27 Haziran 2021 Pazar

George Frideric Handel - Six Concerti Grossi, Op.3 (The Brandenburg Consort/Roy Goodman 1993)

 

Barok dönemi sadece enstrümantal boyutta değil harmonileriyle de benzeşme gösteriyor. Klasik müziğe hiç ama hiç hakim olmamakla birlikte merak etmiyor değilim, o dönemin Avrupa'sında farklı tınılarda eserler ortaya koyan besteci var mıydı diye. Handel onlardan biri değil elbette. Bir Firework'un ihtişamına sahip değil ama uykunuza eşlik edecek sakinlikten de çok uzak bir çalışma. Zaman zaman melodilerine eşlik etmeye çalışacağınız hayat dolu, hayatta huzura ermiş, ormanın ortasında güneşin yansıdığı bir açıklıkta sevdiklerinizle yaptığınız çakırkeyif bir pikniğin keyfini andıran bir şeyler. Böyle şeyleri bir müzik eserinin İstanbul keşmekeşliğinin tam ortasında hissettirebiliyor olması herkesin harcı değil. 


8,0/10

23 Haziran 2021 Çarşamba

Solstafir - Í Blóði og Anda (2002)

 Grubun dinlemediğim ilk iki kaydına kulak vermek gerekirse başlangıç noktam debüğleri ile olacaktır elbet. Ve daha bu çıkış albümlerinde elemanların kafasının normal çalışmadığı anlaşılıyor. Oturmuş, olgunlaşmış bir sounda sahip olmamakla birlikte black metal çatısı altında değerlendirilen bu yapıtın vokali çığırtkan screamo iken, altyapı ise bayağı bayağı punk etkisi taşımakta. Kombinasyon ne kadar tutmuş, tartışmalı ancak bu başlangıç enerjisi, muhteşem Underworld Song ya da ilk şarkıda göz dolduran ataklıkta ifa olunur, çok hoş, pek etkileyici. Sonra böyle piyano bas folklorik post punkımsı bir şeyler ve kadın vokal korsan yayın gibi kayda sızıyor. Nihayetinde albümün ikinci yarısı atmosferik ama uzunluğu abartılı bir kaç parçadan oluşan bir kayıt tarafından ele geçiriliyor. Besteler yavaş yavaş acitasyona bağlayan post-rock normlarını takip etse de bu tarafta kopuş nakaratında vokaller bir nebze albümün başlangıcındaki bağı devam ettiriyor. İsteyene albümdeki parçaların demo kayıtlarını içeren bonus sidi de ekleyivermişler. İlk dikkati çeken şey bu kayıtların ilk albümden 4 sene öncesine uzanması ve ikincisi de tabi ki prodüksiyon kalitesinin yerlerde sürünüyor olması. O kadar maceraya gerenk yok deyip asıl sidide kalmak da bittabi hakkınız. Solstafir neredeeen nerelere gelmiş diyorsanız ve sert müzikle de aranız iyiyse pişmanlık duymadan, spor yaparken (ya da benim gibi spor denerken) de bayağı bayağı gazlanarak keyif alaraktanan höpürdetebilirsiniz. 

7,50+/10

22 Haziran 2021 Salı

RETRO: Orphaned Land - Sahara (1994)

 

Halk müziği bu kadar yüreklere işleyen bir toplumun bu kadar acımasızlığa teslim olması ne kadar da büyük bir travmanın sonucudur. Zaten ezilenlerin öfkesinin en zalim gaddarlık çeşidi olduğuna dair bir şeyler okumuştum. Hak vermemek elde değil. Uzun lafın sünnetlisi İsrail türküleri ağırlıklı olsa da Ortadoğu ezgilerini melodik death metal ile birleştiren grubu seviyoruz. Progresif beste yapısı ve doom atmosfer de yer yer belirgin. Sözkonusu ilk resmi albümlerinde soundlarının tam oturmadığı aşikar olsa da bu albümü de sevdik. Seasons Unite diye bir şarkı var bir kere. Bu parça baştan sona folklorü ve metali başarıyla birleştirmiş, enerjiyi de heybesine koymuş. Evet, grubun ağır tarafını , erken dönem doom death metal örneklerini hatırlatsa da, pek hazzedemedim. Folk ve metal tam kaynaşamamış olmakla beraber bana uyar. Ama metal kısmı daha gel gitli, yükseldiği anlar da var, doom tarafında özellikle indiği anlar da. Hayat gibim bir şey, dolambaçlı. Gerçek olan şu ki göründüğünden daha değerli bir kayıt.

7,75-/10

17 Haziran 2021 Perşembe

Ruhi Su - Şiirler Türküler (1974)

 

Ruhi Su'nun bu albüme kadarki kayıtlarında şarkıların tümünün o davudi sesine birebir uyduğunu söylemek mümkün değil. Bazen kulağımın kaşındığı olmuştur. Ses olarak bu kayıt ise en olgun yapıtı. Vokal performansı üzerine hiç bir olumsuz laf edilemez. Enstrüman olarak ise oldukça minimal bir yol izlenmiş. Ha, ben rahat duramadım, yine rahatsız olacak bir şey buldum. Her şeyde eğlenecek bir şey bulan alaycı yeniyetme darbakışçılığı unutalı çok oldu. Yine de Mevlana'ya ait olsa da şu sözleri bir türküde dinlemek ne bileyim garip, ötegarip. Yenilmez sesli bir adama hele uyuşmuyor hiç.


Düşman saçmasapan lâflar eder,

duyar can kulağım.

Benim için kötü şeyler düşünür,

görür can gözüm.

Üzerime köpeğini salar,

ısırır köpek ayağımı,

çok acılar çekerim, çok acılar.

Köpek değilim, onu ısıramam,

ısırırım dudağımı.


8,0/10

16 Haziran 2021 Çarşamba

Metis Defterleri : Komünizm: Yeni Bir Başlangıç

 2011, Komünizm Fikri 2. konferansı sunumları en azından bu derleme basımda Baidou ile açılıyor ve Zizek ile kapanıyor. Badiou yazısında terör ekseninde anti-komünist argümanlara cevap vermekle yetiniyor.

Sovyetlerin beş yıllık planları ve Mao'nun "Büyük Atılım" ı zorlama inşalardı. "On beş yılda İngiltere'yi yakalayacağız" gibi sloganlar zorlamaya, Fikrin çarpıtılmasına ve nihayetinde Terörü uygulamanın bir mecburiyet haline gelmesine işaret ediyordu. Doğası itibarıyla hem demokrasinin hem de halkın yanında olan, halk arasındaki çelişkilerin doğru bir biçimde ele alındığı zamana özgü olan bir yavaşlık gereklidir. Bu yüzden, vaktiyle insanların sosyalist fabrikalarda yavaş yavaş çalışmış, kimi zaman pek çalışmamış olması, keza bugün Küba'da insanların hala yavaş yavaş çalışıyor olması o kadar da kötü bir şey değildir. 

Ben aklıma gelen soruları yazacağım. Sovyetlerin yıkımında gözünü kapitalist ülkelerdeki tüketime (sadece lüks maddelere yönelik değil karnesiz, sırasız temel ihtiyaçlar) dikmiş insan psikolojisi, tamah etmeye hazır olmayan idealizmi bir kenara itmiş şartlanmış kitlenin payı... 

Hristiyan Sorunu Üzerine isimli makaleden,

Marx'ın seküler olduğu iddia edilen modern devletin tam kalbinde Hristiyan bir temelin gizli varlığını ne derece sürdürdüğünü görmesine imkan sağlamıştır

Materyalist felsefenin din karşıtlığı da madeni bir paranın diğer yüzü gibi Hristiyan temelli batı uygarlığının parçası değil midir? Demokrasi diktatörlük yada iç savaş gibi anormalliklerle geçici kesintiye uğrayan bir süreç değildir, bazı şeyler örtüktür ama görüyoruz ki demokrasi yaftasını bırakmadan kolaylıkla ve çarçabuk otoriter ve şiddete meyilli (sadece fiziksel değil her aykırı görüşü terörizm ile, vatan hainliği ile suçlayan süreklileşmiş bir retorik baskı da) bir hale bürünebiliyor. Bu demokrasi ise demokrat değilim tepkiselliği de toplumda yayılmayı hak ediyor.

Komünist Bir Etik'ten Müşterekçi Bir Etiğe isimli makaleden,

Tartışmacı siyaset , iki tarafın da birbirine bağlı olduğu bir toplumsal ilişkidir. İki taraf da bu oyunu oynamak zorundadır. Direnişimizin sınırlı ve geleneksel anlamda bir sınıf savaşı çerçevesinde neoliberal, kapitalist düzene ortak olması hiç şüphesiz muhafazakarlığın ekmeğine yağ sürecektir... Tabi olduğumuz sistem, dünyamızı gitgide daha fazla bünyesine katan sistem yalnızca kontrolden çıkmış değildir aynı zamanda cezalandırıcı, akıldışı ve ahlakdışıdır. ..Yurttaş  seçmenlerin özgür seçimleri, ne özgürdür ne seçimdir.

Muhalefet sınırlar çizgisinde hareket edebiliyor ve uzman bir satranç oyuncusunun karşısında her hamlesi karşı tarafı besliyor. Sınıf savaşı yok olmadı ama aktörler kendilerini unutmuş durumda. Paradigmalar değişiyor yeni müşterekler, yeni biçemler, yeni ilgi ve yaşam alanları doğuyor. Influencerlar, PC/PS/telefon oyunlarıyla sosyalleşenler, sanal para kumarbazları ... Daha gelecekte yapay zeka var . Ya da sadece görünür makyaj mı değişiyor?

Komünist Arzu isimli makale Walter Benjamin'den alıntı yapıyor. "sefalete karşı mücadeleyi bir tüketim nesnesi haline getirdiği". 

Disiplin, çalışma ve örgütlenmeyi gerektiren benliği bilinçli ve pratik olarak kollektif bir komünist iradeye tabi kılmak. Nesne ve nesne-nedeni (özne) arasında her zaman bir boşluk vardır. Sömürülen ve üreten çoğunluk olarak halk ile komünist arzunun nesnesi olarak sömrünün olmadığı ,eşitlik,adalet ve özgürlüğün olmasıyla karakterize edilmiş, üretimin müşterek olduğu, bölüşümün ihtiyaca göre yapıldığı, kararların ortak iradece gerçekleştirildiği bir dünya. Komünist Arzu bu boşluğu , kurucu eksiğini ve açıklığını öznelleştirir.

Olanaksızı Hatırlamak ismindeki sunu somutluğuyla dikkat çekiyor. Kapitalizm insanı sadece kendi çıkarı uğruna yaşama derecesine indirgediğini, insanlıktan hayvanlığa bir gerilemeye sebep olduğunu söylüyor. İnsan-hayvan arası bir şey. Apple ürünleri satın alıp Starbucks'da keyif çatmak, instagram'da hava  atmak gayet de insani görünse de.

Kapitalizm patolojik bir günlük yaşam modeli sunar ve öznenin hayvani oluşumunu , bedenini merkeze alan -çünkü bedenler tanımlanabilir, dolayısıyla da doğallaştırılabilir- bir özne anlayışına yol açar... Kapitalizm herkesi (her bedeni) kendi ticari becerilerine, kendi çıkarlarına, küçük arzularına ve fetişizmlerine indirger ve dolayısıyla genelleştirilmiş bir ticari hayvanlık üretir. 

Bu tanım da yazarın Badiou'dan alıntıladığı idealizmsiz idealizmi içerir materyalist diyalektik karşısında yer alan demokratik-materyalist ideolojik bir parçanın projesine eşitleniyor. Aslında tam da adını koyamasa da bunun farkında olan azımsanamayacak bir kitle var. Ve tüm kafa karışıklığıyla fundamentalist yada ırkçı akımlara kendilerini kaptırıyorlar. Kimisi hedefe Batı'yı, kimisi Yahudileri kimisi İslamı ve göçmenleri koyuyor. Tutarsız ahlakçılığımız da cabası. Hepimiz öyle ya da böyle zehirlenmişiz. Geçmişi güzelleme hatasına da düşüyoruz. Şempanze savaşına bakılmalı wikipedia'dan. Sakın insanı insan yapan aç gözlülüğümüz, hırsımız, otoriterliğe ve şiddete yatkınlığımız olmasın.

Günümüzde Komünizm isimli makale de komünist hareketin seküler bir dine dönüştüğünü (mezhepleri bile yok mu bolca?) belirterek Spinoza'nın ünlü "hiç bir kurumun kendi sönümlenişine doğru işlemediği" aksiyomunu Lenin'in devletin sönümlenişi savının karşısına koyarak hatırlatıyor. Yazarın gündeme getirdiği her soru temelleri sarsacak tartışma konuları: üretim araçlarının mülkiyeti,piyasa ve plan ilişkisi, işyeri demokrasisi, eşitlik, demokrasi, enformasyon ve iletişim kanallarının devletten bağımsızlığı, örgütlenme özgürlüğü. Her biri reel sosyalizm denemelerinde karın ağrısı olmuş argümanlar. 

Zizek de cevaplardan çok pratik politiğe dair sorular içeren sunumuyla konferansı sonlandırmakta.

11 Haziran 2021 Cuma

Mdou Moctar - Akounak Tedalat Taha Tazoughai (2015)

 Sanatçıyı bilenler bile bu albümü soundtrack olmasından ötürü es geçmiş- olmalılar. Evet, prodüksiyon ve besteler arasında bazı uyumsuzluklar göze çarpıyor. Ama diğer yandan da samimiyet fark edilmeyecek gibi değil. Sinema ile bu müziğin senkronizasyonu nasıldır bilmem. Lakin gözden kaçırılmaması gerken bir hazine yatıyor burada. Albüm kapağındaki gibi morlara bürünmüş süper Tuareg kahramanı Hamdi Muhtar, kötülere gitarın nağmeleri ile günlerini gösteriyor.  Düğün kına funk ayarında albüm ilerliyor. Eğlenmeyen de ne bileyim. Ha ince sızım bir hüzün olacak elbet. Ya da ben manyağım burada bile böyle şeyler hissedebiliyorum. O zaman Adounia hepimize gelsin.

8,0+/10


9 Haziran 2021 Çarşamba

Sólstafir - Endless Twilight of Codependent Love (2020)

 

Daha sert olduğuna dair doğru ve destekleyici kritiklere bakmayın, her ne kadar sert ve yumuşak sound arasında salınan dinamik bir yapıya sahip olsa da bu albüm, genel olarak grubun en iyi yapıtları arasında değerlendirilmedi. Ben de hem fikirim. Altyapıda, ince işte ve çeşitlilikte dökülen terler , verilen emek göz doldurucu. Bestelere en fazla progresif harç kattıkları albüm olsa gerek. Yüksek sesle ve kulaklıkla, vokali duymazdan gelip farklı seslere odaklanmak pek keyifli bir meşgale. Ama ağır konsepti gereği belki de ağlamaklı vokal, belki de uyandırdığı arşa çıkmış melodram duygular biraz zorlayıcı.  Üstelik albümün başında o daha önce dinledim mi bunları diye hissettiren tanıdıklık duygusu. Bir ara dedim eski şarkıları yeniden mi mikslemişler. Dionysus'un sertliği bile vokaldeki gereksiz aşırılık sebebiyle samimiyetini kaybetti ve kulağımı tırmaladı. Or namındaki parçaları ise albümün yapmak istediği , varmak istediği o merhalenin mükemmel nişanı olmakta. Zaten bu şarkının bir önceki üç arkası albümün de parladığı yerler. Sonuç olarak grup hala büyük, yaptıkları iş bir sanat eseri, ben de onların hala hastasıyım. Lakin nerelere kadar, izleyip göreceğiz.

7,50++/10

3 Haziran 2021 Perşembe

Carpenter Brut - Trilogy (2015)

Çok ses getiren bir 80'ler retro syntwave çalışması. Gerçekten de titizlikle her bir şarkı üzerine kafa patlatıldığını anlıyorsunuz. 20 parça gibi devasa bir bütünlükte bu disiplin ancak üç farklı kısa albümün derlemesi olarak bu kaydın satışa çıkarılmasıyla sağlanabilirdi ki öyle zaten. İlk üçte birlik kısım yani 2012 tarihli EP I melodi riff yüklü, inişi çıkışı bol kaotik parçalardan oluşuyor. 2013 tarihini taşıyan 2. EP'deki besteler daha incelikli işlenmiş. Hap atmış Kara Şimşek ve adrenaline bağlamış Daft Punk elele kolkola çayırda koşuyorlar. Yine de parçaların nefes aldığı, melodileri tekrar ederek rolantide dinlendiği yerler var ve değerini artırıyor kaydın. Kısacası sinematik etkinin belirgin olması öne çıkmakta.  Derleme ile aynı tarihi paylaşan son kısım için aklıma gelen sıfatlardan biri de sensational, siz Törkler ne der, hissi, duygusal, iç gıcıklıyıcı tınılara sahip ve epik.  Buradaki elektronik bölümler transcore sertliğine sahip. İlginçtir vokalli (ender)  bir şarkıda neredeyse Ghost'u hatırladım.  Aslında kendini tekrar eden looplardan ziyade introlu , gelişmeli kompleks yapısıyla besteciliğin bir rockçı metalci tavrı barındırması bu projenin arkasındaki ismin bilinçli tercihinin yansıması. Tabiri caizse synthpopu görüntüdeki aptallığından kurtarmak belki amacı. Ara ara başvurduğu gerilim ve korku temasını anlıyorum da neden özellikle albümün karanlık diye nitelendirildiğini pek anlayamadım. Ben olsa olsa karaktere sahip diyebilirim.

7,25+/10