30 Haziran 2010 Çarşamba

RETRO: Nevermore - Enemies of Reality (2003)

Grubu dinlemeyi bıraktığım albüm. Bunda sadece sahte gürültülü prodüksiyonun, bazen garipleyen gitar tonunun, pataküte davul kaydının (ki St.Anger'daki hiç olmazsa hırçın ruhhalini yansıtmada başarılıydı), geride vokallerin katkısı yok. Bestelerin yapısı da bir garip, aniden parlıyor duruluyor, sıkıyor bığuyor azdırıyor gaz veriyor. Dengesiz anlayacağınız. Parçaların bazılarını da misal Noumenon dinlemeyi yarıda bırakıp kırları yeşillikleri börtü çiçekleri izlemeye koşuyorsunuz. Tabiri caizse garip bir albüm, benim için fazla progresif ve modern bir çalışma.

7,0+/10

29 Haziran 2010 Salı

Amon Tobin - Supermodified (2000)


Intelligence dance music (IDM) diye bir müzik türü varmış. Yakında Einstein'ın IQsüyle hallice elit progresif house black metal gibi bir şey çıkarsa şaşırmıyacağım. Her şey pop olmamakla alakalı aslında. Zira stupidlerin müziği olmakta! Böyle böyle dalgamı geçerken hayretle şunun farkına vardım ki sözkonusu tanımlama bu gruba pek gayet de yakışıyor. Elektronik üst başlığında toparlarsak parçalar, Fatboy Slim elektroniğinden Brezilya ki memleketi adamımızın, folkuna, özellikle flüt gibi, oradan 70'ler film müziğini andırır bir sounddan jazzın çıplak versiyonuna (nu jazz), drum'ından bas'ına değişik etkileri başarıyla yansıtıyor. Albümün sözsüz parçalardan oluşması ve bir saati aşkın süresi bünyede yılgınlık yarattığından o kadar da zekai olmadığımı anlıyorum. İddiam da olmadı zaten.

7,75/10

28 Haziran 2010 Pazartesi

Heaven Shall Burn - Iconoclast (Part 1: The Final Resistance) (2008)


Özellikle vokallerde metalkor hissedilse de bu albüm gayet melo death tınlıyor. Sert ezici rifler lead gitar atraksiyonları tetiklenmiş bateri vessair. Ülkemizde de sevilen sayılan bu grubu diğer üst sınıf melodik death abileriyle aynı kulvarda düşünemiyorum maalesef. Vokalde somutlanan tizlik enstrümanlara da yansıyor. İster istemez bu albümden sonra daha tok Behemoth'un death hali gibi, bir şeyler dinleyesim geliyor. Ayrıca besteler birbirine benziyor. Bununla birlikte bazı şarkılar bazı anlarıyla fark yaratabiliyor. Her ne kadar benzeşimler albüm içiyle sınırlı kalmamakla beraber... Evet Gothenzartzurtburg türevlerini kastediyorum. Nerede kalmıştım, fark yaratan parçalar. Endzeit (introyle birlikte) , disko ritmiyle Murderers of the Murderers, sonlardaki sözsüz parçalar. Yine de hiçbiri ilk dinleyişte bile dinleyeni çarpan Black Tears'ın güzelliğine erişemiyor. O da HSB'ye ait değil, Edge of Sanity parçası. Kısacası sert taviz vermeyen temiz vokale düşman dursuz duraksız tavrıyla bir saate yakın çığırışlarıyla bu albümün ilgi çekici ve daha da önemlisi orjinal öğeler barındırmaması kafada zonklama dışında pek bir şey yaratmıyor. Öyle ya da böyle dinlerken keyif alabilirim ama hiç bir zaman canım da HSB çekti hanım koy bir teybe İkonoklast da dinleyek demiyeceğim.

7,25-/10

27 Haziran 2010 Pazar

RETRO: Doğuş - Tam Doğuş (2005)


Ey Türk halkı? Ne günah işledin de popüler müzik adına böyle zulümlere katlandın?
Yetiştirme yurdu, tecavüz bilmem ne hikayeleri, kas yığını haline gelip ufak kafalı kalma gibi trajidramatik biyografiler almayayım, kalsın, teşekkür edelim. Müzik olarak ise bazı anlarda özellikle müzikal altyapı olarak minibüs müziğine yaraşır bir vasatlığa ulaşabiliyor. Sustuğu anlar daha katlanılır. Bunlar güzel şeyler yane. Açılış parçası Gamsızlar örneğinde olduğu gibi. Birkaç eğleneli altyapı var. A Bebem gibi. Ve sonlarda halk müziği kıvamında güzel bir kaç atraksiyon var. Ne Çıkar gibi.

1,0/10

26 Haziran 2010 Cumartesi

S.M. Sterling - The Peshawar Lancers


Müthiş bir konunun basit kurguya nasıl yenik düşebileceğinin güzel bir örneği bu kitap. Alternatif tarihle ilgili konusuyla kült bir okuyucu kitle bulsa da ben bunun iyi yönetildiğini düşünmüyorum. 1880'lerin sonu.. Rusyadan ABD'ye Avrupa üzerinden bir dizi meteor yağar. Dünya medeniyetinin beşiği olan bu bölge üç-beş sene süren atmosfer değişimi ve buna bağlı kıtlık neticesinde kısa sürede kaosa sürüklenir. Ancak geriye yamyamlık seviyesine düşerek ayakta kalabilen topluluklar kalır. Diğer bölgelere ise politik ve ekonomik çalkantılar hakim olur. İnsanlık bir miktarcık geriye gider yani. Ancak İngiliz başbakanı Disraeli İngiliz halkını sömürgelere göçettirerek merkezi Hindistan'da olan ve Güney Afrika'dan Avustralya'ya yayılmış büyük bir imparatorluğu devam ettirir. Uzakdoğuda Çin-Japan İmparatorluğu, Orta Asya'da şeytana tapan Ruslar ve ortadoğuda Şam Halifeliği rakipleri oluştururken merkezini Kuzey Afrika'ya taşıyan Fransa tek müttefikleridir. 2000'li yıllarda ise dünya hala bugünün modern teknolojisinden uzaktır. Zeplinler uçağın yerini almıştır örneğin. Akıl alıcı bir altyapı değil mi? Şimdi ise gelelim negatif faktörlere. İngilizcesi ağır ve Hintçe başta olmak üzere pek çok jargon ve terimler rastgele kullanılıyor. Makine motor tariflerinde teknik terimlerin ayrıntısı ile yer alması da çok sıkıcı. Eminim anadili ingilizce olan biri için bunlar fevkalade öğelerdir. Benim için hayır. Hikaye örgüsü ise en basit fantastik kurgu romanından aşırılmış gibi duruyor. Rusların şeytani tarikatının manyak bir üyesi geleceği daha doğrusu olasılıkları görebilen rahibeler sayesinde iki kişiyi öldürürse dünyanın sonunu getirebileceğini öğrenir. Peşaver mızrakçılarına liderlik eden bir İngiliz subayı ve onun astronom kızkardeşini. Bu kişiler de İngiliz kraliyet ailesiyle haşır neşir olur. vs.. İyi kahramanlar hep iyidir, doğru seçimler yapar. Barbar Conan gibiler. Ayrıca kullanılan dilin hayli ötekileştirici olduğunu söylemeliyim. İnsanlar dinlerine ve milletlerine göre genelde sıfatlarla tanımlanır. Çapulcu Afganlar, sadık Sihler ve Nepalli askerler, biraz da neo-kolonyalizm havasını okuyucuya hissettirebilmek hedefleniyor, bunu anlayabiliyorum. Amma ve de lakin her şeyi bu kadar masumane de düşünemem.
Bitirdim aylar boyunca sürüne sürüne bitirdim.

RETRO: Nevermore - Dead Heart in a Dead World (2000)


Bugüne kadar grubun dinlediğim albümlerine bakarsam en iyisinin bu olduğunu düşünüyorum. Warrel Dane'in vokalinin yetkinleştiğini, müzikteki bazen rahatsızlık verici ham thrash etkisinin kontrol altına alındığını, enstrümanların vokalle özellikle yükselme anlarında uyumunun önceki albümlere göre daha başarılı olduğunu da ekleyebilirim. Şarkıların nakaratları hiç olmadık bir şekilde hep beraber söylemelik, eşlik etmelik. Evolution 169 ve Believe in Nothing'de olduğu gibi. Albüm grubun en mühim parçalarından biri olan The River Dragon Has Come'ın yanısıra şans eseri aslının Simon and Garfunkel grubuna ait olduğunu öğrendiğim Sound of Silence gibi bir hitin yeniden yorumunu da içeriyor. O naif şarkının geçirdiği transformasyon şaşırtıcı doğrusu. Elbette Dead Heart in a Dead World gibi bir kapanış parçasının adını da anarak grubun sevdiğim çoğu bestesinin bu albümde yer aldığını belirtebilirim.

9,0/10

RAMMSTEIN KONSERİ

Yeni bir başlık açmaya erindim gayri. İş çıkışı apar topar bol yürümeli bir yolla İnönü'ye vardık. Kapıda satılan biletlerin fiyatını görünce yine vaktinde biletini alan benim gibi müzikseverlerin cezalandırıldığını gördük. Neyse yola devam, yürü yürü , kalabalık eh fena değil. Anaaa, saha içi yarısında bitti, sermişler engeli. Ohh babam sahanın yarısı sahne önü. Evet orda uzakta bir Rammstein var, o Rammstein bizim Rammstein'ımızdır. Gitmesek de görmesek de .. Neyse, yine can sıkıcı bir durum. Daha sıkıcı olan ise bu setin sahne önü ile arkası arasında ayrım yapan asıl hat olmadığını sonradan öğrenmem :-( Farketmez, hiç olmazsa biraz yükseltiydi durduğum yer. Konser başlar, şov öğeleri esirgenmemiştir. Hala genç izleyicilerin kudurduğunu görebilmek güzel. Ancak ses vasat, sert ama kısık. Uzaktan taa sahnenin ordan bir yerden geliyor. Müziğe entegre olmak zor. Şarkı seçimi peki, daha iyi olamaz mıydı? Artık kaçıncı neyseyi çektiğimi bilmiyorum, müthiş bir ses dinledik ve büyük ekrandan hoş bir şov izledik. Bir buçuk saat için bissürü para verip aklımda çok daha iyi olabilirdilerle ayrıldık. Ancak sahne önündekilerin süper eğlendiğinden eminim. Dalga oldular dalgalandılar kayık taşıdılar.

24 Haziran 2010 Perşembe

Rammstein - Rosenrot (2005)

Çok yakın tarihlerde çıktığı Reise Reise'ın gölgesinde kalsa da oturttukları dramatik endüstriyel tarzı bu albümde de başarıyla devam ettiriyorlar. Şarkılardaki lineer basitlik daha fazla göze çarpıyor. Bunu sertleşerek kapatmaya çalışmışlar, Benzin örneğinde olduğu gibi mayanın her zaman tuttuğunu söylemek zor. Yine de diğer şarkıların çoğunun hem sözleriyle ki tercümesini okumak bile popüler müzikle ciddi sözlerin ama asıksuratlı değil, rahatça kombine olup voltranı oluşturabileceklerini gösteriyor; hem sert ritimleriyle bugün pek çok grubun yazmak için canattığı eserler olduğunu belirtebilirim. Yavri yavri sen ağlamadan Zerstoren'e bağlanış, erkek erkeğe aşk başka güzeldir dedikleri Mann Gegen Mann, balatlardan ayvansaray beğen Strib Nicht Wor Mir ve Wo Bist Du, tropikana latin amerikana endüstriyala la sinyora mühhhtiş ötesi Te Quiero Puta, ne güzel dakikalr ne keyifli vakitler sevgili seyirciler.
Yarın ölmez kalırsam ve beni yaşamdan erken emekli edecek şu işten zamanında çıkabilirsem konserdeyim evelallah.

8,50-/10

22 Haziran 2010 Salı

Avantasia - Angel of Babylon (2010)

Önceki albümdeki hard rock ağırlığını devam ettirmeleri sebebiyle bir yandan kızıyorum bir yandan da keyif alıyorum. Ama her şey bir yere kadar. Ne kadar özellikle vokallerde musikişinas metalci desteği alırsan al artıkın Stargazer gibi orjinalite düşmanı parçaları duymak duyumsamak içersemek ağızda kekremsi bir tat bırakıyor. Desteğini sunan emektar metalcilerin ismi aynı aslında. Jorn Lande, Kiske, Russel Allen, John Oliva. Ve bittabi bol bol Tobias'ın kendisi. Vokali yüzünden Edguy'a başlamaya hep tereddüt etmişimdir. Neyse söz olarak da Scarecrow ve bu sene çıkan diğer albümüyle birlikte bir konsept üçleme oluşturuyorlarmış. Melekler felan yine herhal, inan hiç enteresan etmiyor artık.
Abuzittirik başlayan Death is Just a Beginning Oliva'nın da katkılarıyla 80ler senfonik bir hale bürününce daha bir güzelleşiyor. Hemen takip eden parça Rat Race de fazla modern girişi ile korkutsa da çengel dolu nağmelerle süslü nakarata bağlanınca anlaşmazlığımız çözülmüş oluyor. Down in the Dark ise belki de albümün en iyisi. Modern hatta gotik bayan vokalli parça Symphony of Life diğerlerinin arasında farklı bir yer iştigal ediyor.

7,50+/10

21 Haziran 2010 Pazartesi

Radiohead - Kid A (2000)


Idioteque gibi geçen 10 yılın baştacı parçaları arasına giren bir şarkıyı dinledikten sonra albümün de benzer bir çizgi izleyeceğini bekliyorsanız feci yanılıyorsunuz. Diğer şarkılarla tek ortak yanı deliliğe övgüsü. Idioteque'in delilik çeşiti ise daha şizofrenik. Elektronik uptempo eveleme geveleme şarkısından sonra diğer şarkıların yalın ve maceracı olmayan bir deneyselliğe sahip olduklarını belirtebilirim. Saykedelik etki modernleştirilirken alternatif rock dineyicisini afakanlar basma rasyosunu düşürememişler. Idioteque, evet idioteque birilerinin deyişiyle geçen on yılın en müthiş dans elektronik parçası dünyanın en depresif gruplarından birinin elinden çıkma!, haricinde öne çıkan bir The National Anthem bir How to Disappear Completely bir Optimistic'in yandan yandan OK Computer'i çağrıştırması da tesadüfi değil.Yani eskiyi çağrıştıran Radiohead'e heyo, yeni mecralara ne o? Yani eski stillerinden çok da uzaklaştıklarını düşünmemekle beraber yürek burkan kancaların eksikliğini de bir eksiklik olarak görüyorum.
Albümdeki favori parçam ise Idiotique'i saymazsak, evet idioteque idioteque idioteque idioteque Motion Picture Soundtrack.

7,75+/10

20 Haziran 2010 Pazar

RETRO: Einherjer - Norwegian Native Art (2000)


Viking metali folklorik ağırlığın altından çıkarıp hızlı tempoya ve modern ve biraz da boş bir sounda buladıkları bu albüm aslında grubun dinleyicilerini pek de memnun etmemişti. Kötü bir kayıt ki vokalleri dinlemek yer yer meşakkatli bir maceraya dönüşüyor, melodilerin gitardan ziyade kiibord tarafından yönlendirilmesi, hafif endüstriyel pop besteler... Viking pop metal diye bir tür varsa eğer baş yapıtı bu albüm olmalı. Dolayısıynen bakış açınız hoppidik çakkıdık eğlence ise doğru yere geldiniz. Müzikal kalite zart zurt ise kapı ahan da şurda, buyrunuz.
Hugins Eyes, Crimson Rain ve nice şen şakrak besteler...

8,0-/10

19 Haziran 2010 Cumartesi

Nevermore - Dreaming Neon Black (1999)


Her nedense bu albümü dinlemeyi es geçmişim. Ancak Poison Godmashine gibi klasikleşmiş devasa parçayı daha önceden bilmişliğim var. Albüm önceki thrash çizisinden yine bir miktar vazcayıp progresif heavy metale yine bir çimdik yaklaşıyor. İşlediği konsept konudan kaynaklı karanlık bir sound hakim albüme. Vokalin sevgilisi dini bir tarikata katılıp ortadan kayboluyor ve öldüğü sanılıyor. Gerçek bir hikaye. Vokallerin melodikleştiği ve bir miktar çeşitlendiğine tanık olsak da beni rahatsız eden disharmonik tavrı korumaya devam ediyor. Müzik de aşırı teknik olmasa bile kolayca sindirilemeyen, içinde konsepte uygun bir tepkisellikte lö agresyon ve hiddet biriktirmiş bir yapı sergiliyor. Sonlarda ise enteresanlıktan uzaklaşıyor parçalar. The Death of Passion, Dreaming Neon Black ve The Fault of the Flesh diğer kuul besteler.

8,0-/10

17 Haziran 2010 Perşembe

Behemoth - Chaotica - The Essence of the Underworld (1999)

Çift CD den oluşan bu toplama derleme çarpma albümünü kabaca her biri cd başına düşmek üzere iki ana kısma ayırırsak ilkinin payına Grom öncesi sonrakine ise Grom ve işte o civarlar düşüyor. Böylesine derli toplu olmasından mıdır belki bir miktar kayıdın iyileştirilmesinden midir ki ilk cd bana aynı gibi geldi, bilinmez aldığım hazz vel keyf fazla oldu. Neredeyse sinerjik. İlk bölümden The Chant from the Eastern Lands, kısa akustik geçiş Touch of Nya, Hidden in a Fog, Moonspell Rites, pür punk Pure and Evil Hate çok canlar yakıyor. İkinci bölümde ise Grom, pek seviyorum zati. Bir kaç tane de cover ihtiva ediyor bu derleme. Freezing Moon misali Mayhemdi sanırım aslı.

7,75/10

16 Haziran 2010 Çarşamba

RETRO: Rammstein - Reise, Reise (2004)


üç aşşağı beşş yukarı önceki albümdeki çizgiyi devam ettiriyorlar. Gönül isterki grup hep sapıtık agresif parçalar çalsın. Ama bu albümde de orta sert kararda devam ediyorlar. İlginç parçalar arasında Mein Teil ki hikayesi çok dramatik, internette ilan araclığıyla öldürülmeyi kabul eden kurbanını kesip biçen bir yamyamın hikayesi işleniyor, önce birlikte kurbanın penisini yemeye çalışmışlar felan.., grubun en ağır baba yapıtlarından Keine Lust (klip süper), akustik diskomsu ana melodisiyle Los, cayır ceyar Stein um Stein ve Amour amour sayılabilir. Ancak coğrafi adlara sahip parçalar Moskova ve Amerika kötü. Amerika grubun yazdığı en kötü parça bence.

8,50/10

14 Haziran 2010 Pazartesi

Howard Shore - The Lord of the Rings: The Two Towers (2002/2006)

Bir nebze daha derli toplu olduğunu söyleyebilirim önceki albüme göre. Elbette filmin ikinci bölümünde yükselen aksiyon sahnelerine uygun yazılan bestelerin katkısı es geçilemez. Rohan atlılarına denk düşen 5-6. şarkıdan sonraki bir öbek, Miğfer Dibi savaşını konu alan 3. CD'deki bazı parçalar ve tabi ki bitişi öne çıkan anları albümün. Theoden ileri atılıyor (atıl Theoden atıl) gibi güzelim bir şarkının devamını "farketmez farketmez bu hikaye de buraya park etmez" isminde 12 dakikalık süresi boyunca bizi iç bayıklayıcılığın 7 kat dibine seyahat ettiren bir parçanın getirmesi pek hoş değil. Ancak ve ancak kapanışı ahan da Björk gibim ne ala ne ala yorumlarıma gark ettiren bir vokale sahip ki cidden de bu hanım kızımız İzlandalı çıkıyor, Daha Gidecek Çok Yol Var ile yapmamız tam zurna gözünden isabet olmuş.

7,75+/10

13 Haziran 2010 Pazar

RETRO: Falkenbach - ...Magni Blandinn Ok Megintiri.. (1998)

Ultra atmosferik viking folk metal festivaline hazır mıyık?
Tek bir dahi adamdan mütevellit grup İzlanda mı Far Öe mi nerden ordan burdan Almanya'ya geçmiş, zaten aslen Almanmıymış neymiş. Amaaan. Albümü dinlemek büyük zevk. Bateriler takır takır dövülmüyor, rifler can yakmıyor olabilir. Ancak yine de nasıl yapıyorsa yapıyor adamımız gruuvi besteler yapmayı başarıyor. Clean vokal, biraz dreamy klasik black vokalle birlikte yer alıyor. Bestelerin bolca tekrarlayan melodiler üzerine kurulduğunu da söylemeliyim. Yine de evet yine de göğsünüzü savaş alanlarının heyecanı ile doldurmayı başarıyor bu albüm. Tek adamdan oluşmasından kelli bazı enstrümanlarda özellikle bateri ya da makinesi tekdüze kalabiliyor. Kilit kelime burada atmosfer. Birebir benzeşmese de orta dönem Bathory ve Summoning sevenler hoşlanabilir bu gruptan. Majestik Towards the Hall of Broken Shields ilen The Heathenish Foray karşısında eğilin ülenn.

9,0/10

12 Haziran 2010 Cumartesi

Mojave 3 - Excuses for Travellers (2000)


Yavaş tempo, nakompleks besteler, folktan etkilenim, soundda sadelik ve biraz da sessizlik. Slowcore'muş. Ya bildiğin yavaş indie rock işte. Dinleyebilmek için saikiyle harekete geçtiğimiz parametreleri değiştirip şehrin ve iş dünyasının stresli ve hızlı ortamından sıyrılmak gerekiyor.
Hafiften pop-punk havasının özellikle Return the Sender'da somutlaştığını, romantik bir ayrılık hikayesinin basit bir melodiyle çarpıcı şekilde anlatabileceğini gösterdikleri She Broke You Softly'yi (And still you talk soft So desperate and kind So pure and so pointless So helpless and blind And still there's no anger Just pills for the pain My friend, you've been broken And you will be again), popüler anlamda pop bir sounda sahip Bringin me Home'u, Got my Sunshine'daki gospel iyimserliğini duyumsamak iyi hoş da asıl bu albümü ıskartaya atmamamın başka bir sebebi var. Bir gün eve dönerken, kulağımda bu albüm tabi ki, insanların suratına baktım. Özellikle insanları çirkin bulurum ben. Lafı farklı yorumlayıp hayvanlarla değişik bir ilişkimin var olduğunu düşlemeyin hemencecik :-) Ancak bu sefer insanların yüzlerindeki mutsuz stres dolu ifadelerin altında hayatlarında en azından bir dönem mutlu ve huzurlu olduklarını ve buna şükrettiklerini okudum ya da öyle görmek istedim. Ruhani bir aydınlanma gibi bir şey. Siz de arka fon müziği olarak yürürken dinleyin, belki farklı deneyimler yaşarsınız kim bilir?

6,25/10

11 Haziran 2010 Cuma

Rammstein - Mutter (2001)


Bu albüm büyülü okunmuş üflenmiş olsa gerek. Zinde canlı enerjik fakat yeterine çılgın değil (ilk dönem Prodigy=çılgınlık). Olsun ağır toplar Feuer Frei (beng benggg), Adios (dididuyy dididuyy) , Mutter var. Tercüme sözlere bakarsak burada bile atlanılan aşamayı görmek mümkün. (tamam abartmayalım, Rein Raus ya da bence eğlenceli Zwitter'in sözlerini kastetmiyorum) Albümün diplerinde melankoli seçilebiliyor. Kapanış parçası ya da baladı Nebel'de yoğun bir şekilde cisimleşiyor. En iyi albümleri? Galiba.. Hem de Du Hast burada değilkene.

9,0/10

sie trägt den Abend in der Brust
und weiß dass sie verleben muss
sie legt den Kopf in seinen Schoß
und bittet einen letzten Kuss

10 Haziran 2010 Perşembe

RETRO: Nevermore - The Politics of Ecstasy (1996)

In Memory ile aynı sene çıkan bu albümde de sound pek fazla değişmiyor. Belki birazcık daha thrashy denilebilir. Yahu gayet thrashy. Bizim popidik demir Çelik misali müzikle alakasız ve biraz da didaktik vokal tekniği devam ediyor. Biraz da olgunlaştığını söyleyebilirim. Yine devam eden ciddi ve reel sözler biraz daha incelmiş profesyonel bir hale bürünmüş. Bu ilerlemeyi albüm kapağında da görmek isterdik doğrusu. Çok 90'lar... Bu incelikli tavır tüm albüm boyunca sürmüyor. Misal albüme ismini veren parça kızgın ve tepkisel sözleri progresivite ile birleştirmeyi başarıyor. Ha keza Tiananmen Man ile birlikte politik sözlerin müzikalliği de tartışmaya açılabilinir. Ancak gönüllere taht kuran parçanın Next in Line olduğunu söylemem gerekli.

7,75/10

9 Haziran 2010 Çarşamba

RETRO: Deniz Seki - Aşk Denizi (2005)


Ne yalan söyleyeyim, bu albümü seviyorum. Türk pop piyasası için sofistike kalan bu albümde jazz-pop'tan fransız pop'una oradan alaturca'ya değişik rüzgarları hissetmek mümkün. Deniz Seki'nin öncesini sonrasını şu an düştüğü durumları bilmem ilgilenmem. Ama son dönemde parmakla sayılabilecek nadide pop eserlerine Aşk Denizi'ni de kattığı için kendisine bir teşekkürü borç bilirim.

8,25/10

8 Haziran 2010 Salı

Behemoth - Pandemonic Incantations (1998)


Üç beş kelam edecek kuvvet bile kalmadı bende. Yaşasın tembellik hakkı diyenler, evet siz ne yer ne içersiniz?
Neyse bu albüm ile death denizine kulaç atan grup ne yardan ne bileken de vazgeçmiş durumda. Ancak bu albümü bütünüyle tamamlayan bir kelime varsa zor ve keyifsiz olması. İki kelime oldu. Hem de oldukça hoş son üç şarkıya rağmen.

6,75/10

7 Haziran 2010 Pazartesi

Burzum - Belus (2010)


İşin magazin boyutunu bir kalemde geçiyoruz. Count Grishnakh, Varg Vikernes kafayı sıyırtır, yeni yeni seprişen black metal camiasının abiliğini kaptırınca kıskançlık krizi ile arkadaşını/rakibini öldürür, kilise yakar, ırkçı görüşlere sahiptir, hapisten kaçar, bitmez bu adamın hikayesi. Müziğiyle de her zaman çığır açmasını bilmiştir. İlk başlarda ilkelliğin dibini çamurunu irdelemiştir. Tabi ki bir Ildjarn'ı geçemez. Tırsmaz kaykılmaz orta dönemlerde ambiyans elektronik yapar. Müziğine hayranlığım olmamakla beraber tüm albümlerini de dinlemişliğim vardır. Çünki insanoğlu bu egzantirik adamdan egzantirik işler bekliyor. Son albümüyle yine tartışmalar yarattı, hayranlar bölündü vessair. Modern bir gitar tonunu Darkthrone'u ağlatacak tekrar rifleriyle sergilerken eski ve yeni güzel bir şekilde harmanlanmış olunuyor. Hipnotizme metal harici öğelerle varmayarak takdir teşekkürümü kazanırken vokali abartmamaması da olumlu yanlarından biri. Zaten hiç bir zaman vokalim önde olsun dakkalarca böğüreyim havasında olmamıştı. Bol bol temiz vokal de duyarsanız şaşırmayın. Olayın özü atmosfer abiciğim.
Özellikle daha ikinci şarkıdan itibaren ortalara vardığımızda zirvenin kilimanjarosunu everestini görmek mümkün, arka arkaya sıralanan parçalar en azından benim gözbebeklerimi geriye yuvarladı, gözkapaklarım da titreşince volümü kısmak şart oldu, zira kriz geçirmemenin mümkünatı yok. Kısacası şahsi fikrimce son yıllarda çıkan en nanide çiçek bilek yapıtlarından biri. Ne fazla maceracı ne de bayat. Kusurlu bir tarafı yok mu bu meretin? Minimalizmi sonlara doğru sıkmaya başlıyor ki ben tekrar eden rifleri severim, beni bile bağdığı anlar oldu (çözüm basit aslında, demin kıstığım sesi artırmak) . Ve bazıları bu minimal anlayışın dinleyiciyi hiç bir yere götürmediğini , parçaların çoğunun kreşendosu zirve noktası olmadığını söyleyebilir. Hayatın kendisi kreşendo bebeğim, sağdan soldan.

9,0/10

6 Haziran 2010 Pazar

Illapa - Lascivo Culto Solar (2009)


Yolumuz Güney Amerika'ya düşüyor. Peru'ya.. Orada metal var mı demeyin, en karasından çeşitleri mevcut. Süper über kapağı ile dikkat çeken bu albüm de derdini anadilleri İspanyolca olarak anlatmayı belirleyen Illapa adlı grubun yapıtı. Kulağa fena tınlamıyor. Sound eski model murat 131 black metalinden. Biraz death etkisi var. Kayıt ilkel, kötü değil. Bateri baskın. Vokal çirkin. Besteler ultra na orjinal. Yenilik beklemeyin gayri. Bestelerin birkaçı melodik yanlarından da kuvvat alarak ilgi alakayı üstüne çekebiliyor. Mi Honor Se Llama Fidelidad örneğinde olduğu gibi. Şimdi gel gelelim zayıf tarafına. Yukarıdakilerin hepsi artı parçaların yapısındaki konsantrasyon bozukluğu. Ayrıca resmin bünyede Aztek ya da Maya (ikisini hep karıştırırım:biri orta amerika'da diğeri peru'da, biri insan kurban ediyor diğeri görece iyi çocuklar) egzotizmi bekler duruma düşürmesi de hatalı. Böyle bir şeyler olsa iyi olur yani, ne diyeyim.

7,0-/10

5 Haziran 2010 Cumartesi

Korpiklaani - Tales Along This Road (2006)

Bu albümü öncekilerden ayıran en önemli öğe temponun hızın ve bir miktar eğlencenin ağırlığını reddedilemez bir konuma yükseltmesi. Sanki gitar tonu ve kayıt da biraz sertleşmiş. Bununla birlikte keman, akerdeon, jew harp dedikleri lastik sesi veren ve Avustralya yerlilerinin çalgıları gibi tınlayan ilginç enstrüman vs vs.. Hepsi ama hepsi albümde yer alıyor. Özellikle kendi anadillerinde söyledikleri şarkılar bir miktar öne çıkmakla birlikte ultra ötesi keçilikte Under the Sun en sevdiğim parçaları oldu bu albümden. Daha pro daha eğlenceli daha tempolu, e daha ne istenir ki?

8,25+/10

3 Haziran 2010 Perşembe

Rammstein - Sehnsucht (1997)


İçinde Du Hast, Sehnsucht, Engel gibi mühteşem ötesi parçalar içeren bir albümü nasıl bazen komik ve bazen sıkıcı bulurum? Allah'ın ya da doğanın takdiri bu. Bakış açısı itibariylen. Ama DU HAST MICH ülennn!!!

8,0+/10

2 Haziran 2010 Çarşamba

RETRO: Nevermore - In Memory (1996) EP


Beş parça içeren bu EP çeşitlilik arzetmekle beraber yavaşlayan temposu ile dikkat çekiyor. Opitimist or Pessimist gibi baba bir şarkıyla açılan albüm maalesef ultra yavaş keyifsiz bir parça ile sonlanıyor. Diğer şarkıların özellikle nakaratlarında thrash sertliği ilgiyi alakayı uyanık tutuyor.

8,0/10

1 Haziran 2010 Salı

İsrail Vahşetine Dur De!

Pink Turns Blue - If Two Worlds Kiss (1987)

Canımın acayip 80ler karanlığı çektiği bir vakit el altında kolay erişilir olmasından kaynaklı pek de bilinmeyen bu alman gruba kulak verdim. Ve hiç pişman olmadım. Sadece ismi ve elbette şükela albüm kapağı ile beni dürten grubu dinlerken aklıma 70ler 80lerde sıvası dökülü bekar evlerinde kalan entel üniversite gençliği gibi bir fotoğraf geliyor. Hakim renk sisler ardında bordo kırmızı ve gri. Berlin sanki bulunmuşcasına, kuşatılmışlık.
Post-punk ile new wave denilen 80'lerin synth popunu karanlık kuytularda başarıyla kaynaştıran bu albümü bir de yağmurda dinleyin, ben dinledim elimde sigara dudağımda çay, yarı açık bir mekan aniden boşalan yağmur. Pörfekto. Herşey söylediğim kadar mükemmel de değil işin aslı, şarkılar kendini tekrar eden ritimlere dayalı ve hepsi benzer bir formüla izliyor. Olabilir, bu albümü atmosferinden dolayı sevdim, o kadar.

8,50-/10