31 Aralık 2010 Cuma

RETRO: Blind Guardian - Somewhere Far Beyond (1992)


Blind Guardian fantastik dünyaların hikayelerini anlatmaya devam ediyor. Hoşlandığım ve hoşlanmadığım taraflarıyla klasik bir BG albümü. Çok bahsini geçirdim bu mevzuların. O yüzden ben susacağım gözlerim konuşacak. Albüm ortalarda coşuyor, Quest for Taleron zaten grubun gayet bilindik bir parçası. Ashes to Ashes ismini taşıyıp kötü olan bir şarkıya henüz rastlamadım. Ve tabi ki efsane Bard Song. Ki grubun kendini metal şablonlarına hapsetmeyip yaratcılığın kollarına bıraktığı anlar daha bir keyifli. Albümü toptan bir bakışla yorucu bulduğumu söylemeyi de esgeçemeyeceğim.

8,0/10

28 Aralık 2010 Salı

Dream Theater - Hollow Years (1997) Single


Albümünün süresini bir buçuk saat yapan, Ep'si 1 saat süren bir grubun single'ı da 15 dakikada bitecek değil herhalde. Tam tamına 46 dakika. Dinleyicilerine gerçekten torpil geçmeyi seven bir grup. Bu kayıtta sadece 1 parça yeni, 2 versiyonu ile Hollow Years ile canlı kaydedilmiş parçalar yer alıyor. Tabi Japon versiyonu olduğu için bu kadar uzun. Torpil hep Japonlara. Öyle işte. Dream Theater maceramanın sonu.

7,50+/10

27 Aralık 2010 Pazartesi

Drudkh - The Swan Road (2005)


Black/folk metal kulvarında Ukrayna'yı gözden kaçırmamak farz oldu. İlk defa dinlediğim grubun albümü aslında en sevilen albümleri bile değil. Buna rağmen romantizme düşmeden atmosferik/folk metali başarıyla icra ediyorlar. Özellikle favori parçam bir hayli Nagelfar'ın Srontgorrth dönemini hatırlatıyor. Evet o kadar teknik değil, deneysel hiç değil, içinde elektronik molekülleri yok en azından. Buna rağmen benzer gitar tonu ve epik rifi ile minimal bir yaklaşımı süper sergiliyorlar. Birkaç parça zayıf birkaç parça iyi. Sonda ise ağıt kıvamında yerel şarkı garip. Komik demeyelim, sonuçta farklı kültürlere saygılıyız. Ancak grubun sözlerde aynı saygı sevgiyi besleyip büyütüğünü söylemek zor. Genelde şair Taras Şevçenko'nun şiirlerinden alınan lirikler vatanseverliği aşıp ırkçı sularda yelken yekpare geziniyor. Hemşerüsü Nokturnal Mortum gibin.

7,75/10

26 Aralık 2010 Pazar

Raşit Kısacık - Kürt Sorunu ve Etnik Örgütlenmeler-1: Kawa: Denge Kawa-Red Kawa-PSŞK


Öncelikle yazarın diğer kitapla ilgili yazıma yazdığı yorumu kaybolmasından diye aktarıyorum:
Kürt Sorunu ve Etnik Örgütlenmeler serisindeki iki kitapla ilgili "anti-modern zaman) yorumunuz için teşekkürler.
Bu serinin yazarı benim. Ben Emekli olduktan sonra bulunduğum Malatya'da seriyi yazdım. YŞazmayı sürdürüşyorum. Ancak ben 20 yıl Diyarbakır'da gazetecilik yaptım. Yazdığım olayları birebir yazdım. İnternet'ten indirilen yazılar bu örgütlerin kurucularının yönlendirmesi ile oldu. Çok çok büyük çoğunluğu benim birebir yaşadığım olaylar ve belgelerden ibarettir. Eksik olabilir ama asla yanlış değildir.
Daha da zenginleştirilebilir tabi. Ama ben bu konuda fazla becerikli değilim. Abartmayıda sevmem. Bu bir aşk romanı değilki zenginleştireyim. Gördüğüm, yaşadığım belgelendirdiğim kitaplar. Konuyu daha iyi bilen ve yazmayı düşünenlere azda olsa kaynak olsun amacıyla yazdım.
Sırada PKK ve KUK, T-KDP var.

Yanlış anlaşılma olmasın diye şunu da eklemek istiyorum. Eleştirilerim olumludur, yoksa büyük bilgi eksikliklerinin ve aktarımsızlığın ve çekimserliğin sözkonusu olduğu bu sahada yapılan araştırmaları gayet önemsiyorum. Gelelim serinin ilk kitabına. İsmi üzerinde radikal tavırları ile 80 öncesi kitleselleşen ve darbe dönemine varamadan 3'e ayrılan Kawa grubu ile ilgili. Kuruluş aşaması, ayrılıklar hakkında bilgi veriliyor. Ama kitabın en önemli özelliği Ferit Uzun suikastının ve Kamışlı operasyonu/katliamının farklı görüşlerle işlenilmesi. Daha da önemlisi özellikle son konunun roman tekniği ile bir hikaye örgüsü içinde aktarımı okumayı kolaylaştıran başarılı bir yönünü sergiliyor kitabın. Tabi, operasyona katılacaklara verilen brifingde komutana Kawa'nın 90'lardaki tarihinin anlattırılması kronolojinin önemin yadsınmaması gerekildiğini hatırlatıyor.

Lake of Tears - Greater Art (1994)


Tiamat'ın ilk dönemine benzetilen grubun çıkış albümüne dikkatle baktığımızda ritimlerde, vokal kısımlarında kendilerine has tavırlarını oluşturmaya başladıklarını görüyoruz. Doom metal ancak death kısmı biraz zayıf kalmış. İlk adım olarak saymak gerekli, vokalini ritimlerini birbirine benzese de bestelerini sevdiğim güzel grubun bu ilk albümüne de kötü deyip geçemiyorum yani. Upon the Hihest Mountain'ın görece zayıf ilk versiyonunu da dinleme olanağı buluyoruz.

7,0-/10

25 Aralık 2010 Cumartesi

Savatage - Power of the Night (1985)


Albüm fazla 80'ler tınlıyor. Ki doğal, 85 80'lerin tam ortası. Bir kaç sıkı parça, açılış parçası Power of the Night gibi , birkaç güzel rif ve nakaratlarla süslü parça albümü ayakta tutan öğeler. İşin aslı hard-rock'a yavaş yavaş kaymaya başlamış besteler bu öğelerle ve sürdüregeldikleri sert tavırları sebebiyle daha bir dinlenebilir. Kısacası dinlemeyip bir şey kaybetmezsiniz, dinleyince de bi tarafınız uzamaz..

7,0/10

22 Aralık 2010 Çarşamba

ATB - Movin' Melodies (1999)


Tiesto öznelinde tekno trance nice metalciyi yoldan çıkartmıştır. ATB de 90'larda havuzdan çıkan ıslak hatunlu klibiyle dikkatleri cezbettiği 9PM adlı şarkıyla ünlenmişti. Ve pek çok 90'lar müzisyeni gibi ortadan kayboldu. O zamanlar trance felan anlamıyorduk, elektronik müzik işte. Ve henüz yoldan da çıkmadım evelallah. Albümün geri kalanına baktığımızda ise bir kaç egzotik elektronik parça dinleme aktivitemizi ilginç kılabilir. Sunburn, apaçi marşımsı My Dream, Beach Vibes. Ancak Seal'in Killer cover'ı, evet yine karşımıza çıktı Angel Dust'tan sonra, kötü olmuş. Çok kısacası bence albümün gideri oluğu var, bir süreliğine.

6,50/10

21 Aralık 2010 Salı

Özlem Tekin - Bana Bişey Olmaz (2010)


Özlem Tekin'e her zaman iltimas geçebilirim. Hem suretine hem ses rengine hem de yaratıcılığına hayranım çünkü. Aşağıdaki notum ise albüme ultra torpil geçmiş halimi gösteriyor. Varın, gerisini siz düşünün. Özlem Tekin'in en kötü albümü mü? İvet, galiba...

4,0/10

20 Aralık 2010 Pazartesi

Klaxons - Surfing the Void (2010)

Bazı popüler gruplar vardır ki yaratcılıklarından olsa gerek ilk albümlerinde büyük beğeni kazanır. Daha doğrusu benim beğenimi kazanır. Sonra aynı kalitede müzik yapsın yapmasın ikinci albümlerinden aynı hazzı almadığımı farkederi. İkinci albümlerinde popüler müzik sınırlarını zorlayan gürültülü fütürist rave dans rock hal ve tavırlarını devam etiren grubun hit bakımından ilk albümdeki başarıyı yakaladıklarını söylemek güç. Yine de parantez ayracında bir Echoes, bir Extra Astronomical ne bileyim fecaat Cypherspeed , bunları ayrı tutmak lazım. Ancak garipliklerine alıştık sanırım. Muhteşem albüm kapağına rep.

7,50/10

19 Aralık 2010 Pazar

RETRO: Stratovarius - Fright Night (1989)


Blind Guardian'ın ilk albümüne benzer bir kaderi paylaşan albüm pek beğenilmiyor. Çünkü burada grup neo-klasik metal yerine çatır çatır heavy metal çalıyor. Hızlı, melodik felan. Orjinal olmamakla beraber BG'nin ilk albümünden daha fazla akılda kalıcı nakaratlara sahip.Bu yüzden Batallions of Fear'dan daha fazla keyif aldım. Sadece bir kaç parça görece zayıf, misal albüme adını veren parçanın 8 dakka sürmesine hiç gerek yok.

8,75/10

18 Aralık 2010 Cumartesi

At the Gates - Slaughter of the Soul (1995)


Bazı riflere lafım yok. Ama bu rifler, özellikle vokal ya da kısacası her bi özelliğinden dolayı bu albümü metalcore, melodik versiyon, dan ayrı düşünemiyorum. Evet evet metalkorcular bu grubun şarkılarını parça pinçik yapmışlar, yemiş bitimiş sömürmüşler. Farkında olmadan başka bir türün temel kaynağı olmuşlar. Yine de kendimi günümüzün normlarına göre eleştirmekten alıkoyamıyorum. Tıpkı 30'ların CHP'sini saçma sapan eleştiren liberal tayfa gibi. Yahu abd 40'larda kendi çekik gözlü vatandaşlarını kamplara hapsedip vatanlarını atom bombaları ile süslüyordu. Ama benim beğenim ya da beğenmememin melodeath akımının efsane albümü üzerinde pek bir etkisi olmayacaktır. Neyse, albüme adını veren parça, Unto Others, bonuslardan Captor of Sin ve No Security cover'ı punkımsı Bister Verklighet daha bi öne çıkıyor.

7,50-/10

17 Aralık 2010 Cuma

Dave Brubeck Quartet - Time Out (1959)


Albüm Blue Rondo ala Turca, Strange Meadow Lark ama en önemlisi türü içinde klasik Take Five gibi garip ritimlere sahip mühteşem parçalar ile güzel, idare eder, fon görevi gören diğerleri arasında ayrılıyor. Genelleme yaparsak parçaların bu dengesiz hali yine de albümü en sevdiğim jazz albümleri arasına yerini almaktan durduramıyor. Eh pek de bu tarzda albüm dinlemediğim gözönünde bulundurulursa..

8,50/10

16 Aralık 2010 Perşembe

RETRO: Blind Guardian - Tales From the Twilight World (1990)


Sonraki albümde senfonik yanlarını keşfedecek olan grup besteleri progresifleştirmeyi ise bu albümde öğreniyor. Düz ve basit power metal şarkıları yerine sert, değişken ve gruuvi besteler ağırlık kazanıyor. Aslında bazı gruplar hakkında klavye tuşu bastırmak yersiz. Dinlemeli ve kararınızı öyle vermelisiniz. Bg de böyle. Asla albümlerini muhteşem bulmadım. Ama şimdi tekrar dinlerken aldığım keyfi de küçümsemiş olduğumun farkına vardım.
Albümdeki şarkıların birkaçı haricinde tümüyle güçlü, etkleyici ve iz bırakan bir performansa tanık oluyoruz.

8,0+/10

14 Aralık 2010 Salı

Dream Theater - Falling Into Infinity (1997)

İlk dinlediğimde bitmek bilmeyen süresiyle, tam bir buçuk saat dile kolay, tilt eden albüm sonuçta her ne kadar sound olarak belli bir yumuşama sergilese de, progresif hard rock diye bi şi var mı acep?, dinlemesi kolay olmayan bir sürece sürüklüyor bizi. Aslında çok da kompleks sayılmaz besteler, görecen konuşmak gerekirse. Sulandırılmış biraz da zamanın alternatif rock sounduna yaklaşılarak popüleştirilmiş besteler, itiraf etmek gerekirse , albümün güzel tarafını oluşturuyor. Yahu şu son dinlemeyi ve bloga girişi bile iki günde yapabildim, zorlayarak o da. Neyse metalcilik kisvesinden biraz sıyrılmak gerek zevki alabilmek için. You not Me, Peruvian Skies ve Holow Years gibi hafşf tonajlıların yanısıra Lines in the Sand güzel parçalar. Ama olağanüstü bir şey yok. Grubun fanları bu albümü pek sevmiyorlar, onu da söyleyeyim yani.

7,0+/10

12 Aralık 2010 Pazar

Youth Pictures of Florence Henderson - Youth Pictures of Florence Henderson (2010)


Mogwai türü post-rock müziğinize şöyle vokal gelse indie rockla buluşsa diye bir dilek tuttuysanız biraz garip de olsa bu isteğinizin ilham perileri tarafından kabul olunduğu müjdesini vermek bana düştü sanırsam. Klasik alçalan yükselen post rock, yumuşak yeri geldiğinde sertleşen vokal, shoegaze, biraz amerikan alternatif folk, hatta bir şarkıda Smashing Pumpkins, diğerinde kemanlar dolayısıyla Lake of Tears'ı Forever Autumn hali, keçmekeşliğe düşmeden atmosferik bir lezzet sunabiliyorlar. Yalnız şöyle bir şey var: dinlerken hmm hmm da hmm hmm güzel keyifli, pause bir basın, evet aklınızda hiç bir şey kalmıyor. Yani ben bu albümü bilmemkaç defa dinledim dinledim ama ne kapıdan ne bacadan içine bir türlü giremedim. Demekki besteler üzerine biraz çalışmaları lazım. İlginç şarkı sözleri ile dikkat çekmekle beraber sözleri bulamadığım için neden bahsettiklerine dair bir fikrim bulunmuyor.

7,0+/10

11 Aralık 2010 Cumartesi

Semisonic - Feeling Strangely Fine (1998)

Her platonik aşuk'un marşı Secret Smile gibi überpaşa bir şarkı sebebiyle bu albüme kulak verelim dedik. Ben ve süperegom. Sonuçta 90'larda katrina kasırgası gibi müzik listelerini savuran amerikan pop-rock, alternatif rock kulvarındaki bu albümde Secret Smile'a ek olarak Never You Mind, Singinig in my Sleep ve This will be my Year gibi güzel şarkılara rastgeldik. Ayrıca şaşırtıcı derecede monotonluktan uzak değişkenlik arz eden şarkıların varlığı da cabası. Yani güzel bir dinlence .

7,50/10

9 Aralık 2010 Perşembe

RETRO: Mor ve Ötesi - Büyük Düşler (2006)


Çıkış parçası olarak seçmekle hata yaptıklarını düşündüğüm Şirket (neden Parti gibi hareketli ve elegans bir şarkıyla çıkış yapmadılar, merak etmekteyim, albümün sounduna mı ters, Şirket çok mu farklı, Şirket politik bir manşifesto mu, yok daha neler caanım) ya da politik şarkı yazmanın güçlüğünü ispatlayan Darbe gibi bir kaç kötü şarkıyı içeren albüm eski MvÖ ile yenisini birleştirme gayreti içinde. Yine de genel olarak hoş bir dinleme imkanı sunuyor albüm. İşin ilginci eskiden de şimdi de ne kadar dinlesem sıkılmıyorum. Garip bir büyüsü var. Büyük Düşler adlı kapanış parçasının büyüklüğünü ise yeni yeni keşfediyorum.

7,50/10

7 Aralık 2010 Salı

Cradle of Filth - Bitter Suites to Succubi (2001)


Kim nasıl eleştirirse eleştirirsin, bir grup All Hope in Eclipse, The Black Goddess Rise II ve Scorched Earth Erotica gibi şarkıları yazacak ve utanmadan seslendirecek ben de bu şarkıların yer aldığı albümü beğenmeyeceğim. Pehh.

8,25/10

6 Aralık 2010 Pazartesi

Emma Shaplin - Carmine Meo (1997)


Spente le Stelle isimli şarkısıyla bir dönem tvlerde bile boy gösteren sanatçı soprano ses kuvvetiyle bu ilk albümünü97 e kaydetmişti. Bu tarz vokal, parça bazlı kısa sürelerde her ne kadar melaike gibi tınlasa da tüm albüm boyunca aralıksız dinlemenin zorluğu mevcut; işte bu durum çeşitli atraksiyonlarla engellenmeye çalışılmış. Özellikle pop altyapısı ile bir tür modernizm, 90'lar, gayet net duyuluyor. İntro ve sözsüz diğer birkaç ara geçiş, erkek koro desteği de albümü çeşitlendiriyor. Muhteşem ötesi Spente le Stelle kıvamına yakın bir kaç parça da yer almakla birlikte bütün bu çabalar en azından benim albümü kolay dinlememi sindirebilmemi sağlamıyor. Tamam, klasik müzik dinlemeye başladık da operaya daha yolum var.
Miserere, Venere de ayrı bir şık..

7,75-/10

5 Aralık 2010 Pazar

Kemal Tahir - Yorgun Savaşçı


İstanbul'un işgalinden sonra direnmeye çalışan İttihat Terakkici kadroların yaşamlarını topçu Yüzbaşı Cemil üzerinden anlatan yazar, özellikle diyaloglar aracılığıyla o dönemin politik yapısını sorgulamaya alıyor. Şu an bize inandırılan milletçe yek vücut olduk, düşmanı yurttan kovduk hikayesinin tersine, batı Anadolu halkının İttihatçı önderliğindeki yukarıdan modernleşme projesine karşı biraz da İtilafçı propagandasının etkisiyle geleneklere sarılarak işgale teslimiyet içine girdiğini öğreniyoruz. Düzenli ordu kurulmadan önce pragmatik bir yaklaşımla çetelerle yapılan işbirliği neticesinde mert yürekli ve vatansever efe efsanesinin de oldukça zayıfladığını görmek şaşırtıcı değil. Yarı-kendiliğindenci direniş hareketlerinin zamanla Atatürk etrafında kümelendiği süreçle birlikte nispeten az bilinen işgalden kurtuluşa kadar olan durgun zaman dilimi bir nebze de olsa aydınlanıyor. Tabi bir romancı gözüyle.
Okuduğum baskı gayet eski, sahaflar fuarından 5 tlye almıştım. Kapağı siyah ve kırmızı renkte. Birkaç kalpaklı süvari silueti yer alıyor. Dil olarak ilk yayınlandığı 1965'e göre erotik, küfürbaz, oto-sansürsüz bir yol izleniyor. Belki de yalancı bir ehlileşme bu döneme özgüdür. Kısacası gençliğimde beni oldukça zorlayan bu tarz klasik yerli eserlere daha rahat yaklaşabildiğimi söyleyebilirim. Ucuza ordan burdan alınacak yerli klasiklerle kütüphanemi zenginleştirmem bir şart haline dönüştü.

Fever Ray - Fever Ray (2009)

Hiç bir elektronik albümünün, new age'i saymazsak bu kadar mistik olabileceğini hayal etmezdim. Sadece bayan vokal değil erkek bekvokal, ayrıca besteler de bu esrarengiz tüy dalgalandırıcı atmosfere katkıda bulunuyor. Hem modern bir sound hemde şamanik doğa kokan efektler.. Concrete Walls'a, If I Had a Heart'a, daha da önemlisi albümdeki favori parçam I'm not Done'a bakın lütfen. Ekip çalışmasının hissedilen başarısı bu projeyi grup zannetmenize sebep olabilir. Aslında bir hanım kızımızın takma ismi, zira ateşli sıccacık ışın diye bir isim bulmak bu dünyada bu boyutta zor. Derken, ilk albümde sergilenen bu performansın tesadüfi olmadığını öğreniyoruz. Abi kardeş, abla kardeş her neyse yıllardır birlikte The Knife isimli bir projede çalışmışlar. Dolayısıyla ortaya çıkan iş biraz hızlandırılsa, parçalar biraz farklılaştırılsa Karin'i alternatif pop'un kraliçesi ilan etmememin mümkünatı yok. Çünkü Mümkünlü'de her şey mümkün.
I'm not Done, When I Grow Up, If I Had a Heart, Keep the Streets Empty for me.

Psikotik pop.

8,25/10

if i had a heart i could love you

4 Aralık 2010 Cumartesi

Angel Dust - Of Human Bondage (2002)

Onlar da bizden, hayata 1-0 yenik başlayanlardan. Çünkü 90'larda yeniden toparlanarak hayli haysiyetli bir power metal mecrasına sürüklenen grubun son albümü bu. Sonrası meçhul, dağıldılar mı? öldüler mi? kaldılar mı? açlar mı? Sonuçta bize hakettikleri değeri görmeyen bir grup, yazık oldu laflarını evelettirmeyi başarmış görünüyorlar. Müziğe bakarsak melodik sert ve değişken bir power metal. Klasik skuuldan beslenip amerikaya selam çeken hem kayıt hem efektler vesairesinden modern bir albüm. Başarılı bir karma. Bestelerin hepsi mükemmel değil, tek zaif yanı bunu. Vokal pörfekto. Karma demişken albüm boyunca aklımdan bir sürü grup geçti. Nevermore'dan Iced Earth'e. Oradan Alman ekolüne. Ve isimlerini bir türlü aklıma getiremeyip beynimi zombilere ikram etmeme sebep olan diğer birkaç grup. Tekrara düşmeden grubun böyle güzel bir sentez yakalaması takdir edilmeli. Unreal Soul, The Human Bondage ve poptirik siyahi sanatçı Seal'ın Killer adlı şarkısına yapılan cover daha bir övgü alaka hakeden çalışmalar.

8,50-/10

2 Aralık 2010 Perşembe

RETRO: Blind Guardian - Follow the Blind (1989)


Grubun ilk albümleri ayrı bir güzel dediysek de pek ciddiye almayın. Evet, kusurları ile zayıf yanları ile bazı parçalar öne çıkıyor. Bayana kadar tekrar eden Follow the Blind, Banish from Sanctuary, Valhalla görece önemli parçalar. Ama eğer ki bir albüm en eğlenceli anları kelalaka Barbara Ann cover'ı şle sağlıyorsa o albüme daha temkinli yaklaşmak gerekir. Vokaller de hafiften değişmeye başlamış.

6,75+/10

29 Kasım 2010 Pazartesi

Savatage - The Dungeons Are Calling (1984) EP


Dungeons are Calling ilk dinlediğim heavy metal parçalarından biri. Şimdi hatırlaıyorum da o zamanlar bu şarkı olağanüstü gelmişti, hem gerilimli hem gizemli hem de sertti. Bugün aynı şeyleri hissettiğimi söylemem güç. Ancak By The Grace of the Witch gibi bir parça ile tanışma fırsatı da buldum bu kısa albüm sayesinde. Sondaki balad Fighting for your Love da hiç fena değil. İşin özü önceki albümün daha yavaş ve basit bir versiyonu. Yine de iyi.

7,50+/10

28 Kasım 2010 Pazar

The Sword - Warp Riders (2010)


Oldukça tatlı bir müzik yapan grup parçalarını sert riflerle süslemeye devam ediyor. Bununla birlikte şarap gibi bordomsu bir lezzeti her nasıl oluyora aktarmayı başarıyorlar dinleyiciye. Özellikle albümün girişi bilimkurgu/fantastik konseptine uygun bir şekilde ilerliyor. Özen film fragmanı gibi tüy kıpraştırıcı. Vokal ise inanılmaz derece de Ozzy Osbourne'u hatırlatıyor. Pek çok kişi 2010 model bu albümü öncekine göre ilerleme olarak değerlendirdi. Atmosfer olarak olabilir, ancak "fevkalade şarkı" eksikliği hissediliyor. Kısacası anladımki bu grubun ne tüm albümlerini takip eden bir hayranı olacağım ne de albümlerini dinleyip hayalkırıklığına uğrayacağım.

7,75+/10

27 Kasım 2010 Cumartesi

Paradise Lost - Faith Divides Us - Death Unites Us (2009)


İsminin güzelliği ile dikkat çeken albüm hemen kendini emsallerinden ayırabiliyor. Çünkü tarzı ile tavrı ile grup alem-i metal'de kendine has bir duruş sergiliyor. İlk duyduğunuzda bu albümü işte Paradise Lost diyorsunuz, gotik metalin kralları. Ama her şey bu kadar tozpembe mi? Bir kere çığırtkan vokal tarzı her ne kadar arada bir David Gahan'laşsa da bir süre sonra bayıyor. Önde olan gitarın tüm güzelliklerine rağmen bestelerin ayniliği albümü parça bazlı değil atmosferi sayesinde sevmemizi sağlıyor. Bonus CDsinde albümün ağır topları Faith Divide Us ve Last Regret orkestral versiyon olarak yer alıyor. Last Regret'daki garip gitar solosunun orkestraya uyarlanması iki kere garip ve üstelik çekici. Aslında grup senfonik bir çalışma içersine girse keşkem..

8,0-/10

26 Kasım 2010 Cuma

Dream Theater - A Change of Seasons (1995) EP

Kapağındaki çocuk resmine tezat sound olarak gayet yaşlı, 70ler tınlayan bu EP albümün aslında cover parçalardan oluştuğunu bilmiyordum. Ben de kendi kendime neden grup Led Zeppelin'e benziyor diyordum. Kısaca hard rock'ı nostaljik yadediyoruz. Ancak 7 bölümden müteşekkil albüme adını veren 23 dakikalık şarkı gayet keyifli. Ardından 10 dakikalık bir Elton John parçası yer alıyor, Elton John bu tarz söylermiymiş? demekki.. Sonracııma Deep Purple ve Led Zeppelin potporisi, potpöri, pötpörü, petibör, hay nasıl söylenip yazılıyorsa artık, ile kalmıyor, albüm 10 dakikalık içinde yok yok bir potpöri ile sonlanıyor. Yokları değilde varları sayarsak Pink Floyd, Kansas, Journey, Queen, Genesis ve Dixie Dregs (hah bunu hiç duymamıştım işte). İnişli ve daha az inişli yoğun bir haftayı bu güzelim cuma ile sona erdirmenin kıvancını yaşarken grubun bu albüm ile beni zorladığını söylemem lazım. Olumlu anlamda. Neredeyse 8.

7,75/10

24 Kasım 2010 Çarşamba

Antonio Vivaldi - Le Quattro Stagioni (Simon Standage / Trevor Pinnock,1982)


Klasik müziğin de popülerleşmiş bir hali var ki crossover deniliyor. Bu tenorlar sopranolar yok Pavarottiler yok Emma Shaplinler ki albümünü bu aralar dinliyorum, örnek olarak gösterebilinir. Ancak klasik müziğin en popüler eserleri arasında hiç kuşkusuz Vivaldi'nin keman ağırlıklı konçertosu 4 Mevsim yer alıyor. İlkbaharın ve Sonbaharın başlangıçları yetrince duyulmuş olmakla birlikte beni en bi fevkalade etkileyen Kış'ın son kısmı oldu.

8,25/10

23 Kasım 2010 Salı

The Sound - From the Lion's Mouth (1981)


Böyle şık kapağı olacak da dinlemeyeceğim?
80'ler , gotik ve new wave etkili post-punk müziği, müzik karanlık (karamsar değil) ama çok da sıkı değil. Bu yüzden dinlemesi kolay. Vokal de albüm kapağı gibi ayrı bir klasa sahip. Müzikte hiç bir enstrümanın ağırlığı yok, her şey dengeli. Türe ve zamana göre bas duyulur dinlenilir cinsten. Zaman zaman rock sınırlarını zorlayıp dönemin synth gruplarına yaklaşması benim açımdan olumsuz bir nokta. Hareketlenip bereketlendikleri Winning ve The Fire gibi şarkılar daha etkileyici.

7,50/10

21 Kasım 2010 Pazar

Raşit Kısacık - Kürt Sorunu ve Etnik Örgütlenmeler-2: Rızgari ve Ala Rizgari

Malatya ilinde bilinen bir gazetecinin Kürtçü örgütlenmeler üzerine hazırladığı kitaplardan biri Rızgari ve Rızgari'den ayrıldığında tabanın en azından yarısını etki altına alabilen Ala Rizgari üzerine. Kitabın ilk sayfalarında DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) üzerine de hayli kapsamlı bir tarihçe konularak yapının köklerine iniliyor. Serinin henüz bitiremediğim ilk kitabı ise Kawa üzerine. Yazar yerel kapsamda takip ettiği davalardan ve onun mahkeme kayıtlarından yararlanırken aslında politik tavrını açıklamaktan da geride durmuyor. Bununla birlikte grubun önemli isimleriyle yapılan söyleşileri ve makaleleri hatta savunmasını, sanırım bir kısmı internetten alınmış, olduğu gibi aktararak objektifliği bir nebze, benim öznelliğimde sağlamış sayılır, sağlamış görünüyor. Eksiklikler mevcut ancak. Dergilerin içerikleri sayı sayı anlatılırken arşivciliği seven biri olarak ellerimle o eski dergilere dokunbilmek istedim doğrusu. En azından fotoğraflanabilirdi kapakları. Hareketin önemli isimlerinin de resimleri kitap da yer alabilirdi. Listelenen eylemler ise yine belli bir coğrafyaya ait. Yazar grupla ilgili polis kayıtlarının tümüne ulaşamamış görünüyor yani. Diğer pek çok kitapta olduğu gibi burada da 80'ler yok. 70'ler 2000'lerde yazıya dökülmeye başlandıysa demekki bu on yıl içinde 80'lerin gurbette sekt haline dönüşmüş yapıları hakkında birşeyler okumayı bekleyebiliriz. Örneğin KKP ve PRK deneyimi, yine internetten öğrendiğim PRK'nın 3'e bölünmesi gibi. Ala Rizgari'nin tarihi ise bir anlamda bir yerlere bağlanabiliyor.
Uzun lafın kısası orta şeker, emek gösterilmiş bir çalışma. Kendimi detaylandırılabilirdi demekten alıkoyamıyorum. Tekrar etmek gerekirse görsellik zenginleştirilebilir, 80'lerden günümüze tarihi ortaya konabilir ve 70'lerin teorik tartışmaları içinde diğer gruplarla gerçekleştirdikleri polemiklere yer verilebilirdi.

Nachtmystium - Assassins: Black Meddle Pt. 1 (2008)


İşte bu!Post-black metal adına güzel bir iş kotarılırken saykodelikdeşik etkiyi, gitar rifleri dahil, çok belirgin bir şekilde görebiliyoruz. Assasins ile birlikte sağanak asit yağmuru altında erimeye başlıyoruz. Albümün en ilgi çekici yanı ise progresif tavrın hakim olduğu Seasick üçlemesi, ve özellikle saksafonun beğenin ya da beğenmeyin kattığı değişik hava ile Seasick'in ikinci bölümü.
Black metalin yenilikçi yorumu her zaman tutmuyor. Bu albüm ise tutmuşu.

8,25+/10

Alcest - Écailles de lune (2010)

Muhteşem kapağıyla dikkat çeken albüm, grubun önceki albümüne kıyasla metalcileri daha memnun edecek bir seyrüsefer sergiliyor. Shoegaze silik, uyuz ve uykucu bir performansın ötesine taşınabiliniyor. Özellikle son şarkının güzelliğinde buna tanık olabiliyoruz.
Tek tek parça bazlı değerlemeye tabi tutmak yerine atmosferik basınç kuvvetinin keyfine kendimizi bırakmak yeterli. Misal; sonbahar güneşi altında ege kıyısında ıssız bir balıkçı mekanında balığınızı yemiş, bir kadehin de tadına bakmayı kaçırmamışsınız. Terkenize deniz kokusunu doldurup geri dönüş yolunda bu albüme kulak vermişsiniz. Bir anda kendinizi ana kucağının güvenliğinde, babanın uzak gözetiminde bulmanın şaşırılacak bir yanı olmadığını görürsünüz. Nostaljinin damıtılmış , içimi kolay versiyonu.

8,25/10

16 Kasım 2010 Salı

The Murder of King Tut - Four Eyes


Kral Tut'un Katli, 5 kitaptan oluşan bir çizim. Sanırım aynı isimli bir romandan uyarlama. Roman da olabilir araştırma inceleme de olabülü. Konu olarak genç yaşta hakın rahmetine kavuşan firavun Tutankamun'un esrarengiz ölümünü irdeliyor. Allahım, ne irdeleme o. Hikaye taa dededen başlıyor, oldukça lineer didaktik ve sıkıcı bir anlatım. Diğer yandan da 1900'lerin başında azimli hırslı genç bir arkeolog Tutankamun'un mezarını bulmaya çalışır. O da yaşlanır ve fakir fukara ölür. Amaç ne, niye bunlar işlenmiş, bu sıkıcılık ne? Anlamanın mümkünatı yok. Kısaca uyarlama konusunda çok başarısız. İlginç olan seride iki ayrı çizim tekniğinin uygulanması. Arkeologla ilgili kısımlar realist iken Mısır'la ilgili anlatımlar pastel renklerin içiçe geçtiği sert ve keskin hatların egemenliğinde. Kısacası kuul.
3,5/10


Dört göz ise 4 kitaptan oluşuyor. Ama görünen o ki bu bir hikayenin başlangıcı. Bu arada dört gözün çocuğun lakabı olmadığını baştan söyleyeyim. Çizimler canlı, gerçek ve fantastik öğeler güzel betimlenmiş. 1930'ların alternatif dünyası atmosferi yansıtmada başarılı. Hikaye fena değil. Ancak hikayeye konu olan çocuğun çok genç tıfıl olması inandırıcılığı düşürüyor. Konu kısaca şu: Ejderler derin ekonomik krizin yaşandığı 30'larda olağan bir görüntü. Sayıları çok fazla olmamakla birlikte insanları da pek rahatsız etmiyorlar. Genellikle inlerinde dinlenirken şehirlerin üzerinde uçtukları da oluyor. Ve kanunla korunuyorlar. Fakat İtalyan mafyası bu ejderlerin bebelerini inlerinden kapıp şehirde birbirleriyle kapıştırdıkları yasadışı maçlar organize ediyor. Bu av da doğal olarak pek bi kanlı geçiyor. Veledimizin babası da başkasının ölümüne sebep olmamak için tek başına giriştiği böyle bir avda hayatını kaybediyor. Çocuk annesine bakabilmek için uğrşsa da sonunda patronun kapısına dayanıyor. Ve bu tarz bir av partisine yem olmak için katılıyor. Yem görevindekiler ejderhayı kızdırıp tünediği yerinden çıkartırken avcı da bebeği kapıyor. Olay bu. Neyse çocuk öldü sanılırken ejderin sakat diye ölüme terk ettiği ejder yavrusu ile bağ kuruyor. Bu yavrunun göz adedi 4.
Neyse herkese iyi bayramlar, bir süreliğine biz de tatil yapalım değil mi?
8/10

RETRO: Blind Guardian - Battalions of Fear (1988)


Aradan yıllar geçti ama hala bir Majesty'ı olsun, bir Batallion of Fear'ı olsun, ağzım sulanmadan dinlemek imkansız. Bırakın bazıları sonradan ustalaşacakları gösterişli progresif etkilenimli senfonik power metal türünde olmadığı için bu albümü görmezden gelsin. Sırf bu şarkılar , Run for the Night da iyi de keşke nakaratı geçiş kısmı yapıp güzel bir nakaratla şarkıyı tamamlasalardı, ve hızlı melodik çatır çutur icra edilen heavy metal bu albüme değer vermeye yeter. Evet vokaller de çıplak haliyle karşımızda. Daha samimi mi desem? Grup elemanlarının nakaratlardaki gang vokali. Yok yok, içimde dinozor beslemişim de haberim yok.

8,25+/10

RETRO: Şebnem Ferah: Can Kırıkları vs. Özlem Tekin: 109876543210 (2005)


Doğrusu böyle sert ve modern bir soundu Şebnem Ferah'a pek yakıştıramamakla birlikte yahu kız kısacık da olsa Can Kırıkları'nda böğürüyor. Bu iyi bir şey. Takdire şayan bir şey. Okyanus, Çakıl Taşları, Ben bir Mülteciyim bu albümden hit olan parçalar. Hem agresyon hem duygu yoğunluğu felan. Benim için ise durgunluk dönemi. Son albümünü dinletecek en ufak bir dürtü kırıntısı bile duyamadım kliplerinde. Gerileme dönemine girmiş mi girmemiş mi hakkaniyetli bir karar vermek için bir kulak vermek gerekli aslında.


Özlem Tekin ise 2005 yılında geçmişine dönüp biraz daha modern pop sosuyla rock müziğini tekrardan icra ediyordu. Bu albüm zamanında pek bi gözardı edildi. Ancak bence hemen hemen her şarkının tek başına önemli bir yer teşkil ettiği eğlenceli bir albümdü. Sığ mı? Evet. Bu sığlık albümü tekra dinlediğimde keyif almamı engellemedi. Bir müktar azalmakla beraber.

6,75/10 vs. 9,0/10

15 Kasım 2010 Pazartesi

Savatage - Sirens (1983)


Örümcek ağıyla kaplı tozlu çatı katlarından küflü sandukalara, avrupayı titreten ecdadımızdan kanun koyucu hamur abiye, mahmutlarla kapışan mağara adamlarına uzanan geçmişe dönüş bilmemkaç versiyonu yolculuğumuz sonlanırken, durun durun ahan da kendi cinsimi buldum, dinozorlar! Ohh mis gibi dinozor metal, NWOBHM hipnozu altında kütür kütür heavy metal, zaten Sirens'ı Scream Murder'ı duymayan yok, her ne kadar bu iki şarkı diğerlerini açık ara farkla gölgelese de telaşa mahal yok. Baladlar fazla mı ucuz? Telaş yok dedik ya. Her enstrümanın duyulduğu stüdyo mucizelerinin baskın olmadığı bu albümü nostalji denen sonbahar duygusu bile keyifle dinletmeye yeter.
Yandaki resimde pek bilinmeyen orjinal versiyona ait.

8,0/10

14 Kasım 2010 Pazar

Pagan - Oz: In Transcendence (2007)


Ev kaydı gibi tınlayan soundu, hatırladığım kadarıyla grubun iki elemanının dünyanın iki ayrı ucundan kayıt yapma çalışmasının sonucuydu. Grup ilk black metal rüzgarlarının ülkemizde estiği vakitler demolarıyla piyasaya katkıda bulunmuşlar ve ses getiren performans ortaya koymuşlardı. İlk albümlerini ise aradan yıllar sonra biraz da tarihe bir iz bırakmak gayesiyle arşiv niteliğinde hazırlamışlar gibi. Ama en azından şarkı isimlerine bakınca demo şarkılarının toplanarak sürülmesi gibi kolaycı bir yaklaşım sergilememiş gibi görünüyorlar. Böylece demolarına da kulak verebileceğiz vakti zamanı gelince.
Açılış parçası The Wyrmweaver ile Cosmic Terror Declaration ilkel temsili melodi ile bütünleştirerek kral bir dinleme keyfi sunuyor. Ancak diğer parçalar primitif kaydın sıkıcılık tuzağını aşamıyor. Her ne kadar bana sludge'ı hatırlatan orman kesmeye gelmiş balta sapı kıvamındaki gitar tonu ve Emperor'a benzer klavye katkısı gibi etmenler artıları oluştursa da aynı şeyleri vokal ya da bateri ya da drama maşin hakında söyleyemeyeceğim. Elbette dikkat çeken bir parça var ki Kök-Tengri adını taşımakta. Sözlerin Türkçe olmasını ayrı bir enteresanlık gibi lanse etmeyeceğim zira aştık bunları. Ancak nakaratın iğdiş edilmiş hamamoğlanı vokaliyle kaydedilmesi şart mıydı?

6,50+/10

13 Kasım 2010 Cumartesi

R.Scott Bakker - The Prince of Nothing II: Warrior Prophet


Öncelikle serinin ikinci kitabı ile ilk kitapta oluşan çekincelerin, şüphelerin gerçekleşmesinden dolayı haklılıktan olsa gerek mutlu, bünyede yarattığı sıkıntıdan dolayı bir o kadar mutsuz hissettiğimi söylemem gerekli kendimi. Bir tane Allah'ın kulu karakter yok ki bir dirhem çekirdek kadar değer vereyim. Kellhus mükemmel zaten bir süre sonra kendini peygamber ilan ediyor. Cnaür delinin önde gideni psikopat, Esmi ırıspı, Achamian salak. Hikaye kana vahşete seksüel abartıya doymak bilmiyor, yetişkinler için fantastik kurgunun özelliği olan bu farklılıkların bu kadar suistimal edilmesine tanık olmak acı verici. Katliamların sıradanlaştırılarak objektifik maskaralığı altında anlatılan haçlı seferinde şu batı dünyasının nedense tek bildiği yabancı kültür olan arap-müslüman kimliğe giydirilmesi baygınlık ötesi 4 kere bayık faktör gücünde sıkıcı. Özellikle savaşlarda daha da cisimlenen mantık dışı saçmalıklar, misal son savaşta Kellhus'un bayrağı altında toplanıp bir ruhani güçle kendilerinden kat kat güçlü düşmanı yerle bir eden ordu konusunda şu ufak akılcağızlarımızın algılayabilmesi için küçük de olsa bir sebep ya Rab bir izahat! Yok yok. Serinin en gizemli ve ilgi çekici noktaları olan büyücü okulları ile kötücül konseyden ise layıkıyla yararlanılamaması da kaçan bir fırsat. Hızlı hızlı yarım yamalak da olsa bu seriyi bitirip Zaman Çarkı'nın teknik olarak güvenli sularına yelken açacağım inşallah.
Özet: Achamian Kellhus'a kendisinin kıyametin habercisi olacağını ve konseye karşı insanları etrafında toplayacağına dair efsaneyi anlatır. Böylece babası ile karşılaşmadan önceki haçlı seferini kendi ordusuna dönüştürme planları yapan Kellhus manipülasyonlarına bu yeni bilgi ışığında devam edecektir. Bu arada kızıl büyücüler kendi gruplarına karşı yapılan suikastların sorumlusu olarak suni yüze sahip katilleri yönlendirdiklerine inandıkları Mandate okulunu, spesifik olarak da Achamian'ı görürler. Achamian ise kamp yerinde Esmi'yi fuhuşa sürüklenmiş şekilde bulur, tekrar biraraya gelip yanlış anlaşılmaları düzeltirler. Kellhus'un kampına katılırlar. Kral olmayı kafaya koyan Galeothlu soylu Saubon, Kellhus'un tavsiyelerini dinlemeye başlar. Dini şovalyeler arasında güçlü bir konuma sahip olan ve aslında konseyin casusu Sarcellus'tan kurtulmak için bu şovalyelerin cezalandırılması gerektiği yönünde Saubon'a kehanette bulunur. Saubon da kendi destekçileri ile birlike savaşa başlar. Cishaum büyücüleri ordusunu darmadağın edecekken dini şövalyeleri büyücülere intihar saldırısına sürer ve sonuçta büyücüler yok edilir, savaş kazanılır. Fakat Kellhus bu savaşta ölen Sarcellan'ın aynı vücutta fakat farklı bir versiyonla Inrithilere katıldığını görünce şok olur, olabildiği kadar tabi. Conphas ise Cisharumların ajanı olarak gördüğü Kellhus'u takip etmesi için kendi yardımcısını ajan olarak gönderecektir. Ama Kellhus'un mucizelerine tanık olan yardımcısı bir süre sonra Conphas'ı öldürmeye çalışacak. Yavaş yavaş ordu içinde başladığı vaazlarla Kellhus mütevazilikten savaşçı peygamberliğe varacak yola adımını atar. Achamian ise büyücü olabilecek potansiyeli Kellhus'un barındırdığını keşfeder. Kendi okuluna ait gizemleri ona öğretip öğretmeme konusunda kararsızdır. Achamian çoktan Kellhus'un öğretilerinden etkilenmeye başlamış Esmi'yi bırakıp fethedilen bir kentteki kütüphaneye gider. Fakat orada kızıl büyücüler tarafından pusuya düşürülüp tutsak edilir. Ordu güneye yolculuğuna devam ederken büyücüler gnosisi öğrenebilmek için Achamian'a işkence ederler. Esmi onu beklerken eski arkadaşı Xin onu aramaya yola çıkar. İşte yine savaş olur, zar zor galip çıkar ordu. Kellhus'un Serwe'yi neden kullandığını öğreniriz. Cnaüre baskı olması için ve Cnaür'ün çocuğuna hamile Serwe'yi kendinden hamile gibi gösterir. Zaten bir veliahta ihtiyacı da vardır. Sonra zaten Acha'nın yokluğunda Esmi'yi elegeçirir ve hamile bırakır. Esmi'nin öldü diye ağladığı kızını aslında fakirlikten köle tüccarlarına satığını da duyup sinirleniriz bu aralarda. Kellhus acıdığından dolayı Cnaür'ü de öldürmez yine. Sonrada bunun faydasını da görecektir. Xin de büyücüler tarafından elegeçirilir. Acha sırlarını vermediği için adamı körederler. Ancak Acha kaçma fırsatını bulup kızıl büyücülerin ağzına eder. Kendi gücüne güveni gelen Acha, yaralı Xin'i alıp yola çıkar. Ordu ise büyük bir çöle girmiştir. Açlık susuzluk salgın derken sayılarının çoğunu kaybederler burada. Yine de devasa bir kenti kuşatıp almayı ve tüm nüfusu katletmeyi başarırlar. Şans işte. Kellhus'un peygamberlik ilanı ayyuka çıkarken Conphas, Sarcellan ve dinibütün Proyas Kellhus'a karşı yakınlaşmaya başlar. Hatta İnrithiler elegeçirdikleri şehir içinde iki kampa ayrılır. Dışarıda ise Fanimlerin imparatoru topladığı son orduyla kuşatmaya başlamıştır. Dini yasalarla yargılanmaya kendini teslim eder Kellhus ve yalancı peygamberlikten Sarcellus tarafından öldürülen ki Cnaür kendini suçlar, Serwe'nin cesedi ile birlike meydanda bir ağaca başaşağı ölümüne asılır.Şehre gelen Acha Proyas'dan durumu öğrenir. Öncesinde kendi grubuyla iletişime geçmiştir ve Kellhus'un herhalükarda korunması gerektiği yöünde talimat alır. Daha doğrusu biraz da kendisi ikna eder yöneticilerini. İlginç bir şekilde Manhanet'ten Acha'nın her istediğini gerçekleştirmesi yönünde aldığı şifreli mesaja istinaden Proyas Acha'nın Kellhus'un bırakılması için çaba göstermesi talebini gerçekleştirmeye çalışır. Acha ise Esmi'nin Kellhus'un karısı olduğunu öğrenince büyük bir hayalkırıklığı yaşar. Bir yandan Kellhus kurtarıcıdır bir yandan sevdiğini elinden alan manipülatif bir hırtapoz. Ağaçta asılı Kellhus No-god'a inandığını söyleyince maddi kanıtlarla birlikte lordlora insan kılığındaki konsey casuslarını gösterir, konseyin tarihini anlatır. Lordlar inanmaz karmaşa çıkar. Ama Sarcellus toplantıyı terkedip Kellhusu öldürmek için meydana koşturur. Cnaür takipte. Ağacın orada Sarcellus kendi komutanı ile tartışırken kızıl büyücülerin başı da ortaya çıkıp Kellhus'a elkoymaya çalışır. Cnaür Sarcellusun da yapay ajan olduğunu anlar, döğüşürler, tam ölecekken kargaşadan yararlanıp Sarcellusu öldürür ve yüzün yapay olduğunu herkese kanıtlar. Herkeşçikler savaçı peygamber etrafında bütünleşir. Kuşatmayı yarıp kutsal kent Shimeh'e yola çıkarlar. Ve arada dünyanın en büyük ordularından birini yenip imparatoru kılıçtan geçirirler. Önemsiz şeyler bunlar. Konsey ise Dunyainlerin ismini öğrenmiştir ve işkencelerle bunların kim olduğunu bulma çabasına girişmiştir.

Dream Theater - Awake (1994)


Lie ve samplelarla daha bi şahane balad Space-Dye Vest gibi fantastik şarkılar barındıran albüm , sansasyonel 6:00 ve yaaani Caught in a Web'ı da bu ikiliye dail edebiliriz sanırım, yeterli çeşitliliği ve yaratıcılığıyla heavy metal sınırları içinde kalabilen bir çalışma. Ancak dediğim gibi ne hayatı ne de metalimi ince , detaycı, entrikacı sevmiyorum. Özellikle dakikalar süren uzun parçalarda bu olumsuz nokta daha da perçinleniyor. Hele bir saat 15 dakika gibi albüm süresini de göz önünde bulundurursam.

7,50+/10

10 Kasım 2010 Çarşamba

Missy Elliott - Under Construction (2002)


Her ne kadar bitmek bilmeyen gevezeliği ile old skuul hip-hop havasını yansıtıyorum özüme geri dönüyorum geyikleri yapsa da, en bi büyük bayyan hip hopçu Missy Elliott'un bu albümde yaptığı müzik öncekinden çok farklı değil. Yine singlelara dayalı club havasında eğlenceli efektli hip hop parçalarının yanısıra yine abdye özgü r ve b soslu sıkıcı parçalar. Bu sefer beatlerde , tempoda vessair önceki albümüne göre zayıf olduğunu bile söyleyebilirim. Sezarın hakkı sezara, Work It, Funky Fresh Dressed, Slide, Hot, Gossip Folks ilk çizgiye yakın olmasından dolayı potansiyel olarak belli bir eğlence barındırıyor içinde.
Aslında hem edepsiz hem de çok konuşan hatunlardan uzak durmak gerekir de neYse

6,0/10

9 Kasım 2010 Salı

RETRO: Amon Amarth - Fate of Norns (2004)


Bu albümün bende yeri pek bir ayrıdır. Ağıtvari ki aslında bariz bariz ağıt , temponun ruh-ezen riflerle tatbiki, zaten alışageldiğimiz orta temponun biraz daha yavaşlaması sonucunda yürek burkan bir sound meydana getiriyor. Çok leziz parçalar var çook.

9,25+/10

8 Kasım 2010 Pazartesi

Le Mystère des Voix Bulgares - Le Mystère des Voix Bulgares Vol.1 (1975)


Bulgar sosyalist hükümeti toplamış bayanları bir evvel vakit, her bir kapitalistin imrenerek dileyeceği disiplinle çoğu zamanda enstrümansız halk şarkılarını bir grup kadına kaydettirmiş. Bayanlardan mütevellit koro birbirini tamamlar şekilde , sesleri ayırıp birleştirirken güzel bir dinlenti sunuyor. Ancak bunu hayatta ne zaman bir daha söylerim bilmiyorum. Ama bu albüm fazla mükemmel, kusursuz, bu yüzden de sunilik hissettiğimden dolayı bir türlü bu derleme toplamaya ısınamadım. Opera sanatçılarına taş çıkartır bir performanstan ziyade sesi çatallaşan yanık türküleriyle karşıki dağları zıp zıp zıplatan köylü kadınlarını dinlemeyi tercih ederdim doğrusu. Yine de arada bi yüreğimi hoplatıvermedi de değil hani.

7,50+/10

7 Kasım 2010 Pazar

RETRO: Rotting Christ - Genesis (2002)


Pataküte ruh ezen bateri ile riflerle bu kargaşada boyun kırmadan çıkabilmek mümkün mü? Grubun belki de en groovi enerjik ritmik albümü olmasından kelli bu albüm en bi favorilerim arasında. Şarkıların hemen hepsinin gideri var. Ancak Nightmare, The Call of the Aethyrs ve Under the Name of Legion ölüye bile kafa sallatacak enercazgırlıktı eserler. Melodik black metalin başat örneklerinden bir olan bu albümün elbette eksiklikleri zayıflıkları yok değil. Gregoryan koro etkisini yadsımamakla beraber bazı anlar gotik metal ve dark metal etkisinin daha bir disipline edilebileceğine inanıyorum. Parçaların genel bir formüle sahip olması, ben böyleyim dadadan sen şöylesin gibi sözler, da olumlu bir etki yaratmamakla beraber grup zaten hiç bir zaman teknik anlamda kompleks müzik yapmadı. O yüzden güneşe dönüp iyisin güzelsin de bazen fazla ısı veriyorsun diye kızmak yerine keyfimize bakalım.

9,25/10

Ignition City / I am Legion / Queen Sonja


Bir süredir Doğan Kardeş aracılığıyla çizgi roman kültürünü takip ediyorum. Çocukluğumda hem fantastik dünyası hem güçlü ama kusurları olan kahramanı sayesinde sevdiğim Conan'ın ardından bu dergi vasıtasıyla çizimlerin önemini de keşfettim. Neticede Blacksand, Okko gibi alternatif hikayeler renkli çizimle de birleşince özellikle takip ettiğim seriler halini aldı.
Her istediğimize biraz vakit ayırarak ulaşabildiğimiz internet çağında da pek çok çizgi roman eserini tabi, ingilizce bilmek şartıyla, okumak mümkün. Son yıllarda süper-kahraman endüstrisine dayanan amerikan piyasasına alternatif avrupa çizimlerinin de girmesi ,kimi çeviri kimi etkileşim, ümitleri arttıran bir gelişme.
Ignition City güzel çizimleri ile dikkat çekiyor. Hikayesi wikipedia olmasa oturtamayacağımız bir geçmişe sahip. 2. dünya savaşı esnasında Marslılar dünyayı basar. Onların lideri Hitlerle itifak halindedir. Marslı muhaliflerin darbesi ve savaşlar neticesinde bu tehlike bertaraf edilir. Sonuçta dünya uzay teknolojisi ile tanışmıştır. Ancak kendi içine kapanma politikası ile üsler kapanmakta ve neticede son bir uzay üssü-şehrinde eski pilotlar sefalet içinde yaşamaktadır. Bundan sonra çizgi romanın takip ettiği konu ise çizimlerin gerisine düşerek banallığa sürükleniyor. Babası bu üsde ölen genç kızımız şehre gelerek ölümün arkasındaki gizemi çözerken intikam kılıcını bileylemeye başlar. 5 kitapta seri tamamlanıyor. Çizimleri ve şiddetin görselliği ile küfürbaz bir dil beklenmedik eğlence sunabiliyor. 6,50/10

"Science will fuck you"

6 kitapta hikayesi tamamlanan I am Legion da ise tam tersine konu eski bir tekniğe sahip çizimleri gölgede bırakıyor. Farklı bir vampir temasının işlendiği hikayeyi anlatabilmek gayet güç. Öncelikle vampirler kan yoluyla bulaşan bir hastalığa benzer şekilde geçen bir bilinç hali olarak tanımlanır. Dolayısıyla elegeçirdikleri insanlar bir kabuk olmanın bir vasıta olmanın dışında bir işleve sahip değil. Bir tür ruhsal varlık neticede. 2. dünya savaşı esnasında almanlar romanyada genç bir kız üzerinde deneyler yapmaktadır. Gönüllü olarak almanlarla çalışan ve aslında vampir olan bu kız kendi kanının enjekte edilmesiyle etrafındaki insan veya hayvanların kontrolünü elegeçirebilmektedir. Amaç yenilmez bir lejyonun inşaasıdır. Ancak hem almanlar içinde bir faksiyon hem de ingiltereden bu projeyi durdurabilmek için kumpaslar kurulmaktadır. İşin ilginci bunu durdurmaya çalışanlar arasında da gizlice insanların içine karışmış olan vampirler vardır. Diğer yandan ingilterede bu olaylarla ilişkili bir cinayeti araştıran dedektifler de işin içine girip gizemi çözmeye çalışınca okuması zor ancak keyifli bir macera ortaya çıkar. 6,50/10

Conan'ı bir dönem sevmişliğim varsa bu uzun ömrü hayatımda kızıl kraliçe Sonja'ya da bi gözatıp çıkıvermek şart olmuştur. 2009/2010 baskısı 10 kitap ve 2 hikayeyi kapsıyor. İlk hikaye Hyrkania'da bir devletin başına geçip nasıl kraliçe olduğunun hikayesi. Çizimler gerçekten komik, bazen savaşın ortasında poz veren kraliçemizin hedef kitlesinin kim olduğu gayet belli. Zayıf savaş sahneleri, modernlikle renk karmaşasının içine düşmüş çizim tekniği, Turan ırkı olması gerekirken gayet orta çağ avrupasını temsil eden Hyrkania kültürü, evet Conan dünyası kuuldur, konunun banal ve sığ işlenmesi ilk 5 kitabı yerlerde süründürüyor. İkinci hikaye ise artık resmiyetten kraliçe tacını kuşanmış Sonja'nın kıtlıkla, isyanlarla ve esrarengiz bir canavarla başetme çabasını içeriyor. Karakter bazında çatışmalar, iç düşünüşler, vs. ile sığlığı aşmış görünüyor. Konu hala orjinal olmamakla beraber bence bu ikinci bölümü okumak belli bir keyif kalitesi ne sahip. 5,50/10

6 Kasım 2010 Cumartesi

Shining - Blackjazz (2010)


Migren sadece başağrısı yapmakla kalmıyor mideyi zonk zonk zonklatıyor. Mazallah kaçınmak lazım. Belli başlı tetikleyici unsurlar var ya da migreni olana iyi gelmeyen koşullar . Stres, bol ışık ve Blackjazz albümü. Gürültü duvarı altında tıpkı coverladıkları King Crimson şarkısı 21. Century Schizoid Man'in işaret ettiği gibi şizofrenik ataklar, daha çok caz kabilinden, dikkat çekiyor. Vokal dolayısıyla black metal etkisinden sözedilse de bence endüstriyel metal üzerinden tanımlayabiliriz yapılan müziği. Hatta ilk şarkılarda ilacını almamış Marilyn Manson duyuyor gibi oldum. Avant-garde şarkıların güzel kısımlara sahip olması da büyük bir fark yaratmıyor maalesef. Ve bu deneysel çalışma en azından benim için vasatın üzerine geçemiyor.

6,25/10

5 Kasım 2010 Cuma

Meiko Kaji - Zenkyokusyu (2004)


Şimdi şöyle: Kill Bill filmini çekerken Tarantino Lady Snowblood adlı eski br Japon filminden etkilendiğini söylemiş. Bu filmde oynayan ve şarkıları seslendiren Meiko Kaji'ye Kill Bill'in film musikisinde de yer vermiş. Hemi de iki şarkıyla. Ben tam hatırlayamadım, aslında Japon rock n roll orkestrası kıvamında bir şarkıyı net hatırlıyorum, ama bunlar başka. Urami Bushi ve Shura No Bara. Ancak bu derleme albüm, çünki Japon-batı müziği melezi olan ve genelde orta-yavaş tempodaki baladlara dayanan ve enka diye bilinen bu türün 60-70'lerde popüler olmasından kaynaklı zamanımızın biraz gerisinde yer alıyor. 70'lerin iç bayan keman nağmeleri gibi.. Albümün bitişi başlangıcında yoğunlaşan etkiyi aynı güçte taşıyamıyor. Genelde orkestrasyon başarılı. Hatta pek çok parçanın bu en bilindik iki şarkıdan da güzel olduğunu söyleyebilirim. Shuki no Uta belki..Nokori Bi? Zaten sevdiğim bir kültür ve dil. Kısacası gayet keyifli bir zaman geçirtim. Yani bu ayın KUUL derbeder albümü ahan da bu.

8,50+/10