30 Aralık 2011 Cuma

Ulver - Bergtatt: Et eeventyr i 5 capitler (1995)

Manyakça bir sarf ü laf olacak ama söylemeden geçemeyeceğim. Klasik statüde tapınılası hürmetlere boğulan bu albümü o kadar da göklere çıkaramıyorum. Çünkü çok güzel. Ve black metal bu kadar güzel olmamalı. Günümüzde moda olan ve hatta blackgaze gibi abidik gubidik bir isimle taçlandırılan türün esamesinin okunmadığı bir dönemde aynı atmosferi black metal içinde sergileyebilen bu albümdeki müzisyenler büyük ihtimalle shoegazei o dönemde hiç duymamışlardı. ( Tersi de doğru olabilir çünkü her albümüyle değişik işlere imza atan ve elektronik ambiyansa kaymalarına rağmen hayranlarından tühh yazıklar olsunlar kutsal davamızı sattılar gibi tepki almayan tam tersine hep destek tam destek gören müzikal ufku açık müzisyenlerden bahsediyorum burada) Şu da benim naçizane iddiam. Beslendikleri pınarın ismi neofolk. ( ve ben neofolku biraz sıkıcı bulurum) Akustik gitar, değişkenlik gösteren tempo, sound, ritim. Atmosfer üstüne atmosfer. Norveç dağlarında kaybolan genç bir kızın hayatının 5 perdede anlatıldığı albümün içine maalesef giremedim. Örneğin daha haşinleştiği sertleştiği son şarkıda evet dedim. Bu. Güzel ama akıp gidiyor, su gibi diğer şarkılar. Benim istediğim black metal ise azcık kazımalı, sürtmeli, deforme etmeli.

7,75/10

28 Aralık 2011 Çarşamba

Negură Bunget - OM (2006)

Evet, son albümde eksik kalan her şeyin bu albümü dinleyince farkına varıyorsunuz, aydınlanma yaşıyorsunuz. Genelde kadrolara pek kafa yormam, kimi gider kimi gelir, müzik ve gruplar devam eder. Burada ise belki de ilk defa Negura Bunget gibi bir grup için üzüldüm. Modern biraz post black metal soundu arkaik buram buram transilvanya ormanları kokan yerel bir atmosferle mıncık mıncık kaynaştırmayı nasıl başarmışlar bilmiyorum amma ve de lakin şapka çıkartıp hürmette saygıda kusur etmemek de bizim görevimiz. Atmosfer o kadar yoğun ki lafın bittiği yerdeyiz. Her ne kadar altyapıda progresif öğeler akıp gitse de puanımı black kısımlarda yer yer kendini belli eden tekdüzelik için kırıyorum.

8,50-/10

26 Aralık 2011 Pazartesi

Daft Punk - Homework (1997)

Çok sofistike sayılmaz. Bu albümün de yıldızı en bilindik şarkıları şöyle:
aroundtheworldaroundtheworldaroundtheworldaroundtheworld
aroundtheworldaroundtheworldaroundtheworldaroundtheworld
aroundtheworldaroundtheworldaroundtheworldaroundtheworld
aroundtheworldaroundtheworldaroundtheworldaroundtheworld
aroundtheworldaroundtheworldaroundtheworldaroundtheworld

 Tamam, diğer şarkıya geçelim
bastısbasbastısbastısbasbastısbastısbasbastısbastısbasbastıs
diuuwdiuuwdiwduwdiuuwdiuuwdiwduwdiuuwdiuuwdiwduw
ya öteki?
uptaktakuptakuptaktakuptakuptaktakuptakuptaktakuptakvıytvıytvıyt
uptaktakuptakuptaktakuptakuptaktakuptakuptaktakuptakvıytvıytvıyt
uptaktakuptakuptaktakuptakuptaktakuptakuptaktakuptakvıytvıytvıyt
Ama eğlenceli mi? Dibine kadar. Sadece 90'lar değil günümüzde bile yaratıcı bir elektroik müzik, daha doğrusu dans edilebilir ritimlerden uzaklaşmamış bir elektronika yapmaları bile takdir edilmeli.
Parçalardan Around the Worl ve Da Funk zaten cancağız şarkılar. Bunun haricinde ful tekno yaptıkları Rollin&Scratchin ve Rock'n Roll biraz da klap havasındaki kısa oh Yeah diğer hoşlaştıklarım. Onlar da beni seviyor.

7,75-/10

25 Aralık 2011 Pazar

RETRO: Samael - Passage (1996)

Bestelere bir şey demiyorum da vokal gitikçe rahatsız ediyor beni. Endüstriyel metal içinde baştacı edilen bu albüm ile ilgili düşüncelerim gizemli bulutlarla felan çevrilmiş değil. Gayet aşikar, türe pek de ısınamamıştım, bu tekrar dinleyişte de fikrim değişmedi. Misal gotik'e yaklaştıkları Angel's Decay gibi şarkıları benim için daha bi anlam teşkil ediyor.

7,50/10

24 Aralık 2011 Cumartesi

Danger Mouse & Daniele Luppi - Rome (2011)

İsmini daha önce hiç duymadığım bu iki sanatçı vokallere White Stripes'dan Jack White ve Norah Jones'u (şu ünlü caz vokal) da alarak, sanırım, hatırladığım kadarıyla konuşuyorum, bir spagetti western filmine bu gördüğünüz soundtrack'i hazırlamışlar. Belki de o filmden etkilenme bir çalışma. Neyse işin ilginci, albümdeki dinamizmi bütünüyle sakatlayan sözsüz ve ara parçalardaki bazı anlar dışında bu westernliği kovboyluğu hissetmeniz bile güç. Bununla birlikte sakin, Norah için uygun olabilir ama Jack'ın vokaline göre daha beklentidışı duruyor, vokalli parçaların daha öne çıktığını söyleyebiliriz. Orkestra ne bileyim hafif hafif çalan bas, bateri okşayışları ya da akustik gitar dışında rock'ı andıran bir şey yok. Bu orkestrasyon cazda bile olduğuna göre, neyse soft rock diyebilirsiniz belki, daha çok indie pop diyip geçelim. Yine ilginçtir ki kulLandıkları keyboard bile yani her enstrümanın çalma tekniği o kadar itinalı ve hafif ki sanki bir şey kırmaya korkakcasına. Normalde bu çalışmanın ederi 6 civarını geçmez. Ama şöyle göklere kadar bi yükselip aşağıya bakınca, yumuşak yumuşak böyle sıcak sıcak bir hissiyat bir ambiyans, haksızlık etmeyelim.

7,0/10

22 Aralık 2011 Perşembe

Yndi Halda - Enjoy Eternal Bliss (2006)

Ülkemizde de oldukça tutulmuş olan bu post-rock çalışması tek albüme sahip, e o da bu yafu,  Yndi Halda isimli gruba ait. Sound olarak GY!BE ile Mono/Explosion in the Sky (nedense bu grubun aklı ismime hiç gelmiyor, yerine evertyhing but the girl diyesim geliyor)'u fevkalade bir biçimde birleştiriyor elemanlar. GY!BE gibi geleneksel olmayan, samplelar gibi, yöntemlere başvurmuyorlar. Daha çok o tüyler kıpraştırıcı atmosferi kemanla saglıyorlar. Keman o aşırıya kaçmayan , uyumlu tonu sayesinde post rock da sıkça rastladıgımız bateri ve gitar arasındaki boşlugu başarıyla dolduruyor. Dinamizm ve kinetik yapıya sahip olan parçaların akılda kalabilme kapasiteleri de kuvvetli. Ama'larımı sıralamam için en uygun yer burası. Şarkıların süresi çok uzun. Hani albümde 1 şarkı 15 dakika sürer, eyvallah. Biri 12 dakika, diger üçü 15'den de fazla. Yormuyor, lakin şarkıları çabuk tüketiyor. Ayrıca son şarkıdaki geyikliklere de katlanmanın mümkünatı yok. Sıkı post-rockçı imajı çiz, böyle entel duygulu hassas, bilmiyorum aklıma böyle bir resim geliyor bu türle ilgili, son şarkıda saçmasalak kahkalarla dolu aranızdaki geyik konuşmaları da kaydet. Hiç anlamak için çaba göstermeden dinlemeyi her seferinde orada bıraktım. Ecnebiler bu konuşmaya istinaden grubu ırkçılıkla suçluyorlar ki, üzerine tüyü bilmemneyi yani.
öne çıkanlar:2+4

8,25/10

21 Aralık 2011 Çarşamba

Tori Amos - Under the Pink (1994)

İlk albümündeki tarz ufak degişiklerle devam ediyor. Biraz daha müzik piyasasına yönelik hamleler içeren hırslı parçalar oldugu gibi açıkcası ilk albümden daha silik, yani albümde olmaması gereken bendenize göre, parçalar da içeriyor albüm. Hüzün ve yaşanmışlık saçan ozansı şarkıların izi silinmemiş elbette. Kişisel deneyimlere dayalı sözler daha da şifre çözücü gereksinim duyar hale gelmiş. Parçadaki dinamik boşlugun genişledigini görüyoruz. Yani sessiz ve gürültülü kısımları kasdediyorum. Bu yüzden sound daha da manik depresif bir hale bürünmüş. Dedigim gibi, ilk albümde de bunlar böyle. Ama niteliksel farklılık hemen göze çarpıyor. Özellikle Cornflake Girl gibi piyano düzenlemesi ile parlayan parça en tanındık bestelerinden biri. Yanısıra, Baker Baker gibi düz, The Wrong Band gibi ironik eglence muhtevalı ve Space Dog gibi ne idügü ( yumuşak g tuşum kayboldu, ne yapayım) belirsiz şarkılardan ayrı bir hoşlandım.

6,75+/10

19 Aralık 2011 Pazartesi

Negură Bunget - Vîrstele pămîntului (2010)

Konser münasebetiyle uzun süredir dinlemek istediğim Romen grubu hızlı bir dinleme turuna tabi tuttum. Ne var ki grubun şansızlığı belki, bir süredir müzikten yeterince keyif alamama pikozu içinde debeleniyorum. Doğal olarak bu albüm de bu kriz anından etkilendi. Bir de grubun başyapıtı ilan edilen Om'u şu an dinliyor olmamın da etkisi var.
Şimdi, kitaben burada yapılanları baştacı yapmam lazım. Modern bir gitar soundu, progresif bir tarz,folk ve ambiyans gırla. Hiç de eleştirildiği gibi nicelik üzerinden, işte metal kısmı az gibi, gitmeyeceğim. Sorun şu, folk kısmı güzel, metal kısmı özellikle clean vokallerde etkileyici (ama buradaki metalin altyapısı daha çok post-pagan). Lakin ikisinin uyumu pek yok. Albüm uzun, düzenlemeler biraz yorucu. İşin aslı gruptaki elemanlardan ikisi ayrılmış, kalan son eleman grubu beşlemiş ve Om'daki tarzı devam ettirmeye çalışmış. Büyük oranda da başarıyor ama Om'u dinlerseniz eğer havada kalan bir oturmamışlığı kolayca hissedeceksiniz. Zira 5 3'den büyük ama bu daha iyi manasına gelmiyor.
Sounddaki sterillik ise normalde karanlık bir ormanda tiril tiril titreme efekti vermesi gerekirken bunu en azından benim bünyemde daha böyle endüstriyel, böyle daha kente özgün bir yabancılaşma tadında uyarması ilginç doğrusu

7,75/10

18 Aralık 2011 Pazar

Discharge - Hear Nothing See Nothing Say Nothing (1982)

Klasik bir klasik albüm. Yani çıktığı yıllarda yarattığı hengameyi her ne kadar anlasanız da o rüzgarın o fırtanın içinde kendinizi hissetmiyorsunuz. D-Beat de denen hardcore akımının kurucusu bu grup punk ile metalin sentezini elde ediyor. Keskin ve sert gitar soundu thrash metali andırıyor. Ancak hatırlatırım yıl 82. Daha thrash yeni yeni filizleniyor. Bateri tam gaz, tıpkı kısa besteler gibi aynı formülayı takip ediyor. Şarkılarda metali andıran diğer bir öğe de güçlü ancak kısa riflerin ve proto-solo diyebileceğim gitar tıngırtılarının da varolması. Vokal ise bağırış çağırış şeklinde, yine kısa mısralar sosyal içerik yüklü. Sound olarak zayıf kalan punk'ın tavrını metal müziğin sertliği ile harmanlayarak sunan grup, dinleyicisine ikram ettiği bu iki kere rafine olmuş eseri ile kudurtmanın eşiğine getiriyor. Çünkü sadece yarım saat sürse bile bu hız bu debriyaj dinleyene kafa göz dalıyor. Protest and Survive, Children and Children kafi gelmediyse, Free Speech for the Dumb'da iki ayak iki kol bir kafa şeklinde dayağınızı yerken bu gruba fizik kanunları işlemiyor mu diye düşünürken bulabilirsiniz kendinizi. Büyük bir lakin var burada, şimdi eleştirilerimizi sıralayalım: zamana karşı yenik düşmemekle birlikte bugün yaratmış oldukları o devrimi o tahrir meydanını anlamak kimilerince güç olabilir, zira karakteristik özelliğini meydana getiren sert tavır ve sert sound şu internet çağında çok kolay bulunabilir şeyler. Diğeri de ben şarkılarımı azcık ele avuca gelir şeyler olarak severim, öyle 1,5 dakika bir rifi ucundan azcık tattır,sonra tamam bu kadar yeter de, ı-ıhh, ve tabi ki hardcore vokal tarzı, arka arkaya yarım saatcik sürse bile bir noktada yetiyor aga .

7,50/10

17 Aralık 2011 Cumartesi

RETRO: Anathema - Serenades (1993)

Bu kadar gruuvi ritimlere sahip death-doom yapan bir grup görmemiştim doğrusu. Sweet Dreams, Lovelorn Rhapsody, post-punk kokan Sleepless ve They Die gibi şarkıların varlığına rağmen önceki EPsine göre gözalıcılığı bir miktar düşük. Bunda bazı gereksiz ve uzun parçaların varlığı, sondaki 20 dakikalık ambiyans kısım başta olmak üzere, en büyük etken. Yine de grup, doom dönemlerini bile diğer gruplardan farklılaştırabilmesiyle ayrı bir alaka sevgi hakediyor, gösterelim o zaman.

8,0-/10

16 Aralık 2011 Cuma

Turisas - Battle Metal (2004)

Viking metal birbirine benzer daha farklı ne olabilir ki sorusuna kapak gibi bir cevap veren bu debüü albüm yine de kafa karıştırıyor. Lafı evele gevelemeden görüşümü yapıştırayım. Versace görünmeye çalışan yamalı bir bohça gibi. Kendine has bir güzelliği var, en halis kumaştan yapılmış. Ama bohça. Üzerine marka basınca da Holivud aktristlerinin giyebileceği enteresanlıkta bir bohça. Şundan dolayı: Folk metaldeki farklılığını büyük ölçüde senfonik yani böyle üflemeli düttürü düttürü şaşaalıkta bir senfonik tarzla sağlıyor. Senfonik metale çok kısa bir süreliğine bulaştım(Therion'u dahil etmiyorum bu sınıfa), bir sebebi var. Kimi zaman yoğun keman kullanımı göze çarpıyor, bazı bazı acıklı. Bir bakıyorsunuz folkun eğlencenin dibine vurmuş. Çoğu zaman da metal geride kalıyor. Ama grubun en çok sevdiği şey parçaların ötesine berisine konuşma bölümleri eklemek. Daha epik yapıyor ya. Ha yukarıda Allah var, her parça farklı bir karakter sergiliyor. Bir çoğu da ortalamanın üzerinde keyif veriyor dinleyince. Ancak bir bütünleşelim, homojen bir sound etrafında birleşelim, voltran olalım, yook.
Among Ancestors.

7,75/10

14 Aralık 2011 Çarşamba

Ramadan - Hazır mısın? (2010)

Görüp göremeyeceğiniz en itici, diğer yandan da ilginç, daha nötr bir tabirle sansasyonel kapağıyla dikkat çeken bu çıkış albümü 7/24 isimli melodik şarkısıyla dikkat çekmişti, dikkatimi çekti. Neyseki diğer şarkıların da gayet dinlenebilir olduğunu söyleyebilirim. 80'lere merhaba çakan albüm en basit tabiriyle synth pop kulvarında geziniyor. Çok entel bir şeyler beklemeyin. Buna rağmen tam da vaat ettiğini yerine getiriyor. Eğlence. En metalci adamı bile  oturduğu yerde kıpır kıpır edecek, kendi anadilimizde duyma şerefine eriştiğimiz bu pop şarkılar eminim dinleyenin aklına dans pistlerini düşürecektir. Ha, böyle bir günaha girmedim ama aklımda geçti ne yalan söyleyim. Albümde yer alan bir kaç İngilizce şarkı diğerlerine göre sönük kalsa da, esrarengiz bir şekilde misal Curious da aklıma bugün efsanelere karışmış Climb grubu geldi. Diğer şarkılar zaten Pet Shop ve bilumum zamanın pop gruplarını andırıyor. Ayrıca ,7/24'e ek olaraktan, Aşık Olasım Var ve Yüksek Kontrast'ın da ismini geçireyim. Bu aksiyon burada kalmasın, devamı gelsin, inşallah.

7,50-/10

12 Aralık 2011 Pazartesi

Richard Awlinson - Avatar Üçlemesi 3: Derinsu

2. kisinden biraz daha iyi bir yerde konumlanan bu kitap ile seriye hoşçakal, güle güle diyoruz. Çok da özleyeceğim bir seri olmadı maalesef. Unutulmuş Diyarlardan ismi tuvaletteki ekodan esinlenerek yaratılan Drizzt'in maceralarından ötesine geçmek isteyenlerin tercih etmesi gerekli. Ne kadar erken okursanız o kadar da iyi.
spoiler
Kel, Midnight ve Adon (KMA) heybelerinde kutsal tabletlerden biri Derinsu'ya yol çıktıklarında bir mola arasında zombi askerlerin saldırısına uğrar.Diğer yandan da Cyric onları hafiye gibi takip etmektedir. Cyric Bane'in ufak bir birliğine hala kumanda etmektedir. Ama askerleri Cyric'in artık kendine ait hedefleri takip ettiğinin bilincindedir. Kamp kurdukları bir şatoda cinayetler ve suikastler tanrısı Bhaal'ın avatarı tarafından saldırıya uğrarlar. KMA Cyric'in ekibi tarafından yakılıp yıkılmış bir buçukluk köyüne varır. Mid, hala Cyric'e toz konduramamaktadır. Köyde esrarengiz şekilde eşyalarının eksilmesinin köy dışında konaklanmış eli çabuk buçuklukların işi olduğunun farkına varırlar. Birbirlerine bir güvenme kaynaşma sürecinden sonra içlerinden biri intikam alabilmek için KMA ya katılır. Kendine Sinsi diyen buçukluk grupla gerçekten arkadaş olur. Ama onun amacı Cyric'in elindeki kana susamış sihirli kılıcı geri almaktır. Daha önceki sahibi olarak çıldırtan bir arzu içinde kıvır kıvır kıvranmaktadır. KMA bir handa konaklarken Cyric Mid'i son kez ikna etmek için ortaya çıkar. Sonrasında grubumuz  Asil Boynuz diye bilinen Lord Devell'in kumandasındaki  korunaklı bir kalede konaklarlar. İçki eğlence şamataya dalmışken nöbetçiler teker teker mefta yoluna kurban olur. Grubun konakladığı kule saldırı altındadır. Fail ise Bhaal'ın bizzatihi kendisidir. Zar zor tuzakla ve ardından reçine benzeri bir tabakada tutmaya yarayan büyüyle ekarde edilir. Sinsi bir grup askerle birlikte Zhentil yani Cyric'in grubunun peşine düşer. Ayrıca intikam için bir grup buçuklukta ayrı olarak Zhentillerin peşindedir. Askerler KMA ve Sinsi'yi ancak bir geçide kadar eskort eder. Bu arada Adon ve Kel ile Mid arasında Cyric yüzünden sürtüşme başlamıştır. Kamp kurdukları yere Cyric yine tek gelmiştir ama adamları kampı kuşatmıştır. Savaş başladığında bile salak Mid, durun o konuşmaya geldi felan der. Sonunda buçukluk kılıcı için hamle yapmış iken Cyric tarafından uçurumdan atılır. Mid'in sonunda aklı dank dunk etmeye başlar ve kendini suçlamaya da . Bu arada Asil Boynuz'da tutsak Bhaal büyünün etkisinden kurtularak Lord Devell'in vücudunu elegeçirir. Mid nihayetinde arkadaşlarını gizlice terkeder. Onları daha fazla tehlikeye atmayacaktır. Yıkık dökük bir hana gelir ve oranın Zhentillerin kendilerini takip eden buçuklukları yok ettikleri bir çatışmanın mekanı olduğunu anlar. Sayıları azalmış olan Cyric'in ekibi geri kalan buçukluklara işkence ederken Mid, onları kurtarmak için yine elinde patlayan bir büyü girişiminde bulunarak yerini belli eder. Cyric ona ulaşana dek Bhaal ortaya çıkar ve Mid'i kaçırır. Mid' e kendi planlarından söz eder. Mystra'nın gçlerini nasıl kontrol edebileceğini öğretebileceğini. Tek istediği basamakları koruyan tanrı Helm'i öldürmesidir. Aslında kızı manipüle eder. Çünkü Bane öldükten sonra Ölüm Tanrısı Myrkul ile ortak olmuştur. Ve ölülerin dünyasındaki saklı diğer tableti almak için Mid'in kafasına planlar sokmaktadırlar. Mid bu tableti ölülerin diyarından çıkardığında ise oradaki Myrkul'un müridi yaratıklar şimdiki dünyaya yayılabilecek ve yeni bir hükümdarlık başlayacaktır. Böylece Ao da altedilebilecektir. Mid'i arayan Kel ve Adon ise Cyric'in kampına baskın yaparlar. Geriye Cyric ile onun yaveri Dalzhel kalır. Birbirlerini rehin alıp anlaşma yaparlar. Mid'i birlikte kurtaracaklardır. Hangi gruba katılacağına kurtardıkları Mid karar verecektir. Bhaal'ı bulmayı da başarırlar. Bir yandan çatışma ortamı bir yanda güvensizlik. Cyric Bhaal'i öldürmeyi başarır. Tam ölmeden önce Mid, büyüyle Dalzhel hariç, ki ölmüştür, diğerlerini başka bir yere transport etmeyi başarır. Cyric'i yaralı bırakıp Ölüler Ülkesine yola çıkar. Ama baygın numarası yapan Cyric planlarını öğrenmiştir. KMA Ölüler Ülkesine girişi olan bir kale yıkıntısına varmadan önce zombiler tarafından saldırıya uğrayan kervana yardım etmeye çalışırlar. Aslında kervandakiler de zombidir ve kalede kapana kısılırlar. Cyric de okuyla gruba saldırmaya başlar. Adon ölür. Kel ve Mid yer altındaki bir nehre düşer. Mid yeraltında bir hayalet tarafından koridorlar boyunca bir şehre yönlendirilir. Oradaki hayaletler arasında Lord Devell Mid'e yardım eder.Oradaki bir çeşme ile öbür dünyaya geçilebileceğini öğrenen Mid unutkanlığa karşı önlemini alarak kuyuya dalar. Sıcak ve aydınlık bir çölde kendini bulur. Binlerce insanın tapındığı tanrılara çığırıp kendilerini cennetlerine götürmeleri için yakardıkları ortam tıklım tıkışdır. Burada Myrkul'un inançsızları toparlayp yönettiği ülkenin yolunu tutar. Kalenin surları dahi kırpış kırpış canlılardan oluşan bu iğrenç yerde Sinsi'yi bulan Mid onun yardımıyla tabletin tutulduğu kuleye varır. Kule'deki tableti getirme büyüsü ile elegeçirir. Ama büyüyle ona bağlı eciş bücüş Myrkul'un müritleri de takibe başlar. Kuyuya varıp yeryüzüne gelecekken tablete bağlı yaratıkları da getireceğini anlayan Mid bir büyüyle girişi kapar ve kendini hapseder. Kel ise yalnız Derinsu'ya geldiğinde büyücü Karaçalı ve Elminster tarafından karşılanır. Myrkul'un zombileri tabletlerin birini elegeçirmiştir ve Mid kayıptır. Bir ekip toparlanıp öte dünyaya açılan kuyuya yola çıkarlar. Durumu görüp zar zor kendilerinin varlığını Mid'e belli etmeyi başarırlar. Neyse sadece Mid çıkar kuyudan. Diğer tableti de kanalizasyonda zombileri ile birlikte dolanan Myrkul'dan elegeçirmeleri gerekmektedir. Ellerindeki tableti Karaçalı'nın kulesine saklamışken Myrkul kuyudaki büyüyü bozar. Destekçileri kente her taraftan saldırıya geçer. Kendisi de kuleden diğer tableti bulmayı başarır. Kulenin tepesindeki kıyasıya savaş sonucunda Mid bazı yanlış sonuçlanan büyülerin ardından Myrkul'u dondurmayı başarır. Pençelerine tanrıyı geçiren bir Gryphon havalanınca şehir ölen tanrının yıkımından kurtulur. Hatta Adon da ölmemiştir, ortaya çıkar. Grubun dikkati dağılmasın diye büyücüler onu saklayıp iyileşmesini sağlamıştır. Zaten yorulmuş yaralı ekibe yine yırtık dondan çıkar gibi çıkan Cyric saldırır ve tabletleri kapar. Kel gibi dramatik bir kişilik sonunda ölür. Diğer yandan şehri yakıp yıkan yaratıkların saldırısı devam etmektedir. Elminster kuyuyu kapatmaya gider.Ekibimiz ise şehrin eteğinde bulunduğu dağa gryphonların sayesinde uçmayı başarır. Zira semavi merdiven ordadır. Cyric koşarak ben kurtardım tabletleri diye Helm'in yanına gider. Arkasında Mid intikam peşinde koşturur. Durun üle der Helm ve ardından Ao ortaya çıkar. Ben herşeyi biliyorum der, Cyric'e istediğini vereceğim der. Onu Ölüm ve Nifak Tanrısı yaparak öte dünyaya gönderir. Denge amaçlı Mystra'nın yerine de Midnight'a öneride bulunur. Önce karşı çıkar ama sonra Sinsi'yi kurtaracağım, Kel'i yüzüstü bırakmayacağım, Cyric'e karşı diyarı koruyacağım deyip o da tanrıça olur. Ao ceza olarak da tüm tanrıların gücünün ölümlülere bağlı olacağını ve tanrıların müridlerine hizmet etmek zorunda kalacakları bir sistem oluşturur. Adon da Midnight'ın ilk müridi olarak mucizelerle insanı iyileştirmeye başlar. Kitap çok daha büyük ilah bir gücün lan Ao, kendi dünyadaki işleri yola koydun mu? sorusuna verilen Evet Efendim cevabından oluşan kısa diyalog ile sonlanır.

11 Aralık 2011 Pazar

George Frideric Handel - Water Music; Music for the Royal Fireworks (Le Concert des Nations/Jordi Savall 1993)

Klasik müzik, post-rock gibi türleri gerçekten idrak edebilmek için maalesef görünmeyen bir elin beynimizdeki bir düğmeye dokunmasına ihtiyaç duyuyoruz, yani kafamızın içinde bir klik sesini duymamız gerekli. Barok dönemin önemli bestecilerinden Handel'in en ünlü iki eserini, Su Musikisi ve Havaifişekler suitleri, içeren bu albümde beynimde hiç bir ses yankılanmadı. O kadar da çok dinledim, özellikle albümün başlarındaki kısımlara artık pampamparampam diye diye eşlik edecek kadar dinledim, yine de tık yok. Biraz salon dansları, azcık halk musikisi, çok çok az, etkili besteler o kadar şaşaalı, gösterişli ve aydınlık ki...Tercih ettiğim klasik müzik karanlık, olmadı gri olmalı, gizemli olmalı, illa gürültülü yapacaksan dramatik olmalı. Fakat burada trompetler, yaylılar, zaten eserleri olması gerektiği karakterlere bürümede yardımcı oluyor. Zira, Water Music, İngiliz kralının nehirde yaptığı bir yolculukta günün şerefine bestelenmiş bir eserken, önce askeri tempoda başlayıp sonra daha mutlu bir ritme kavuşan Music for the Royal Fireworks ise bu atmosferiyle birlikte bir barış anlaşmasına atfen bestelendiği yönünde ipuçlarını sunuyor. Tabi bunu kitapçığını okumadan tahmin etmeniz biraz zor. Neyse,bu bahsettiğim tarz tercihiniz ise gayet keyif alacağınız bellü.

7,50-/10

10 Aralık 2011 Cumartesi

Björk - Biophilia (2011)

Mikrokozmos ve makrokozmos arasındaki diyalektik bağ üzerinde kristal parçacıklarından, DNA'ya, oradan virüslere, yıldızlara, evrenin oluşumuna, fantastikötesi bir yolculuğa çıkarıyor bizi Björk. Sound olarak Vespertine, Medulla dönemine dönsek de bir kaç parçanın altyapısında patlamaya hazır gergin Voltaik ritimleri duyumsamamak mümkün değil. Tekrar etmek gerekirse daha sakin bir atmosfere sahip albüm genelde vokal performansına sırtını rastlıyor. Ki nasıl bir performanstır o, normalde yalın parçaları sıkıcılıktan sıyırıp ayrı bir merak boyutuna taşıyabiliyor. Albümü abartmayalım ama, bestelerdeki zayıflık elle tutulur somutlukta. Yine de Thunderbolt, Crystalline, Sacrifice, Mutual Core, Cosmogony dinlemesi pek keyifli şarkılar oluyor. Bonus şarkı olarak ise nedense benim pek hazzetmediğim Hollow ve Dark Matter'in farklı versiyonları ve Nattura yer alıyor.
Björk'a bir dinleyicisinden bol kese puan, alkışlıyoruz.

8,0-/10

9 Aralık 2011 Cuma

RETRO: Samael - Rebellion (1995)

Biraz lambur lumbur olmuş bu albüm, bir kaç tam tamına parça var, bir kaç parça yeniden yorum zati. Endüstriyel metal var,  keyboardlı senfonik düzenlemeler var, black metalin izleri hala belirgin, Enstrümental Static Journey ya da hayali parça ve ötesi gayet martial bir musiki örneği. Hmm dememenim mümkünatı yok. Ne kadar dinlediysem dinledim cevabım hmm.

7,0/10

7 Aralık 2011 Çarşamba

Tori Amos - Little Earthquakes (1992)

Kendine has ses tonu ve güçlü sesi inkar edilemez bir gerçek. Sözler ve tavır gerçek hayattan da beslenenen önemli özelliği. Yine de bana bile besteler fazla indie geliyor. Tabi ki, Precious Things, Me and A Gun (kendi tecavüzünü konu alan ve  tüyler ürpeten yalın bir şarkı), Winter ve Girl gibi şarkılar esgeçilemez. Buram buram samimiyet servis ediliyor.

7,50/10

6 Aralık 2011 Salı

RETRO: Anathema - The Crestfallen (1992) EP

Atmosferik rock mecrasına yelken açmalarından bile önce grubun doom death metal türü içinde emsallerinden kendini farklılaştırabildiğini görebiliyoruz. Bestelere bakınca biraz tribünlere oynadıkları fazlasıyla belli oluyor. Ama sofistike bir doom metali de en azından ben dinleyem. Yarım saat süren bu çalışmadaki bestelerden üçünün bu sene çıkan enteresan albümde yer aldığını da ekleyelim. Crestfallen, They Die ve kısmen Everwake o kadar tersyüz edilmişki dinlemek görmek lazım. Kısaltılmış, yumuşatılmış, bir riflik hali kalmış akustik parçalara dönmüşler.

8,25+/10

5 Aralık 2011 Pazartesi

These New Puritans - Hidden (2010)

Burada ne yapılmak istendiğini anlamak gayet güç. Yamalı bohça gibi, oturmamış henüz olgunlaşmamış ama müthiş yaratıcılığa gebe fikirlerin gelişi güzel saçılımdan ibaret parçalar. Genelde şarkıları sevip sevmediğinize dair kararsız kalıyorsunuz. Bir kaç istisna var, dinlemenizin çoğunda güzel yafu diyorsunuz azında ise beyyyö: We Want War tabi ki bu şarkılardan biri, diğer ise Attack Music.
Evet gençler, enerjimizi daha yapıcı işlere yönlendirelim, böyle çar ve de çur harcamayalım lütfen.

5,50+/10

4 Aralık 2011 Pazar

Ursula K. Le Guin - Güçler

Marifetler ve Seslerin ardından seri bu kitapla devam ediyor. Aynı coğrafyada geçmesinin yanısıra önceki kitaplarda yer alan Caspro, Gry ve Memer'e de rastlıyoruz. Ancak romanın sonunda. Dolayısıyla gayette tek başına rahatça okunulabilecek bir kitap bu. Ve bilmiyorum neden, az farkla da olsa diğerlerinden daha fazla sevdiğim bir çalışma oldu bu. Ki bitirmeme bir gün yetti. Yetti de yorucu bir deneyimdi. Zira 3 ayrı toplum tahayyülü, felsefi sorular ve yanıtlarla doluydu kitap. Belki de okuyucunun uydurduğu şeyler bunlar. Sadece yazarın derdi bir solukta ve zevkle okunabilir bir kitap yazmaktı. I-ıh, hiç sanmıyorum. Karşımızdaki yazar ismiyle cismiyle Ursula K. Le Guin!
spoiler
Kitapta hikayesini takip edeceğimiz (erkek) Gavir 11 yaşlarında, ablası Sallo ile birlikte bataklık ülkesinden kaçırılıp getirilmiş şehir devleti Etra'daki Arka evinde köle olarak yaşamaktadır. Antik Yunan devletlerine benzer bir yapıya sahip olan kentte hür insanlar yönetimde sözsahibidir, askere bile sadece onlar gitmektedir. Fakat bu evde köleler görece rahattır hatta ev ahalisinin çocukları ile birlikte evde eğitim bile almaktadırlar. Gavir de öğretmen olarak yetiştirilmektedir. Okuduğunu kolayca ezberleyebilme gibi bir yeteneği sahiptir çünkü. Ayrıca bataklık halkına özgü geleceğin bazı anlarını görebilme gücü de vardır ki bunu saklamaktadır. Bu görüntüleri genelde olaylar olduğu anda idrak edebilmektedir. Evdeki sınıfta evin büyük oğlu Yaven, küçük oğlu Torm, kızı Astano ve akrabaları Sotur eğitim görür. Kölelerden Gavir ve Sallo ile birlikte Torm'un gayrimeşru kardeşi Hoby, Tib, Risi, ufaklılar Oco ve Miv de onlarla birlike öğretmen köle Everra'nın gözetimi altındadır. Bir gün Torm köle çocuklara askercilik oynatırken Gavir ile ona gıcık olan Hoby arasında sürtüşme olur. Gavir kolundan yaralınırken, Hoby de gözünden yara alır, kaşı yarılır. Evin babası Altan Torm'u cezalandırır ve Torm ile Hoby'nin hayatı Gavir'e zehir etmesi böylece başlamış olur. Barakalarda kalan diğer erkek genç köleleri kışkırtırlar felan. Bir gün sınıfta Hoby Gavir'e yine eziyet ederken Everra tarafından görülünce Torm cezalandırılması gerekenin Gavir olduğunu söyler, sinir krizine girer ve daha 6 yaşında olan Miv'i duvara fırlatır. Miv komaya girer, karanlıkta diğer kölelerin bir kısmı ise Gavir'i kuyuya sallandırır bayılana kadar döver. Evin revirinde evin Annesi üzgün, argın, iki çocuğa da ziyaret eder. Gavir kimseyi ispiyonlamaz. Miv ölünce de evdeki kölelerin tavrı Hoby aleyhine değişir. Torm da cezalandırılarak genç yaşında askerliğe yazdırılır ki zaten istediği şey budur. Hoby de şehrin çalışma birliklerine gönderilir. Yazın ailecek sayfiyeye köye giderler. Evin ferdi olan diğer çocukların arası kölelerle çok iyidir. Tatil oyunlarla felan çok güzel geçer. Köylülerin baktığı bahçeleri talan ederler. Bir efsanede geçen tarihi kenti inşa ederler. Ev ahalisine tiyatro piyes sergilerler.
Eğer ezel ve ebedin bir mevsimi varsa, yaz ortaları olsa gerek. Sonbahar, kış ve bahar hep değişim, hep bir geçiş-ama yıl,yazın zirvesinde hareketsiz kalıyor. Anın geçip gittiğini biliyorsunuz ama geçerken bile insanın gönlü biliyor ki hiç bir şey değişmiyor.
Baba ve Torm'un geldiği anlarda ise ayrım katılaşır, protokoller olması gerektiği gibi segilenir.
Aradan iki yıl geçer. Yaven ve Torm genelde askerde veya askeri okuldadır. Gav köydeki bir çocukla arkadaşlık kurar. Bu çocuk sayesinde balıkçılığını geliştirir. Etra ise sürekli diğer şehir devletlerinin akınlarını savuşturmaktadır. 20 yaşına basan Yaven'e cariye olarak Sallo verilir ki bu iki gencin de istediği bir şeydir, Sallo asker yolu gözlemeye başlar gözleri yaşlı. Diğer yandan Baba'nın Torm'u tuttuğunu söyler. Gav artık sınıfta gözetmen gibi birşey olmuştur, yeni çocuklar gelmiştir sınıfa. Solur'a karşı da platonik bir aşk beslemeye başlar. Solur'un gönlü var mı yok mu tam olarak asla bilemeyeceğiz ama. Gavir diğer köleler arasında kuyu olayından beri  itibarı artmıştır, o da yaş dolayı barakalara geçer. Diğer yandan da önce tarih sonra edebiyat alanında kendini ilerletmeye başlar. Bir gün Kasikar'lı askerler Etra'ya baskın yapar. Bunu önceden görmüştür Gav aslında. Sonrasında ise uzun sürecek bir kuşatma başlar. Erkek köleler barakalarda kilitlenir önce. Açlık başlar. Gav şehirdeki inşa işleri için çalışma ekibine gönderilir. Ama burada başındaki kişi Hoby'dir. Zayıf ve yaralı şekilde eve yollanır. Daha sonraki çağrıda ise kutsal kehanetlerin istiflenerek güvenli bir yere taşınması için diğer eğitimli kölelerle birlikte görevlendirilir.Orada durumu rahattır ve Caspro gibi özgürlüklerin işlendiği yeni yazarları öğrenir. Köle isyanlarından bahsedenlere karşı evine ve şehrine yürekten bağlı bir genç olarak karşı durur. Sonunda Yaven'in de bulunduğu uzaktaki bölükler şehre ulaşıp kuşatmayı kaldırır. Ardından da ordu ile birlikte Kasikar'a karşı saldırıya yola çıkar. Sallo ise Yaven'in hayatından endişelidir. Çünkü Torm hep şehrin güvenliğindedir. Buna rağmen Yaven babası tarafından ölsün diye tehlikelere gönderilmektedir. Onun yokluğunda Torm diğer gençlerle eğlenmek için evdeki köle kızları ev dışına çıkarır. Yaven'in kölesi olmasına rağmen Sallo da aralarındadır ve sabaha ölüsü gelir. Evin Annesi bile üzgündür hatta kan parası olarak yüksek bir meblağ varir Gav'a. Ablası ile bağları çok kuvvetli olan Gav ise şok ve hayalkırıklığı içindedir. Cenazesine büyük katılım olur. Gav ise üzerinde beyaz yas giysisi ile cenaze ardınan yarı mecnun yürümeye başlar. Evdeki köleler intihar ettiğini söyleyerek köle avcılarının peşine düşmesini engeller bir süre. İşte adil olmayan bir sistemde adalet de beklenmez. Gün gelir o iltimaslar lütuflar hiç olmamışcasına yok sayılır.Köle sonuçta köledir. Neyse, Gav yürür yürür deli diye çağrılır deli olduğu için cebindeki paraya bile kimse göz dikmez. Bir gün ormanda açlıktan ölmek üzereyken mağarasında tek başına kalan Cuga isimli bir meczup tarafından alıkonur. Kışın bakılır orda, kendine gelir. Cuga iyi hoştur da değerli saydığı eşyalar konusunda paranoyaktır. Yaz gelince ormanda saklanan diğer kölelere teslim eder. Yanındaki parayı da saklaması için Cuga'ya verir Gav. O köyde Chamry isimli dağlı bir ayakkabı tamircisi ve Venne ismindeki bir avcıyla arkadaşlık kurar. Hikaye anlatıcılığıyla diğerlerini etkiler. Güya eşitlikçi yaşam süren köyün lideri durumdan işkillenir iyice. Üçü kuzeydeki efsanevi asi köle lideri Barna'nın yerine giderler. Zaten bu grup Barna'dan kopmuştur vakti zamanında. Barna ufakça bir kent kurmuştur ormanın derinliklerinde. Eşitlikçi bir yaşam olsa da burada Barna ve yakınları saray benzeri bir konutta birlikte kalır. Her şey paylaşılır, sayıca az olan kadınlar bile. Ama Barna kendi gözdelerine karşı hem kaba hem de kıskançtır. Aslında oranın tanrısıdır. Gav'ı yürekten kabul eder, sarayına misafir eder. Onun ozanı olur. Gav da onu takdir eder. Barna projelerini anlatır, bir gün kölelerin nasıl ayaklanacağını anlatır durur. Ama bu anlatımda kalır hep. Her ne kadar ütopik topluluğunu en iyi şekilde kurmaya çalışsa da kölelerin bireysel katılımı dışında saklı kente gelmesine karşıdır. Bu durum kentin güvenliğini tehlikeye sokar çünkü. Genç ve güzel kadınlar ise zoraki kaçırılarak getirilir ve hepsi Barna'ya sunulur. Barna onları süs bebek gibi bakılmasını sağlar. Gav'ın genel bir okul kurulması teklifini de esgeçer. Köle ayaklanması fikrini ise kimseye açmamıştır bile. Yine de Gav Barna'yı sevmektedir. Ayrıca artık evin hanımı konumuna erişmiş olan Diero'yu da anne gibi görmeye başlamıştır. Bu durum 15-16 yaşlarındaki genç kız Irda ve onun küçük kızkardeşi Melle'nin geldiği vakte kadar sürmüştür. Barna kızı köle gibi kulanmaya başlar. Gav ise ikisine ve Diego'ya okuma yazma öğretir. Bir gün Irda Barna'nın şiddetinden kaçıp Gav'ın odasına saklanır. Barna da kıskançlıktan kudurmuş şekilde Gav'ı duvardan duvara toslatır. Bayılınca bırakır. Diego derki sen bilmezsin bu meret kaç kişiyi kendi elleriyle boğdu böyle, git canını kurtar! Gav saf genç daha, yok der o beni sever yannış anlama bu. Neyse sonra iki arkadaşın yardımıyla apar topar orayı terkeder. Yine bağlanmış ve yine ihanete uğramıştır. Oradan güneye bataklık ülkesine yola çıkar. Belki kayıp ailesini bulacaktır. Bataklık ükesinin garip halkı onu en güneye yönlendirir. Yardımla, salla, çer çamur sonunda Ferusi'ye varır. Köyler dört beş ayrı mahalleye bölünmüştür ve her mahalle iki ayrı bölümden oluşur. Erkekler ve kadınlar. Arada da cinsel münasebet ve hasta bakım için tahsis edilmiş evler vardır. İlkel bir toplum olmasına rağmen tabuları ve kuralları ile moderen toplumdan çok daha ayrıntılı  ve zorlu bir yaşam sürerler. Erkekler avcılık yapar, pirinç eker, saz toplar, kadınlar yemek yapar, hasır vs örer. Seremoni tarzında mallar takas edilir. Bekar erkekler karşıdakini etkileyip yiyecek kapabilir ancak. Erkekler şarkı söylemez, hikaye anlatmaz felan. Burada teyzesini bulur. Ormana giden Sallo , Gav ve annesinden köy ahalisi hiç haber alamamıştır. Geleceği görme yetisine sahip teyze o güne kadar ne kadar uğraşırsa uğraşsın akıbetlerini bulamamıştır. Karşısına Gav çıkınca da bunu yeteneksizliğine emare olarak görmüş kendinden utanarak Gav'a tavır almıştır. Dayısı ile aynı evde kalmaya başlar. Kabul törenini geçer ve Sidoyu olarak yaşamayı öğrenir, karmaşık kurallarla kısıtlı günlük gailelerden oluşan bir hayat. Saf Gav burada da mutlu olmayı başarır. Bir kızla yakınlaşmaya başlar yine. Dayısına yetisinden bahsedince kabul töreninin yapıldığı mahalleye gider. Orada Dorod isminde bir adamın öğrencisi olur. Bu adam gördüklerini okuyup yorumlama gücüne sahiptir. Bu adamla pek anlaşamaz. Ama dediklerini yapar. Kendi gücünde uzmanlaşabilmek için halusinejik mantarlar felan yer, sıkı diyet perhiz uygular. Görüntüler daha netleşir, nihayetinde aslanı yani bataklık halkın aslan olarak tasvir ettiği tanrı Ennu'yu görür ama vücudu zarar görür zehirlenir. Yarı baygın iken teyzesi gelir oraya. Yeğen der, seni görüntüler arasında gördüm, yanında bir çocukla iki nehiri geçtiğini gördüm. Geçersen güvende olursun, ilkini geçersen ölüm ensende olacak. O esnada zehirli mantar verildiğini anlar, Gav teyzesine kendisini götürmesini söyler Dorod'un ısrarlarına rağmen. Onu ara bölgeye taşıyarak teyzesi günlerce bakar iyileştirir.Gav da nehirden geçme imgesini görür. Birkaç mevsim geçer ve teyzesi kapıda belirir. Yiğen yiğen bir adam gördüm, senin ölümün olan bir adam, hemen gitmelisin. Aslında Gav teyzesinin nasihatını daha önceden dinlemiştir. Büyüdükçe eğitim görmediği için zayıflayacak olan geleceği görme becerisini terketmiştir. Köyünde kutsal adam olarak güce sahip olma ihtimalini terketmiştir. Ezber gücüne sarılmıştır. Apar topar köyü terkeder. Amacı kuzeyde iki nehiri geçip köleliğin olmadığı topraklara ulaşmak ve Mesun kentindeki üniversiteye ulaşmaktır. O kadar yolu gitmeden önce güneye Cuga'nın yanına uğramaya karar verir. Onda bıraktığı paraları alacaktır. Cuga'nın su kenarında çürümüş cesetine rastlar. Gömdükten sonra mağaradaki gizli çıkından para kesesini alarak uzaklaşır. Kuzeye ormanın derinliklerine uğrar. Bir yandan da Barna'nın kentine uğramamaya çalışmaktadır. Fakat oradan tanıdığı bir adama rastlar. Balık verir onu besler. Meğerse şehir devletleri bir olmuş Barna'nın kentini yakıp yıkmıştır. Barna'nın gizli hazinesi yağmalanmış, direnenler öldürülmüş, kalanlar esir edilmiş. Yapacak işi kalmayan kaçaklar yıkıntılara geri dönüp tekrar hayatlarını kurmaya çalışıyorlar. Gav oraya vardığında salya sümük olur. Aklına imajlar dolar. Köle olarak elegeçen Venne dışında tüm tanıdıkları öldürülmüştür. Ama artık 7-8 yaşlarındaki bir kızcağız ayağına dolanır, koca gaga diye. Gav'ın lakabı. Melledir bu. Tokungaçlı sahneler bunlar. Onu da yanına alır kuzeye yola çıkar. İlk nehri geçerler.Bir kasabaya varırlar. Zayıf Melle'ye hancının karısı bakar. Meyhanede konu Barnacılara ve kölelerin sadakatine gelir. Bir hikaye anlatılır. Etra'da değerli zehir gibi hafızaya sahip bataklıklardan köle bir genç evin kızlarından birini kirleterek evden para çalarak kaçmışmış. Köle avcıları bulamamış. Ama evsahiplerinin sadık bir kölesi, ki Hoby, bulacağına dair ant içmiş. Barna'nın ozanının şanı duyulunca orada olduğunu anlamış. Ama baskından önce oradan da kaçmış köle çocuk. Bu üç kaşlı adam bataklıkları ve kentleri peşinden dolaşmış. Ertesi sabah apar topar tekrar yola koyulurlar. Çünkü bataklık ülkeden gelenlerin bütün fiziki özelliklerini göstermektedir Gav. Bir atlıya denk gelirler. Her ne kadar bu yolcu onlara yardım etse de artık şüphe içindedir Gav. Kız da ayakbağı olmaktadır. Bir yandan da kardeş gibi bağlanıyorlar birbirlerine. İkinci nehre ya kısa yoldan başka bir nehir üzerinde yük kayığıyla gidecektir ya da yayan veya atla. Sala binmişken Hobby'i iskelede görürler. Atla o hattı izlemektedir Hoby de. Gergin yolculuklarını sondan bir önceki iskelede sonlandırırlar. İkinci nehrin kenarında sığlık ararken arkadan Hobby'nin yaklaştığını gören Gav çocuğu iki eliyle kaldırarak suya girer. Tıpkı görüntülerdeki gibi. Akıntı güçlüdür. Karşıya baygın varmadan hemen önce atın sularda kaybolduğunu görür. Artık karşıdadırlar, nehri takip ederek Mesun'a varırlar. Üniversite'de Caspro'yu bulup hikayelerini anlatırlar. Mutlu son yafu. Tabi bu özet, olayların kronolojik sıralanışından ibaret. Ursula Le Guin'in romanlarını okumanın zevki hikayeciliğine, antropolojik ve sosyolojik gözlem ve arka plan inşasına, sosyal ilişkilerin yansımasına dayanıyor. Üstelik Yenan'a Sotur'a ne oldu, bilmiyoruz. Etra'daki yşananların intikamı alınmıyor. Bazen terketmenin vazgeçmenin kaçmanın daha iyi olduğu vaazediliyor. Kısacası üzerinde bir kaç saatlik tartışılacak bir alt metin okuması sunuyor bu çalışma. Ursula Ursula, evlen benimle, ciddiyim.


3 Aralık 2011 Cumartesi

Sólstafir - Svartir Sandar (2011)

Önce bu albümün her kritiğinde yer alan serzenişi ben de aktarayım. Yaklaşık 80 dakika süren çift cdlik bu çalışmayı ucundan kıyısından bir de berisinden keserek tek cd'ye indirmek gayet bir mümkünmüş. Evet böyle post-metal, post-black metal, post-hardcore, atmosferik sludge felan filan bir çalışmanın derinliği en güzel uzun parçalarla yanıstılabilir lakin inanın bana tek albüm olabilirmiş. Önceki albüme göre bir miktar daha az hoşlandığımı söyleyebilirim. Kavraması biraz daha fazla zaman alıyor. Tüm sözler İzlandaca. Deneyselliğin albüme yavaş yavaş nüfuz ettiğini de görebiliyoruz. İlk cdnin sonundaki Kukl gibi. Ya da gerçekten süprizlere gebe bayan konuşma samplelı Stinningskaldi ve ona hemen arkasından bağlanan Stormfari gibi. Bu yüzden de 2. cd'nin daha güzel mecralara yelken açtığını söyleyebilirim. Doğrusu bu gitar soundunu bu post-luk mevzusunu özlemişim. Neyseki Thy Catafalque da yeni albümünü çıkardı. Hadi bakalım.

8,25-/10

2 Aralık 2011 Cuma

RETRO: Vintersorg - Cosmic Genesis (2000)

Sözün kıyafetsiz böyle cıbıl cıbıl kaldığı bir yerdeyiz. İlk dinlediğimde de öyleydi, şimdi de öyle. Uzun uzun yazmaya gerek yok. Çünkü bu kadar şık bir  albümün tarifi ancak parça bazında olur. Öyle bir işe de girişmeyeceğim. Black metal, İsveç halk müziği, progresif metal, progresif rock karmaşası doğa ve kozmos gibi hayli enteresan bir konuya taşınıyor. Her parçanın kendine has bir hüviyet taşıdığı albümde vokaller de çeşitlilik gösteriyor. Clean vokalin black vokali yerdiği ender albümlerden biri bu. Bugüne kadar başka Vintersorg albümü dinlememek gibi bir utancı sanırım daha fazla omuzlarımda taşımayacağım. Sırada 2011 albümü var. Bakalım Vintersorg Bey neler yapmış?

8,75-/10

1 Aralık 2011 Perşembe

Yavuz Akyazıcı Project - Turkish Standards Vol.1 (2011)

Türk pop ve rock parçalarının bir de caz versiyonlarını dinleyelim diye oluşturulmuş bu projede öncelikle kaotik olmaktan ziyade gayet disiplinli ve keyifli düzenlemeleri ve herhalinden profesyonelliği belli enstrüman performansı dikkat çekiyor. Yalnız vokalin klasik caz kısıtlamalarına girmesi ve boğuk bir teknik kullandığı anlarda bünyeye verdiği iticilik dinleyeni soğutmayı başarıyor. Misal kardeşim bile Bu Aşk Fazla Sana'ya kulak misafiri olduğunda e bu şarkı katledilmiş yafu diyebildi. Benim kadar bile anlamaz müzikten. Yani düşünün. Ha, caz kitabında bu performans tam olduğu gibidir, onu bilmem, görüşüm basit bir dinleyicinin fikirleri. Bir de üstelik bazı şarkıların Kek ya da Seni Kendime Sakladım da olduğu gibi bıkkınlık verecek derecede tekrar içermesi de üzerine yeşıl yeşıl taze maydanoz oluyor, öyykk. Ancak şöyle iki adım geriye atalım, sonuç olarak yurtdışında örneklerini dinlediğimiz bu tarz bir çalışmayı dinlemekten hiç de pişman olmadım. Biraz daha iyi olabilirdi, tamamiyle enstrümental olabilirdi (ya aslında haksızlık etmeyelim, vokalin çok tatlı olduğu anlar da var), süreler kısaltılıp daha fazla şarkı içerebilirdi, felan filan, ama biraz da zaten sınırlı bir deneme bu, ileri gidecek alanı belli.

6,75/10