31 Temmuz 2018 Salı

RETRO: Tiamat - Sumerian Cry (1990)

Belli belirsiz egzotik bir tat bırakan, toprak kokulu çiğ leş ağır bataklıklarda gezinen death metal albümüyle Tiamat müzik dünyasına adım atmış. İyi de yapmışlar. Benim tarzım olmamasına rağmen atmosferi sayesinde oldukça hoşuma gittiğini söylemeliyim. Özellikle enteresan cazımsı geçişiyle Evilized değişik bir parça, dinlenmeyi hak ediyor, yorulduğundan değil ya, dinlenmek hani, neyse off.

7,0/10

30 Temmuz 2018 Pazartesi

Erkan Oğur & Okan Murat Öztürk - Hiç (1999)

Bu albümün tasavvufi yönünün daha kuvvetli olduğunu söyleyebiliriz. Zahid Bizi Tan Eyleme gibi enfes nefesler ağırlığı teşkil etmekle birlikte, zeybek ve Azeri türküleri de kendine kayıtta yer bulmuş. Önceki albüme kıyasla, Gülün Kokusu Vardı, zayıf kaldığı da duyulabilmekte. Ancak kulvarların hafiften farklı olduğunu unutmamak lazım.

8.0/10

29 Temmuz 2018 Pazar

Kaan Murat Yanık - Kalküta

Romanlarıyla adından söz ettiren Kaan Murat Yanık'ın kendi sözleriyle ilk ve belki de son şiir kitabı. Şiirlerin henüz birbirleriyle uyum içinde olgunlaşma sürecini tamamlamış olduğunu söylemek zor olsa da mitoloji ve tarihsellikten beslenerek büyülü gerçekçiliğin nehrinde ıslanıp geldiğini, yeri geldiğinde reali romantizmin süzgecinden geçirdiğini ve samimiyetini bilinçaltından gürül gürül akan bir sesle aksettirdiğini belirtmek mümkün. Yalnız okuyucuyu başka diyarlara götürme potansiyeli taşıyan öykü dilinin şiiri yaralarcasına sayfalara sızdığını da eklemeliyiz. Siyasi ve dini temaları çocuk şaşkınlığı ve isyanı taşıyan bir duyarlılıkla işlemesi büyük nutukların rahatsız edici tuzağına düşürmesini engelliyor şiirini. Velhasıl zamanın kumlarında damıtılacak  bir sınavın ardından şiirinin nereye evrileceğine dair merak uyandırmıyor değil. Son olmaması dileğiyle.

Gecenin doğusuna
Koşuyorum
Yıldızları yara yara
Günahlarımı asıyorum
Bir Bir
Ayın darağacına

Gecenin doğusunda
Hazin bir hüzün
Kaldırımsız sokaklarında
Bu siyah çölün

Gecenin doğusunda
Kırılmış aynalarda
Her biri ayrı güzel
Binlerce yüzün...

***

bu kadar merak etme geleceği,
yarısı gecedir, yarısı gündüz...
başka mevsim de doğuramaz,
bu kısır dünya;
bir yaz var, bir de güz...
***

bu eski trende,
bu kadar üşümek,
bugün için,
tenime kafidir.

***
bıçağın keskinliği değil, soğukluğudur
etimi kesen
ve
demir, onu döven insandan intikamını byle zamanlarda alır.

***

ey baştan aşağı güzel sevgili,
yüzünde savaş var şüphesiz...
iki gözün kılış çekmiş birbirine, dudakların için...
**

herkese vahiy gelir aslında, herkese taşıyabildiği kadarı...

Storm{O} - Ere (2018)

Ben kendimi sinirli biri zannederdim, telefonu yere atmışlığım vardır bir iki kez. Fakat İtalyan arkadaşların bu albümünü dinleyince kendimi melek ilan ediyorum. Kısa parçalar hiddetle çığlık çığlığa söylenmiyor, neredeyse tükürülüyor. İnsan yarım saatte dayak yemişe dönüyor. Screamo hardcore namına neye denk düşer, türe yabancı olduğum için bilemiyorum. Ancak enerjik hiddet dolu saldırgan bir şeyler arıyorsanız sizi ihya edecektir. Üstelik gitar namına güzel şeyler de dönmekte. Ben ise biraz yaşlanmışım, azcık bendenizi yordu. Ayrıca İtalyanca bu tarz bir kayıtta biraz kulağa garip gelebiliyor. Alışınca kattığı egzotik tadın bazı parçaları güzelleştirdiğinin farkına varıyorsunuz.

7.0/10

Spoon - Girls Can Tell (2001)

Spoon'un bu albümünü oldukça beğendim. Kendi seslerini bulmuş görünüyorlar bu kayıtla. Zaten en sevilen albümlerinden biri bu. Vokali ayrıca beğendiğimi önceden belirtmiştim. Melodik, oldukça hoş bir atmosferi indie pop rock ile bağdaştırıyorlar. Bir yerde yine post grunge'a girmeden duramıyorlar. Abartmamaları, olduğu dozajda tutmaları da güzel. Tatil sonrası yorgunluğa daha fazla kelam etmek yersiz. Çevir çevir dinle işte.

8.0/10

14 Temmuz 2018 Cumartesi

Ka - Honor Killed the Samurai (2016)

Güneye kaçmadan önce son bir kayıt daha gireyim dedim. Geleneksel sırt çantama eşya sığdırma mücadelesinden yenik düşmüşken bulduğum bu arada. Hep kitaplar yüzünden, kumsalda uzanarak okunan kitabın keyfi için bu mücadele değer doğrusu. Rap hip hop, daha önce fikrimi söylemiştim bu tür için. Metal gibi uçsuz bucaksız ve bugün olabildiğince popüler bir tarz. O yüzden vazgeçmedim, illa ki farklı alt türlerinden bir kaçı ilgimi çekecektir. Özet geçmek gerekirse ben hafif, gayriciddi, dans, house nakaratlı şeyleri seviyorum. Sofistike örnekler için sadece flow değil güfte de önemli olduğundan o örneklerle pek bağlantı kuramıyorum. Dil, kültür farklılığı filan. Oldukça sevdiğim Japon kültüründen ilham almış bir hip-hop albümüne de denk gelmişken kaçırmayayım dedim. Ağır bir şekilde Japon sinemasından ve müziğinden alıntılar taşıyan kayıt rap bölümlerine geçişlerde de görüleceği gibi düzenlemesiyle beni mestetti. Hatta itiraf edeyim rap kısımları olmasa da olurmuş. Sanatçının söyleme tekniği ilk şarkıda neyse sonda da o. Ağır tempoda, minimalist, hopidik nakaratlardan, sarsıcı iniş çıkışlardan yoksun. Bildiğin monoton yafu. Sabırlıysanız nüansların peşine düşebilirsiniz. Yine de bu tarz, samuray kültürü ile amerikan sokak hayatını benzeştirip zorlu hayata bireysel olarak tutunabilme mücadelesini anlatmaya uygun düşüyor. Ki mücadelenin sonu albüme ismine veren , onur samurayı öldürdü, cümle ile pek olumlu sonuçlanmıyor. Tam da bu arada onur ve samuray kültürü üzerine 1962 yapımı Harakiri isimli filmi öneriyorum. Titreyin ve kendinize gelin azcık.

7,0+/10

13 Temmuz 2018 Cuma

Ofra Haza - Yemenite Songs (1984)

Yaz tatiline gitmeden önce elimde birikmiş ve dinlemeyi sonlandırdığım albümlerin kaydını tutmaya çalışıyorum. Diğer yandan tam yaza uygun güzel bir playlist de oluşturdum. En azından öyle düşünüyorum. Pop, folk, caz, depresif, neşeli ortaya karışık bir şeyler. Ofra Haza'yı çocukluğumdan beri Im Nın Alu şarkısıyla tanıyorum. İsrail folk müziğini pop ile harmanlayıp seksenlerdeki dünya müziği modasına yetişmiş biri. Genç yaşta da hayata veda etmiş. Albüm kapağı da olabildiğince otantik, öyleyse bize dinlemek düşer. Kaydın ismi de Yemen şarkıları olunca ki orada da bir Yahudi kültürü oluşmuş zamanında, tıpkı bizim Sefaratlar gibi,  yanlış bir beklentiye girebiliyorsunuz. Sebep? Gayet yalın ve otantik enstrümanlarla çalınmış yerel ezgiler bekliyorsunuz ister ve de istemez. Vokal ve besteler folk elbette. Ama synth ki ağırlıkla perküsyon tıstırakları ile ilerliyor ve prodüksiyon ile hareketli düzenlemeler olgunlaşmamış ve uyumsuz bir pop tarafını yüzüstüne çıkarıyor terazinin diğer tarafında. Dolayısıyla şarkılar en basit deyimiyle enteresan bir sentez oluşturuyor. Daha akustik yorumlarla besteleri dinlemek isterdim doğrusu. Giriş şarkısı Im Nin Alu haricinde çıkış parçası Ayelet Chen gibi aman aman parçalar bulabileceğiniz gibi genel olarak kaydın tıpkı alelade pop kayıtlarında olduğu gibi uzun soluklu bir dinleme sunamadığı gerçeği ile karşı karşıyayız. Olsun böyle de güzel.

7,25/10

Torche - In Return (2007) EP

Sludge sevenlerin tanıyacağı gruplardan biri Torche. Ama sanki hadi Mastodon'u geçtim ama bir Baroness, bir Kylesa gibi geniş çevrelerde ismi bilinir değil. Yanılıyor olabilirim tabi, arkadaşlarla toplanıp sludge metalin geleceği konusunda münazara yapmıyoruz. Benim çevrem ne yazık ki ne müzik bilir ne film ne de kitap, ıssızlığın ortasındayım bir nevi. Neyse grup bilinmeyi hak ediyor sonuna kadar, bilinmekle kalınmayıp dinlenmeyi de. Bu kısa albüm çoğu 2 dakikadan oluşan 7 şarkıdan oluşuyor. Türün tonaj olarak ağır ve yayvan ritimlerini kısa süresi ile alt ediyor. Adrese teslim bir kayıt yağni. Rule the Beast hayvani bir şarkı, son dönem aklımda yer eden ender bestelerden biri. Elime çekiç alıp duvar kırmak istiyorum dinlerken. Diğerleri de ortalamanın üstünde.

8,0+/10

11 Temmuz 2018 Çarşamba

Amorphis - Circle (2013)

İlk kez dinleme fırsatı bulduğum Amorphis albümleriyle devam edeyim. İlginç bir ilerleme, grubun geçmişine bakarsak, en azından bir sentez yakalayabilmişler. Her ne kadar progresif metal kılıfıyla satılsa da ürünleri, folk, progresif ve melodik death tınılarını bağrında taşıyan yer yer brütal vokal destekli gotik metal albümü diye nitelendireceğim naçizane. Ahım şahım bir özgünlük göremedim. Grubun geçmişini düşünürsek folk elementlerini terketmeden ne kadar arayış içinde olduklarını aklınıza getirebilirsiniz. Hatta takip eden albümü de dinlediğim şu günlerde, bu kaydın ne kadar sığ sularda gezindiğini, güvenli limanlara demirlediğini görünce biraz daha not kırdım. Prodüksiyon çok temiz, cilalı, parlak, tam da yeni neslin hoşuna gideceği modernlikte, diğer bir deyişle hiç hazzetmedim. Tabi ki de kötü değil, ancak ne bestesiyle, ne düzenlemesiyle, ne inceliğiyle ne de kalınlığıyla aklımda yer tutmadı.

6,75/10

10 Temmuz 2018 Salı

Altın Gün - On (2018)

Bu senenin en iyi çalışmalarından biri olacağını çoktan belli ediyor bu kayıt. Hollandalı grup bir araya gelmiş, kendilerine yetmişler tadını sonuna kadar geçiren bir kadın ve bir erkek Türk vokal almış ve bu albümü kaydetmiş. Türkülerimizi Anadolu saykedelik rock tarzında yeniden yorumlamışlar. Daha önce onlarca yıl önce hatta, aynısı yapılmadı mı? Ama bu bir değişik, dinlemeniz lazım. Enstrümantasyon, asıllarına halel getirmeyecek ufak dokunuşlar, vokal yorumları, özellikle kadın vokal farkı ortaya koyan özellikleri grubun. Biz yapamadık, Hollandalılar yaptı. Açılış parçası Tatlı Diller Güler Yüze, Goca Dünya ki muhteşem dans ritimleri of off, Caney (bu bildiğimiz halay türküsü yafu), Kaymakamın Kızları acayip yorumlar. Ha Halkalı Şeker'e ne gerek vardı, aslını da sevmem zaten. Sound ve enstrümantasyon tekrar ediyorum , yepyeni bir nefes.

8,50/10

9 Temmuz 2018 Pazartesi

Deathspell Omega - Diabolus Absconditus (2011) EP

Bir süredir devam ettirdiğim modern black metal serüvenimi efsanevi grup ile kapatıyoruz. 22 dakikalık tek şarkıdan oluşan bu kayıt için uzun uzadıya bir şeyler söylemek gereksiz. Artık grubun niyeti ve eserleri hepsi belli zaten. Buna uygun şekilde kötücül bir ruhani etki yaratacak efektleri de hırslı atakları da bulmak mümkün şarkıda. Ancak ortalarda akustik kısım var ki soru işareti. Bu kadar uzun bir besteye dinamizm katmak için yer yer yavaşlayıp dinginleştirici zerk-i dozajda sakınca yok. Yalnız geçişler o kadar etkileyici değil. Kimi zaman çeşitli yamaların birbirine tutturulduğunu düşünmemek elde değil. Sonuçta kolay dinlenir üretim derdinde değil grup. Uzunçalar kayıtlarında da bir şarkıdaki kusuru diğer besteyle telafi etme gibi bir ayrıcalığa sahipler. Tek şarkılık bir kayıtta ise bazı şeylerin göze kulağa batması kaçınılmaz oluyor maalesef.

7,75/10

8 Temmuz 2018 Pazar

Hugh Howey - Wool 3: Toz

Seriyi çok şükür sonlandırıyoruz. Bazen her şeyin ince ince açıklanmasına, sırların açığa çıkmasına gerçekten gerek yok. Bazı şeyler gizemli kalabilir, okuyucunun hayal gücüne bırakılabilir. Ama hayır, artık her şey açıklanmalı, kapalı bir şey kalmamalı. Neden bilmiyorum, batıyor besbelli. Trip dergisinde rastladığım yazı da bu meselden bahsediyordu. Blade Runner kafadaki soru işaretleri ile kült film olmuştu. Deckard'ın android olma ihtimaline cevap alabilmek için 30 sene sabretmemiz de müthiş bir şey. Ama ne gereği var, değil mi? Öğrenmesek ölür müyüz?
Neyse bu kitabın beni en rahatsız eden şeyleri, gereğinden fazla uzun olması ve hikayenin tek karakter tarafından sırtlanması. Hikayenin ise kendinizi içinde hissetmeniz zor. İlk kitabı ayakta tutan soruların çoğu daha ikinci ciltte cevaplanınca geriye de sürükleyiciliği sağlayacak pek bir şey kalmıyor. Yalnız silo 1 deki Donald, kız kardeşi ve onların tarafına geçen güvenlik arasında çok güçlü bir hikaye yaratılabilirdi. Ama aniden Hollywood senaryosuna bağlanmaktan geri durmuyor. Hakikaten, bu seri de sinemaya mı diziye mi ne uyarlanacaktı. Yazara ayan olmasın daha yazarken romanı?

Tchaikovsky - Symphonies Nos. 4, 5 & 6 "Pathétique" (1987)

Bestecinin son dönem senfonilerini içeren çift sidilik bu kaydın senesinden de emin değilim. Sürekli yeniden mikslenerek, düzenlenerek farklı kapaklarla çıkmasından mütevellit hangi seneye kadar gider orijinali bilmiyorum. Dinlediğim versiyon 87'ye ait yalnız. Rus kültürü aideyitini paylaşmasından dolayı bestecinin ruhunu yansıtabilecek bir şef, Mravinsky orkestrayı yönetmekte, Leningrad Filarmoni Orkestası'nı, Sovyetler'in çöküşünün ardından şehrin isim değişikliği orkestraya nasıl sirayet etti, onu da bilmem. Neyse 4. senfoni şaşaayı ayarında kullanan, belirgin temanın sık sık ziyaret edildiği hoş bir çalışma. Çaykovski'yi severim. Biraz dinleyicinin suyuna gitmek, huya göre şerbet vermek gibi bir huyu var diye kafamda bir sanı oluşuyor. Bu da kulağı teknik seviyede gelişmemiş ortalama dinleyiciye, benim gibi büyük bir kolaylık. Ana tema da bana hissettirdikleri heyecen, umut, beklenti, pozitif duygular. Temiz üflemeli çalgılar bu duyguları uyandırmakta. Resmi olarak belirlenen tema ise Kader imiş bu senfoni için. Çalkantısı ile doğru hissiyatı geçirmektedir, efendim. Fakat besteleniş açısından biraz inceliklerden ziyade doğrudan aksiyona dayanan, züccaciye dükkanında etrafına bakmadan, cam şişeleri sallandıra sallandıra dolaşan ve kilo problemi yaşayan teyzelere benzettim bu çalışmayı. Bu teyzeler dükkandan çıktığında da pek atik pek cevval olurlar.
Beşinci senfoni orkestral açıdan bir önceki kadar güçlü olsa da, Mravinsky'nin de katkılarıyla osla gerek, mod daha karamsar ve dramatik. Şen şakrak anlar kaybolmuş durumda. Ana tema da sinematik ve hatta Star Wars'un temasındaki gibi dramatik birikim duyulabiliyor. Allegrosunda vals tınıları alttan işlenmiş. Son hareketi ise bir mücaledeyi simgeleyen zıt seslerin içiçe geçtiği bir çalışma. Son senfoniye gelince ister istemez bu son üç senfoninin birbiri ile alakalı olup olmadığını merak ediyorsunuz. Dramatik taraf gittikçe artıyor, mücadele şiddetleniyor ve ağır atmosfer elle tutulur hale geliyor. Ölüm temasının hakim olduğu söylenmekle beraber tüm hareketleri ile birlikte düşündüğünüzde yine kaderin, belki de sevgiyi belirten ılık tonların, kabullenişin de seslerini bulmak mümkün.Hatta aynı hareket içinde bile farklı ve zıt duyguların birikimi tam da neden senfonileri dinlemekte zorlandığımın cevabı oluyor. 6. senfoninin isimlendirmesi de ayrı bir hikaye, Rusça arzulu, tutkulu anlamına gelen patetik, Fransızca da duygusal, ağırbaşlı anlamıyla yer bulmuş ve böyle devam etmiş. Diğer bir not da bestecinin en iyi çalışmalarından biri kabul ediliyormuş. Bunda Rus fevriliğinden bir ölçüde kurtulması yatıyor olabilir.

8,0+/10

6 Temmuz 2018 Cuma

Mervyn Peake - Gormenghast 3: Titus Tek Başına

Serinin son kitabını bitirdik çok şükür. Anladığım kadarıyla seriye nokta koymaya yazarın ömrü yetmemiş. Yine de büyük beklentilere sokmadan bir sonuca bağlanıyor bu kitap. Şatosuna kapalı kalmaktan sıkılan, geleneklerden bıkmış genç Titus sonu belirlenemez bir yolculuğa çıkıyor. Tanımadığı bir şehirde ilginç insanlarla arkadaşlık kuruyor. Aşık oluyor, dövüşüyor, mücadelelere giriyor. Yine de ruhunu dinlendiremiyor. Kimsenin varolduğuna inanmadığı yurduna geri dönmek susuzluğunu giderecek mi? İnanılmaz bir şekilde etrafına yaydığı havadan etkilenip ona bağlanan insanları yine yüzüstü mü bırakacak? Anlaşılmaz bir kayıtsızlıkla ilerleyen Muzzlehatch ile olan arkadaşlığı nasıl ilerleyecek? Eh, okumak lazım. Kapalı gotik atmosferden sıyrılıp gotik karakterlerin yoğunlaştığı kitap ilk cildin tadını vermekten uzak olsa da kendini okutmasını biliyor.

5 Temmuz 2018 Perşembe

Boards of Canada - Music Has the Right to Children (1998)

Yorgunluktan uyuyamadığım bir safhaya geçmiş bulunuyorum. Bir sonraki aşamada halüsünü amcalara karışacağım sanırım. Boards of Canada'yı dinlemiştim daha önce. Bu albümüyle gruba geri dönüyorum. Sadece grubun değil türün de klasiklerine katılan efsane kayıtlardan biri olduğundan şansımı denemekteyim. Tür elektronik, yavaş tempoda, zeki dans müziği de denen ambiyansımsı bir şeyler. Bu türde sevdiğim kayıtlar olduğu gibi hiç içine giremediklerim de oldu. Maalesef bu da öyle. Çocuk seslerindeki samplelar ve bazı beatler bana itici geldi. Çok şükür bugünkü aykırılık kotamı da doldurmuş oldum. Tarz olarak elektroniğe yakın teknolu ambiyansa ısınamadığımdan, klasik müziğe yakın versiyonlar daha iyi gibi değil mi ki ne, sözlerimi çok da kaale almayınız. Ama arayışım durmayacak devam edecek.

6,25/10

2 Temmuz 2018 Pazartesi

Ram Narayan & Anindo Chatterjee - Rāg Shankara, Rāg Mala in Jogia (1991)

Dünyanın dört tarafından büyük bir keyifle müzik dinliyorum. Isınamadığım bir kaç türden biri de klasik Hint müziğiymiş anlaşılan. Sonuçta her şeyi seveceğim diye bir şey yok. Ancak enstrümanların egzotik sesleri ve tabi ki sanatçıların enstrümanlara ve bestelere hakimiyeti, disiplini gıpta edilecek, takdire şayan şeyler. Yine de böyle meditatif olsun yogamsı şeyler olsun, bana pek de uygun değiller. Yani böyle bir niyetiniz varsa biri 39, diğeri 31 dakikadan oluşan iki şarkılık bu kayıt biçilmiş kaftan.

6,25/10

1 Temmuz 2018 Pazar

Alvvays - Alvvays (2014)

Albüm kapağıyla mest olduğum ancak ismini de indie çevrelerde duyurmayı başarmasıyla da merakımı perçinleyen grubun çıkış albümleri 2014 tarihini taşımakta. Gayet güzel sesli bir hanım kızımız mikrofonun başında. Sadece vokal kaydı değil prodüksiyon biraz ekolu. Etherik atmosferden beat odaklı hayalperest pop namına değil gitar odaklı bir ingiliz popu adına faydalanılmakta. The Smiths'in depresyonsuz ağlaksız sulandırılmış versiyonu gibi. Archie, Marry Me ve Adult Diversion ve Party Police ve The Agency Group gibi hoş besteler göz doldurmakta. Gitar tınıları iç gıcıklayıcı. Aslında her şarkıyı sayabilirim. Çünkü kolay dinlenir radyo dostu bir sounda sahipler. Benim sorunum, The Smiths'de de Cardigans'da da  böyleydi, bu şarkıların bir araya geldiği hali ve prodüksiyon.

6,75+/10