31 Aralık 2016 Cumartesi

Neurosis - Fires Within Fires (2016)

Uzun zamandır bu kadar beni yoran bir albüm olmamıştı. Cidden, içine girebilmek için zaman gerekiyor. Sonrasında meyvesini alıyorsunuz ama benim için kafi gelmedi. Son dönemde post-rock yönündeki tür değişimine dur demekle kalmamışlar, bayağı erken dönemlerinin sludge ruhunu hortlatmışlar bu albüm aracılığıyla. Ama ortada bir sentez söz konusu. İlk dönemlerinin kaotik hardcore atakları yerine son vakitlerinin ağır atmosferik basıncı tercih edilmiş. Dolayısıyla bana azcık fazla gelen bir drone tekrarı mevcut. Altyapıda pastel de olsa renklendirmenin duyulabildiği Fire Is the End Lesson delişmen riffi, ezici ritmiyle birlikte favori şarkım. Albüme nadir renk veren şeylerden biri de farklı elemanların şarkılarda vokal yapıyor olması. Heyecanla dinlemeye başlayıp bir süre sonra umarsız kaldığım bir çalışmaya dönüştü. Lakin son bir kaç albümdeki gizemci değişimden hoşlanmayanlar tarafından olumlu duygularla, kucak dolusu sevgiyle karşılanmış.

7,25+/10

29 Aralık 2016 Perşembe

Example - #Hits (2013, Comp)

İleri demokrasinin beşiği ülkemizde daha kış yüzünü yeni yeni göstermeye başlamışken kış saatine geçmeye bile lüzum görmeyerek ne kadar enerji zengini bir ülke olduğumuzu tüm dosta düşmana gösterdik. O yüzden de muasır medeniyet seviyesini paramparça eden canım cancağzım ülkemizde hiç elektrik kesintisi yaşanmadı. Belki bir kaç sokakta olabilir. Sebebi bu sefer üşüyen kedilerin trafolara sığınması değil bir kaç çok fena esintidir olsa olsa. Hı hı.
Example'ın bu best of albümü dj elektro house pop ritimleriyle hayli enerjik dakikalar sunuyor. Şarkıların hemen hemen hepsi tam radyoluk. İtiraf etmem gerekirse melodiler de bayağı bayağı azar uzar bünyeyi de sarıyor hani. Yalnız o synth ritimlerde benim zevkime göre biraz fazlalık, gereğinden fazla gürültü var. Yine de ferah refah bir müzik ne yalan söyleyeyim. Bu da benim guilty pleasure'um olsun. Diğer dj popçulardan farkı şarkıların orasına burasına rap bölümlerini katması. Şarkıcıyı dinlememe neden olan, dürten şarkı saçma sapan sözlerine rağmen Changed The Way You Kiss Me oldu. Ama kaydın bombası en edepsiz k-popçuyu bile azdıracak rave Hooligan remiksi olsa gerek. Editors gibi tınladıkları Say Nothing gibi ilginç denemeler de hoş sürprizleri oluyor albümün. Evet hoşlandım ama böyle vagon gibi sıralanmış olunca biraz dinlemesi güç.

7,25/10

27 Aralık 2016 Salı

The Ringo Jets - The Ringo Jets (2014)

Aniden zonklatıveren baş ağrısı hayra alamet değil. Mideye de vurmaya başladığı şu sıralar kısa kesmek mecburiyetindeyim. Hani ülkemizden çıkan gruplar yeni işlerle karşımıza çıkınca ki icra ettikleri rock tarzı dünyada hiç de öyle yeni değil aslında, abartmayı severiz ya konserlerini de izleyip bu kaydı da dinledikten sonra gönül rahatlığıyla helal olsun diyebilirim. Yalnız bağzı bağzı başka grupları andırdıkları ya da öykünmede ileriye gittikleri duyulabiliyor. Olsun o da beri gelsin, uzakta durmasın, dışlamayalım yağni. Hepimize yer var bu koca dünyada. Favorim Tease pt 2.

8,25+/10

25 Aralık 2016 Pazar

Ensemble Nipponia - Japan: Kabuki & Other Traditional Music (1980)


Japon kültürünü sevdiğimi söylemiştim. Geleneksel müziklerini de ayrı tutamam. Bu albüm de geleneksel şarkıları ve tiyatro müziklerini içermekte. Yalın, egzotik ve doğayı hatırlatan şarkıların özellikle vokale sahip olanları tüyler ürperten bir gerçeklik yayıyor. Yine de bazı şarkılar beklediğimiz vurucu etkiyi yapmakta eksiklikler sergileyebiliyor. Sebebi de bazı kayıtların görece yakın dönemlerde bestelenmesiymiş. Ne varsa eskilerde var dedikleri bir bakıma doğru demek ki. Ayrıca eski Japon filmlerini başta tarihi samuray dönemlerini işleyen Kurosawa olmak üzere, aşinaysanız bu kayıt sizi mestedecektir. Sonuç olarak kaydın orjinal kapağı da sonraki baskılarında kullanılan tiyatro makyajı aşamasını gösteren yeni kapağı da içeriğiyle şahane örtüşüyor.

8,25/10

Hiç #7 - Yabani #7 - Nepal #4 - Mürdüm #3 - Marcel Proust (Çiçek Açmış Sözlerin Peşinde)

bilinmeli ki bir hayatın bir hatayı yontmasıdır aşk

Pek sevdiğimiz Hiç dergisi daha çok Fosforlu Cevriye adlı romanıyla bilinen Suat Derviş'i kapağında konuk etse de içerdiği Abbas Kiarostami'nin fimlerindeki yaşam, aşk ve ölüm izleği üzerine yazılan doyurucu ve kapsamlı makale dolayısıyla İranlı yönetmeni de rahatlıkla kapağına taşıyabilirmiş. Lafı dolandırmadan söylersek, Suat Derviş hakkında bir kaç kelam daha fazla söz edilseymiş keşke. İnceleme yazıları bu kadarla kalmıyor: Andre Gide, Thomas Mann, Mary Shelly ve Dante üzerine yazılara Ercan Kesal röportajı eşlik ediyor. Ürünlerden de Mert Can Fırat üstte alıntıladığım güzel bir ayrılık mısrasına imza atıyor.

7. sayıya ulaşan bilimkurgu fantastik korku çizgi roman dergimiz Yabani'nin ön ve arka kapak resimlerinin güzelliği hakkında bugüne kadar bir şey söylememiş olmamam ayıp. Kara Zeybek ismindeki çizgi hikaye şu anki konjonktürde yerli kahramanımız olsaydı ne yapardı sorusuna verdiği 'gerçekçi' yanıtla sarsıyor. Siyasal eleştiri babında güçlü bir ifade. Diğer çizgi romanlar aslında devam hikayeleri. Akbaba Şehri, Uçan Kale ve Kralına İsyan. Hepsi ayrı güzel ama Kralına İsyan bence biraz hızlanmalı. Akbaba Şehri'ni genel olarak sevmekle beraber çok dağınık buluyorum. Hikaye örüntüsü toparlanmalı artık. Derginin genel çizgisinden farklı hafif gotik ve derin Dünyanın En Büyük Sahnesi tek solukta biten son örnek. Şöyle bakınca hepsinde de aslında takdir edilesi eleştirel bir dil hakim. Baskı zamanlarında sanat en verimli çağlarını yaşarmış. Öykü konusunda dalgalı seyrin farkında olarak Kayıp Rıhtım'dan destek alınmış. Cogito idam cezası yerine bilinçlerin dijitalleştirildiği bir çağda idamını bekleyen bir mahkumun hikayesi. Kaptan, Orta Kapı! da gündüzleri halk otobüsü şoförlüğü yapan akşamları Kaptan Buzdağı ismiyle kötülüklere karşı savaşan bir süper kahraman renkli diliyle işleniyor. Devamı gelecek gibi. Yolcu'nun üçüncü bölümü Çöl adıyla dergide yer bulmuş. İlk iki bölüme kıyasla çok hoşlanmasam da büyük hikayenin bir geçiş safhasına hazırlık rolünü üstleniyor kanaatindeyim. Salı Sallanır Çarşamba Beyaz Çarşafa Dolanır, derginin yerel mitlerle süslü korku türünü temsil eden bir çalışma. Bu türdeki diğer hikayelere nazaran daha etkileyici.

Nepal'in üçüncü sayısını kaçırmışım, sağlık olsun.

yürüyen merdivenlerin ardında
bizi okşayan ve aksayan bir acelemiz var (Fatih Çünkioğlu)

bir elma bile bulamamış elma dalları
yine de yarısını aradığım şeyler var (Mihrap Aydın)

herhangi bir bitkinin tutunduğu yerden
tutunuyorum ben de hayata
...
nerde yakılan bir ağıt görsem oturur dinlerim (Enes Kurdaş)

"Sev beni" diyeni sevmiyoruz. Tamam mı? (öykü, Çağnam Erkmen)


Mürdüm dergisiyle üçüncü sayısıyla tanışabildim. Bazı kelimeler vardır, ya küçüklüğümden beri aklıma takılmıştır, asklepion gibi, kendi kendime tekrar ederken bulurum, kesin küçükken okuduğum ansiklopedilerden felan kalmıştır ya da eğlenceli bulurum, mürdüm eriği gibi, müdürüm müridim mürdüm, bi bana mı komik geliyor bu sözcük yafu?
Kapak fotoğrafı bir yerlerden tanıdık gelen dergi şimdilik radarıma girmiş durumda. Bir kaç alıntıyla birlikte içindekileri ekliyor ve takibe geçiyorum.


terli atlar ikliminde duydum adını
...
nal seslerinin çakıllara bulaştığı yollar
susmak gibi bir şeydi hem seni hem sana (Emir Doğan)

kanın yerde bir duruşu vardı
görmeliydiniz
çok -kabul görmemiş bir zaman ölçüsü olarak
çok ağladım

korkmuyoruz
ama cesur da değiliz  (Reyhan Korkmaz)

bir an, bir saniye
güzellik geçip selamlıyor bizi
ve bu yetiyor devam etmeye  (Jean Marc La Freniere)

gidince çürümeyeceğini bilsem
ellerimizi değiştirelim derdim
ellerimin ellerinde verdiği güzel ve uzun mola
ayrılık Allah'ın emri
ölüm olmasa... (Özge Dirik)

Bir de sırf hafızada yer tutsun diye Yapı Kredi yayınlarının sanırım bir kitap fuarında hediye ettiği yarım parmaktan da kısa boyutlara sahip Marcel Proust'un eserlerinden derlenen aforizmaların, deyişlerin yer aldığı Çiçek Açmış Sözlerin Peşinde'yi sonunda bitirebildiğimin kaydını düşmeliyim. Bir kaç yıl sürdü galiba. Bugüne kadar bu kadar ufak tefek bir şeyi kaybetmemiş olmam bile başlı başına bir mucize. İşin garip tarafı ise bunu 10 liraya internette satıyor olmaları.

22 Aralık 2016 Perşembe

Igor Stravinsky&Sergei Prokofiev&Anton Webern&Pierre Boulez - Pétrouchka / Sonate No. 7 / Variationen Op. 27 / Sonate No. 2 (Maurizio Pollini, 1995)

Modern klasik türde gittikçe zorlaşan ve gittikçe zor dinlenen besteler şöyle sıralanıyor:
Stravinsky - Pétrouchka
Prokofiev - Sonate No. 7
Webern - Variationen Op. 27
Boulez - Sonate No. 2
Modern demişken dan dun piyanonun telleri tıngırdamıyor. Yine de özellikle orkestra şefliği kimliğiyle daha çok bilinen Boulez'in parçasında taçlandığı kadarıyla radardan kaybolmanız elde bile değil. Bu yüzden piyanist Pollini'yi çıkardığı iş dolayısıyla ne kadar tebrik etseniz az. Dolayısıyla böyle zorlu parçaların bu kadar kıvrak şekilde çalınması bu kaydı performans anlamında hayli öne çıkarıyor. Başa geri dönersek Stravinsky'nin bestesi Petruşka ismindeki popüler bir kukla tiyatrosu karakterine dayandığından dolayı belki de oldukça renkli ve dramatik olay örgüsünden dolayı belki de en bir kolay adapte olabileceğiniz melodileri sunuyor. Bu demek değil ki pek sevdim.  Prokofiev'in parçası ise zoraki bir şekilde Stalin'e adanması gibi ilginç bir hikayeye dayanıyor. Besteci de sevgisini oldukça ironik bir şekilde birbirine zıt ruh halleri ile göstermiş. Üçüncü bölümü çarpıcı bir tempoya sahip. Webern'in üç bölümden oluşan bestesini zorlarsanız takip edebilirsiniz. Huzurlu kadife kokulu melodiler içinde kaybolmak için ilk akla gelecek seçeneklerden değil. Boulez, anlamadım vallahi. Uzun lafın belini kırarsak bana bir miktar ağır geldi.

6,50-/10

20 Aralık 2016 Salı

RETRO: Finntroll - Midnattens widunder (1999)

Finntroll'un bu çıkış albümü dinledikten sonra devamını getirmedim. Polka hollahomp bana biraz fazla eğlenceli gelmişti zamanında. Şimdi dinlediğimde ise hele hele trol efsaneleri konsepti
üzerinden sözleri de okuyunca, daha doğrusu çevirisini (ki Finlandiyalı grup İsveççe söylüyor, biraz kafam karıştı), bir kaç şamatacı bölüm dışında gayet net ve nezih bir uyum yakaladıklarını duyabiliyorum. Uyum derken black köklerden yükselen metal ve folkiş melodiler arasındaki sentezleme mevzu bahis. Yine de beni koşa koşa diskografinin devamını getirtmek için dürtmemekle beraber belki bir gün bir kaç kayıt daha dinlerim fikrini kafama sokmadı değil.

7,50+/10

19 Aralık 2016 Pazartesi

Black Sabbath - Paranoid (1970)

Efsane bir albüm. Parçaları tek tek çok daha önceden beri didiklememe rağmen birlikte bütün halinde dinleyince savaş teması belirginleşiyor. Yanına uyuşturucu ve ruh haline etkileri de eklersek konsept tamamlanıyor. Albümün tarzına aykırı bir ses olsa da Planet Caravan bile oldukça iyi. Yine de yıllar yıllar sonra bir şeyler eksik gibime geliyor. Özellikle kaydın ikinci yarısında hissediyorum, hissediyorum ama dile varmıyor.

9,50/10

18 Aralık 2016 Pazar

Will Self - Sert Çocuklara Sert Oyuncaklar

Post'luğuyla çarpışırken barbarlığa geri dönen çağımızın yeraltı edebiyatının mühim isimlerinden Will Self'in seçme öykülerinden oluşan bu kitap adını her ne kadar öykülerinden birinden alsa da, hani derler ya isim olarak cuk oturmuş diye, hakikaten öyle. Uyuşturucu, saplantılı davranışlar veya psikolojik sorunlarla uğraşan karakterlerin hepsinin yazarın kişiliğinden bir parça taşıdığını hissediyorsunuz. Bu kadar inandırıcı bir anlatım yaşanmışlık dışında hiç bir yerden beslenemez. Diğer yandan hikayelere damgasını vuran bir şey İngilizlik olsa gerek. İngiliz toplumu ve daha geniş bir açısıyla insanlık eleştirisi kitapta kendine yer buluyor. Bu yüzden karakterlerin hikayesi dışında ikincil anlatıma kulak vermemek olmuyor. Bazın bu anlatımların birbirine karışıp yer değiştirdiğini bile söyleyebiliriz. Bazı hikayelerin birbirine yaptığı göndermelerdeki bağlantıları keşfetmek oldukça zevkli. Konu olarak çarpıcı örneklere rastlamak mümkün. Hastaların ve doktorların birbiri yerine geçtikleri bir akıl hastanesi gibi. Dahası için arka kapaktan alıntılamak gerekirse.
Will Self'de okuyucusunu şaşkınlığa uğratan, ona zihin eksersizleri yaptıran yalnızca sergilediği bu edebi yetenekleri değil. Self'in kara mizahı, liberal hümanizmin ve modern hayatın "kutsal inekleri" konusunda çok acımasız. Sert Çocuklara Sert Oyuncaklar, crack kokain ticaretinden, çağdaş psikolojinin bayağılıklarından, kendilerini, bir davette yakalanmak istemeyeceğiniz kişiler olarak niteleyen bir yerli kabileden, bir babanın çocuklarına bakmak için talihsiz girişimlerden, öldükten sonra Kuzey Londra'da yaşamaya devam eden bir anneden, bir koğuştan ya da bir evdeki böceklerden söz ederken, tartışılmaz inançlarınız ya da gizli önyargılarınız ne olursa olsun, sizi telaşa düşürecek, hayran bırakacak, kahkahayla güldürecek bir kitap.
Kahkahayla güldüğümü söyleyemem. Diken üstünde rahatsızlık veren konulara ek olarak, cümle kurulumunda kendini ve buna bağlı olarak okuyucusunu zorlaması ve çevirmenin elinden geleni yapmasına rağmen hala sırıtan İngiliz argosu, coğrafyası ile birlikte baskın Ada kültürü ile birleşince seller sular gibi akan bir okuma sunmaktan uzaklaşıyor çünkü. Çarpıcı olduğu kesin ama.

6

17 Aralık 2016 Cumartesi

Brand New - Daisy (2009)


Think something dark's living down in my heart
And if I wanted to die before I got old
I should've started some years ago digging that hole

Brand New, her albümüyle farklı bir yönünü sergileyerek dinleyicisini şaşırtmaya devam ediyor. Bu albüm de sindirilmesi, içine girilmesi vakit alan işlerden biri. Doğrusunu söylemek gerekirse keskin prodüksiyonu da düşünürsek ilk dinlememde pek de sevmediğimi söylemeliyim. Dinledikçe besteler güçlü yanını, depresif tonajda özellikle, göstermekte geç kalmadı. Yine de, yine de bir önceki albümün seviyesine ulaşmakta güçlük yaşanmakta. Psikoloji olarak biraz daha kızgınlıkla donalı bir albüm bu. Sound açısından denemelerle örülü. Ruh hali ve sesler ise biraz dengesiz, ne yapacağı belli olmayan bir ifadeyi belirgenleştiriyor. Ayakları çok da sağlamcana basmayan bu tarz bir formülasyon neyse ki özellikle albümün ikinci yarısında tıkırında işleyerek dinleyeni mest ediyor. Aynı zamanda bu kısımda hardkor köklere göndermeler de yoğunlaşmakta. Albümün hoşuma giden son bir özelliği de sözler oldu.

7,50-/10

14 Aralık 2016 Çarşamba

Be'lakor - Vessels (2016)

2016 yılına ait albümler arasında beni ziyadesiyle şaşırtıp memnun edenlerin sayısı az. Bununla birlikte takip ettiğim pek çok grubun da geri dönüşler yaptığı aşikar. Dolayısıyla özellikle sert müzikteki bu geri dönüşleri karşılamak boynumun borcu. Be'lakor'dan başlıyoruz. Deathspell Omega, Dark Tranquillity, Neurosis, Metallica, Alcest hepsi sırada. Hatta Testament ile tanışma fırsatı bulup farklı bir yüzüyle bizi selamlayan Fuath'ın ki nam-ı diğer Saor oluyor kendileri selamını alacağız.
Melodik death metal tarzında kendisine ait küçük bir alan açan grup, tekrardan kaçınmak adına bu albümde progresif damara daha bir yaslanmış. Sımsıkı bestelerde hızlı tempoda şeyler pek mümkün olmamakla birlikte epik havasıyla Withering Strands'da ani tempo değişikliğinin de güzelliğini hesaba katarsak bu yeni yönelim gayet şık işlenmiş görünüyor. Aslında her şarkı kendini dinlettirecek hoş kancalara sahip. Birisinde akustik geçişler dikkat çekerken diğerinin armonisi lezzetli bir akışkanlık sunuyor. Bir yönüyle bestelerin böyle müdahalelere ihtiyaç duyması o kadar iyi bir şey değil. Diğer yandan da bazı anlar bu yeni yönelim ile geçmişten gelen çizgilerinin tam anlamıyla örtüşemediği de malum. Yine de bir Whelm aşkına, grubun hakkını yiyecek değiliz. Sadece biraz zamana, biraz daha bu durakta oyalanmaya ihtiyaçları var görünüyor.

7,75+/10

13 Aralık 2016 Salı

Antimatter - The Judas Table (2015)

Karın bastırdığı bitmeyen 2016'nın şu son günlerine (bitiyormuş gibi yapıyor besbelli) çok yakışan bir kayıt bu. İlk albümdeki elektronik denemeleri belki de benzememe gayretini geride bırakıp eski Anathema'nın karanlık dramasını tekrardan canlandıran atmosferik rock çalışma için progresif rock da deseler de atmosferik tabiri garip kaçtığındandır kulaklara. Biz varolmanın acısını çekenler, anladık sanırım birbirimizi. Yalnız şöyle bir sorun var: üç beş kişi bi köşeye sıkıştırmış sizi, bacağınıza götünüze karnınıza yumrukla tekmeyle girişmiş. Yarım saat boyunca yediğiniz dayak artık vız geliyor. Diyorsunuz, arkadaş kafamı gözümü de patlatın artık, ne çile çektim elinizden. Hülasa, şarkılar süründürüyor ama nihai vuruşu yapmaktan da imtina ediyor.  Parçala Antimatter!

8.0/10

10 Aralık 2016 Cumartesi

Fort Romeau - Jetée / Desire ve SW9 (2013, Single)

Singlelar üzerinden sanatçıları değerlendirmek zor, singlelar içindeki şarkıları mümkün olduğunca vurucu ve ilk dinleyişte etkileyici parça beklentisiyle değerlendirebilmek ayrı bir zor. Albüm içinde bütünlüğe fazlasıyla önem veriyorum. Fort Romeau, eserlerini deep house minvalinde tekno başlığı altında üretiyor. Aynı yılda çıkardığı bu iki single'dan kronolojik olarak ikincisi Jetee ve Desire şarkılarını içermekte ve bu şarkılar anlayabildiğim kadarıyla uzunçalar albümlerinde yer almıyor. Ritimleri o kadar orjinal bulamadığım için dinlenebilir konumda olmakla birlikte beni etkileyebildiklerini söyleyemeyeceğim. Diğer single ise iki versiyonu ile SW9 ve Love ismindeki şarkıları içeriyor. Beatler tempolu ve güçlü, baslar belirgin ve dub etkisi her zaman kuul. Kesik kesik sergilenen bayan vokal sampleları yakışmış. Kulaklıkla yolda yürürken güzel gidiyor.

6,50 - 7,25+/10

7 Aralık 2016 Çarşamba

Chico Buarque - Chico Buarque de Hollanda n° 4 (1970)

Latin Amerika müziği konusunda daha önce söylediklerim kulaklarımda çınlıyor. Bazen kendimi ilişkilendiremiyorum yapılan işlerle. Alkol aldığımda bu naif müzik kalbimde yankısını bulabiliyor. Ama her zaman kafam kıyak gezecek değilim. Zaten zam üstüne zam geliyor her gün. Latin müziği kampanyamız böylece sona eriyor. Bundan sonra bu sayfalara konuk olursa rastlantısaldırmıdır.
Kış baygın başladı, bünyede uyku yapıyor.

6,75-/10

6 Aralık 2016 Salı

Ahmet Telli - Kalbim Unut Bu Şiiri

Önünde imza kuyruklarını gördüğümüz şairlerden Ahmet Telli'nin bu eseri, aslında kitaplarından derlenmiş şiirlerin bir araya getirilmesinden oluşuyor. Okuduğum baskısı 1998 tarihli. Sonraki baskıları güncel şiirlerini içerir mi bilmiyorum. İtiraf etmek gerekirse bu kitabı biraz da tanıma amacıyla bilgisayarımdan okudum. Çünkü tarzına karşı şüpheler büyütüyordum içimde en basit tabiriyle. Okuduktan sonra da kitabı, içimdeki şüpheleri giderebilmiş değilim. Yılmaz Odabaşı gibi solda atan yüreğini romantizm ve lirizm ile birleştiren tarzları kendileri için bir noktaya kadar orijinallik taşısa da ve elbette okuyucunun göğsünde dalgalanmalara yol açan bir duygusallık doğursa da sonraki özenen genç şairlerde bu  tarza sıkça rastlamak, pek iyi bir şey değil.
Bazı mısralar, bazı şiirler alıntıladım. Aşağıdadır.


xxxx

Yoruldum yoruldum yoruldum
Gereklilik kipinde yaşamaktan

xxxx

Tarih de kekemeleşiyor bazan
Ki o zaman aşktır tek bilici
Aşksa yürümek gibi bir şey
Duyabilmek kuşların gelişini

xxxx

Bütün köprüleri dinamitledim ve geldim işte
Bir kente girmemiz nasıl gerekiyorsa öyle
Apansız çıkmalısın karşıma
Ki unutulmuş
Bir karşıçıkış olmalı dünyaya
Seninle her karşılaşmamız

GİTMEK
                               Bu vadideki karanlığı
                              ve büyük soğuğu düşün
                               B. Brecht

Gitmek. Bir hançeri inceltip
Okyanusa daldırmak isteği
Ya da düşebilmek atlasların
Dışına ki ey kalbim
Yalnızsın bu yolculukta da

Gitmek. O kaos duygusu, aklın
Sarsıntılarla yorgun düşüşü
Bilincin kamaşması belki de.
Rehin bırakılacak bir şey yok
Unuttuklarından başka.

Gitmek. Bir büyü gibi saran
Ağrılar yumağı, kışkırtılmış
Düşlerdir ki sen şimdi
Esirgeme kendini kalbim
Kederin o derin yalnızlığından

xxxx

Hiç kimse bir aşkı
Onarmaya kalkmasın
Kaybedilmeye değer
En güzel anında bitirilmişse eğer


KALBİM UNUT BU ŞİİRİ
Uğuldayan ve hep uğuldayan
bir orman kadar üşüyorum şimdi
yanlış rüzgarlar esiyor dallarımda
yanlış ve zehirli çiçekler açıyor
Kanımda kocaman gözleriyle bir çığlık

Su ve ses kadar beklediğim
ne kaldı geride, bilmiyorum
uzanıp uyumak istiyorum gölgeme
ve sarınmak o kocaman gözlerin
uğuldayan rüzgârlarına
Bir acıyı yaşarım ve zehrinden
çiçekler üretirim kömür karası
uçurum kadar bir yalnızlık
yaratırım kendime, atlarım
Anısı yoktur küçük rüzgârların

Yapraklarım yok artık kuşlarım yok
büsbütün viran oldu dağlarım
ezberimdeki türküler de savrulup gitti
ömrümün karşılığı kalmadı sesimde
sesimde yalnız ormanların gümbürtüsü

Yanlış, daha baştan yanlış
bir şiirdi bu, biliyorum
ve belki ömrümüzün yakın geçmişi
bu kadar doğruydu ancak, kimbilir
Kalbim unut bu şiiri

xxxx

Bu kent kuşların intiharını umursamıyor artık
ve göğsüm buz kesmiş bu üşüten yalnızlıkta

xxxx

Hiç özlemedim seni
Özlemek dostluktandır
dostluğundan öte bulmalıyım seni

xxxx

Biraz da serüvendi yaşamak
belki yatkındı büyük yolculuklara
ki serüvenler daima büyük aşklar
ve büyük yolculuklarla başlar

xxxx

Suların sesini dinle şimdi
ormanın fısıldayışlarını
usulca yarılıyor dağların göğsü
bir aşkı dinlendirmek için

xxxx

Adımdan gayrısını bilmiyorum.


7/10


5 Aralık 2016 Pazartesi

Nils Petter Molvær - NP3 (2002)

Trompet ağırlıklı mistik tınılar sergileyen caz müziğinin hayli 90'lar izini taşıyan elektronik müzikle birleştiği bu albüm, sanatçının Khmer namındaki kaydının seviyesine ulaşamasa da idare eder doğrusu. İçiçe geçen şarkılar arasında kendinize yol bulmaya çalıştığınızda Simply So ve Little Indian gibi yalın parçaların, albümde pompalanan karamsar havayla dejenere bir ilişki geliştiren deneysel elektronik ritimli şarkılara kıyasla daha yüksek dinlenebilirliği sizi bir noktaya kadar bahtiyar edecektir. Diğer hallerde ise midenizde bir şeyler düğümlenebilir. Bunun sebebi Aralık soğuğu olabilir, ülkenin gidişatı olabilir, ortadoğunun yazgısı olabilir. Ya da hepsi birlikte. Şu albüm kapağında da yer bulan denizler dolusu su, hepimizi temizlemeye yeter mi?

7,0+/10

4 Aralık 2016 Pazar

RETRO : Falkenbach - ...En Their Medh Riki Fara... (1996)

And as one realizes that one is a dream figure in another person's dream, that is self awareness

Grupla yada daha doğru bir deyişle Vratyas Vakyas ile yada daha doğru bir deyişle Markus Tümmers ile tanışma fırsatı bulduğum Falkenbach projesinin bu ilk albümü aklımı başımdan almıştı. Hem Bathory'nin o efsanevi epik dönemine benzeyen hem de Pulp Fiction'dan çıkmışcasına manik ritimleri sergileyen bu kayıttan daha azını beklemek yanlış olurdu zaten. Aradan yıllar yıllar geçti. Hala karşımda taş gibi duruyor albüm. Yine de gençken dinlediğimdeki aynı şeyleri hissedememenin boşluğunu hissediyorum. Bu da müziği değerlendirirken zaman mefhumunun da etkisini ortaya koyan bir örnek olarak gelip geçiyor.

8,50+/10

3 Aralık 2016 Cumartesi

RETRO: Motörhead - Orgasmatron (1986)

En başta Orgasmatron olmak üzere bir kaç iyi parçaya, misal Deaf Forever, evsahipliği yapsa da nispeten temiz prodüksiyonuna pek de alışamadığım bir kayıt bu. Parçaların bir çoğu da birbirinin benbenbirbenzeri. Bir süreliğine Motörhead'e ara vermenin de tam zamanı. Kısacık bir süre.

6,75/10