18 Nisan 2010 Pazar

Mehmet H. Doğan - İkinci Yeni Şiir Antoloji Dosya


İmaları ve yeri geldiğinde şakaları dahi anlamayan bir düzkafanın ki ben oluyorum dahi bir sene boyunca elinden düşüremediği bu derleme gerçekten çok önemli bir eser şahsi görüşümce. Düzkafalılığımdan dolayı kapalı anlatım tekniği yer yer anlamsızlığa varan ikinci yeni şiir akımının hiç bir zaman müdavimi saymayacağım kendimi. Ama bu kitap sayesinde epik bir yön de sergileyen Turgut Uyar'ı keşfetmiş oldum. Bu kitabın en önemli özelliği sadece toparladığı şiirler değil, zamanında edebi çevrelerde çok tartışılan makalelere ve de eleştirilere de yer vermesi. Uzun uzun alıntılar yapmak yerine, bir kaç tane yapcağım amma ve de lakin, daha çok etkileyici dizeleri mısraları ekliyeceğim buraya. Unutmamak gerekir ki yine de şiirin bütününden koparılmışlığı hissedeceğiz bu örneklerde.

TERZİLER GELDİLER

Terziler geldiler. Kırılmış büyük şeylere benzeyen şeylerle
daha çok koyu renklere ve daha çok ilişkilere
Bir kenti korkutan ve utandıran şeylerle.
Kumaşlar bulundu ve uyuyan kediler okşandı. Sonra
sonsuz çalgısı sevinçsizliğin.
Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de
Duruma uymak kısaltıyordu günlerini artamayan eksilmeyen hüzünle...
Yorgun ve solgundular, kumaşları buldular, kenti doldurdular
O çelenk onbin yıllıktı, taşıyıp getirdiler
Ölülerini gömmüşlerdi, kalabalıktılar, tozlarını silkmediler
Bütün caddeler boşaldı, herkes yol verdi,

"Tanrıtanır kadınlar ve cumhuriyetçiler
piyangocular, çiçek satın alanlar,
balıkçılar ağlarını, paraketelerini, ırıplarını, oltalarını
zokalarını, çevirmelerini ve kepçelerini toladılar.
Sigaralarını yere atıp söndürdüler sigara içenler."

Bir şey vardı ısınmaz kalın kumaşların altında, kesip biçtiler
Patron çıkardılar, karşılaştırdılar,
Katlanılmaz bir uykunun sonunu kesip biçtiler
Şarkılara başladılar ölmüş olan bir at için
Makaslarını bırakmadılar
Bekleniyorlardı.

"Ey artık ölmüş olan at! dediler
Ne güzeldi senin çılgınlığın, ne ulaşılırdı!
Sen açardın,
Otuzüçbin at türünün tek kaynağıydın sen!
Tüylerin karaparlaktı. Koşumların,
kokulu yağlarla ovup parlatılan
nasıl yakışırdı sağrılarına ve göke.
Göke bir ululuk katardı sonsuz biçimin, at!
Toynaklarını liflerle ovardık
Senin karaya boyanırdı koşuşun
Uyandırırdı bütün karaları ve denizleri.
Çılgın kişnemeni duyardık sonsuzun yanıbaşından
Ne güzel günlerin vardı Kara at!
Binlerce kişi,
çocuklar, kadınlar, erkekler görkemli yahut
darmadağın giysileriyle herkes
körler ve cüzzamlılar,
bütün kutsal kitaplar kalabalığı,
ermişler, kargışlılar ve günahlılar
gebe kadınlar, vaz edenler
ve dondurmacılar ve at cambazları ve
tecimenler ve kıralcılar ve gemicilerle
Tanrıtanımazlar ve tefeciler ve
yalvaçlar...
ormanlardan ve kıyılardan ve kıraç yerlerden gelmiş
senin mutlu ovanı doldurup
haykırırlardı.
Büyü sesler içinde sen, geçerdin..."

Terziler geldiler. Bu güneşler odaların dışındaydı artık.
Herkes titrek ve sabırsız, titrek ve sabırsız elerinde
Gazeteler yazmadı, dükkanlar dönemindeydik
Yüzlerce odalarda yüzlerce terziler, pencerelerini kapadılar
Parmakları uzun, kurusolgun yüzleri sararmış, eskimiş durmaktan
Yitik saat köstekleri, titrek ve sabırsız yorgun bacakları
Herşeylerine yön veren durmuşluğa olur dediler
beğenip gülümsediler.

"Ey artık ölmüş olan at! dediler
Senin eyerin ne güzeldi.
Dişi keçi deresinden, ofir altınıyla süslü
Nasıl yaraşırdı belinin soylu çukurluğuna
Seninle öteleri ansırdık.
Öteler, baklanın ve panarın duyarlığı
Kedinin varlığı erişilmez kişilik
Güneşli bir damda.
İçimizden gemiler kaldırdın,
Suyunu büyük şölenlerle tazelerdik
Bayramımızdın. Kuburlukların
bütün kişniş ve badem dolydu.
Şimdi dar dünya
Ölümün büyük hızı kesildi."

Terziler geldiler. Ateş ve kan etirmediler.
Hüzünleri kan ve ateşti ama. Uğultulu bir şey
Ekspresler garlarda kaldı, ilaçlar çıldırdılar
Kenti bir baştan bir başa dolaştım, tıs yok
Bütün odalara dağıldılar. Sürahiler tozlu, pabuçlar kurumuş
yerlerde kırpıntılar

"oyulmuş yakalar, kolevlerinden arta kalanlar
vatka pamukları, verevine şeritler, kopçalar,
düğmeler, ilikler
iplik döküntüleri, kumaş parçaları,
karanlık akşamüstleri ve sabahlar,
dükkan tabelaları, kartvizitler..."

kasıklarına kadar çıkmış, en ufak bir ölüm bile yok.
tarafsız bir aşk çağlıyordu, onların solgunluğunda
Nutfaklarını kilitlediler, büyük atsı giysiler kestiler,

"Ey artık ölmüş olan at! dediler
Koşuşun büyütürdü dünyayı senin!
Sen nasıl da koşardın.
Biz güneyde yatardık, sen koşardın
Hangi at güzelse ondan da güzeldin
Kuyruğun parlak savruluşuyla bölerdi
bir karaya göğü
ve yüceltirdi, ince bezekli kuskununu.
Gemin güzel sesler çıkarırdı güzel
ağzında,
herkesi sevinç haykırtan.
Başına yaraşırdı düşüncemize ve gözlerine saygıyla bakardık..."

Terziler geldiler. Durgunlutu o dökük saçık giyindikleri
Yarım kalmışlardı. Tamamlanmadılar. Toplu odalarını sevdiler.
Ölümü hüzünle geçmişlerdi, ateşe tapardılar.
Kent eşiklerindeydi, ağlayışını duydular
Kestiler, biçtiler, dikmediler ve gitmediler,
iğnelerine iplik geçirip beklediler;

"Ey artık ölmüş olan at! dediler
En güzeli oydu işte, yüzünün
savaşla ilişkisi
Boydan boya bir karşıkoyma, denge
ve istekli bir azalma. Onu bilirdik.
O ağaç senin kanınla beslenirdi,
hepimizi besleyen.
Bir ülkeyi yeniden yaratırdı şaşkınlığımız
senin karşında,
alışverişin, alfabenin, iplik döküntülerinin ve
her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği..." (Turgut Uyar)
/
...Çok Üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız
Üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız .. (Çok Üşümek, Turgut Uyar)
/
...Bir biz ikimiz varız güzel öbürleri hep çirkin
Bir de bu terli karanlık ... (Kan Uyku, T.Uyar)
/
...
Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk üneşe karşı.
..
Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir anıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
...
Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unutuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük dee ondan mı diyeceksiniz
Ne iyyidik ne ötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı
..
Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum. (Geyikli Gece, T.Uyar)

MASA DA MASAYMIŞ HA

Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaysı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.

Maa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adm ha babam koyuyordu (Edip Cansever)
/
..Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu? bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele...
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle...
(Yerçekimli Karanfil - E.Cansever)
/
...Sonra o adamlar ki; çelimsiz,esmer,bıyıklı
Ve bütün gün sevişirler acılarıylan....
(Bir Ay Aldım Diyarbakırdan Tokatta Biri Öldü O Zaman - E.Cansever)

TRAGEDYALAR III
KORO

Birdenbire yapayalnızsanız her yerde
Ve bundan korkuyorsanız
En küçük şeylerden bile. Örneğin birine saati sorsanız
Karşıdan karşıya geçseniz bir caddede
Sesinizi alçaltıp dikkatle bakaraktan çevrenize
Biriyle bir şeyler konuşsanız
Ve her hün kitaplar, dergiler alsanız. Postacı her gün mektup hetirse
Sözgelimi bir resmi dairede
Fazlaca oyalansanız
Şöyle bir iki otobüs kaşırsanız üst üste, neden olmasın
Kaldı ki, hiç bir şey yapmasanız bile
Tuhaftır
Sanki herkes kuşkuyla bakacaktır yüzünüze.

Ve işte bir lokantaya girdiniz, garsonla çene çaldınız
Şarapla yiyecek bir şeyler söylediniz, hepsi bu kadar
Biraz da güldünüzdü aklınızdan eçen bir şeye
Ya gülünç bir olaya, ya önemsiz bir söze
Ama az ötede düğmeleriyle oynıyan
Ve yiyen tırnaklarını bir adam
Duraksız sizi izliyordur belki de.

Ya da bir dernekte üyesiniz, azıcık mutlusunuz
Ya da küçük bir memur bir banka servisinde
Durmadan suçlusunuz
Durmadan suçlusunuz
Durmadan suçlusunuz ve artık kendinizi
Gücünüz yok ödemeye.

Giderek siz oluyorsa bütün bir kalabalık
Yüzünüz yüzlerine benziyorsa, giysiniz giysilerine
Ansızın bir hastanın kendini iyi sanması gibi
Gücünüz yetse de azıcık bağırsanız
Bir yankı: durmadan yalnızsınız
Durmadan yalnızsınız (E.Cansever)
/
..İçimizde kahverengi bir dağ ölüsü yatar... (E.Cansever)
/

KORO

Sizin hiç korkmadığınız şeyler ya da hep öyle sandığınız
Beslenir kimi zaman da sevgilerle
Çok içten bir selamla ve içten bir gülümsemeyle
İşte her sabah rastladığınız birinin
Durakta, yolda, işyerinde
Ya da bir meyhanenin kuytu bir köşesinde
Yıllarca süren o dostça ilişkinin
Ve hatta bir sevgilinin
Yerine
Kin dolu gözleriyle bir ölüm yargıcı gibi
Biri
Kapkara giysilerle, özenti bir zincirle
Öyle
Dikilmiş sorguya çekiyor sizi
Ve sakın sormayın işte: bir hesp yanlışlığı mı, değil mi
Vakit yok öğrenmeye

Canım en basiti, arkanızdaki bir duvarın
Mineler, sarmaşıklar, o yaban gülleriyle
Örtülü bir duvarın ansızın
Kanlı, kireçli bir taş yapmuru halinde
Korkunç bir silah olduğunu yerine göre
Düşünün
Ve sakın sormayın işte: bir hesap yanlışlığı mı, değil mi
Vakit yok öğrenmeye

Ya da bir düşte yürüyor gibi
Islak mavi bir sabahtı, açtınız pencerenizi
Şöyle bir gerindiniz, gökyüzüne baktınız
Tutarak sapından bembeyaz bir karanfili
Sevinçle okşadınız
Ve içerde kahvaltınız bekliyordu sizi
Öyle ki, kahvenizi içiyordunuz, birazdan çıkacaktınız
Tam o sırada kapının zili
Tuhaf şey..bu saatte..kim olabilir ki
Ve işte az önce aldınızdı gazeteleri
Öyleyse?
Yaktınız bir sigara daha, kapıya yöneldiniz
Bırakıp maaya kahvenizi
Kilidi çevirdiniz, açtınız kapıyı usulca
Bir kurşun!
Birden o zamansız, o yersiz başdönmesi
Hani av araçları satılan bir dükkan vardı
İçi doldurulmuş çulluklar, kardelen çiçekleri
Bir kurşun!
Geçerken uğrardınız, iyiydi, cana yakındı
Yeleğinden çıkmazdı elleri
Bekardı, umutsuzdu, yalnızdı
Ve belki..
Bir kurşun!
Sormayın kendinize: bir vahşet mi bu, değil mi
Düştünüz sırtüstü yere ve işte avlandınız
Sadece avlandınız
Ağız dil bilmez söylemeyi.

Ötede
Islak mavi bir sabahtı. Gökyüzü
Bembeyaz karanfiller, pencere
Kahveniz, masanız, kahvaltınız
Bir yankı
Ve bütün çay fincanları: durmadan yalnızsınız
Durmadan yalnızsınız. (E.Cansever)

SAN
Kırmızı bir kuştur soluğum
Kumral göklerinde saçlarının
Seni kucağıma alıyorum
Tarifsiz uzuyor bacakların

Kırmızı bir at oluyor soluğum
Yüzümün yanmasından anlıyorum
Yoksuluz gecelerimiz çok kısa
Dörtnala sevişmek lazım (Cemal Süreya)
/
Ben nerde bir çift göz gördümse
Tuttum onu güzelce sana tamamladım
Sen binlerce yaşayasın diye yaptım bunu
Bir bunun için yaptım.... (Kanto, C. Süreya)
/
Şimdi bir güvercinin uçuşunu bölüşüyoruz
Gökyüzünün o meşhur maviliğinde
Uzun saçlı iri memeli kadınlarıyla
Bir Akdeniz şehri çıkabilir içinden
Alıp yaracak olsak yüreğini
Şimdi bir güvercinin
...
Biz eskiden de en aşağı böyleydik senlen
Bir bulut geçiyorsa onu görürdük
Bir minarenin keyfine diyecek yoksa onu
Bir adam boyuna yoksulluk ediyorsa onu
Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına
Bir cıgara atmışsak denize
Sabaha kadar yandı durdu (Cıgarayı Attım Denize, C.Süreya)
/
.. Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar...(Üvercinka, C.Süreya)
/
..Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orası.. (Göçebe, C.Süreya)
/
...Ben ki son üç gecedir intihar etmedi hiç... (Fayton, Ece Ayhan)
/
BALKON

Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirinde

İçimde ve evlerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen
Şezlongunuza uzanın ölü

Gelecek zamanlarda
Ölüleri balkonlara gömecekler
İnsan rahat etmiyecek
Öldükten sonra da

Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnındn öpmeğe gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların (Sezai Karakoç)

PAS

Doğduğum kente gitimdi bazı pasları silmeye
Yerinde görmeğe bazı taşları, bazı oyukları v.b.
Saçlarımı yine uzun tuttumdu bir ağırlık olsun diye
Dışarlıklı bir pabuç giydimdi
Yitmesin gelişim diye tozda toprakta

Beni kentin dışında tuttular karşılamaya
Çevirip yöremi ayrıladılar
Sanmazdım konuk olayım çocukluğuma
Geri göndermenin ilk adımı olsun hiç sanmazdım
Yengelerim için karşılama

Sanmazdım çocukları asfalta ve parka başlatsınlar
Oteller hanlar yapsınlar canım viraneliklere
Pastalar vitrinler çiğdem pilavına karşı
Sanmazdım kar yerine buzdan dondurma
Bir tek çapanoğlu kalmasın Yozgatta

Dedem ölmüş ninem ölmüş annem ölmüş
Giremedim eski evimize
Dedem ki karşı durmuştu yıllarca
Tütünün ve ağıdın yıkımına
Ninem ki karşı durmuştu yıllarca
Yokluğun ve dedemin yıkımına
Annem ki karşı durmuştu yıllarca
Onulmaz bir inceliğin yıkımına

Gülteni Yozgatlı demesinler bundan böyle
Nerde ölürsem oralı olayım
Doğularda yolsuz dağların değişmez dağların
Soğuk suların başında öleyim. (Gülten Akın)
/
..Azla avunmaya alıştık
Napalım paramız yoksa,
Şarabımız bitince yağmura çıkarız.
Kim güzelleşmiyor öpüşünce? (Sığınak, Ahmet Oktay)

AĞIT

annem mi bir kadın
geciken bir kadın gece yatısına
ölüm kendini göstereli babanım saçlarından
günübirlik bir kadın
üsküdar'la istanbul arasında

babamdı sakalıydı babamın
bir akşam göle batırdı
çıkmamak üzere bir daha
hepsi de ekmek kokardı
sayısı unutulan parmaklarının

akşam bir attır bütün ülkelerde
serin esmer bir attır
terkisine çocukların bindiği (Kemal Özer)
/
...Ben ellerimi severim sabahleyin uyanınca
Büyülü masallar limanında
En erken kalkan gemi benim
Rüzgarımda deniz kızları (Ut, Ercüment Uçarı)
/
...Ölüm alışsın artık bize
Bir dans gibi bahçemize gelsin
Gelsin otursun ılık minderimize (Gencölmek, Ergin Günçe)

ESKİ MUSTAFA

Karşıda gün bitimi eski Mustafa
Cebinde bir yirmibeşlik eski Mustafa
Oturmuş ellerini sayar hep iki bazan da üç
Güneşi kadına benzetir salkıma benzetir
Koparır üzümleri tane tane

Bu nasıl adam böyle dişim ağrıyor görünce
Bir ayağı burda diyelim ya öteki ayağı
Bir madalyon için düşmüş savaş yollarına
Doğrusu başka ayağı da yok ya

Uzakta gün bitimi eski bir plak gibi hep aynı gramofonda
Eski Mustafa bir tütün daha sardı
"Elbette" sarar "şu manzaray bak hoca"
Onun da yüreği var bana kalırsa

Ben tam kırkyedi Mustafa tanırım
Onun kadar Mustafa görmedim daha (Ergin Günçe)

SABİHA

Bana bir sigara verin annem öldü
Bu sabah öldü beşe doğru sanırım
Allah allah ne var şaşıracak canım
Annem öldü diyorum hepsi bu

Yüzüme bakmayın öyle gülesim geliyor
Bir ayna olsa da aptallığınızı görseniz
Hani dokunsam siz de güleceksiniz
Boş verin kurallara murallara yahu

Şu son yıl keman bile çalmadı
Yüzünde çizgiler çoğaldıkça öfkelendi
Sanki suçlu oymuş gibi babama yüklendi
Beni kimse anlayamaz deyip durdu

İsterseniz sinemaya falan gidelim
Galiba nadyanın bir filmi var tayyarede
Ortanca birader çok ağladı dün gece
Sahi, sabiha işi ne oldu? (Ataol Behramoğlu)
/
..Öpüşürken gözlerini yumma artık
Seni bütün uykunda öpüyorum oluyorum
..
Çocuk saçlarınla güzelsin çocuk.. (Geyik - Alim Atay)
/
...Suyun gözlerini örtüyorum işlemeli buğunla senin
Göğün yıldız örtüsünü sarıyorum göğsüne. (Gelgit - Melih Cevdet Anday)

SES

Uyandım ki ses içinde kalmışım
Yüzüm göğsüm ağzım burnum ellerim
Aralanan deniz kabuğunun sesi bu
Silkelenen kalabalık güneşin sesi
Diş rengindeki halatın gıcırdayan sesi
Ağaç biçimindeki ses borusunun,
Yarınki buğdayın, devinen kemiğin
Tarihsel bileğin, direncin sesi bu
Oynaşan arabanın sesi, kucaklaşan atların

Baktım güneşte soğumuş karanfil gibi mavi
Bir yapı işçisinin kulağındaki kalem gibi güzel
Yağmurda ıslanmış namlu gibi yeğin
Serçe kanadı değmiş çamaşır ipi gibi güleç
İğne yastığına konmuş arı gibi esrik
Okul bahçesinde dolaşan güvercinler gibi
Kıyıda öpülen dudak gibi, yağmurda öpülen dudak gibi
Gölgelere sokulan yüksüz dakikalar gibi
Kutsal oyuncaklar gibi. (M.C. Anday)
/
..Bir kız vardı yok gibi öyle güzel
Ne yerde ne gökte belki tuzda
Acısında ekmeğin dilim dilim buğusunda
..
Yollar sende başlar sende biter
Açık denize dökülmeden önce (Perçemli Sokak - Oktay Rifat)
/
Oralar yazın mı hala, güpgüzel midir
Gayri şarapsadım ben, İstanbulsadım... (Çılgar - Metin Eloğlu)
/
Yer altı günleri bunlar kör yılı köstebek ayı
...
Karım en çok soğuk harbi seviyor
Çocuklarımızdan.
..
Dilekçeyim masalar arasında
Yürek değil, sol yanımda on altı kuruşluk pul
Usulsüzüm yolsuzum... (İnsan Resmi - Can Yücel)
/
..Uykuda ağır düşe hafif
Bir ay bir yıldız bir poyraz esiyor. (Poyrazdan - C.Yücel)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder