30 Nisan 2018 Pazartesi

Kurban - Sert (2004)

Ünlü şarkıların yeniden yorumunda üzerine bir şeyler katılmasını beklemek abesle iştigal olur, ama en azından yeni bir nefes, yeni bir bakış açısı getirmeleri beklenebilir. Sadece distorşınn nınınına boğmak yetmez, kızıyorum yani. Bunun kolaycılığına çok başvuruldu zamanında. Bir de ben ciddi adamım, müziğin de ciddi bir iş olduğuna inanırım. Gevşekliği felan da sevmem. Kurban ise bu albümde bütün bu çekincelerimin üzerinde saygısızca tepiniyor. İyi de yapıyor. Keyif veriyor, dört köşe yapıyor. Evet, kayıt üst üste dinlenecek bir derinlik sunmuyor. Uygun kafada olmanız lazım. Ancak depresif havadaysanız onu da boğacak kuvvette. Böyle bir kayıttan İnsanlar'a sadece bir senede ulaşmaları da ilginç doğrusu.

8,25/10

29 Nisan 2018 Pazar

Misþyrming - Söngvar elds og óreiðu (2015)

Bu albüme pek haz etmediğim derinden, mağaranın dibinden yankılanan sert brütal vokaller yüzünden ilk başlarda pek ısınamadım. Ara ara parlayan riffler ve tabi ki neredeyse bilim kurgu/gerilim filmi etkisi yaratan ambiyans bölümleri bu önyargımı kırmada yardımcı oldu. Bunlardan dolayı henüz tek kaydı bulunan grup yaratıcılık konusunda olumlu tepkiler almakla birlikte bunu söyleyenler Panopticon'u dinlememiş olsa gerek. Bence black metal kayıtları zaten farklılık içermek zorunda. Yoksa taka tuka bateri, trımırı gitar riffi nereye kadar gider, hep aynı şekilde? Kısacası Misdhyrming diye okunan grubumuz  beklentilerim doğrultusunda daha ilk işlerinde kendilerine ait bir sesi yaratmış görünüyor. Yoğun atmosfer, sıkı bir bestecilik, melodi ve uyumsuzluk arasında sağlanan denge...Dediğim gibi artık black metal janrında daha azını bekleyemem. Fakat bazen ipin ucunu kaçırmamaya da dikkat etmek lazım. Sadece bir kaç saniye süren oryantal sample bir değil iki kaşımı da havalandırdı örneğin.

7,25+/10

27 Nisan 2018 Cuma

Enslaved - E (2017)

Garip bir albüm bu. İticilik ve çekicilik yan yana. Hatta daha ilk şarkı, başlarında o kadar sevmedim ki ve sonrasında o kadar iyi toparlandı ki, anlatamıyorum. Diğer bir ilginçlik de viking metal öğesi, daha doğrusu post-viking black metalimsi progresif metal felan fişman. Yani kafa karıştırıcı, diğer yandan da kendi içinde tutarlı, ta ki saksafonlu şarkıya kadar. RYM de biri demişki, Opeth jam session sonrası modern King Crimson şarkılarının Mastodon tarafından icrası gibi bir şey. Sevdim bu benzetmeyi.  Bir de aslı elektronika grubu Röyksopp'a ait What Else Is There yorumu var ki, iyi kötünün ötesinde neler oluyor orada dedirtiyor.

7,50-/10

26 Nisan 2018 Perşembe

Spoon - Hot Thoughts (2017)

Grubu tanıma şerefine eriştiğim bir önceki albümün kalitesine yaklaşamamakla birlikte bu da iş görür, iş görmesinin ötesinde keyif de verir. İlk dinlemelerimde modern prodüksiyonu ve arada bir istemeden sıkılarak söylüyormuşcasına kulağa gelen vokal yüzünden bir sarsılsam da dinleye dinleye hoşlanageldim kayıttan. Elektronik ve funk etkili, biraz da saykedelik sızıntılı indie rock kayıtta şarkılar birbiriyle uyumlu olmakla beraber çeşitlilik de sergilemekte. Bu havalarda güzel gidiyor doğrusu. Hatta gaza gelip grubun diskografisine de başlayacağım. Bakalım nereden nerelere gelmişler.

7,50+/10

Luigi Nono/Mahler - Il canto sospeso / Kindertotenlieder (1993)

Luigi Nono tarafından bestelenen il canto sospeso yazıldığı 50'li yıllar düşünüldüğünde modern bir çalışma oluyor. Amerika'da Sovyetler casusluğuyla suçlanarak idam edilen bir çiftin ardından yazılan bir şiirden esinlenilmiş. Buna rağmen Nazilere direnenleri konu almaktaymış. Aradaki ilişkiyi çok anlamamakla beraber her halükarda politik yanı belli oluyor. Bir de mektuplardan söz ediliyor ki 12 bölümün bir kısmını da oluşturan Almanca anlatılara konu teşkil ediyor zannediyorum. Sound oldukça modern, Alban Berg, Arnold Schoenberg, Anton Webern gibi bestecilerin öne çıktığı serializm akımıyla ilişkilendiriliyor. Matematiğe de dayanan atonalliği bir ölçüde düzen altına almaya çalışan diziselcilik diye çevriliyor lügatimize. Kulağa gelen şey ise gerim gerim gerilim, bir titreme hali, ürkünçlük, midede boşluk. Yine de kaotizmin pençesine düşmemeyi başarıyor, biraz da anlatı kısımlar sayesinde.  Almanca ve koro atmosferi yoğunlaştırmakta başarılı. Ancak hangi insanoğlu ve insankızı dur bir keyifle bir müzik dinleyeyim diye bunu açar, bilemedim. Direnmek umuttur gibi bir mesajı varsa da benim reseptörler kapandı. Gelelim Mahler'in Kindertorenlieder'e, yani çocukların ölüm şarkılarına. Ölen çocuklarına ithafen Friedrich Rückert'in yazdığı şiirlerden beşini bestelemiş Mahler. Soprano daha doğrusu mezzo soprano Marjana Lipovsek, sakin bir havada ama acıyı tutkuyu iletir şekilde şarkıları seslendirmekte. Yükselip alçalan alttan bir dalga da yok değil. Atmosferi kapalı hale koymak için enstrümanlar kısıtlı tutulmuş, neşe ile coşku ile özdeşleşen ziller, davullar, trompetler ya yok ya minimal ölçüde. Son şarkı da Kindertotenlieder çatısında olmamakla birlikte aynı şairin aynı bestekar tarafından bestelenmiş aynı mezzo soprano tarafından seslendirilen bir çalışması olarak kayıtta yer almakta. İşin doğrusu youtube'da daha dokunaklı versiyonlarına rastlamıştım bu şarkıların. Bu yorumlar bana bir miktar kasıntılı, kitabi geldi. Son olarak Claudio Abbado yönetiminde Berlin Filarmoni orkestrası tarafından bu albümün kaydedildiğini ekleyelim.

7,25-/10

24 Nisan 2018 Salı

V.A. - Bornéo: Musiques des Dayaks et des Punans (1999)

Punanları bilmem ama bu Dayaklar kelle avcısıdır. Bakmayın böyle kapağa teyze resmi koyduklarını. Hoş kulağına bi şeyler olmuş galiba. Canlı canlı adam yer bu kabile, benden söylemesi. Musikişinas kişiler olarak kayda dönersek, ilk şey bu tarz alan çalışmalarının ister istemez belgesel tadında olması sebebiyle dinlerken kendinizi akaemisyenmiş gibi hissettiğinizi ve müzikalliğin ucunu kaybettiğinizi söylediğimi hatırlatacağım. Yalnız ilginçtir bu çalışmada kimi yerlerde bu halet-i ruhiye'yi aşabildiğimi ekleyebilirim. Bir kere önyargıda yetişip büyüyen ilkel ve basit bir şeyler beklentisinin tersine burada enstrümanlarda çeşitlilik duyuyoruz. Sadece vokalin olduğu yalın parçalar da mevcut diğer yandan. Çeşitlilik burada kalmıyor, Karayibimsi Afrika ritimleri yada Amerikan yerlileri şamanizmini hatırlatan anlar kayıtta eksik değil. Şarkıların çoğu zaman kendini tekrar etmesi bence zayıflık değil, o toplumlardan beste anlamında kompleks bir şeyler beklemek haksız. (Belki Progresif Punan Halk Müziği de vardır, kim bilir?) Ancak ritmik olarak duyguyu güçlendirdiğini düşünmekteyim bu tekrarların. Thumbs Up.

7,50/10

23 Nisan 2018 Pazartesi

Etta James - At Last! (1960)

At Last namındaki şarkısıyla bilinen soul'un çoook eski isimlerinden Etta James sahiden de çok güçlü bir sese sahip. Yalnız itiraf etmeliyim ki bir miktar daha yumuşak ve kadife sesli olmasını tercih ederdim. Aşkını, özlemini, hasretini dayak atar gibi çığırırken ben pek etkilenemiyorum. Üstelik kaydın gerçekten de en iyisi albüme adını veren parça oluyor. Belki kıyıda köşede kalmış bir şarkıyı keşfederim beklentisi de boşa çıkmış oluyor böylece. Yine de 60 senelik bir kayıt olduğunu akıldan çıkarmamak gerekli. Bugünkü soul ve r&b dünyasının temel taşlarından olduğu gerçeği gün gibi ortada.

7,50-/10

22 Nisan 2018 Pazar

Jesu - Heart Ache (2004 EP)

Uzun süredir Jesu'yu ihmal ediyordum. Grubun ilk dönemlerine tekabül eden bu çalışma 40 dakikaya 2 şarkı sığdırıyor. Sound olarak post-rock'ın serti kabilinde post-metal'i andırmakla birlikte riflerin tekrar tekrar çalınması ve ağır temposu drone kategorisine de dahil etmekte. Fakat bu yavaşlık misal daha önce dinlediğim aynı tür içindeki Earth grubunun çalışmasındaki sıkıcılık raddesine varmıyor. Bir kere modern metal örneklerinin tersine  albüm kapağının işaret ettiği gibi, enstrümanların arasında boşluğu duyduran yani gürültüye boğulmamış, hatta ferah bir atmosfer var. Müzik kademe kademe ilerliyor, kreşendo özellikle ikinci şarkıda güzel kullanılmış. Ben pek bir beğendim doğrusu.

8,0+/10

21 Nisan 2018 Cumartesi

RETRO: Amorphis - Tales From the Thousand Lakes (1994)

Öncelikle efsane bir albüm. İlk dinlerken cahillikten anlatamadığım garipliklerin, örneğin keyboard sololarda somutlaşan progresif etkileri de dahil ettiğimizde alttan besleyen diğer çok çeşitli tür ve olguların ötesinde melodik death metal olarak sınıflamak mümkün. Bu üstyapıyı besleyen beşi benzemez şeyler nelerdir peki? Folk metal, epik, progresif rock/metal ki demiştim, melodik, doom metal. İlk dönem metal albümlerinin en sevdiğim yanı her şarkının ayrı bir karakteri olmasına gösterilen özen. Kayıtta hoşlanmadığınız şeyler olabilir ki benim de var, birazdan söyleyeceğim. Ancak hiç bir şarkı yer kaplasın diye, filler oluversin diye kayda katılmadığını hissedebiliyorsunuz. Bu önemli. Albümün özellikle ikinci yarısı keyboard ve gitar soloları ile, clean vokalin getirdiği epik hava ile coşup yürek hoplatmakta. Hatta bazı şarkıların elektronik remiksi bile yapılmaya müsait. Hoşlanmadığım iki hususu ise özetlemek gerekirse: Albümün atmosferi işte bu ikinci yarıda biraz hafife kaçıyor. Sert metal müziğe alıştırmak için bir yakınınızı, bu albümü eşsiz kılan bir özellik bu. Ancak deneyimli dinleyici bir miktar cheesy bulabilir. İkincisi için de uzaklaşmaya gerek yok. Özellikle keyboard tonlamaları kaydı bir miktar mutlu, hopidik kılabiliyor. Özellikle yeni bir miks tonlamaları sert ve biraz daha karanlık hale getirse albümün soundu nasıl değişir, merak ediyorum. Tabi ki çuvallamayla sonuçlanacak bir potansiyel taşımakta böyle bir değişiklik. Bu albümü değerli kılan en önemli şeylerinden arındırmak ne kadar doğru olur bilemeyeceğim. Sadece aklımda beliren sorular işte.

8,75/10

17 Nisan 2018 Salı

Fikret Kızılok - Singlelar 3

1973 tarihli plağın ön yüzünde Bacın Önde Ben Arkada, B yüzünde ise Koyverdin Gittin Beni yer alıyor. İki beste de sanatçıya ait. İlk şarkı altyapısı ile Türk filmlerinden çıkmışcasına durmakla birlikte, ofoflarıyla birlikte düşünüldüğünde şarkıcının narin ses tonunu zorladığı duyulabiliyor. Sevdiğimi söylemem güç. Neyseki B yüzü kaydı kurtarıyor. Elektronik gitar ve kemençe ile birlikte Karadeniz kıyılarına yolculuk yapıyoruz. Sözleri emsallerinden pek de farklı değil, ismi üzerinde.

7,0

İkinci kaydımız da aynı sene çıkmış. Köroğlu Dağları kabak kemaniyle açılıyor, sitar gibi bir tını ile birlikte Hint etkisi saykedelik etki bıraksa da kısa sürede geleneksel türkü formuna kavuşuyor. Burada da vurmalıların tınısı dikkat çekiyor. Vokal fazlasıyla halk müziği normlarında, yine zorlanıyor kimi yerde.  Klarnet ile de meyhane solosu eksik kalmıyor. İlginç bir çalışma. B yüzündeki Tutamadım Ellerini flüt solosu ile başka bir enteresan katkıyı sergiliyor. Daha ağır bir parça. Farkına varıyorum ki bu tarz şarkılarını daha çok seviyorum. Vokal performansın incelikleri daha net öne çıkıyor.

7,50-/10

1975 yılı geldiğinde ise toplumsal olayların Kızılok müziğine yansıması belirginleşmekte. Anadoluyum '75 Ahmed Arif ve Nazım Hikmet'in sözlerinden bestelenmiş: akın var güneşe akın, güneşi zaptedeceğiz, güneşin zaptı akın. Bas, tremolo bağlama. Politik şarkıların en güzel örneklerinden biri. Diğer şarkı daha türkü formunda, Aşık Mahzuni Şerif bestesi. Diğerinin gölgesinde kalmakla beraber bu da iyi. Bu tekçaları pek beğendim.

8,25/10

Ve geliyoruz 1976 yılına. Biz Yanarız da Aşık Mahzuni Şerif bestesi. Aşık Veysel'in şarkı motifleriyle benzeştiğini düşünüyorum. Gayet pastoral ve hece hece söyleme tarzını yansıtmakta. Koyunlar kuzular vesair. B yüzü de çok farklı değil. Bu açıdan plağın iki yüzünün birbirini tamamladığını söyleyebiliriz. Çünkü Sen Bir Ceylan Olsan çoban ve koyun figürlerini devam ettiren Aşık Veysel sözlerine sahip. Beste Fikret Kızılok'un yalnız.

7,50-/10

15 Nisan 2018 Pazar

The Great Old Ones - TEKELI-LI (2014)

Gitarda gizli bir shoegaze izine rağmen sert, sımsıkı atmosferik black metal çalışması bu. Karanlık tınılar H.P. Lovecraft'ın zihnine doğru bir yolculuğa çıkarıyor dinleyeni. Fransızca konuşma bölümleri dahi incelikle tüyler ürperten atmosfere katkıda bulunuyor. Sound Cthultu mitosuna göndermeler içeren öyküye ki albümün temasını oluşturuyor, uygun şekilde beklentiler, ürkünçlükler, yabancılıklar hissettirirken modern öğeleri kullanmasını da biliyor. Bununla birlikte hem pislik hem melodik olmasını da biliyor. Kısacası albümün değişkenliğine dinamizmine hayran olmamak mümkün değil. Konsept albümlerin kendini fazlasıyla ciddi almasından kaynaklı genel kusurdan azade değil. Belki bu belki de söze dökemeyeceğim bir sebeple tam olmuş dedirtmiyor. Yine de türü sevene güzel bir macera sunduğu kesin.

7,75-/10

13 Nisan 2018 Cuma

Bauhaus - Mask (1981)

Dinlediğim ilk albümüne göre görece uslanan bir sounda sahip albüm klasik post-punk sularına da daha bir yaklaşmış. Gotik rock derler, o kadar anlamıyorum dostlar. Doğal olarak yine görece dinlemesi daha kolay bir çalışma ile karşı karşıyayız. Ama şunu fark ediyorum ki seksenlerin rock dünyası uzaylı dedirtecek kadar yabancı bana. Acayip bir kafa. In Fear of Fear'a bakın mesela. Arkada dönen şen şakrak, animasyon altyapısı ne öyle! Çizgi adam geliyor aklıma, gençler bilmez. Zaten bu noktadan sonra albüm ilgimi çekmeye başlıyor. Dub denemesi bile mevcut.

7,25/10

11 Nisan 2018 Çarşamba

Timber Timbre - Timber Timbre (2009)

Bu grubun bir albümlerini dinlemiştim. Şimdi dönüp onlar hakkında ne yazmışım, okumayacağım. Sadece keyif aldığımın hatırası dışında soundları hakkında hiç bir şey aklımda kalmamış. Ağır tempolu, hala dinlemesi keyifli, bir yandan karanlık bir yanda pastelin tüm farklı tonlarını taşıyan gotik amerikana folk kaydı bu. Benim için fazlasıyla yavaş olması dışında bir kusuru yok. Bir şarkı daha ekleseler kıvamı daha iyi olabilirmiş. Melodik olarak hayli güçlü ve enstrümanlar ile vokalin uyumu ayrı bir güzel.

7,50+/10

9 Nisan 2018 Pazartesi

Vektor - Terminal Redux (2016)

3 albümüyle kısacık ömürlerinde thrash metal dünyasını kasıp kavuran grubun son ve nihai çalışması. Anlayacağınız dağılmış bulunmaktalar. Thrash'in teknik takımında yer alıyorlar. Progresif, death (vokalin Chuck Shuldiner'i andırması sağolsun), gotik ve black metalin izlerini sürmek mümkün bu uzun kayıtta. Konu teknik ve thrash olunca biraz şüphelenmedim değil. Zira melodik ve gruuvi şeyleri tercih ederim genelde. Hakikaten de bana yüzde yüz hitap edebildiğini söyleyemeyeceğim. 60 civarı. Ayrıca kadın vokallerin devreye girdiği anları pek bir yabancıladım. Sözleri okumadım ama evrende geçen, bayağı derin bir hikayeden bahsedildiğini duydum. Bu da bestelerdeki epik tatla başat bir konum sergilemekte. Dinlemesi hoş olsa da dediğim gibi bana hitap etmediğinden dünyamı değiştiren bir kayıt olmadı. Ama no panik. Dream Theater bile beni öyle böyle etkilemediyse, öyle böyle etkilemedi derken etkilemedi yani, sorun bende. Önümüzdeki maçlara bakalım.

7,50+/10

7 Nisan 2018 Cumartesi

Fever Ray - Plunge (2017)

Fever Ray namıyla arzı endam eden the Knife üyesi Karin ablamız 8 senelik suskunluğunu bu albümüyle bozuyor. Beklentiler büyük. Efsane ilk albüm ile kıyaslanınca da hayal kırıklığı yaratması kaçınılmaz. Yine de ben o kadar acımasız olamayacağım. O mistik kabiliyet deri değiştirmekle beraber hala mevcut. Düzenlemeler hala ilginç. Sorun şu ki günümüz müziği bu albüme yaklaşmakta. Öncü rolünü kaybediyor Fever Ray yani. Ayrıca eh fena değil tarzı şarkılar da fazlasıyla mevcutken eski Fever Ray'ı andıran Red Trails gibi şarkılar daha bir değerleniyor. Keman var yafu, elektronik pop janrının içinde, daha ne olsun?

7,25+/10

5 Nisan 2018 Perşembe

John Mayall with Eric Clapton - Blues Breakers (1966)

Hem blues hem rock. Böyle dört sap arkadaşın Bağcılar'da bir duvar dibinde poz verdiğine aldanmayın. Gayet eğlenceli ve sıkı bir iş kotarmışlar. Tek yanlışım kaydı cılkı çıkana kadar fazlasıyla dinlemişim olmam sanırım. Yine de bu durum bir kaç gün ara verip geri döndüğümde aynı keyfi almama engel olmadı. Direkt klasik yani.

8,50+/10

4 Nisan 2018 Çarşamba

RETRO: Amorphis - Privilege of Evil (1993, EP)

Böyle şeylerle gelin bana. Çiğ ve kirli, bununla birlikte gruuviliğinden hiç bir şey kaybetmeyen death metal. Üstelik yavaş da değil kaydın temposu. Ohh mis gibi. Uzun olsaydı bu kadar etkilerdi bilmiyorum ama EP olması hayli iş görmekte. Hala Amorphis değiller, diğer yandan.

7,50/10

2 Nisan 2018 Pazartesi

Elder - Reflections of a Floating World (2017)

Çok da farklı bir şey söylemeyeceğim önceki albüme nazaran. Sololarda daha bir mahirleştikleri gün gibi ortada. Progresif rock tarafı kendini iyice belli ediyor. Stoner metal'e yeni bir soluk getirdikleri ortada. O yüzden grubun neden beğenildiğini anlayabiliyorum. Fakat sound olarak biraz daha zararsız hatta arkafon özelliği üretme yönünde adım katettikleri de aşikar. Odaklanmakta zorluk çekiyorum diğer bir deyişle. Genel olarak keyifli bir dinleme sundukları da ortada. Ama hala bir yerlere gidiyorlar, nereye gittiklerini dair bu yolculuğa katılmak isteyenler olabilir, ben böyle iyiyim arkadaş diyenler de.

7,50-/10