31 Temmuz 2017 Pazartesi

John Scalzi - Kırmızı Üniformalılar

İki günde bitirdiğim roman Scalzi'nin sürekleyici ve kolay okunur tarzını bir değil bir kaç adım daha öteye götürüyor. Bilimkurguda klişeciliği eleştirirken ortaya koyduğu yapıt maalesef bir ölçüde sığlığa düşüyor. Hem de o kadar yaratıcı bir emeğin ürünü olmasına rağmen. Sonda farklı açılardan ana kurgunun hayatlarına gölge düşürdüğü karakterlerin öyküleri çok daha ilginç. Özellikle Üçüncü Şahıs başlıklı olan romantizme göz kırpmasıyla ayrı bir enfes. Ana kurgu ise benim gibi Uzay Yolu sevenler için gülümsemelere sebebiyet verecek alaycı ironiyle dolu. Hoş ama boş.
Kısaca konu şu, SPOİLER mı biraz öyle

Evrensel Birlik'in bayrak gemisi Gözüpek'e yeni tayfalar atanır, bunlar arkadaş olur ve gemide bir garipliğin döndüğüne şahit olurlar. Kaptan, bilim subayı ve dümenci(ydi sanırım) ile birlikte kim dış göreve gitse abuk subuk sebeplerle ölür. Dümenci hemen hemen her sefer yaralanır ve mucizevi bir şekilde iyileşir. Kötü yazılmış bir senaryo gibidir her şey. Genç arkadaşlar gerçekten de geçmişte, bugünler oluyor, Uzay Yolu'nu taklit eden başka bir bilim kurgu dizisinde ne yazıldıysa başlarına aynı şeyin geldiğini keşfeder. Halihazırda bu dizide karakterlerdir de zaten. Bir zamanda yolculuk çakarlar geriye doğru, kendilerini oynayan oyuncuları, figüranları bulurlar ve sonunda da senarist ile yapımcıyı. Yapımcının oğlu komadadır onun vücuduyla, oğulun karakteri konumundaki şahsiyetin vücutlarını değiştirirler. Senarist de bu şahsiyeti sanki kazadan kurtarılıp gemiye taşınmış gibi yazınca herkes mutlu. Sonra da diziyi sonlandırıp arkadaşların yaşamını kendi ellerine teslim ederler. Bu yağni.

7/10

30 Temmuz 2017 Pazar

J.D. Salinger - Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar - Seymour Bir Giriş

Böylelikle büyük ustanın eserlerini tamamlamış oluyorum. Bu ince eserin ismi biraz şaşırtıcı. İki uzunca öyküden oluşuyor yapıt. Bir Giriş ibaresi ikinci öykünün isminin devamı aslında. Bu öykülerle yine Glass ailesinin enteresan hayatına konuk oluyoruz. İlk hikayede askerden izin alan Buddy'nin abisi Seymour'un düğününe gitmesini okuyoruz. Diyalog ağırlıklı geçen metin, düğünün iptal olmasıyla Buddy'nin kendini bir kısmı oldukça tepkili misafirlerle birarada bulmasıyla ilerliyor. Hızla okunan, sular seller gibi akan bir metin. İkincisinin tersine. Bazen yazarın ne kadar edebiyat takıntısıyla zor bir dille yazdığını biliyoruz. Üstüne üstlük çevirmen de ki Harry Poter tercümelerinden tanıdığımız Sevin Okyay yapmış, aynı anlayışı derinleştirdiğinden okumak bir müddet sonra azaba dönüşebiliyor. Hikayede artık 40 yaşına basmış Buddy'nin hayranlık duyduğu, otuzlarının başında intihar etmiş (spoiler değil, bilmeyen yok) abisi Seymour hakkında biraz da çağrışım yoluyla aklına geleni anlattığını da göz önünde bulundurursanız, bağlantıları yakalayabilmek (ki o devrin Amerika kültürüne göndermelerin sıklığı da diğer bir veri) için sık sık geriye dönüp cümleleri baştan okuma ihtiyacı duyacaksınız. Ayrıca metin o esrarengiz intiharın sebepleri hakkında bir şey de söylemiyor! Oh shit! Yine de, yine de böyle ustalıkla yazılmış bir hikayeyi okumaktan pişman olmak mümkün değil.

7,5

Metal Church - Metal Church (1984)

Grubun ilk albümü heavy metal ve thrash metal karması bir sesle dinleyiciyi karşılıyor. Power metal öncülü bir tınıyı belki de NWOBHM demek daha doğru, duymamak da imkansız. İlk çıktığı orijinal halinin bir kaydını dinlediğimden kulağımın alışması biraz zaman aldı. Tabi ki de vokalin tiz tarzını da unutmamak lazım. Sadece vokal değil besteler de bir türlü işte bu diye gösteremediğim gruplara benzetmeme sebep oldu. Çıldıracağım, o derece yani. Evet, vokalden dolayı Judas Priest, Mercyful Fate, bazı harmonik yapıdan dolayı erken dönem Blind Guardian ve Running Wild, ama en çok sanırım Overkill. Bilemedim vallahi. Kayıt, Deep Purple'ın Highway Star yorumunu içeriyor. Kimseler beğenmese de idare eder. Bir on sene önce dinleseydim bu klasik albüm benim için de bir klasik konumuna gelirdi.

7,75/10

29 Temmuz 2017 Cumartesi

Humbaba - A Timeless Mass (2017)

Yurdumuzdan geleneksel doom ve stoner camiasına selam çakan grubun ilk çalışması, ilk dinlemelerde türün sıradan bir örneği izlenimini veriyor. Albüm kapağının güzelliğiyle dikkat çeken çalışmaya sabırla yaklaştıkça özellikle vokal performansı ve bazı gitar soloları ile çekildiğinizi hissediyorsunuz. Dolayısıyla her şeyi hap kıvamında bekleyen günümüz dinleyicisinden de biraz emek sarfetmesini istiyorlar. Heavy metal kökenli doom metalin kendi içine kapanan bol tekrarlı riflerle dolu örneklerini pek hazzetmesem de bu bahsettiğim iki öğe sayesinde kaydı dinlemekten kendimi alıkoyamadım. Ancak Ortadoğu mitolojisinden bir isim almışken, çıktığın yer de belliyken buralardan bir şey katmalarını da beklerdim müziklerine. Yine de misal ikinci şarkıda harmonilerdeki epik gidişat gibi güzel nişaneler mevcut. Belki daha yumuşak enstrümantal geçişler albüme bir ölçüde renk katabilirdi. Kısacası beklentimiz büyük, çünkü müziğini kaydetme imkanı bulan hemen hemen her grup zaten işini iyi yapıyor. Daha fazlasını ummak hakkımız diye düşünüyorum.

6,75/10

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Fırat Yaşa - Tepe

-Maliyetten kaçınma sebepli belki, basılı kağıdın kalitesi öyküye derinleştirici etkide bulunsa da hastalıklı sarı renk bir süre sonra katlanılmaz bir hal alıyor.
-Bazen bazı karelerin kendini tekrar etmesi nedeniyle bu sahnelerin gereksizliği konusunda kendi kendinizle tartışır buluyorsunuz.
-Göbeklitepe her ne kadar kurumsallaşmış dinin ilk adımları olsa da tek tanrıcılıktan ziyade şamanizmin izleri baskın. Tamam, yapılan iş büyük oranda hayal ürünü, fantağzi. Yine de.. yine de...
Eleştirilerim bu kadar. Eski çağlardaki insanların soyutlama becerilerinin ilk örneği olan duvar resimlerindeki çizgilerin canlanıp çizerin elinde hayat bulması, kendine özgü bir karakter kazanması ve neredeyse tablo lezzetinde karelere dönüşmesi, karelerin geçişlerde sinematik bir akışkanlıkla ilerlemesi, basit ama hiç eskimeyecek kurgusu, sanatsal derinliği; işte bunlar da hoşuma giden şeyler. Bir Nausicaa kokusu...

8/10

23 Temmuz 2017 Pazar

Aquilus - Griseus (2011)

Tek adamlık ve görebildiğim kadarıyla tek albümlük Aquilus projesi black metal sınıflandırmasını olabildiğince esneten ilginç bir çalışma. Parçalar alışıldık yapıyı, örüntüyü takip etmiyor. İlk dinleyişte baskın gelen şey ise orkestral ve kimi zaman da new age sularında gezinen klasik müzik. Gerçek bir orkestrayla çalıştığını düşünmüyorum. Ancak örneğin ilk şarkıdaki klasik düzenlemeler gerçekten sahici geliyor kulağa. Bununla birlikte new age'e yaklaştığı anlarda da sapsahte örneklere rastlamak da mümkün. Klasik öğe ve dark folku hatırlatan akustik düzenlemeler o kadar baskın ki metal müzik bunun neresinde diye bile sorgulayabiliyorsunuz. Ki sentezin önemli bir sac ayağı olan metalin alt tarzı olarak atmosferik ve melankolik black metal seçilmesi de benim tercihlerimde en önde yer alan şeylerden değil. Yine de o havayı yansıtmada oldukça başarılı. Sonuçta dahiyane ama biraz kafası karışık bir albüm olup çıkıveriyor. Sound olarak değil de bu yaklaşım sebebiyle Progenie Terrestre Pura'da yaşadığım tüh be, neredeyse oluyormuş hissiyatına benzer şeyler yaşadım dinlerken. Belki de olmuştur da bu kulağa yabancı gelmiştir, bilemeyeceğim. (çığlık vokal, orijinal olmayan riffler, piyano nağmeleri, sonra yaylılar, ardından şık gitar solosu, akustik pasaj, sonra senfonik dramatizasyon; şahsen ben allak bullak oldum biraz). Nihayetinde dinleyicisinin de çaba göstermesini isteyen bir çalışma. Bu sabrı gösterebilecek misin?

7,25/10

22 Temmuz 2017 Cumartesi

Mahmut Temizyürek - Boşluktan Doğan

Her ben benliğini senle anlar

Mahmut Temizyürek geniş bir tarihsel aralıkta şairler üzerine inceleme ve derlemelerini bu kitapta toplamış. Bu yazıların bir kısmı gazete ve dergilerde yayınlanmış, bir kısmı sempozyumlara sunulmuş. Emsallerinden ayıran en önemli özelliği artık gelenekselleşen Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Cemal Süreya yorumlamalarının ötesinde (ki bu büyük isimlere de farklı bir açıdan bakmaya çalışıyor) diğer isimleri de eserin sayfalarına konuk etmesi. Can Yücel, Melih Cevdet Anday, Behçet Necatigil, İlhan Berk, Ülkü Tamer, Ahmet Oktay, Ergin Günçe, Metin Altıok, Süreyya Berfe, Mehmet Taner, Hüseyin Peker, Şükrü Erbaş, Hulki Aktunç, Haydar Ergülen ve Türkçe şiir yazan Kürt kökenli şairler hakkında yazıda bir araya getirilen Bejan Matur, Metin Kaygalak, Kemal Varol, Selim Temo ve Mehmet Butakın. Gayet geniş bir yelpaze, değil mi? Kitap pek şiir çözümlemesine yer vermemekle beraber sadece yer verdiği kadarıyla güzel bir şiiri bize tanıtıyor. Her mısrasının anlaşılır ve duru bir dille yazılmasına rağmen genel olarak hemen anlamlandıramamanın gizemini taşıyan, bununla birlikte anlamın aşırı kapalı olmadığını hissettirerek dilinizin ucunu çevirten karakteriyle bu şiir tam benlik. Turgut Uyar'ın da böyle nice şiiri vardır. Neyse, kendimi alıkoymuyor ve Mehmet Taner'in Sal şiirini alıntılıyorum. İpucu: bir geçiş imgesi, misal doğum anı ya da ölüm, neden olmasın?

Bir altın damarı parlıyordu ilerleyen mağaranın ağzına doğru,
     göz kalınlığında. Orada kalabalıktılar. Birbirlerini
     yaşamaya alıştırıyorlardı. Seslerini duymuyordum.
Başımı çevirdiğimde ana-damarı gördüm: Tam saçlarımın
     hizasından toprağa doğru iniyordu. Kara saçlarımdan
     toprağa kadar altın bir rüzgârdı bu.
Sal kımıldadı.
Sıkıntılı bir ses duydum.
Hepsi birden dönüp bana doğru baktı. Canlı bir şey olduğunu
Görmek üzereydiler
Çerçevenin içinde.

19 Temmuz 2017 Çarşamba

Burial - Subtemple (2017, EP)

Burial, bir süredir ambiyans türüne doğru meyletmişti. Bu EP ile, niye iki parçanın sığışdığı bu kayıt single değil inanın bilmiyorum, artık ambiyans sularında boy veriyor. Herhangi bir beat bulmanın imkanı yok.Yine de özellikle atmosfer ve bazı kullandığı tekniklerde eski huyunu devam ettirdiği de duyulabiliyor. Keşke sample olayından da tümüyle vazgeçseydi. Neden? Çünkü kayda ismini de veren ve aynı alıntının dönüp dönüp eee döndüğü ilk şarkı gerçekten hakikaten really wirklich vraiment realmente حقا can sıkıcı bir parça. Altta enteresan bir şeyler yapmaya çalışmış efsane isim. Olmamış. Değerli vaktimi, zamanımı daha fazla harcayamayacağım. Geçiyorum. Bitmek bilmeyen 7.24 süreden sonra Beachfires'a varıyoruz. Bu şarkıda alışık olduğumuz atmosferi  devam ettiriyor arkadaşımız. Post akoliptik (apolitik okaliptüs apokolopolo hay kıyamet sonrası işte) Fall Out ıssızlığı, ürkünçlüğü, hışırtılar, plak cızırtısı, rüzgar çanları, off içim kamaştı. Kaydı kurtarıyor en azından.

6,25/10

18 Temmuz 2017 Salı

Mike Oldfield - Return to Ommadawn (2017)

Progresif rock'ın teknik beceri sergileme çabası içinde kaybolan örnekleri içerir yüzünden başka içinizi ısıtan bir yorumu olduğunu da bize hatırlatan çalışma, Tubular Bells ve Ommadawn gibi albümleri ile yetmişlerden beri tanınan Mike Oldfield namındaki amcamızın son kaydı. Albüm isminden anlaşılacağı üzere 75 çıkış yılına sahip Ommadan'ın devamı gibi düşünülmüş. Yine enstrümantal ağırlıklı iki uzunca parçadan müteşekkil kayıt ağır tonajda folk esintiler taşıyor. Bu sayede fantastik bir mekan, fantastik bir zaman hissiyatına kolaycana girebiliyorsunuz. Çok farklı çalgılar karmaşaya izin vermeden sahneye sırayla veya kalabalık yaratmayacak şekilde birkaçı birlikte girerek güzel bir görünüm oluşturuyor. Güzellik,... dinlerken içim hoşlukla doldu. Etrafımda böyle bir şey olmadığı için demek ki başka bir yerlere götürebildi beni. Folk demişken de genelde İngiliz ve biraz Kelt diyerek adını koyabiliriz. Hatta Akdeniz ve biraz new age serpintisi. Hülasası böyle şeylere ara ara ihtiyacımız var.

7,50+/10

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Perfume Genius - No Shape (2017)

Indie pop benim için gayet sürprizlerle dolu bir mecra. Perfume Genius'un bir önceki kaydı bende güçlü bir etki yaratmasına rağmen bu albüm aynı etkiyi vermekten uzak. İşin garibi, bu albümün neredeyse bir baş yapıt sayılması. Olayın iç yüzü şu ki burada sadece sesi bile duyarak daha içe dönük, belki acısı kederi biraz daha yoğun bir performans sergilendiğini söyleyebiliriz. Burada bir çekince bırakıyorum çünkü her ne kadar minimal ölçütlerde birleşilse de bazı şarkılardaki ruh hali farklı, şarkı kurulumları gelenekselin dışında, değişkenlik var yağni. Klasik müzik öğesinin baskın geldiği, ürkünç Choir ve muhteşem balad Die 4 You ki 80'ler art pop şarkılarını hatırlatıyor, bana ayrı bir hoş gelen parçalar. Albümün ikinci yüzü ilk yüzünü döver zaten. Tümüne baktığımda ise defalarca dinlememe rağmen çok da heyecanlanabildiğimi söyleyemeyeceğim.

6.50/10

16 Temmuz 2017 Pazar

Arvo Pärt - Te Deum (1993)

Modern klasik müzik bestecilerin en önde gelen isimlerinden Estonya'lı Arvo Part'ın bu kaydı bir kaç beste içermekte. Yaklaşık yarım saat süren Te Deum, Latince metin üzerine dini koro parçası olarak kayda da ismini veriyor. Erken dönem, hatta mezheplerüstü (çünkü ne bizans- ortodoks,ne gregoryan-katolik, ne protestan ama hepsi) bir sese sahip olmasına rağmen bir ölçüde minimalizmin ölçütlerini takip ediyor. Ve kesinlikle uygun bir ortamda kulaklıkla dinleme ihtiyacı uyandıran bir sessizlikten faydalanma metodunu kullanıyor. Sessizlik derken duraksamadan değil ama dikkatle dinlenince duyulan dronevari bir süreklilik bağlantısını kastediyorum. Vokaller her ne kadar biraz ferahlatıcı olsa da bende uyandırdığı etki metal müziğin bunalım çocuğu funeral doom gibi oldu. Uyku amaçlı bile yararlanılamayacak yoğunluğuyla ve diri diri mezara girmek hissiyatıyla karabasan gibi bünyeye baskı uygulayan benzetmesi yerinde olur. Uzun lafın kısası dinleyiciden çok şey isteyen, 24. dakikasındaki coşku anına kadar sadece bir kaç kez o da yaylıların yoğun ve dramatik değişken sesinden kaynaklı ilginçlik sunabilen bir çalışma. Sadece yaylılar için yazılan kısa parça Silouans Song da medidatif karakteriyle birlikte dini odaklılıktan ayrılmıyor. Yine kısa süresiyle Magnificat bu kez koral yapısı ile dikkat çekiyor. Yalnız buradaki kayıtta kalabalık bir korodan ziyade birbiriyle içiçe geçen bir kaç vokal performansını duymak mümkün. Bestecinin eserlerinde bir yandan melankolik ve hüzünlü diğer yandan da biraz daha olumluluk içeren ruhani bir hissiyatı aynı anda uyandırabilmesi, kendi icadı olduğu bir teknik sayesinde gerçekleşiyor. Son parça ise sekiz hareketten oluşan Berliner Messe, çok da farklı bir şey söylemeyeceğim bir hristiyan ilahisi. Dramatik kurgu sebebiyle iniş çıkışları barındırmakla beraber albümün geneli yavaş tempodan muzdarip. Aynı zamanda tarihi sırtlamışçasına ağır ritimler ve bana uzak batı liturjisi referansı ile çok da kolay bir dinleti sunmadığı kesin. Kendi içinde, bestecilik ve performans ki Tonu Kaljuste şefliğinde Estonya Filarmonik Oda Korosu ve Tallinn Oda Orkestra tarafından icra olunan performans sıkı ve disiplinli yorumuyla en azından takdir edilmeli, açısından, teknik deha vessair bakımından çok fazla övgüye layık görülmüş olabilir konunun uzmanları tarafından. Benim için ise ecnebiler ne der, overhyped? Evet öyle.

6,25/10

15 Temmuz 2017 Cumartesi

Mahmoud Ahmed - Ere Mela Mela (1975/1986)

Funk ve caz etkili popüler Etiyopya müziğini ünlü Ethiopiques derlemelerini bir kenara bırakırsak dinlemeye başlayacağınız yegane çalışmalardan birisi. Herkes tarafından hemfikir olunuyor demek ki 1975 yılından beri genişletilmiş içerikle dolu pek çok baskısı piyasaya sürülmüş bu kaydın. Siz de dinleyin, siz de beğenin. Diğer Etiyopya albümleri için zaten yeterince sarf ettiğim söze bir şey eklemeye gerek yok yani. İnsanı pozitif duygulara boğuyor boğmasına da benim dertlerim boyumu aşmış.

8,25/10


13 Temmuz 2017 Perşembe

Septicflesh - Titan (2014)

Senfonik death metalin yeniçerisi Septicflesh bu albümünde elindeki tüm kozları aynı anda ortalığa saçıyor. O yüzden daha ilk dinleyişte albümün içine girebiliyor, yapısını çözebiliyorsunuz. Prag orkestrasının tertemiz senfonik sesinin, brütal ve iğreti çekiciliğe sahip clean vokallerle nasıl harmonik bir şekilde ama hep coşkulu, yürek kabartan bir etkiyle içiçe geçtiğini takip ederken belki de söyleyen-çalanlardan daha çok (tatlı bir) yorgunluğa teslim olacaksınız. Zira dinlerken mekanı uzay ve fantastik gezegenler olan ve mitolojik yaratıklarla yapılan devasa bir savaşın neferi gibi hissetmeniz mümkün. Prodüksiyona, şarkıların düzenlemesine diyecek hiç bir şey yok. Hatta Therion'dan sonra senfoniyi metal ile en başarılı harmanlayan grup desek abartmış olmayız. Ancak daha ilk dinlemenin sonunda aklıma gelen şey gerçekleşecek. Sığlıktan değil ama hype oğlu hype aksiyona boğulmaktan dolayı kayıt üçüncü dinlemede kendini tüketiyor olacak. Uydurmuyorum, hakikaten de öyle oldu. Orkestral yorumlardan oluşan bonus cd bir nebze daha dayanıklı çıktı. Özellikle Japonesque flüt ve yaylılar ve yeri göğü inleten borazanlar güzel bir lezzet bırakıyor insanın ağzında hmm mmm.

8,50-/10

12 Temmuz 2017 Çarşamba

Legend of the Galactic Heroes (41-70. bölüm) / Star Trek :Next Generation (Uzay Yolu, Sezon 1 ve 2)

 Sonunda Reinhard'ın büyük zaferini görme imkanı buldum. Tatmin edici olmasa da... Tam ezeli düşmanı Wenli'ye yenilmek üzereyken astlarının cumhuriyetçilerin ana gezegenini kuşatarak teslim olmasını sağlamaları neticesiyle Wenli de saldırısını durdurmak zorunda kalır. İşte bundan sonra da dizi cazibesini yitiriyor. Fezan'ın düşüşü ile birlikte Dünya tarikatı sahneye girse de kısa sürüyor. Ev hapsindeki Wenli artakalan güçleri toparlayıp yeniden isyan ederek sarışın Reinhard'ın nihai saldırı başlatmasına vesile oluyor. Serinin ortası gerçekten de bir şeye bağlanmayan geçiş dönemini meydana getiriyor. Ama iddiaya varım, Wenli'nin saf evlatlığı biraz büyüdü ideal yöneticilik tipinin somut örneği olarak tüm evrene demokrasi getirecek. Başladığım işi bitiririm, o yüzden devam edeceğim.
Uzay yolu namına ne varsa izleyeceğim, fanıyım klimasıyım. Bir zamanlar yanılmıyorsam, TGRT kanalında da gösterilen 1987-1994 dönemi serisi Next Generation olarak geçiyor. Kaptan Pickard, kumandan Riker, artık müttefik olan Klingonlardan Worf, otomat adam Data, kör Cordi, sonraları Big Bang Theory'ye de kendi olarak konuk olan fasulyeden cılız çocuk Wesley. James Kirk ve Spock duymasın ama bu da efsane bir kadrodur. İlk sezonun başlarında hayal kırıklığı yaratacak kadar orijinal serinin kurgularını tekrar ediyor. Hatta çokkültürlü liberal iklimiyle çelişecek hatalar dahi işleniyor. Sonrasında ise iyi toparlıyor. Yeni ırklar, özellikle ilgi çekici Q başta olmak üzere, merhaba diyor. Sanal güverte, ayrı bir efsane. Whoopi Goldberg var yafu, keşke daha parlak bir karakter oynasaydı dedirtiyor. Ayrıca dönemine göre efektler mükemmel. Sonuna kadar devam.

11 Temmuz 2017 Salı

RETRO: Motörhead - We Are Motörhead (2000)

Retro kuşağının Motörhead sayfasını böylece kapayıp kısa bir Metal Church arası veriyoruz. Bu son dinlediğim Motörhead albümü bir öncekine göre daha iyi bir yerde duruyor. Her zamanki gibi grubun 3-4 önceki albümün havasını taşıyor. Dediğim gibi grup çizgisini bozmadan ufak değişikliklerle periyodik olarak kendini tekrarlamakta. Gerçekten sıkı bir God Save the Queen yorumu içeren kayıtta bir de etkileyici balad bulunmakta: One More Fucking Time. Grup, slow şarkılarda kendine özgü çekici bir sound yaratmakta pek mahir. Ahh tabi, bir de çoktan marş olmuş We Are Motörhead şarkısı var. Hep Ace of Spades'e benzetmişimdir laf aramızda.

7,50-/10

10 Temmuz 2017 Pazartesi

Carolina Lopez-Ruiz - Tanrılar Doğduklarında

Bu kitapta yazar ne Antik Yunan dünyasının mitoloji ve dinlerinde (theogonia) Fenikeliler başta olmak üzere yakındoğu coğrafyasının ilerisinde olup onları etkilediğine ne de bu etkilenme yönünün tam zıttı olduğu savlarına pabuç bırakıyor. Doğu Akdeniz dünyasının ortak bir kültürü çok daha öncesinde paylaşmaya başladıklarını çeşitli metinler, mitler ve efsaneleri karşılaştırarak ortaya koyuyor. Bu noktada belirli kısıtlamalar altında antropolojik ve arkeolojik kıyaslamalar yapamıyor oluşu eksiklik olarak göze çarpıyor. Kaynakları kısıtlayıp konu dışına çıkmadan ayrıntılandırıyor. Fakat konuya ilgi duyanlara yüzlerce dipnotla ve sayfalarca kaynakça ile yol göstermekte. Böylece farklı ama ilgili alanlarda okuyucunun ilgisini yoğunlaştırıp bizleri yeni cazibe noktalarına sürüklüyor. Örneğin eski Kenan tanrılarından İbrani tanrısı Yehova'ya geçiş, benim oldukça ilgimi çeken bir konu oldu. Bilimsel bir metodoloji takip eden eser, klasik okuyucuya biraz da kendini kimi yerlerde tekrara düşürmesiyle kolaylık sunmayacaktır. Ancak antik tarihe meraklı okuyucuyu ise yıldırmayacağını düşünüyorum.

7,5

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Zafer Dilek Singleları 3

1973 yılına ait Sevda Yolu/Sevdikçe Yaşarım'ın ilk şarkısı çok da sevmediğim taverna tarzında. Tekrar hatırlatmak gerekirse Zafer Dilek'in kayıtları enstrümental. İkinci şarkı ise bir rembetiko örneği. Belki de uyarlamadır, bilemeyeceğim. Her ne kadar Yunan müziğinden de pek hazzetmesem de ritmik buzukiye burada gönül kayıyor. Bu kısa kaydı, o zaman plakların bu kadar kısa olması normal midir, yoksa sanatçıya mı özgü bilemeyeceğim,  kurtaran bir çalışma.
76 yılına ait Yaşadım Mı Öldüm Mü?/Hasret 'in ikini şarkısı ağır tmpolu olmasına rağmen romantik Havai atmosferini sergilemesi ile hoş bir yorum olmuş. Hatta yine Ege atmosferini yansıtıyor bile diyebiliriz. İlk şarkıya damgasını vuran ise kabak kemane oluyor sanırım. Bu iki kayıdın ortak özelliği en az bir şarkısının damardan girmesi.

7,0/7,25

7 Temmuz 2017 Cuma

Queens of the Stone Age - Queens of the Stone Age (1998)

Rock müziğinin her ne kadar mikro seviyede alt-türlerle isimlendirilmesini sevmesem de bazen ihtiyaç oluyor demek ki. Halbuki her grubun kendi adına kendine has bir ses yaratıyor omaları gayet doğal iken. Ününe ün katmış bu grup da 90'ların alternatif rock havasını yansıtıyorken vokallerde, tempoda, tonlarda farklılık göz ardı edilecek gibi de değil. İşte bunun adı stoner oluyormuş ki 70'ler saykedelik rock ritimleri de aman hissedilmesin. Nihayetinde gayet dengeli kendilerine özgü bir ses yaratmış durumdalar bu debü albümlerinde. Bu kadar adlandırma neticesinde renklerin içiçe geçtiği halusinejik bir kafa beklememek lazım. Çünkü sapına kadar hard rock tınıları kayda hakim. Bu yüzden de dinledikçe yıllanmış şarap gibi ki bu kadar beklemenize gerek yok, kıymete biniyor. Sevdim. Albüm kapağı hakkında da bir şey demeyeceğim. Edepliyim çünki.

7,75/10

6 Temmuz 2017 Perşembe

Baby Huey - The Baby Huey Story: The Living Legend (1971)

26 yaşında kalp krizinden öldükten sonra önceden kaydetmiş olduğu şarkıların (ki tersi bir mucize olurdu sanırım) yanlarına pek çok sözsüz parça da ilave edilerek bu albümde yayınlanmasıyla yıllar yıllar içinde kült bir statü kazanan şarkıcı, soul türü içinde değerlendirilebilir. Ama bildiğimiz romantik yavaş şarkılar yerine gayet funky, hareketli ve biraz da gürültülü, orkestrası güçlü, gitarın dahi baskın olduğu, değişik çalgıların şenlendirdiği zengin bir prodüksiyon ile karşılıyor dinleyiciyi. Kısacası dingin bir şeyler bekleyen, o kişi ben olabilirim, ilk başlarda bocalayabilir. Dinlerken moraliniz yerlerde sürünüyorsa yükseltmiyor, yalnız zaten modunuz iyiyse işte o zaman keyifli olabiliyor. Bu aralar hep manen süründüğüm için alışmam da güç oldu. Belki de orada burada duyduğunuz Hard Time, değişik yorumuyla California Dreamin ve sahiciliğiyle dokuz dakika süren Come On fikrimi bir ölçüde değiştiren parçalar oldu. Nihayetinde küçük Emrah bakışlı genç bir adamdan kötü bir şeyler çıkmaz.

7,0+/10

4 Temmuz 2017 Salı

Cobalt - Slow Forever (2016)

Vayy. Hardcore/sludge bu be yau. Elbette black metal perdesi üzerinde dalgalanıyor. Yine de bu çığlık vokalle çubuğu sludge yönüne biraz daha bükseler daha da bir enfes olurmuş. 7 yıl önceki Cobalt kaydından farklılığı ile gerçekten şaşırtan bu kayıt bir o kadar da mutlu mesut etti beni. Şaşırmaktan gayet memnunum. Üstelik çift sidi. Yorgunken dinlemeyeceksiniz, kalp hapınızı, tansiyon ilaçlarınızı alacaksınız. Karşınıza sevmediğiniz birinin temsili maketini, oyuncak bebeğini ya da olmadı en azından resmini koyacaksınız. Sonrası Allah kerim.
Favorim Elephant Graveyard.

8,25/10

2 Temmuz 2017 Pazar

Oidupaa Vladimir Oiun - Divine Music From a Jail (1999)

Tuva müziği tekniklerine aşina olmayanlara tavsiye etmeyeceğim bu çalışma, çünkü anlamayıp üstüne bir de küçümseyecekler, ilk dinlemede beni bile zorladı. Hayatının yarısını hapishanelerde geçiren bu ozan, basit bir akerdeonla hayata dair türküleri yorumluyor. Bir akerdeonun böyle sesler çıkartacağını düşünememiştim. Dolayısıyla geleneksel Tuva çalgılarını duymayacaksınız bu kayıtta. Ozan gırtlaktan söyleme tekniklerinden birini alıp kendine has bir tarzda geliştirerek şarkılarını söylüyor. Hayatı damıtıp melodilere dönüştürüyor. Hüzün ki hayatın özüdür bence, mutluluk denen şey bazılarımızın rol aldığı piyesin adıdır ve umut ki umutsuzluk hayata dışsaldır, ümit ettiğimiz sürece yaşıyoruz. İşte dinlerken hissettiğiniz şeyler bunlar. Hem de oldukça yoğun bir şekilde. İşte bu kayıtta neden diğer coğrafyaların seslerini dinlemekten hoşlandığımın cevabını bulabilirsiniz.

8,50+/10

1 Temmuz 2017 Cumartesi

Nicola Conte - Free Souls (2014)

Benim vokal jazz ile bir sorunum var sanırım, pek anlaşamıyorum kendileriyle. Şu etkileyici albüm kapağı beni dinlemeye davet etti etmesine de, ikna edemedi. Nicola Conte kimdir nedir necidir bilmiyorum ama şarkıların hepsini değişik değişik vokallere emanet etmiş durumda. Alt tür olarak da bossa nova'dan spiritual caza değişik etkiler mevcut. Fakat illet edercesine, tempo olması gerekenin 1,5 katı daha hızlı gibi ilerliyor kayıt boyunca.Vokal ve orkestra arasında da uyum gözetilmiş gibi durmuyor. Smooth bir dinleti sunacakmış gibi yapıp modernleşme adına geçirdiği modifiye sonucu tekrar tekrar dinletme isteği uyandırmayan, ne eğlenceye ne de dinlenceye hitap edebilen kararsız amaçsız bir orkestra (ama teknik olarak yetin değiller demiyorum), steril ve ruhsuz bir düzenleme. Yine de ararsanız bestelerde kendi zevkinize göre hoş bir şeyler ortaya çıkarabilirsiniz. Özellikle biraz daha eski ustalara gönderme yaptıkları ya da ufak tefek free caz moduna girdikleri örneklerde.

6,25-/10