, Fransız elektroniği Air örneği ve hatta elektronika çizgisine yönelmiş Radiohead aklıma gelen gruplar oldu.
The Ballad of the Broken String ile Smell Memory de favorilerim.

7,0/10

22 Nisan 2010 Perşembe

Ornette Coleman - The Shape of Jazz to Come (1959)


İşte yıllardır caz müziğinden nefret etmemin müsebbibi. Rastgele çalan belki de doğaçlama tiz ciy ciy bir saksafon, melodi eksikliği, nadir de olsa olan melodilerin sıkıcılığı , misal Lonely Woman ki albümün en iyisi. Ayrıca diğer caz albümlerinde rastladığım her enstrüman çalanın bir süreliğine de olsa başrole geçip hünerlerini göstermesi burada yok. Arada bir bateri çalan üstad yeter ülen diyip çıstırı çıstırı öne geçiyor. Arkada garibim kontrbasçı da dın dın babam dın dın. Piyanoya rastlamadım varsa da duymadım. Vallaha bilmiyorum hakim bey ben yapmadım.
Yine de işin güzel tarafı soğumadan belli bir ölçeğe kadar alışkanlık kazanmanın mümkünatı. En azından benim açımdan bu böyle. Ayrıca başkaları tarafından klasik sayılan bu albümün özelliği, isminin işaret ettiği gibi önceki caz kalıplarını değiştirmek üzerineymiş. Sanki normalini yalayıp tuttuk da...

6,0/10

21 Nisan 2010 Çarşamba

Hector Berlioz - Symphonie Fantastique (1975)

Karajan - Berlin Filarmoni Orkestrası

Uyduk bir listeye dinledik fransız besteciyi. İsmi şanı pek bilindik olmayan bestecinin bu eseri konsept bir hikaye üzerine kurulu olduğu için kendini tekrara düşmeyen lineer bir dinleme imkanı sunuyor. Bu yüzden de dinlemesi zor. Belki de çok popüler olan ve internette de bulunması kolay Colin Davis yerine bu kaydı tercih etmem bir sorun teşkil etmiştir. Ek olaraktan şunu rahatça söyleyebilirim. Bu müziğin içine giremedim. Beni enterese etmedi. İyi de diyemem kötü de . Anlaşılan ayrı dünyaların insanıyız biz. Öyleyse yollarımızı burada ayıralım.

5,0/10

20 Nisan 2010 Salı

RETO: Alişan - Olay Bitmiştir (2005)


Makaranın koptuğu an, olay bitmiştir. Ben ve Alişan, heh he. Olsun, öncelikle arkadaşı ben severim aslında. Alçakgönüllü, bir tarafı diğerleri gibi kalkmamış, samimi, askerlikten korkan tipik bir yurdum delikanlısı. Adam gibi adam, aynalı Tahir, heh heh.
Müzikal açıdan bakarsak öncelikle tiz vokali ve k ile h arasına değişn ünsüzleri aşabilmek lazım. Geçtiysek eğer özünde eğlenceli fantazi pop şarkılarına rastlayacağız. Aklın Varsa Evlenme, İkimiz Birden, Olay Bitmiştir, Sen Bende Kaldın. Şehir içi minübüs, köy yolunda dolmuş tarzı dinlemelere gayet yakışan bir hava. Halk müziğine yaklaştığı anlar ise affedilecek cinsten değil. Irkçılığa karşıyım, yanlış anlaşılmasın. Amma Allah var yukarıda, bir tane bile Kürtçe güzel şarkıya rastlamayacak mıyım? Burada Ey Dilbere, orada burada Şemmame... Yahu arkadaşım tüm müziğiniz bundan ibaretse ki, umut ediyorum değildir, bi gidin asimile olun, İngiliz mi olacaksınız, İsveçli olup Göteburg stili death metal mi yapacaksınız, artık sizin seçiminiz :-) Neyse Alişan Kürtçe şarkı yorumlamakla kalmıyor başka bir şarkıyla Türk Kürt kardeştir bağlamında Naze'yi de çakıyor hedefin onikisine. Demekki sanatçılar ,.. neymişş,.. açılıma 5 sene önce başlamışlar.
Açıkcası albümü yarıyarıya kes benden beş puan al. Bu haliyle ancak bu kaddar.

2,50/10

19 Nisan 2010 Pazartesi

Behemoth - And the Forests Dream Eternally (1995) EP


5 parçadan oluşan bu kısa albüm ilk dönem iskandinav bilek metalin izlerini gayet de taşıyor. Sözleri yazıldığı halde bile takip edemediğiniz , ağız felci eçirmiş birinin dudaklarından dökülürcesine anlamsız distırşin vokal zulmü, ince ince gitar tonu, leş kayıt (demolara göre iyi ee biraz), paganik etkiler (ordan burdan kaçan bir ezgi, akustik gitar tıngırtısı, epik toklukta bir anlatım haline giren vokal kisvesi altında olabilir bu etkiler), taramalar takatukalar..
Orjinallikten uzak olması dinlenemez kılmıyor albümü. Aslında cayır cayır yanan gitar soloları ve içerdiği punk şarkı ile ilgi alaka uyandırıyor, bir yere kadar tabi.

6,75-/10

18 Nisan 2010 Pazar

Mehmet H. Doğan - İkinci Yeni Şiir Antoloji Dosya


İmaları ve yeri geldiğinde şakaları dahi anlamayan bir düzkafanın ki ben oluyorum dahi bir sene boyunca elinden düşüremediği bu derleme gerçekten çok önemli bir eser şahsi görüşümce. Düzkafalılığımdan dolayı kapalı anlatım tekniği yer yer anlamsızlığa varan ikinci yeni şiir akımının hiç bir zaman müdavimi saymayacağım kendimi. Ama bu kitap sayesinde epik bir yön de sergileyen Turgut Uyar'ı keşfetmiş oldum. Bu kitabın en önemli özelliği sadece toparladığı şiirler değil, zamanında edebi çevrelerde çok tartışılan makalelere ve de eleştirilere de yer vermesi. Uzun uzun alıntılar yapmak yerine, bir kaç tane yapcağım amma ve de lakin, daha çok etkileyici dizeleri mısraları ekliyeceğim buraya. Unutmamak gerekir ki yine de şiirin bütününden koparılmışlığı hissedeceğiz bu örneklerde.

TERZİLER GELDİLER

Terziler geldiler. Kırılmış büyük şeylere benzeyen şeylerle
daha çok koyu renklere ve daha çok ilişkilere
Bir kenti korkutan ve utandıran şeylerle.
Kumaşlar bulundu ve uyuyan kediler okşandı. Sonra
sonsuz çalgısı sevinçsizliğin.
Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de
Duruma uymak kısaltıyordu günlerini artamayan eksilmeyen hüzünle...
Yorgun ve solgundular, kumaşları buldular, kenti doldurdular
O çelenk onbin yıllıktı, taşıyıp getirdiler
Ölülerini gömmüşlerdi, kalabalıktılar, tozlarını silkmediler
Bütün caddeler boşaldı, herkes yol verdi,

"Tanrıtanır kadınlar ve cumhuriyetçiler
piyangocular, çiçek satın alanlar,
balıkçılar ağlarını, paraketelerini, ırıplarını, oltalarını
zokalarını, çevirmelerini ve kepçelerini toladılar.
Sigaralarını yere atıp söndürdüler sigara içenler."

Bir şey vardı ısınmaz kalın kumaşların altında, kesip biçtiler
Patron çıkardılar, karşılaştırdılar,
Katlanılmaz bir uykunun sonunu kesip biçtiler
Şarkılara başladılar ölmüş olan bir at için
Makaslarını bırakmadılar
Bekleniyorlardı.

"Ey artık ölmüş olan at! dediler
Ne güzeldi senin çılgınlığın, ne ulaşılırdı!
Sen açardın,
Otuzüçbin at türünün tek kaynağıydın sen!
Tüylerin karaparlaktı. Koşumların,
kokulu yağlarla ovup parlatılan
nasıl yakışırdı sağrılarına ve göke.
Göke bir ululuk katardı sonsuz biçimin, at!
Toynaklarını liflerle ovardık
Senin karaya boyanırdı koşuşun
Uyandırırdı bütün karaları ve denizleri.
Çılgın kişnemeni duyardık sonsuzun yanıbaşından
Ne güzel günlerin vardı Kara at!
Binlerce kişi,
çocuklar, kadınlar, erkekler görkemli yahut
darmadağın giysileriyle herkes
körler ve cüzzamlılar,
bütün kutsal kitaplar kalabalığı,
ermişler, kargışlılar ve günahlılar
gebe kadınlar, vaz edenler
ve dondurmacılar ve at cambazları ve
tecimenler ve kıralcılar ve gemicilerle
Tanrıtanımazlar ve tefeciler ve
yalvaçlar...
ormanlardan ve kıyılardan ve kıraç yerlerden gelmiş
senin mutlu ovanı doldurup
haykırırlardı.
Büyü sesler içinde sen, geçerdin..."

Terziler geldiler. Bu güneşler odaların dışındaydı artık.
Herkes titrek ve sabırsız, titrek ve sabırsız elerinde
Gazeteler yazmadı, dükkanlar dönemindeydik
Yüzlerce odalarda yüzlerce terziler, pencerelerini kapadılar
Parmakları uzun, kurusolgun yüzleri sararmış, eskimiş durmaktan
Yitik saat köstekleri, titrek ve sabırsız yorgun bacakları
Herşeylerine yön veren durmuşluğa olur dediler
beğenip gülümsediler.

"Ey artık ölmüş olan at! dediler
Senin eyerin ne güzeldi.
Dişi keçi deresinden, ofir altınıyla süslü
Nasıl yaraşırdı belinin soylu çukurluğuna
Seninle öteleri ansırdık.
Öteler, baklanın ve panarın duyarlığı
Kedinin varlığı erişilmez kişilik
Güneşli bir damda.
İçimizden gemiler kaldırdın,
Suyunu büyük şölenlerle tazelerdik
Bayramımızdın. Kuburlukların
bütün kişniş ve badem dolydu.
Şimdi dar dünya
Ölümün büyük hızı kesildi."

Terziler geldiler. Ateş ve kan etirmediler.
Hüzünleri kan ve ateşti ama. Uğultulu bir şey
Ekspresler garlarda kaldı, ilaçlar çıldırdılar
Kenti bir baştan bir başa dolaştım, tıs yok
Bütün odalara dağıldılar. Sürahiler tozlu, pabuçlar kurumuş
yerlerde kırpıntılar

"oyulmuş yakalar, kolevlerinden arta kalanlar
vatka pamukları, verevine şeritler, kopçalar,
düğmeler, ilikler
iplik döküntüleri, kumaş parçaları,
karanlık akşamüstleri ve sabahlar,
dükkan tabelaları, kartvizitler..."

kasıklarına kadar çıkmış, en ufak bir ölüm bile yok.
tarafsız bir aşk çağlıyordu, onların solgunluğunda
Nutfaklarını kilitlediler, büyük atsı giysiler kestiler,

"Ey artık ölmüş olan at! dediler
Koşuşun büyütürdü dünyayı senin!
Sen nasıl da koşardın.
Biz güneyde yatardık, sen koşardın
Hangi at güzelse ondan da güzeldin
Kuyruğun parlak savruluşuyla bölerdi
bir karaya göğü
ve yüceltirdi, ince bezekli kuskununu.
Gemin güzel sesler çıkarırdı güzel
ağzında,
herkesi sevinç haykırtan.
Başına yaraşırdı düşüncemize ve gözlerine saygıyla bakardık..."

Terziler geldiler. Durgunlutu o dökük saçık giyindikleri
Yarım kalmışlardı. Tamamlanmadılar. Toplu odalarını sevdiler.
Ölümü hüzünle geçmişlerdi, ateşe tapardılar.
Kent eşiklerindeydi, ağlayışını duydular
Kestiler, biçtiler, dikmediler ve gitmediler,
iğnelerine iplik geçirip beklediler;

"Ey artık ölmüş olan at! dediler
En güzeli oydu işte, yüzünün
savaşla ilişkisi
Boydan boya bir karşıkoyma, denge
ve istekli bir azalma. Onu bilirdik.
O ağaç senin kanınla beslenirdi,
hepimizi besleyen.
Bir ülkeyi yeniden yaratırdı şaşkınlığımız
senin karşında,
alışverişin, alfabenin, iplik döküntülerinin ve
her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği..." (Turgut Uyar)
/
...Çok Üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız
Üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız .. (Çok Üşümek, Turgut Uyar)
/
...Bir biz ikimiz varız güzel öbürleri hep çirkin
Bir de bu terli karanlık ... (Kan Uyku, T.Uyar)
/
...
Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk üneşe karşı.
..
Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir anıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
...
Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unutuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük dee ondan mı diyeceksiniz
Ne iyyidik ne ötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı
..
Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum. (Geyikli Gece, T.Uyar)

MASA DA MASAYMIŞ HA

Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaysı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.

Maa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adm ha babam koyuyordu (Edip Cansever)
/
..Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu? bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele...
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle...
(Yerçekimli Karanfil - E.Cansever)
/
...Sonra o adamlar ki; çelimsiz,esmer,bıyıklı
Ve bütün gün sevişirler acılarıylan....
(Bir Ay Aldım Diyarbakırdan Tokatta Biri Öldü O Zaman - E.Cansever)

TRAGEDYALAR III
KORO

Birdenbire yapayalnızsanız her yerde
Ve bundan korkuyorsanız
En küçük şeylerden bile. Örneğin birine saati sorsanız
Karşıdan karşıya geçseniz bir caddede
Sesinizi alçaltıp dikkatle bakaraktan çevrenize
Biriyle bir şeyler konuşsanız
Ve her hün kitaplar, dergiler alsanız. Postacı her gün mektup hetirse
Sözgelimi bir resmi dairede
Fazlaca oyalansanız
Şöyle bir iki otobüs kaşırsanız üst üste, neden olmasın
Kaldı ki, hiç bir şey yapmasanız bile
Tuhaftır
Sanki herkes kuşkuyla bakacaktır yüzünüze.

Ve işte bir lokantaya girdiniz, garsonla çene çaldınız
Şarapla yiyecek bir şeyler söylediniz, hepsi bu kadar
Biraz da güldünüzdü aklınızdan eçen bir şeye
Ya gülünç bir olaya, ya önemsiz bir söze
Ama az ötede düğmeleriyle oynıyan
Ve yiyen tırnaklarını bir adam
Duraksız sizi izliyordur belki de.

Ya da bir dernekte üyesiniz, azıcık mutlusunuz
Ya da küçük bir memur bir banka servisinde
Durmadan suçlusunuz
Durmadan suçlusunuz
Durmadan suçlusunuz ve artık kendinizi
Gücünüz yok ödemeye.

Giderek siz oluyorsa bütün bir kalabalık
Yüzünüz yüzlerine benziyorsa, giysiniz giysilerine
Ansızın bir hastanın kendini iyi sanması gibi
Gücünüz yetse de azıcık bağırsanız
Bir yankı: durmadan yalnızsınız
Durmadan yalnızsınız (E.Cansever)
/
..İçimizde kahverengi bir dağ ölüsü yatar... (E.Cansever)
/

KORO

Sizin hiç korkmadığınız şeyler ya da hep öyle sandığınız
Beslenir kimi zaman da sevgilerle
Çok içten bir selamla ve içten bir gülümsemeyle
İşte her sabah rastladığınız birinin
Durakta, yolda, işyerinde
Ya da bir meyhanenin kuytu bir köşesinde
Yıllarca süren o dostça ilişkinin
Ve hatta bir sevgilinin
Yerine
Kin dolu gözleriyle bir ölüm yargıcı gibi
Biri
Kapkara giysilerle, özenti bir zincirle
Öyle
Dikilmiş sorguya çekiyor sizi
Ve sakın sormayın işte: bir hesp yanlışlığı mı, değil mi
Vakit yok öğrenmeye

Canım en basiti, arkanızdaki bir duvarın
Mineler, sarmaşıklar, o yaban gülleriyle
Örtülü bir duvarın ansızın
Kanlı, kireçli bir taş yapmuru halinde
Korkunç bir silah olduğunu yerine göre
Düşünün
Ve sakın sormayın işte: bir hesap yanlışlığı mı, değil mi
Vakit yok öğrenmeye

Ya da bir düşte yürüyor gibi
Islak mavi bir sabahtı, açtınız pencerenizi
Şöyle bir gerindiniz, gökyüzüne baktınız
Tutarak sapından bembeyaz bir karanfili
Sevinçle okşadınız
Ve içerde kahvaltınız bekliyordu sizi
Öyle ki, kahvenizi içiyordunuz, birazdan çıkacaktınız
Tam o sırada kapının zili
Tuhaf şey..bu saatte..kim olabilir ki
Ve işte az önce aldınızdı gazeteleri
Öyleyse?
Yaktınız bir sigara daha, kapıya yöneldiniz
Bırakıp maaya kahvenizi
Kilidi çevirdiniz, açtınız kapıyı usulca
Bir kurşun!
Birden o zamansız, o yersiz başdönmesi
Hani av araçları satılan bir dükkan vardı
İçi doldurulmuş çulluklar, kardelen çiçekleri
Bir kurşun!
Geçerken uğrardınız, iyiydi, cana yakındı
Yeleğinden çıkmazdı elleri
Bekardı, umutsuzdu, yalnızdı
Ve belki..
Bir kurşun!
Sormayın kendinize: bir vahşet mi bu, değil mi
Düştünüz sırtüstü yere ve işte avlandınız
Sadece avlandınız
Ağız dil bilmez söylemeyi.

Ötede
Islak mavi bir sabahtı. Gökyüzü
Bembeyaz karanfiller, pencere
Kahveniz, masanız, kahvaltınız
Bir yankı
Ve bütün çay fincanları: durmadan yalnızsınız
Durmadan yalnızsınız. (E.Cansever)

SAN
Kırmızı bir kuştur soluğum
Kumral göklerinde saçlarının
Seni kucağıma alıyorum
Tarifsiz uzuyor bacakların

Kırmızı bir at oluyor soluğum
Yüzümün yanmasından anlıyorum
Yoksuluz gecelerimiz çok kısa
Dörtnala sevişmek lazım (Cemal Süreya)
/
Ben nerde bir çift göz gördümse
Tuttum onu güzelce sana tamamladım
Sen binlerce yaşayasın diye yaptım bunu
Bir bunun için yaptım.... (Kanto, C. Süreya)
/
Şimdi bir güvercinin uçuşunu bölüşüyoruz
Gökyüzünün o meşhur maviliğinde
Uzun saçlı iri memeli kadınlarıyla
Bir Akdeniz şehri çıkabilir içinden
Alıp yaracak olsak yüreğini
Şimdi bir güvercinin
...
Biz eskiden de en aşağı böyleydik senlen
Bir bulut geçiyorsa onu görürdük
Bir minarenin keyfine diyecek yoksa onu
Bir adam boyuna yoksulluk ediyorsa onu
Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına
Bir cıgara atmışsak denize
Sabaha kadar yandı durdu (Cıgarayı Attım Denize, C.Süreya)
/
.. Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar...(Üvercinka, C.Süreya)
/
..Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orası.. (Göçebe, C.Süreya)
/
...Ben ki son üç gecedir intihar etmedi hiç... (Fayton, Ece Ayhan)
/
BALKON

Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirinde

İçimde ve evlerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen
Şezlongunuza uzanın ölü

Gelecek zamanlarda
Ölüleri balkonlara gömecekler
İnsan rahat etmiyecek
Öldükten sonra da

Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnındn öpmeğe gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların (Sezai Karakoç)

PAS

Doğduğum kente gitimdi bazı pasları silmeye
Yerinde görmeğe bazı taşları, bazı oyukları v.b.
Saçlarımı yine uzun tuttumdu bir ağırlık olsun diye
Dışarlıklı bir pabuç giydimdi
Yitmesin gelişim diye tozda toprakta

Beni kentin dışında tuttular karşılamaya
Çevirip yöremi ayrıladılar
Sanmazdım konuk olayım çocukluğuma
Geri göndermenin ilk adımı olsun hiç sanmazdım
Yengelerim için karşılama

Sanmazdım çocukları asfalta ve parka başlatsınlar
Oteller hanlar yapsınlar canım viraneliklere
Pastalar vitrinler çiğdem pilavına karşı
Sanmazdım kar yerine buzdan dondurma
Bir tek çapanoğlu kalmasın Yozgatta

Dedem ölmüş ninem ölmüş annem ölmüş
Giremedim eski evimize
Dedem ki karşı durmuştu yıllarca
Tütünün ve ağıdın yıkımına
Ninem ki karşı durmuştu yıllarca
Yokluğun ve dedemin yıkımına
Annem ki karşı durmuştu yıllarca
Onulmaz bir inceliğin yıkımına

Gülteni Yozgatlı demesinler bundan böyle
Nerde ölürsem oralı olayım
Doğularda yolsuz dağların değişmez dağların
Soğuk suların başında öleyim. (Gülten Akın)
/
..Azla avunmaya alıştık
Napalım paramız yoksa,
Şarabımız bitince yağmura çıkarız.
Kim güzelleşmiyor öpüşünce? (Sığınak, Ahmet Oktay)

AĞIT

annem mi bir kadın
geciken bir kadın gece yatısına
ölüm kendini göstereli babanım saçlarından
günübirlik bir kadın
üsküdar'la istanbul arasında

babamdı sakalıydı babamın
bir akşam göle batırdı
çıkmamak üzere bir daha
hepsi de ekmek kokardı
sayısı unutulan parmaklarının

akşam bir attır bütün ülkelerde
serin esmer bir attır
terkisine çocukların bindiği (Kemal Özer)
/
...Ben ellerimi severim sabahleyin uyanınca
Büyülü masallar limanında
En erken kalkan gemi benim
Rüzgarımda deniz kızları (Ut, Ercüment Uçarı)
/
...Ölüm alışsın artık bize
Bir dans gibi bahçemize gelsin
Gelsin otursun ılık minderimize (Gencölmek, Ergin Günçe)

ESKİ MUSTAFA

Karşıda gün bitimi eski Mustafa
Cebinde bir yirmibeşlik eski Mustafa
Oturmuş ellerini sayar hep iki bazan da üç
Güneşi kadına benzetir salkıma benzetir
Koparır üzümleri tane tane

Bu nasıl adam böyle dişim ağrıyor görünce
Bir ayağı burda diyelim ya öteki ayağı
Bir madalyon için düşmüş savaş yollarına
Doğrusu başka ayağı da yok ya

Uzakta gün bitimi eski bir plak gibi hep aynı gramofonda
Eski Mustafa bir tütün daha sardı
"Elbette" sarar "şu manzaray bak hoca"
Onun da yüreği var bana kalırsa

Ben tam kırkyedi Mustafa tanırım
Onun kadar Mustafa görmedim daha (Ergin Günçe)

SABİHA

Bana bir sigara verin annem öldü
Bu sabah öldü beşe doğru sanırım
Allah allah ne var şaşıracak canım
Annem öldü diyorum hepsi bu

Yüzüme bakmayın öyle gülesim geliyor
Bir ayna olsa da aptallığınızı görseniz
Hani dokunsam siz de güleceksiniz
Boş verin kurallara murallara yahu

Şu son yıl keman bile çalmadı
Yüzünde çizgiler çoğaldıkça öfkelendi
Sanki suçlu oymuş gibi babama yüklendi
Beni kimse anlayamaz deyip durdu

İsterseniz sinemaya falan gidelim
Galiba nadyanın bir filmi var tayyarede
Ortanca birader çok ağladı dün gece
Sahi, sabiha işi ne oldu? (Ataol Behramoğlu)
/
..Öpüşürken gözlerini yumma artık
Seni bütün uykunda öpüyorum oluyorum
..
Çocuk saçlarınla güzelsin çocuk.. (Geyik - Alim Atay)
/
...Suyun gözlerini örtüyorum işlemeli buğunla senin
Göğün yıldız örtüsünü sarıyorum göğsüne. (Gelgit - Melih Cevdet Anday)

SES

Uyandım ki ses içinde kalmışım
Yüzüm göğsüm ağzım burnum ellerim
Aralanan deniz kabuğunun sesi bu
Silkelenen kalabalık güneşin sesi
Diş rengindeki halatın gıcırdayan sesi
Ağaç biçimindeki ses borusunun,
Yarınki buğdayın, devinen kemiğin
Tarihsel bileğin, direncin sesi bu
Oynaşan arabanın sesi, kucaklaşan atların

Baktım güneşte soğumuş karanfil gibi mavi
Bir yapı işçisinin kulağındaki kalem gibi güzel
Yağmurda ıslanmış namlu gibi yeğin
Serçe kanadı değmiş çamaşır ipi gibi güleç
İğne yastığına konmuş arı gibi esrik
Okul bahçesinde dolaşan güvercinler gibi
Kıyıda öpülen dudak gibi, yağmurda öpülen dudak gibi
Gölgelere sokulan yüksüz dakikalar gibi
Kutsal oyuncaklar gibi. (M.C. Anday)
/
..Bir kız vardı yok gibi öyle güzel
Ne yerde ne gökte belki tuzda
Acısında ekmeğin dilim dilim buğusunda
..
Yollar sende başlar sende biter
Açık denize dökülmeden önce (Perçemli Sokak - Oktay Rifat)
/
Oralar yazın mı hala, güpgüzel midir
Gayri şarapsadım ben, İstanbulsadım... (Çılgar - Metin Eloğlu)
/
Yer altı günleri bunlar kör yılı köstebek ayı
...
Karım en çok soğuk harbi seviyor
Çocuklarımızdan.
..
Dilekçeyim masalar arasında
Yürek değil, sol yanımda on altı kuruşluk pul
Usulsüzüm yolsuzum... (İnsan Resmi - Can Yücel)
/
..Uykuda ağır düşe hafif
Bir ay bir yıldız bir poyraz esiyor. (Poyrazdan - C.Yücel)

Belphegor - Lucifer Incestus (2003)


Bu albüm, Belphegor mu? Hadi canım!, evet evet olabilir terbiyesiz albüm kapağından ve terbiyesiz sözlerden tanıdım, heh he. Onun dışında ilk döneminden başarılı bir kopuş sergilemişler. Bir kere önceki albümlerin her tarafına sinen amatörlükten kurtulmuşlar. Besteler hala hızlı vahşi yıkıcı. Ancak kaotik saçmalık bir düzene girmiş. Black metalin blastbeat tarama tremolo gibi klişeleri müziğe enjekte edilmiş. Misal ikinci şarkı Diaboli Virtus bu yüzden favorim ki ilk üç şarkı başka bir yerde duruyor. Ufak ufak samplelar, orkestral düzenlemeler kullanılmış. Aynı zamanda outro olan son şarkı Fleischrequiem de gayet hoş anlar yaşatıyor. Eğer bu gruba bir kulak atmak isteyen varsa ilk tercih edeceği yapıtları bu olmalı.

8,0/10

17 Nisan 2010 Cumartesi

RETRO: Tristania - Beyond the Veil (1999)


Doom metal etkisini azaltıp doğrudan senfonik hatta gregoryene bile uzanan bir senfonik tarz bu, havuza balıklamasına atlayan grup gotik metal içinde kalıp değişimin nasıl başarıyla aktarabileceğini layıkıyla gösteriyor bize. Grup vallahi billahi tillahi şu keman denen mereti en efektif döviz kurunda kullanan grup/sanatçılardan birisi. Soprano vokal insanın tüylerini ürpertip içinden boğarak adam öldürme planları geçirtenlerden değil, dinlemesi çok keyifli. Clean tok ve brütal vokaller var ek olarak, her şey ayarında. Müzikal çeşitlilik black metal'e kadar varan geniş bir spektrum sunuyor. Müzikal dinamikler biraz bumbastik ayarda, banallığı aşıyor, bu da hoş.
Türü içinde en iyilerinden bu albüm, favorilerimden.

8,25/10

16 Nisan 2010 Cuma

Orphaned Land - The Never Ending Way of ORwarriOR (2010)


Öncelikle oryantal melodilerini death ve progresif taraflarına tercih ettiğim grubun müzik hayatımda bugüne kadar özel bir konum işgal etmediğini söylemem gerekli. Fazlasıyla temiz pür ü pak kayıt biraz da prodüktörun katkısıyla metalden çok prog rock dinamiklerine sahip. Etnik melodiler tüm şarkılara yayılmış. Progresif müzik çok sevdiğim söylenemez. Ama albümün kolay dinlenilir olması ve sertliğin, brütal vokal içinde, dozajının azaltılması 78 dakikalık uzun süresine rağmen albümden kopmamamızı sağlıyor. Besteler de gayet iyi, bazı parçaların görece zayıf kalması ya da popüler mantığa esir düşmesi ,evet sana söylüyorum Sapari, genelden kaldığım hoşnutluğu etkilemiyor. Ancak 10 kere dinledim hepsinden ayrı haz aldım yeni yeni incelikler keşfettim diye görüş bildiren uçuk kaçık arkadaşlara da katılmıyorum. Tersine ilk dinlememde vay be dedim, teknikliğini bilmem amma bilgi alanım içinde değil, besteler kulağa çok karmaşık gelmiyor. Her şey dengeli, fazla hesap kitaplı. Şarkıların albüm içinde dizilimi ve kendi içindeki dinamik yapıları aslında biraz kusurlu, köyde çakıl kaplı yolda gitmeye benziyor, pürüzlü. Ancak böyle şeylere takmamak lazım, kafamızı bir kaldırıp etrafa yeşilliklere manzaraya bakalım. Clean vokallerin de bu hoş dakikalara etkisini gözardı etmemek şart.
Bir yandan da zorlayıcı gelin semavi din kardeşlerim birlik olalım tavrı horhor savaşçısı gibi saçma bir konsept ve daha kötüsü anlaşılmaz görsellikle buluşunca negatif etki yaratması kaçınılmaz. Ayrıca bu kardeşlik procesi altında ağırlık yahudiliğe verilirken diğer insanlar dışlanıyor. Neden semavi dinlere inananlarla kısıtlı bu milli birlik ve kardeşlik ve demokratik açılım projesi yahu?
Uzun lafın kısası, nasıl eleştiri getirirsen getir oturup bu albümü dinleyince hala ağzımın suları akıyor. Sanırım 2010'un en iyisini erken buldum.

9,0/10

15 Nisan 2010 Perşembe

Amorphis - Far From the Sun (2003)


70'li yılları az çok klavye aracılığıyla devam ettirseler de asıl yoğunlaştıkları alan folk etkili prog rock gibi bir kulvar. Saksafon ve caz etkilerinin emaresi ortada yok. Şarkıların çoğunun vokal tarafından yazılması bazı anlarda artık vokalin emekliliği gelmiş yorumlarını engellemiyor. Diğer yandan da bazı parçalar ayrı ses tonuna cukkudanak uygun düşüyor. Sonuç olarak vokal bu albümle kendini Amorphis okulundan mezun ediyor.
Albümün içinde gerçekten güzel besteler var. Bunların çoğu çok şık sololarla süslenmiş popüler kaygılardan tamamiyle uzak denilemeyecek parçalar. Day of Your Beliefs, Far From the Sun ve tabi ki Killing Goodness. Grubun en zayıf albümü mü bilmem. İlk albümlerini tekrar sonlardakini de ilk kez dinlemem gerekli. Yine de kötü değil keyifle dinlenecek bir yapıt. Zayıf yanı ise kalıcılığı ve sığlığı.

7,25/10

14 Nisan 2010 Çarşamba

Deerhunter - Microcastle / Weird Era Continued (2008)


İndiekafaların göğe çıkartmasıyla işkillendiğim grup bir nev-i bahar beni ters köşeye yatırdı. Hiç de fena değillermiş. Beklediğim uyuzumsu titrek şarkılar yerine bir kısmı deneysel sayke diğer kısmı ise orta tempo pop-rock kulvarda ilerleyen parçalar aslında belli ki birkaç geleneğin parçası. Ben pek indie rock türünü bilmiyorum. Ama anladığım kadarıyla sound 80-90'lar indie noyz rock'i ile 2000'lerin folk etkili nostaljik indie rockı karışımı gibi bir şey. Çok moda bu aralar bu sound. Ve bunu da popüler, biraz popüler yoksa sıradan vatandaşın anlayacağı besteler değil tabi, yoldan yaptıkları için eleştirmenler açık açık grubu pop tanımı altına sokuyorlar, şaka yapıyorlar sanırım. Neyse bu grubun deneysel dingin kısa mırıl mırıl şarkılarından ziyade yeri geldiğinde gitarın teline basan hoş melodileri kurulu bir düzene sokabilen taraflarını sevdim. Microcastle'ın başı, söylemeyi unuttum bu albüm iki albümün birleşimi ki herbiri ayrı ayrı da hayattalar; preti kuul sıfatını haketse bile bu kulluk seviyesi bir Nothing Ever Happened'ın Neither of Us, Uncertainly'nin yanına yaklaşamaz bilem, ikisi de kral şarkı ama sanki sonraki daha genç çıtı pıtı albenili gibi. Mutsuz bir şarkı tam sevdiğim gibi. Weird Era Continued ayağı da sıkı başlıyor. Operation, Dot Gain örneği bol cızırtılı köfte kıvamında. Black Box Recorder'ı hatırlatan Vox Humana konuşmaya dayalı yürek burkup suyunu sıkan bir beste. Sonra bu da deneyselliğe kayıyor.

7,25+/10

12 Nisan 2010 Pazartesi

RETRO: Athena - US (2004)


Örovizyon dönemi civarında lambur lumbur bir albüm olacağını düşünürken Us gerçeken iyi bir yapıt olarak karşımıza çıktı. Yerel melodilerin ucuz kullanımından sıyrılarak daha evrensel, görecen, bir sound tutturarak ska/alternatif boyutlarda geziniyorlar. For Real kadar ve doğrusunu söylemek gerekirse daha etkileyici Easy Man, kişisel olarak favoritim Yalan ve biraz da Değmez. Lezizane parçalar. Oranj kafa gökhan'ın slowlaştıkça çatallaşan ses renginin yerli piyasada yeterince değer görmüyor kannımca.

7,75/10

10 Nisan 2010 Cumartesi

Behemoth - ...From the Pagan Vastlands (1994) Demo

Legal albüm dönemindeki pagan etkisine daha fazla yaklaştıkları, akustik gitar gibi ilk deneysel etkileşimleri sergiledikleri, doomvari ham black çizgisinin arkada bırakıldığı bu son demoları açıkcası güzel bir geçiş dönemini yansıtıyor. Kayıt fena değil, vokaller jilet keskinliğinde, boğazı nasıl lime lime olmuyor hayret doğrusu. Summoning güzel parça.

6,50+/10

9 Nisan 2010 Cuma

RETRO: Tristania - Widow's Weeds (1998)


Tam ayarında hem erkek hem bayyan vokalin türü başarıyla temsil ettiği bu albüm gotik metali tanımak isteyenler için birebir, aslında gayet klasikleşmiş bir albüm. Tabi bu tür, daha doğrusu death doom kökenli güzel ve çirkin vokalli bu klasik gotik metal biraz tarihin naftalin kokan yapraklarına ait gözüküyor. Ondan düşük bu puanım, tekrar dinlerken hoş vakit geçiriyorum geçirmesine de benim için artık, ilk dinlememe kıyasla çok da bir şey ifade etmiyor. Wasteland's Caress favori parçam.

7,50+/10

7 Nisan 2010 Çarşamba

Overkill - Coverkill (1999)


Gruptan dinleyeceğim son albümü eğlenceli olacağı düşüncesiyle Coverkill olarak seçtim. İyi ki de öyle yapmışım. Grubun ilhamisini aldığı grupların şarkılarını yeniden yoruma tuttuğu bu albümde klasik heavy metal ve punk ağırlığı hissediliyor. İşin ilginci NWOBHM bacağı biraz zayıf kalmış. Ve bu albüm sayesinde grubun üzerinde en etkili grubun Black Sabbath olduğunu öğreniyoruz, iyi ki üç şarkıda bırakmışlar, efsane grubun diskogafilerini baştan kaydedecekler zannettiydim. Neyse isimlerini aldıkları Motörhead kavırı süper olmuş. Kanım kaynadı, Motörhead dinleyesim geldi vallahi. Onun dışında kayıt kalitesi sabit değil. Belki de oradan buradan farklı zamanda farklı albümlerde yer alan parçaları bir araya gelin voltranı oluşturun nidasıyla toplayıvermişler gibi duruyor. Albümün hoşnutsuzluk yaratan tarafı ise ilk dinlediğimde bana "ahan da bu Black Sabbath, ahanda şimdi Sex Pistols" dedirtebilmesi oldu. Yani neymiş farklı türlerdeki şarkıları kendi soundlarında birleştirip eritememişler.

7,25+/10

6 Nisan 2010 Salı

Grave Digger - Heart of Darkness (1995)


Besteleri hızlı çalmanın power metal sayılabilmek için yeterli gelmeyeceğini anlamış olsalar gerekki vokal ve besteler hıza ayak uydurmaya karar vermiş ve de aynı zamanda melodikleşerek ayrı bir tat çeşni katmışlar sounda. Ancak hala süper hit parçalar yazabildiklerini söylemek de güç olmakla beraber özellikle ilk baştaki şarkılar metan gaz halleri, çatır çatır rifleri ve arada bir parlayan melodileri ile göz dolduruyor. Hit parça yok dedim demesine de hitimsi var. Warchild! Albümü ortasından ayıran 11 dakikalık Heart of Darkness genel sounddan farklı olarak epik ve yavaş bir tempo tutturmuş. Ancak aynı karamsar ve ölüm odaklı temayı devam ettiriyorlar. Başarılı mı? Tartışılır. Sonrasında da Circle of Witches biraz daha öne çıkıyor. Ve vokalin 80'lerdeki tekniğini nasıl geliştirdiğine tanık oluyoruz. Grup hala intro yazma özürlüsü. Onları artık napcez, böyle kabulleneceğiz. Evet, bu albümle şeytanın bacağını kırmışlar gibi görünüyor. Ama benim için kolayca tanımlayamadığım bir eşik kaldı. Sonraki albümlerinde geçeceklerine canı gönülden inanıyorum.

7,75+/10

5 Nisan 2010 Pazartesi

Dark Tranquillity - We Are the Void (2010)


Evet evet, bir zamanlar türün öncülüğünü yapan getirdiği değişikliklerle etki bırakan bir grup nasıl olur da son üç-dört albümdür sound olarak aynı çizgide durur? Bir noktadan sonra kendini tekrar etmek beklentilerin altını ifade etmez mi? Yani bir yerde de "yaw de git, yeter! gına geldi artık" dedirtmez mi? Sanırım o nokta bu nokta. Ama ben başkaları kadar acımasız olmayacağım. Zira hala beni heyecanlandırabilen ender gruplardan biri Dark Tranquillity. Biraz irdelerseniz farklılıklar bulabilirsiniz aslında. Açılış parçası, örneğin son dönem çizgilerinden ayrı bir yerde duruyor. Synth'in daha bi ağırlık kazandığını, depresif havanın daha bi sindiğini söyleyebilirsiniz. Hiç şikayetim yok bundan. Asıl rahatsız eden şey artık göze göze batan tekrarcılık. Örneğin kapanış şarkısı epik Iridium! Güzel ama ben buna benzer şeyler duymuştum gruptan. Asıl rahatsız eden şey gitarın arka plana atılıp ritme çevrilmesi ve güzel ve ayrık bestelerin, nitelikli bestelerin niceliksel de düşüşe geçmesi. Bu kadar eleştiri kafi. Çünkü grup albüme doldur boşalt beste çaktığı gibi her zaman ustaca şeytan tüyü dikmişcesine melodik şarkıları da zihnimize çakabiliyor. The Grandest Accusation, Her Silent Language, I am the Void gibi. Albümdeki en sevdiğim şarkı ise bence rüya gibi aklı darmadağın bırakan her saniyesi tam da olması gerektiği gibi Surface the Infinite.

8,0-/10

4 Nisan 2010 Pazar

Gnarls Barkley - St. Elsewhere (2006)

Canınız pop türünde bir şeyler dinlemek istediğinde gönül rahatlığıyla kulak verebileceğiniz kalitede bir albüm bu. Crazy adlı hiti kadar güçlü bir şarkı bulmak zor. Ama nihayetine diğer parçalar da eğlencenin dibcağınıza vurabilebileceğiniz özelliklere sahip. Funk, elektronik, soul, hip hop türlerini karmaşaya mahal vermeksizin sentezleyen soundu ile takdir edilesi grup özellikle baş solistin ses rengi ile bir kırmızı kurdele daha hakediyor. Eğer pozitivitesi ile zehirlenmezseniz ki bana bir şey olmadı, tam tersi bünyeye bahar havası kattı, mp3 çalarınızdan kolay kolay silemeyeceğiniz bir durumla karşı karşıya kalabilirsiniz. St.Elsewhere, Smiley Faces ve The Last Time şukela olan diğer parçalar.

8,25/10

3 Nisan 2010 Cumartesi

RETRO: Ata Demirer - Makara (2005)


Bu aralar yeni filmi gösterimdeyken hala popülerliğini korumasıyla en azından beni şaşırtan Ata Demirer, komedyenlerin geleneksel ünlü olma rehberine uygun olarak mizah dünyasına taklit ve skeçlerle ilk adımını atmıştı. Tabi biraz ünlü olunca bu skeçler bir küçümsenir bir tukaka edilir en basitinden yeni kuşaklara bırakılır. Neyse Ata Demirer'in sonraki çizgisini açıkcası çok beğenmesem bile samimiyeti ile kişiliği ile takdir ettiğim bir isimdir. Bir Cem Yılmaz değil bir Şahan değil örneğin. Kısa skeçlerden ve parodik şarkılardan oluşan bu albüm son dakikalara doğru ayarını kaybedip biraz sapıtsa da eğlenceli dakikalar vaat ediyor. Halk müziğinden, sanat musikisine,Yunan tavernasından Roman havasına değişen şarkılar Bülent Ersoy, Küçül de cebime gir Emrah gibi isimler üzerinden yorumlanıyor. Pek bir kusur yok. Özellikle 90'larda çok popüler olan house-techno janrı, Çaycı Remzi üzerinden apayrı bir anlam kazanıyor. Zayıf yanlarına gelelim, uzun defalar dinlemeye müsait değil tür ve karakter icabı ile, Araknofobiya'dan hiç hoşlanmadım, espriler birkaç istisna dışında vasat, ya da beklenilenin altında, gülme kırılma geçme anlarında sanki azcık ucundan laubaliliğe kaçıyor gibi.

7,25/10