30 Haziran 2017 Cuma

RETRO: Motörhead - Snake Bite Love (1998)

Sıcaklar uykusuzluk yapıyor, üç saatlik uykuyla duruyorum. Ve bu Motörhead albümünü son bir kez daha dinliyorum. Üstelik neden pek de sevilmediğini anlamıyorum. Grup her ne kadar hep aynı müziği yapmakla eleştirilse de dikkatli bir çift kulak her kaydında ufak tefek farklılıklar sergilediklerini duyacaktır, ruh aynı kalmak koşuluyla. Hatta bazı kayıtlarında dönüp dolaşıp kendi kendilerinin taklidine düştüklerini bile söyleyebiliriz. Bu albüm de hiç bir artısı ve hiç bir eksisi olmayan, grubun ortalama çizgisinin ortasında bir dinletiye ev sahipliği yapıyor. Belki de bu özelliksiz özelliği birilerini rahatsız etmiştir. Ama Motörhead'ın bir milim uzağında da konuşlanmış değiller.

7,0/10

28 Haziran 2017 Çarşamba

RETRO: Storm - Nordavind (1995)

Fenriz'in Isengard gibi diğer bir projesi olan Storm bu önceki proje ile benzeştiği kadar ayrışıyor da. Bir kere tek albümlük bir proje bu. Ama tek adamlık değil. Satyricon'dan Satyr ve bir zamanların doom metal grubu The 3rd And The Mortal'dan bayan vokal kontenjanından albüme sesini veren Kari de grubun parçası. Sound olarak da primitif barbar black metal atakları yerine kimi zaman hoppadanak bir sesle zıpırdatan folk ve viking metal çizgisi ağırlığını hissettiriyor. Derler ki bazı şarkılar halis muhlis otantik Norveç türküleriymiş, bilemiyorum artık. İntro, kısa ara parçalar ve kısa parçalarla biraz tepeleme sepet gibi düzenleme açısından bakarsak. Göcek derler bizim orada. Yine de araya epik riffler sıkıştırılabilmiş. Tam da bu noktada Noregsgard ulann!! İyi güzel de albüm hala kulağa hafif geliyor. Yapacak bir şey yok. Folk metal ve Viking türküleri sevenler pişman olmayacak. Ama daha sert bir şey arayanlar bir ihtimal hayal kırıklığına uğrayabilir. Kesin olan bir şey var ki albüm Kari'nin de etkisiyle doksanların gotik doom gölgesini de taşıyor.

7,75/10

27 Haziran 2017 Salı

İlban Ertem - Puslu Kıtalar Atlası

İhsan Oktay Anar'ın efsanevi romanının hayli hacimli bir şekilde çizgiye uyarlanmasıyla karşı karşıyayız. Okuduğum kadarıyla uyarlama konusunda eleştirilere uğramış bir eser bu. Seneler seneler önce okuduğum için hatırımda bir şey kalmadığından çok sağlıklı bir değerlendirme yapamam bu konuda. Yalnız post-modern ve tarihi dokusuyla bu romanın grafiğe uyarlanmasının da hayli güç olacağı aşikar. Böyle cesur bir hareketin de bence altından kalkınmış. Yani sayfaları çevirirken kurgusal zorluk dışında ben anlaşılmayacak bir şey göremedim. Yazara ve orijinal esere aşina olmayanlar elbette zorlanacaktır. Benim naçizane eleştirim ise karakter çizimlerinde çoğu vakit karikatürize bir çizgiye düşülmesi. Bu da çizerin Gırgır, Fırt, Hıbır gibi dergilerdeki deneyimi göz önünde bulundurulduğunda anlam kazanıyor. Kurguda açıkta kalan tek şey hınzır velet Alibaz. Anar'ın tek okuma fırsatı bulamadığım kitabı Efrasiyab'ın Hikayeleri'nde bu karakterin hayatının geri kalanı işlenmiştir belki, kim bilir.
Uzun lafın kısası özellikle geniş planlarda oldukça özenilmiş bir çizgiye sahip olan bu eseri kitaplığımda güzel bir yerde sergilemekten imtina etmeyeceğim.

8/10

26 Haziran 2017 Pazartesi

Zafer Dilek Singleları 2

Çiçek Dağı/İntizar 1973 yılına ait bir kayıt. Çiçek Dağı oyun havası tadında, ferah bir şarkı. Her ne kadar bağlama başrolü üstlense de perküsyonlar da etkili. Yalnız biraz kulağa garip gelebiliyor. İsmen bilmeseniz bile ilk notalar düştüğünde aşina olduğunuzu anlayacağınız bir sanat müziği eseri İntizar. Dediğim gibi bu tarzdaki şarkılar kendi haliyle kalmalı. Zafer Dilek'in usulü bence oyun havalarına, türkü uyarlamalarına cuk diye oturuyor.
7,50/10

Diğer tekli 1971 de yayınlanmış. İşte Hendek İşte Deve single'ın bir yüzünde. Zaten sevdiğimiz eğlendiğimiz güzel bir çalışma. Yalnız darbukamsı kaşıkımsı perküsyon yine garip. Fazla geliyor uyarlamaya. Diğer yüzü ise yine popüler bir çalışmaya ayrılmış. Sev Kardeşim. Bu kaydı gerçekten sevdim. Yaza uygun bir modu besleyen bir çalışma.

8/10

24 Haziran 2017 Cumartesi

Scott Lynch - Centilmen Piç I: Locke Lamora'nın Yalanları

Patrick Rothfuss'un önsözünde kabul ettiği gibi, Scott Lynch ondan daha iyi bir yazar olduğunu bu ilk romanıyla kanıtlıyor. Orada burada oyalanmayan, ne yeterince sulandırılmış ne de enteresan yaratıcılık peşinde koşan dengeli kurgusuyla, kurguya hizmet eden kültürel altyapısıyla gerçekten de okuması oldukça keyifli. Tempo, çocuk Jean'ın silah okuluna gittiği yerde biraz sarkıyor. Ayrıca özellikle hayatları sonlandırılan karakterler konusunda yeterince üzülemiyorsunuz. Evet karakterlerin derinliğinde bir sorun var. İşte, böyle ufak tefek kusurlar bulunuyor. Hikayemiz, Venedik'i örnek alan adalar üzerinde kurulu bir şehir devletinde geçiyor. Buradaki yapıların bir çoğu atacam denen kristalimsi bir maddeden, insanlar yerleşmeden önce kaybolmuş bir ırk tarafından yapılmış. Şehri başlarında bir dük'ün olduğu aristokratlarca yönetiliyor. Tabi ki ticaret çok yaygın. Suç çeteleri ise Capo denen bir adama haraç ödüyor ve gizli barış altında faaliyet gösteriyorlar. Yani aristokratlara bulaşma, suç işlerken eline yüzüne bulaştırma, şehir yönetimi de peşinize düşmesin. Alt tabakadan çocuk Locke hırsızlar çetesinin eline düşüyor. O kadar yaramaz ki en sonunda çete reisi, onu 12 tanrının en şefkatlisi Pelabilmemnenin kör rahibine satıyor. Olaylar bir yandan kahramanımızın ve çetesinin çocukluğuna dair flashbacklerle bir yandan da aristokrat bir aileye kurdukları kumpası işletirken geçiyor.
İthaki sizin kitaplarınız kütüphanemde büyük bir yer tutuyor bari bu serinin devamını indirimli yapın da alayım (indirim=%50 veya daha az). Notum 8,50.

Bundan kelli spoiler a canım.

Meğerse bir 13. tanrı daha varmış, suçluların tapındıkları. Bu rahip de kör değilmiş, 12. tanrının tapınağının alt katında ikiz kardeş Calo ve Galdo'yu sofistike dolandırıcılık konusunda eğitiyormuş. Locke da gelince bir yandan onların eğitimlerini, aralarına tombul tüccar çocuğu Jean'ın katılışını okuyoruz. Diğer tapınaklarında gizli kimlikleri ile staj görüyorlar, kendilerini savunma, hesap kitap ve dil eğitimi, bitmek bilmeyen bir süreç. Rahibin nasıl öldüğünü, sadece ismi geçen ve uzaklara gitmiş olan centilmen piçler çetesinin diğer üyesi kızıl afet ismini unuttumu ise hiç öğrenemiyoruz. Ekibimiz yaşça büyümüş ve bir sürü altınları olmasına rağmen, zenginleri soyup hoş vakit geçirmekten hoşlanan ama kazandıklarının büyük kısmını sadece istifleyen bir ekip bu, yine gözlerine bir aileyi kestirir. Locke kendini kuzeyli bir tüccar gösterip güvenlerini alavere dalavere ile kazanır ve çok karlı bir işin ortağı haline gelirler. Ama böyle bir ticari işin gerçekliği yoktur. Binlerce altını aileden söğüşlerken aile de artık şüphelenir. Müthiş bir planla bu sefer Dükün gizli hafiyesi kılığına girip aileyle görüşür ve dolandırıldıklarını, Locke'un istediği parayı vermelerini, onları böylece yakalayacaklarını söyleyerek en azından bir süreliğine ikna eder. Diğer yandan Capo Barsavi'nin yönetimine karşı Gri Kral denen esrarengiz bir adam isyan başlatır, çete reisleri ölmeye başlar. Sonunda da Locke'un da tanıdığı Capo'nun kızı vahşice öldürülür. Gri Kral yanında çok güçlü bir büyücü ile çetemizin yanında peydah olur. Çetemizde Locke, Jean, Capo,Galdo'nun yanısıra çırak Böcek vardır. Capo ile görüşme için karşısına Gri Kral kılığı ile çıkmaya zorla ikna edilir, kendi canından çok arkadaşlarının hayatından endişe ederek. Gel gör ki bu toplantı barış görüşmesi değil Capo ve adamlarının Gri Kral'ı işkenceyle öldürme partisine dönüşür. Gri Kral'ın itici büyücüsü ise yardım etmez. İkizler şehirden kaçış hazırlığı yaparken, Jean ve Böcek darmadağın da olsa Locke'u hayata döndürmeyi başarırlar. Tapınağın altında gizli üslerine dönünce ikizlerin ölüsüyle ve istifledikleri hazinenin yokluğuyla karşılaşırlar. Gri Kral ve büyücüsü tüm ekibi öldürmeye planlamaktadır ki Böcek de hayatına el-fatiha. Gri Kral ise Capo'nun zafer partisinde ortaya çıkar. Capo'nun aslen sahne savaşçısı olan iki kızkardeş korumaları Capo'nun oğullarını öldürür sonra da Capo köpekbalıklarına yem edilir ve Gri Kral böylece yeni Capo ünvanını kazanır. Büyücünün parasını ödeyebilmek için Centilmen piçlerden de kurtulması lazımdır. Ama Locke ve Jean'ın gözlerini intikam bürümüştür artık. Cep delik cepken delik durumu kurtarmak için tuzak kurdukları zengin aileye tüccar kılığında gitmekten başka çare yoktur. Herşey üstüste gelir ya bu sefer de aile, dükün gerçek hafiyeleriyle irtibata geçip ona tuzak kurmuştur. Dükün büyük yılbaşı partisine davet edilir ki orada sorgulanabilsin. Gri Kral da hafiyelerin başı yaşlı Leydi bilmemneye kendini partiye davet ettirir, ikna büyüsü yardımıyla. Bu arada o iki kızkardeş koruma anlaşılmıştır ki Gri Kral'ın bacılarıdır. Sonra büyücü tekrar ortaya çıkar, Jean ve Locke'u etkisiz hale getirir. Onların gerçek isimlerini bildiği sürece bedenlerine hükmeder ama bilmediği bir şey vardır ki Locke Lamora'nın sadece soy ismi değil ismi de gerçek değil. Sonuçta büyücüler öldürülemez diye bir kural vardır. İçlerinden herhangi biri ldürülürse yönettikleri başka bir şehir devletinden diğer büyücüleri öldürenlerin, ailelerinin hatta şehirlerinin kökünü kazıma gibi bir düsturu izleme gayesiyle aman yola çıkmasınlar. Büyücü evcil şahinini, tek tek büyü yaparken kullandığı tüm parmaklarını kaybeder. Gore şeyleri sevmem ama inanın bu sayfaları zevkle okudum. Taht Oyunlarındaki Joffrey gibi bir tip. Dilini de kaybetmemek için Gri Kralın planını şakır. Bizimkiler dilini de kesip postalarlar büyücüyü. Dükün yılbaşı balosunda hayvanların zihnini boşaltıp uysallaştıran gaz dolu bombalar patlatılacaktır ki zenginler çocuklarıyla birlikte zombiye dönüşsün. Geçmişte Caponun öldürdüğü ailesinin intikamını alırken Gri Kral, her yol mübah deyip suçlu suçsuz ayrımı yapmadan yıllarca bu planı kurmuştur. Bu arada bizim Jean, kızkardeşlerini öldürmeyi başarır bir metruk depoda. Kısacası baloda Dük'ün hafiyesince gizli kimliği ifşa olan Locke oradan kaçıp kurtulmuşken şimdi planı önlemek için geri döner. Yakalandığında binbir zorlukla hafiyebaşı Leydi'yi (lady hear me tonight, ne şarkıydı be ya) dolandırdığı aile ve diğer askerleri ikna eder, bombalar etkisiz hale getirilir. Leydi de normalde cezan idamlıktır ama bu iyiliğinden dolayı si.tir ol git bir daha gözüm görmesin seni bu şehirde, der. Tamam, abla der Locke. Yalnız Gri Kral benim, arkadaşlarımın canını aldı, intikam meselesi, onu bana bırakın. Gider, dövüş konusunda çok da becerikli olmamasına rağmen düellodan galip çıkar. Yine darmadağın olmuştur. Jean ve son vakitlerde onu tedavi eden doktorla birlikte bir gemiyle şehri terkeder.
Romanın sonu egemenlerin egemenliğine devam ettikleri bir uzlaşı ile bitmesi, büyük fotoğrafta değişim olmaması sebebiyle (diğer FK romanlarda krallar değişir, ejderler parende atar, tanrılar yeryüzüne iner, dünyalar boyutlar yok olur, zaman geriye işler vs) yani bu farklılığıyla hoşuma gitti. Diğer yandan belki de zorlamayla gerçek hayatta bazı paralellikler kurmadım değil. Kötü de olsa bir düzen, kaos, her ne kadar haklı sebeplerle ortaya çıkarsa çıksın, karşısında yeğdir gibi.

23 Haziran 2017 Cuma

Demdike Stare - Wonderland (2016)

Farklı etkilenmelerin yansıtıldığı farklı bir elektronik albüm bu. Kâh endüstriyel tınılar kâh orman börtü böcek sesi. Böyle zıt sesleri yine de uyumlu bir atmosferde yoğurabilen bass ritimlerle süslü albüm, modern tekno ve elbette modern dub türlerini de ihtiva etmeyi ihmal etmiyor.  Bir kaç şarkıda ambiyans ağırlık kazanırken diğerinde dans ritimleri baskın geliyor. Özellikle ritimlerin kesintili bir şekilde sunumu bu bahsettiğim melez teknikle de birleşince deneyselliği öne çıkarmış oluyor. Karanlık bir ambiyansa sahip olmakla birlikte boşluğun da iyi değerlendirilmesi neticesinde boğuculuk içinde debelenmemeniz güzel bir şey. Yine de melodik olarak daha güçlü, takip edilebilir bir şeyler beklemedim değil. Bu cihetle biraz hayal kırklığına uğramış durumdayım. Bu arada grubun böylelikle iki albümünü dinlememe rağmen grubun ismindeki ikinci ibarenin sitare olmadığının yeni farkına vardım. Orta ve ileri seviye elektronika hayranlarını mesut edecek bir çalışma diyelim.

6,50+/10

20 Haziran 2017 Salı

Terra Tenebrosa - The Tunnels (2011)

Gruba çağdaş black metal dinlemelerim dahilinde kulak verdiğimde hak ettiği sıfatların bu kadarla kalabileceğini düşünmemiştim. Atmosferik, ambiyatik ve ritüel tınıların yanısıra endüstriyel keskinliğin de duyulabildiği, sludge sound ile birlikte bestelerin biçiminde avangard tekniklerin kullanıldığı post- önekini metal ibaresinin hemen önüne tümüyle hakeden enteresan bir çalışma. Deneysel diyelim rahvan gitsin tırıs gitsin. Riffli giriş gelişme sonuç arayanları hayal kırıklığına uğratacak bir şekilde gerilim ve tansiyon dolu ürkünç atmosferini yama yama parça parça harmonilerle yansıtan çalışmanın orijinalliğine diyecek bir şey yok. Ama bir hikaye anlatayım. Bizim memlekette kasabanın arkasında bir tepe var. Baktım, ben buraya çıkarım dedim. Araba yolunu takip etmeye başladım. Yol bir dolanıyor tepenin etrafını, bir daha dolanıyor, bir daha derken, ben tıpış tıpış öğle sıcağına sırtımı dönüp inmeye başladım. Bu bestelerin bir tepe noktası, bir kreşendosu yok yağni. (Through The Eyes of Maninkari hoş bir istisna, yine de tam değil) Sadece acayip bir atmosferin olması yetmiyor. Neticede içim böyle bir potansiyelin çarçur edilmesine kan ağlıyor.

6,50/10

18 Haziran 2017 Pazar

Lou Reed - The Very Best of Lou Reed (1999, Comp)

Perfect Day namındaki klasik statüsünü kazanmış şarkısıyla tanıdığımız efsanevi rock müzisyeni Lou Reed aynı zamanda Velvet Underground'un vokali olarak da vakti zamanında nam salmış. Fakat buralarda çok tanındığını söylemek zor. Bu albüm de ismi üzerinde solo döneminin en iyi şarkılarını içeriyor. Ağır tempoda kendine özgü bir vokal tekniği ile birlikte açıkçası şarkıları kendi beğenime göre biraz yavaş ve fazla yalın buldum. Perfect Day'in yanısıra Men of Good Fortune ve Coney Island Baby 18 şarkı içeren kayıtta beni benden alan parçalar oldu. Geri kalanın çoğu fena olmamakla beraber hani bu bir best of ise normali nasıl diye bir soru aklımı kurcalamadı değil. Dolayısıyla yine dönemsel ve coğrafi bağlamın buralarda ve bende yeterince yankılamamasına yordum bu durumu. Diğer yandan zihninizi günümüzün hızlı temposundan arındırıp kaydı defalarca dinlemeye tuttuğunuzda aldığınız keyfin bir miktar artacağının garantisini verebilirim. Ben de en azından öyle oldu.

7,0/10

Cazkedisi #9 - Düşünbil #59 - Sabun #1 #2 - Palyaço #2 #7

Cazkedisinin dokuzuncu sayısına şiirlerini veren isimler: Ahmet Günbaş ( ah, gümbür gümbürdü aşk hali!.../kalbim yerinden sökülüyor sandım), Jaroslav Seifert (eğer topları/kadınlar kullansaydı/güller yağardı/tüm dünyaya/belki öyle./belki değil), Oya Uysal, Özkan Mert (kimse savaştan güzel dönmez), Baki Ayhan T., Soner Demirbaş, Hüseyin Peker, Meryem Coşkunca (susmak ve kış, iki uzun vakit), Leyla Çağlı (erkenden açılmış mezar sabırsızlığıyla/en yakınına:"ilk toprağı sen at" demekle/ şiirini yazacak olana:"ilk dizeyi sen kur" demenin/ vaktiyle fark edilmemiş benzerliği), Özkan Satılmış, Ozan Eren, Baykal Dimli, Ercan Kaplan, Serap Erdoğan, Durmuş Taşdemir, Önder Çolakoğlu, Vural Engin (bkz aşağıya), Zeki Kırhan, Yağmur Sunar, Dimitris P. Kraniotis. Düzyazıda Edip Cansever üzerine Koray Feyiz'in, Metin Altıok üzerine Mehmet Sarsmaz'ın, La La Land filmi üzerine Ayşe Özgür Aydoğan'ın, Nihat Behram üzerine İmran Tali Aydın'ın makalelerinin yanısıra Mahzun Doğan'ın Caz Günlükleri ve genç şairler üzerine değerlendirmenin olduğu Genç Kedi köşesini okumak mümkün. Bu son köşede kalemi İlker İşgören devralmış bu sayıyla. Söyleşilere ise Aslıhan Tüylüoğlu ve Meryem Coşkunca konuk edilmiş.

Bu bir caz korosudur sokaktan akar
bu ise kıvrılmasıdır ellerin birbirlerine doğru
insanlar bununla dertlerini anlatır
karşında yılgınlığı törpüleyen deniz
denizin üstünde koca koca gemiler
gemilerin üstünde poulos'un insanları
insanların üstü gökyüzü
gökyüzünün üstü de gökyüzü

bizim bu yaptığımızsa bir yaşam çeşitlemesidir
kavgalarımız da aşklarımız da bu yöne bakar
deriz daha iyi bir yolu bulunur hayat denen sonuvar nesnenin
çünkü mutlaka vardır daha da iyisi en iyisinin
Bu bir caz korosudur sokaktan akar

Kapakta Sartre görünce almamam seçenek dışıydı elbette. Yine başlıkları yazmam dosya içeriğini anlamakta yeterli olacaktır kanısındayım.
Sartre'ın varoluşçuluğu ve hümanizm ilişkisi ile bireysel özgürlük ve özgürlük ahlakı meselesi, Jean Paul Sartre Özelinde varoluşçu özgürlük yorumu, Sarte'ın ahlaksal felsefesi üzerine: her yol mübah mıdır?, geleneklere veda yada züppenin anane ile kavgası (kabul ediyorum bu makalenin başlığı içerik konusunda çok açık değil), varoluşçuluk bir posthümanizm midir?, Jean Paul Sarte'ın Mezarsız Ölüler'i, İnsan Olduğumuzu Hatırlatan ve yaratıcılığa esin kaynağı olan çelişkilerimiz, Alfred Nobel'den Sarte'a, Camus'dan Orhan Pamuk'a Ödül Kültürü, Sartre'ın Varlık ve Hiçlik'i,Varoluşçuluğun kutsal kitabı mı?,karanlıkta bırakılmış bir kültür varlığının otobiyografisi: Sözcükler, Sarte'ı Neden Öldürmeliyiz?, (büyük harf küçük harf karmaşasını affediniz) Dosya konusuna ek olarak Hans Abendroth'un birbirinden vurucu felsefi alıntıları, Veblen ve Freud karşılaştırması, polisiyelerin felsefesi, Truman Show üzerine de yazılanları okumak mümkün. Yeri gelmişken yerli yazarlarımızın makalelerinin bazen özetvari bir biçimde derdini anlatmada zorluk çektiğine tanık olabiliyoruz. Derginin sayfalarında genel olarak gördüğüm bir problem. Diğer yandan zorlu Varlık ve Hiçlik okumamın doğru kanılarla birleştiğinin buradan da sağlamasını yapabilmem sevindirici oldu. Bu arada dergiyi yayınlayan arkadaşlardan bir rica: logonuzu değiştirmenin vakti gelmedi mi? Biraz daha özgün, orijinal bir şeyler?

Sabun fanzin aklınızı köpürtür sloganı ile görebildiğim kadarıyla iki sayı yayınlamış. Sayfalar fotoğraflar ve diğer görsellerle şenlendirilerek okuması kolay bir fırsat sunuyor okuyucuya. İkinci sayıdaki heykel ismindeki Naci Balık imzalı öykü oldukça hoş. Sayfalarına şiire boğmamak da güzel bir seçim. İkinci sayıda tam tarzlarını oturtmaya başlamışken kaybolmaları yazık olmuş. Bu iki sayıya issuu.com da ulaşmak mümkün.
Sabun gibi Palyaço fanzine de issuu.com'dan ulaşabiliyoruz. Muhalif bir tavra sahip olan fanzin 15 sayıya ulaşmış. Şiirler, denemeler, biyografiler, desenler, resimler ve öykülerle dengeli bir çizgi takip edildiği görülen fanzinde mahlasların kullanımı tercih edilmiş. Kendini aşırı ciddiye alıp büyük sözler edenlere karşı şöyle demeleri hoşuma gitti: bu fanzin bir anlık akıl kontrolsüzlüğünden doğmuştur, sebep ve amaç barındırmaz. Dolayısıyla fanzin ruhunu içselleştirdikleri kesin. Yalnız yer verdiği ürünlerin bir kısmında biraz ergen romantizmini hissettim.

16 Haziran 2017 Cuma

Ravi Shankar - Sound of the Sitar (1965)

Ya izlediğim ultra gerçekçi birkaç eski Hint filminin etkisiyle ya da sanatçının sanki biraz daha fazla batılı müzikseverlerin kulağına hitap etme çabasındaymış izlenimini hissediyor olmamla, sebep ne olursa olsun, bu klasik Hint albümünü oldukça beğendim. Başrollerde sitar olmakla beraber hemen duymuş olduğunuz sitara eşlik eden diğer enstrüman da tabla olarak kayıtta yerini alıyor. İlk parça daha meditatif bir doğrultuda ilerliyor. Ardından temponun son şarkıda zirveye ulaştığı bir artış seyri izlediğini söylemek mümkün. Vokal de ritmik olarak bir enstrüman gibi katkıda bulunuyor bazı anlarda. Egzotik ama derin bir dünyanın kapılarını aralamak için iyi bir seçim.

8,0/10

13 Haziran 2017 Salı

Carl Craig & Moritz von Oswald - Recomposed by Carl Craig & Moritz von Oswald: Music by Maurice Ravel & Modest Mussorgsky (2008)

Klasik alemlerin adamları Ravel ve Mussorksy'nin eserlerini (Bolero ve Pictures at an Exhibiton ) yapıp bozup elektronik bir yoruma tabi tutan bu çalışma, serideki benzerleri arasında en az sevdiğim oldu. Loopların tekrar tekrar bıkkınlık getirene kadar işlenmesi müzikte tekerrürü seveni bile zorlayacak miktarda. Bolero'nun trompetleri bile öyle bir süzgeçten geçirilip tekrara bağlanıyor ki geriye sevilecek pek bir şey kalmıyor. Çıstırı çıstırı ritimler de pek bir şey katmıyor. Bu kısımları geçince arkadan yavaş yavaş sızan ambiyans katman işleri biraz ilginçleştiriyor. Biraz dedim, heyecanlanmaya gerek yok.  4. movement ile klasik elektronika sathına  geçiş tamamlanmış oluyor. Geldik mi albümdeki en güzel kayda? 5. movement gerilim filmlerini andıran, yükselen ve alçalan nağmelerle açılıyor. Yaylılar da atmosfere güçlü katkıda bulunuyor. Alışılmadık beatler de gün yüzüne çıkınca karanlık bir atmosferin kapıları ardına kadar açılıp dinleyeni buyur ediyor. Gerilim dolu melodilerle birlikte ilginç bir uyum sağlayan armoni üzerinden gidişat oldukça iyi. Son parça ise 14 dakika süresinde hoş bir ezgi ve etkili düzenlemeyi harcayıp bitirmeyi başarıyor.

5,50+/10

12 Haziran 2017 Pazartesi

RETRO: Motörhead - Overnight Sensation (1996)

Modern soundu eski ruhlarıyla birleştirdiklerinden dolayı genel olarak sevilen bu albümde biraz daha değişik sularda kulaç attıkları Shake the World ve I Don't Believe A World namındaki şarkıları dikkatimi daha çok çekti. Bununla birlikte grubun eski tarzının çok da hayranı olmadığımdan ve de üstelik albümde yer alan bir kaç şarkının basit halleriyle pek de kendini tekrar dinletme isteği uyandırmadığından sebep, benim değerlendirmem genelden bir miktar daha olumsuz olacak. Yapacak bir şey yok, renkler ve zevkler mevzu bahis.

6,75-/10

11 Haziran 2017 Pazar

Haz. L.Sami Akalın - Japon Şiiri

1962 senesinde basılan bu kitap sadece başta haiku olmak üzere Japon şiirlerinden bir derlemeden ibaret olmayıp 90 sayfa boyunca Japon kültürü ve şiiri üzerine hazırlayan Sami Akalın'ın özgün Türkçesi ile bilgilendirici yazılarını da içermekte. Hatta yazar, heyecana gelip deneme tarzında kendi sözlerini aksettirmekten geri duramıyor. Açıkçası bu bölümleri okumak bile oldukça keyifliydi. Dahası Japon şiirinin nasıl okunması gerektiğine dair verdiği ipuçları ile bir tür rehber vazifesi görüyor kitabın bu uzun girizgahı.Yer verilen şiir örnekleri ise kafamda büyüttüğüm kadar bir etkide bulunmadı. Sebep olarak girdiğim büyük beklentiye yorulabilir elbet. Yoksa en erkeni 300'lü yıllardan modern çağa uzanan geniş aralıkta müthiş bir duyarlılığı ve ince gözlemlere dayanan gerçekçiliği yansıtan şiirlerden şikayet edecek değilim. O kadar naif ve mahrem görünüyorlar ki burada birkaçına bile yer versem, toza dönüşüp dağılacak gibi hissediyorum bütün bu yazılanların. Görülüyor ki bu eseri alıp güncelleyip tekrar kitapçıları şenlendirmek büyük bir ihtiyaç.

9

RETRO: Isengard - Høstmørke (1995)

Black metalin,folk metalin ve viking metalin nerede başlayıp nerede bittiği anlaşılamayan bu enfes kayıt, derleme toplama albümü saymaz isek Isengard'ın tek uzunçalar kaydı. Epik mi epik primitif mi pek öyle. Miss. Dinlemeyen ekstrem metal severler nah böyle olsun.
Ziyarete gelen anneler, bünyenize çarpan şikayet ve memnuniyetsizlik dalgası, karışmadan duramamalar ve neticesinde Ramazan dolayısıyla ara verdiğiniz alkolü durmadan hatırlatmaya başlayan beyninizin arkasına çöreklenmiş duraksız sızı. İşte annelerin evrensel etkisi.

9,0+/10

9 Haziran 2017 Cuma

Zafer Dilek Singleları 1

Zafer Dilek, çok bilinmese de orkestralarda ve film müziklerinde emeği geçen müzisyenlerimizden. Pek çok 45'lik çıkardıktan sonra bunları bir albümde toplamış ve grup çalışmasına dahi dahil olmuş bir süreliğine. Kaydettiği plaklar sözsüz parçalardan oluşmakta. Kendisinin de ifade ettiği üzere sanat müziğini batılı enstrümanlarla yorumlamaya ağırlık vermiş ve 1972 tarihini taşıyan Bütün Meyhanelerini Dolaştım İstanbul'un/Yeşil Yaylam ve 1971 tarihli Avuçlarımda Hala Sıcaklığın Var/Köroğlu teklilerinin ilk şarkıları bu eğilimin başat örnekleri. Bununla sınırlı değil halk şarkılarının da (niye türkü demekten kaçındıysam, anlamadım, kendimi anlamıyorum bazen) orkestral yorumlarını içeriyor kayıtları. Tavernadan hallice biraz kulüp atmosferini barındıran yorumlar moda olduğu üzere saykedelik Anadolu rock türü içinde düşünülebilmekle beraber ferah bir sounda sahipler. Bu yönüyle de dönemin daha doğrusu bir 10 sene öncesinin sörf tadını şöyleden böyleden yansıtabiliyor. Tam da buna örnek olarak Yeşil Yaylam acayip iyi düzenlemesiyle öne çıkıyor. Yalnız kayıtlar o kadar kısa ki, ben yeterince odaklanamadım. Ayrıca türküler, tamam ama sanat müziğine ait eserlerin farklı türlerde yorumlanmasını hiç yakıştıramıyorum. İlginç olabilir, eğlenceli olabilir ama müzikal olarak aynı duyguları vermenin fersah fersah ötesinde oluyor bu yeni yorumlar. Rock, metal, pop nasıl yorumlanırsa yorumlansın, bence öyle.

6,75/10

8 Haziran 2017 Perşembe

Sex Pistols - Never Mind the Bollocks Here's the Sex Pistols (1977)

Provokatif sözleriyle öne çıkıp bugüne kadar çalına çalına eskitilen Anarchy in the UK ve özellikle God Save the Queen'in de ötesinde güzel yalın pop şarkılarını içeren kayıt, efsane albümler arasında yerini layığıyla alıyor. Evet zaman karşısında biraz erozyona uğramış olabilir, evet bestecikler basit tekrarlara dayanıyor olabilir. Kimine göre yavaş, kimine göre kaba saba da geliyor olabilir. Yine de hala dinlenebiliyor. ( Yine de Yaşamaya Mecbursun, tutamadım kendimi :)) Unutulmamalı ki esin kaynağı olarak bu kayıt vasıtasıyla çok daha büyük bir etkide bulunmuştur, Sex Pistols.

8,0/10

4 Haziran 2017 Pazar

Georges Ifrah - Rakamların Evrensel Tarihi 3

Üçüncü ciltte rakamların alfabeden ve kültürden ayrı düşünülemeyecek tarihini izleme macerasını alt başlığın gösterdiği üzere Akdeniz kıyılarına dek takip ediyoruz. Yolculuğumuz bizleri Mısır, Girit, Hitit, Yunan ve Roma medeniyetlerine götürüyor. Mısır hiyeroglifinin gelişimi, Roma ve öncesindeki Etrüsk rakamlarının kökeninde kertik atmanın rolü, Antik dünyada hesaplama yöntemleri ve abaküs, çörkü gibi ilgili teknikler, alfabenin sayılamada kullanımı ve İbranice ile Yunanca başta olmak üzere Arapça dahil Sami dizgeleri arasında karşılaştırmalar, Kabala ve Hurufilik ile birlikte rakamların şifreli kullanımı gibi birbirinden ilginç konular bu ciltte işlenmiş durumda. Benim için oldukça ilgi çekici bu başlıklar çoğu kimse için sıkıcılığın ete kemiğe bürünmüş hali olabilir. O zaman onlar uzak dura, biz yolumuza devam edelim.

2 Haziran 2017 Cuma

The Weeknd - Beauty Behind the Madness (2015)

R&B'ye sokakların edepsiz rap dilini enjekte eden arkadaşımız sıradanlaşan müzik piyasasına yeni bir soluk getirmişe benziyor. Kabul edelim ki sesi kendine özgü bir tatlılıkta. Olağanüstü değil ama şarkılarına cukkadanak oturuyor. Ve albüm de tam bir pop kaydı. Yani içinde vasat, fena değil ve pek güzel şarkılar barındırmakta. Cant Feel My Face gibi saçma bir isme sahip Michael Jacksonvari dans şarkısı ile dikkatimi çekmişti. Often ki dinlerken yemin ederim arkadaki bozuk sample Türkçe gibi aynı derken araştırdım da Nilüfer'in şarkısıymış, ben şokk; The Hills, In The Night ve Angel namındaki parçaların da eksik kaldığı yok. Laplakin Ed Sheeran ve Lana Del Rey gibi dev isimlerle yaptığı düetler bekleneni karşılamaktan uzak. Sonuçta Daft Punk'ın kendi alanında yaptığı gibi tam da ihtiyaç duyulduğu anda elektronik, pop, dans ve hatta soft pop rock tınılarıyla, aykırı sözleriyle türü modern bir yolda hareketlendirerek öne çıkıyor. Farkını ortaya koyuyor.

7,50-/10

1 Haziran 2017 Perşembe

Batushka - Litourgiya (2015)

Litürji de denen hristiyan ortodoks ayinlerini black metal ile buluşturan Polonya'dan çıkma ama Rusça söyleme gibi ilginç bir huy edinmiş grubun çıkış albümü, ekstrem metal camiasında hayli ses getirmiş durumda. Orjinalliğini kısmen kabul edebilirim. 228 yıldır black metal dinleyen biri olarak deli gibi heyecanlandığımı söyleyemeyeceğim, ama bir şeyler kıpırdadı şuracığımda. (Bu nedenle de kara yapıtlara daha bir acımasız davranıyorum) Asıl özellikleri bu litürjinin metale iyice yedirmiş olmaları. O ayrı o ayrı değil yani, süsten konmamış. Bu haliyle hafiften böyle bir Rotting Christ esintisi gelmedi değil. Fakat burda tempo biraz daha hızlı ya da biraz bazı şeyleri uyandırmak için, bak ne kadar kuul havasında bir hype tarzı mahal. Kayıt beklediğimden iyi ki bu iyi bir şey değil. Daha kirli bir şeyler yakışırdı bu tarza ama bu sefer de o eko yeterli etki yaratmazdı. (Kendi kendime konuşmaya başladım.) Bariton vokalli kısımları azaltıp biraz daha atmosferik geçişlere ağırlık vererek tüyler ürperten bir duyguyu körükleme şansını kaçırmış görünüyorlar. Alameti farikaları olan bu ortodoks-bizans müdahalesinden çok vokalin güzel atakları beni etkiledi, misal 3. şarkıda. Dediğim gibi çok da heyecanlanmadım ama bir istisna var. Dinleyenin ouu fak demesine sebebiyet verecek derecede şekilli, folk nağmelerini titreten bir nenecağız ile açılışını yapan 6. şarkı. İşte o bi değişik.

8,0+/10