29 Aralık 2012 Cumartesi

Heavy Metal Seçkiler

Heavy Metal dergisi Fransa'da yayımlanan Metal Hurlant isimli derginin Anglosakson versiyonu olarak yıllardır bilim kurgu ve fantastik kurgu alanında çizimlere sayfalarında yer veriyor. Bir süre güzel yurdumda da yayınlanan derginin içinde yer alan belli başlı serilere internette rastlayınca okumamazlık edemedim.

Leo Roa: 2 kitabını okuyabildiğim bu serinin çizgileri biraz nostaljik. Hatta renklendirme suluboya ile yapılmış gibi duruyor. Gelecekte bir gazetecinin başından büyük işlere girmesi ve müzisyen kuzeni ile birlikte maceradan maceraya koşması işleniyor. Sıcak ve samimi hisler uyandırıyor.

Oath Amber: Yine 2 kitabını okuyabildiğim bu seri aslında yarım kalıyor. Fantastik öğelerin işlendiği seride güçlü bir savaşçı ve onun kazara yardım ettiği bayan suikastçılar başrollerde. Bu suikastçı tayfası ölümsüzlük payesi kazanmış cadı savaşçılardan çaldığı ganimet dolayısıyla takip edilmektedir. Özellikle sürrealist bir yöne kayan posterlik büyük kare çizimler dikkat çekiyor.

 Dayak: 3 kitapta konu sonlanıyor. Yine gelecekte Addis Ababa artık onmilyonların yaşadığı bir getto kente dönüşmüştür. Beyazlar etkisiz hale getirilmiştir. Fakat kentin yöneticisi gizliden bir beyazla işbirliği yapmaktadır. Bu şahıs ise aslında şekilsiz biyolojik bir makine olan  annesini büyüterek kendi yöneteceği yeni bir toplum planları peşindedir. Ona karşı koyacak tek kişi ise Dayak isminde kardeşidir. Çizimlerin bir hayli +18 seviyesine ulaştığı bu serinin en güçlü öğesi sinematik hikayesi.

Dawson's Law/Police Antartica: Birbiriyle doğrudan bağlantılı olmayan bu iki kitap Antartika'nın kolonileştirildiği bir yakın gelecekte yer alıyor. İlkinde ölümlerin olağanlaştığı bir cezaevindeki isyana götüren süreci okuyoruz. İkincisinde ise bir polis ile birlikte cinayetlerin peşinde sürükleniyoruz. İkinci kitapta sosyal ortam başarıyla resmedilse de konuların kareye aktarılması konusunda yaşanan sıkıntılar gözardı edilemeyecek nitelikte.


Yiu: 3 kitapta konu bitmiyor maalesef. Kardeşinin tedavi masraflarını karşılamak amacıyla suikastçılıktan ekmeğini kazanan bayan arkadaş Yiu, dinlerin ve mezheplerin istikrarsız dengesiyle yönetilen gelecek toplumunda en tehlikeli görevine atılır. Bu mezheplerden biri genetik yollarla Deccali yaratmıştır. Çizimler bazen baştan savma ve kaotik bir hal alsa da konunun ilgi çekiciliği bir noktaya kadar ilgiyi alakayı uyanık tutuyor.


27 Aralık 2012 Perşembe

Ihsahn - Eremita (2012)

Bizim mahallede bir İhsan ağbi var. Kendisi müziği çok sever. İdolü ise Fatih Terim'dir. Bir gün kafasında şimşekler çakar, mahalledeki akranını toplar ve İmparator isminde bir grup kurar. Eh, kendi çapında ünlenirler önce, sonrası Mevlam yürü ya kulum der. Ama zamanla İhsan ağbinin de şuuru bilinci açılım saçılım gösterir, yeni arayışlara girer. Zaten grubunun son albümü Prometheus'da bunun izlerini görürüz. Artık grubu kendisine dar gelmektedir, yoluna yalnız yürür. Caz saksafon felan işine girer. Müziği avantgardelaşmıştır binaenaleyh, ilerleme göstermiştir. Diğer yandan metalin ekseninden bir gıdım yolunu ayırmaz. Evet, İhsan ağbi metalcinin önde gidenidir.
Bense ağbimizin müziğini ancak bu 4. solo albüm ile dinlemeye fırsat buldum. Genelde aynı çizgiyi takip etmiş olmakla değerlendiriliyor. Beni şaşırtan ise temiz vokalin hem güzel bir tınıya sahip olması hem de sert müzikle müthiş uyumu oldu. Something Out There dinlemesi en kolay dile pelesenk şarkı olarak en fazla gözüme çarpan şarkısı albümde. Diğer yandan bayan vokalin etkisiyle Departure da oldukça iyi. Diğer parçalar da üç aşağı aynı kalibrede. Bence tek istisna  The Grave, hiç sevmedim.

8,25/10

25 Aralık 2012 Salı

DJ Krush - Jaku (2004)

Japon kültür aşılı elektronik albüm sadece folk değil, caz ve trip hop gibi etkilerle eklektik bir görünüm sergiliyor. Yerel etkinin tavan yaptığı Slit of Cloud da Japon şiiri terennüm eylenirken vokalin duygu yüklü performansına hayran kalıyorsunuz. Her daim dinleyeceğim parçalardan biri haline geliyor böylece. Şarkıdaki atmosfer o kadar yoğun ki bir yandan Blade Runner'daki futuristik havayı diğer yandan yerel kültürün nostaljisini duyumsuyorsunuz. Albümün zayıflığı hip-hop ritimlerinin bu atmosferi bozması ve dinlemeyi bir süre sonra sıkıcı demeyelim de alalade hale döndürmesi. Albümün sonlarında folk melodilerin ağırlık kazanması sayesinde bir miktar ortamı şenleniyor. Şenleniyor dediysem tüyler kıpraşıyor, bir ürperti bir ürperti.

8,0/10

22 Aralık 2012 Cumartesi

Huun-Huur-Tu - Where Young Grass Grows (1999)

Atlas dergisinin Dukhalar ile ilgili yazısını okuyup yetersiz ama etkileyici CD'sini izledikten sonra bu yerel müzik albümünü dinlemeyi erkene çekiverdim. Dukhalar Altay dağı yakınlarında Sibirya eteklerinde yaşayan Türk kökenli Tuvaların bir kolu. Moğol ile Tibet kültürlerinde de rastlanan ve gırtlaktan farklı bir vokal tekniği ile söylenen şarkıları aslında dünya çağında bellli çevrelerde (Cihangir çevresi olmasa gerek) tanınırlığa ulaşmış durumda. Bir kaç tonu aynı anda söyleyebilen bu ilginç teknik kimi zaman flüt sesi veren bir ıslık kimi zaman Temel Reis'in kısık ve boğuk sesi gibi kulaklarda yankılanıyor. Hatta bazen metalcilerin yabancısı olmayacakları tonlara ulaşıyor. Bu haliyle eski çağlarda doğanın seslerini taklit ederek günümüze kadar geldiği rivayet olunuyor. Tuva'nın en önemli gruplarından olan Huun-Huur-Tu'nun bu albümü ise bu tarz deneysel ve canlı kayıtları içermesinin yanısıra ve daha da çok, yerel melodileri ihtiva eden şarkılar da içeriyor. Ki Avam Churtu Dugayimny'de üst noktasına vardığı ezgiler oldukça destansı ve ruhani bir hava aksettiriyor dinleyiciye. Kültürlerinde başat figür olan at ve  toprak-vatan sevgisinin sözel ağırlığını hissettirdiği parçalar hem geleneksel hem de yeni üretilen bestelerden oluşuyor. Jomşu halkı Altaylar örneğin kendin topraklarından ayrılan bir Altaylının kısa sürede hastalanıp öleceğine inanıyor. Bu anlamda bu insanların doğayla ilişkisi okuduğumda çok da kavrayamadığım Ursula LeGuin'in Hep Yuvaya Dönmek isimli kitabını daha bir takdir etmeme sebep oldu. Diğer yandan Dyngyldai'de olduğu gibi eğlenceli bir atışmanın izlerini sözlerin manasını anlamadan hissetmek bile mümkün.  Ooo Dangadadangadadayyy diye söylenirken vokal, tam da üzerlerine yakıştırılan şaman rock tanımının anlamını keşfediyorsunuz. Büyük bir ihtimal ritmin etkisiyle de garipgurup hareketler yapıyorsunuzdur gizliden gizliden. Albümün en etkileyici parçalarından Tarlaashkyn de hissettiğiniz marşvari destansılık sözlerle perçinleniyor.
Tarlaaskyn'den geldik. Bizleri daha fazla aşağılamalarına izin vermeyeceğiz. Ezilen yoldaşlarımızı bir kez daha özgürleştireceğiz.
Bir duvar kadar sağlam olduk. Daha fazla geçmişe bakmıyoruz. Tüm dünyanın halklarını birleşmeye çağırıyoruz.
Dünyada ilk bolşevik devletlerden birini kuran Tuvalar'ın geçmişine gönderme içerdiğini düşündüğüm bu şarkı dinleyeni yanıltmasın. Albümde yer alan diğer bir parça  Ezir-Kara, aynı hükümetin öldürdüğü yarışlar kazanan geleneksel bir at sürücüsünün öldürülmeden önce atına yazdığı bir ağıt aslında. Ayrıca bir avcı onuruna yazılan Hayang ile birlikte buradaki müziklerin nasıl kızılderililer ile (Amerikan Yerlisi)  Sibirya ve Orta Asya halkları arasındaki varlıksal ilişkiyi kanıtladıklarını görüyoruz. Öyle paralar felan harcayıp yıllarca bilimsel araştırma yapmaya gerek yokmuş yani.
Tek eleştirim, throat singing denen teknik ile yerel ezgilerin bazı parçalarda başarıldığı uyumun albümün geneline yaydırılmaması. Belgesel niteliği yansıtan canlı kayıtlar mesele albümün dinamizmini öldürüyor. Ancak başka bir bakış açısıyla da modernöncesi bir atMosferi yansıtmaya da katkıda bulunuyor.

8,50/10 

21 Aralık 2012 Cuma

Will Self - Büyük Maymunlar

Büyük Maymunlar romanı yabancılaşmanın yabancılaştığı bir ortamın havasını başarıyla aksettiriyor. İlk önce gayet bohem hayatını sevgilisi ve arkadaş grubuyla partilerde barlarda uyuşturucu çekerek içki içerek harcayan ressam Simon Dykes'ı tanıyoruz. Gayet marjinal ve aykırı bir dile sahip olan kitabın yöntemine alışmak vakit alsa da bir sabah etrafının insansı şempanzelerle çevrili olduğunu gördüğünden dolayı şoklardan şoklara giren ressamın şaşkınlığına tanık olduğumuz andan itibaren her şey okuyucu için iyiye ( ressam arkadaş için de kötüye) gidiyor. Aslında Simon da etrafındaki şempanzelerden farklı değildir, lakin kendini insan zannetmektedir. Şempanzelerin evrimleştiği bir toplumda ise insanlar gayet yabani bir cins-i mahlukat olarak Afrika kıtasında terennüm etmektedir. Ondan sonra ünlü bir psikolog yardımıyla Simon'un tekrar maymunlaşması sürecini ve topluma adaptasyonunu izler buluruz kendimizi. İşin dahiyane kısmı şu: Zeki şempanzeler insan gibi davranmıyor. Kendi özelliklerini de evrim basamağında ilerletip sosyal dokuyu üretiyorlar. Misal sadece üstleri giyinik. Grup diye tabir edilen hiyerarşik bir aile içinde kalıyorlar. Hiyerarşi sadece ailede değil sosyal tabakanın her tarafında hissediliyor. Birbirlerine dokunarak, tımar ederek sosyalleşiyorlar. Anlaşmaları ise daha çok el işaretleri temelinde, ses ve mimiklerin tamamlayacı olduğu bir lisan vasıtasıyla oluyor. Bu sebeple de TV, radyodan önce keşfedilmiş. Günde 3 kezden fazla yenen öğünler ve alenen yaşanan cinselliğin sıradanlaşması vs... Bu toplumsal kuralları yapmayanların garipsendiği toplumda elbette normalleşmenin ters yüz edildiğini görüyoruz. Kendini modern insan sınıfından zanneden Simon'un bu toplum ile yüzleşmesi ise tıpkı bizde de olacağı gibi önce tepkisel, sonra mizahi sonuçlara vesile oluyor. Neticede de kabullenme aşamasında sonlanıyor. Kısacası kulağa geldiğinden bir miktar zahmetli de olsa ilginç mecralara sürükleyebilecek bir kitap. Ama cinsellik dahil ilginç ve kimi zaman da iğrenç sahneler sergileyen dile dikkat.

20 Aralık 2012 Perşembe

Sepultura - Schizophrenia (1987)

Birisi bana bir şeyi yap dediği mi, hadi onu geçtim, en hafifi birisi bana bir şey tavsiye etttiğinde inat damarım tutar ve tersini yaparım. En basitiyle dediklerini yapmam. Bayağı bayağı kıl bir adamım. Yıllar öncede pek bir çok kez Sepultura dediler, dinle dediler. Ve bugüne kadar kasten hiç dinlemedim. Elbette, körtopal cahil değilim. Cavalera kardeşleri, Soulfly'ı ya da Cavalera Conspiracy'yi ya da Sepultura'nın etnik öğelerden beslendiği dönemleri hakkımda bilgim var. Elbette müzikleri oradan buradan kulağıma kaçtı. Ama kasten dinlemedim. Şimdi neler kaçırdığımı anlıyorum. Çünkü tam gençlik zamanlarıma has bir müzik yapıyorlarmış bu ikinci albümlerinde. Hız, ataklık, çeviklik, rif üstüne rif, gaz üstüne gaz. Zaten bu aralar da canım metalin işlenmemiş, ham, dolaysız hallerini çekiyormuş. Cuk oturdu. Yine de bu kadar övgüye rağmen mükemmel olmakdan uzaklar. Melodik Inquisition Symphony thrash metalin enstrümental parça geleneği devam ettirmekle beraber tek öne çıkan şarkı olma özelliğini gösteriyor. Diğerleri her ne kadar rifleri ve ruhuyla dinleyeni mest etse de henüz karakterini kazanamamış olgunlaşmamış yeniyetmelere benziyor. Üstelik Max Cavalera'nın kendine has death-thrash arası vokalini çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Bonus parçalı versiyon özellikle şık diyeyim.

8,0/10

18 Aralık 2012 Salı

Ennio Morricone - C'era una volta in America (Once Upon in a Time America/Soundtrack) 1984

Filmin ruhunu birebir yansıtabilen bu soundtrack, özellikle spagetti western (yani italyan usulü kovboy filmleri) film müziklerini bestelemekle ünlenmiş Ennio Morricone'nin en bilindik kayıtlarından biri. Tabi bunda filmin de etkisi büyük ki birbirlerini tamamladıklarını söylemek mümkün. Bu doğrultuda aynı film gibi bir tedirgin itici ruh hali sinmiş albüme. Filmi hatırlarsanız Robert amcanın gençlik halleri, yorgun duygusuz şaşkın yaşlılık dönemine göre çok daha ilginçdi. Tarif etmekte zorladındığım bu karanlık ve boğucu haleti ruhiye müzikal olarak da yansımış durumda. Ayrıca 20-30'lu yılların parti modundaki orkestral bestelerin hüzünlü melodilerin arasına kaynaşması da garip duruyor. İlginçtir filmin alamet-i farikası konumuna gelmiş olan o flüt melodisi ki yarışma programlarında bile sorulmuştu, birden fazla parçada karşımıza çıkıyor. Bununla beraber yine klasik müzik açısından etkileyici melodiler dikkat çekiyor. Fakat albümün bel kemiği belki de 12-13 dakika süresiyle Suit.

7,75+/10

16 Aralık 2012 Pazar

Beak> - >> (2012)

Konserini kaçırdığım gruplar listesine bir isim daha ekleyebilirim. Portishead yan gruplarından biri olduğu için dinleme listeme aldığım, konser sebebiyle dinlemeyi öne çektiğim grup, krautrock etiketi altında müziklerini yapıyor. Vallaha, çok bildiğim şeyler değil. Bir, 70'lerin deneysel rock ve elektronik türü olduğunu biliyorum bir de Replikas'ın da bu sıfatla tanımlandığını o kadar. Albüm ise beklediğimin tersine uç noktalara varmayan ve sıcak bir progresif sound sunuyor. Tıpkı açılışı yapan The Gaol gibi. Özellikle 60-70'lerin Tanrıların Arabaları gibi (80'lerde de konuşan bebek olayı vardı misal)  ezoterik konuları işleyen belgeselere soundtrack olacak şıklıkta futuristik Ladies Mile'dan sonra albümün daha enteresan noktalara vardığını söylemek mümkün. Bir taraftan Ortadoğunu anımsatan mistisizme diğer yandan ritmik bir agresyona uğramadık duygu hali bırakmıyor. Albümün çok büyük bir eleştirisi ise melodilerin kendini çokca tekrar etmesi. Ki hem ben severim hem de bu onların elde etmek istedikleri bir sonuç besbelli. Yine de fazla gibi gibimsi.

8,25/10

15 Aralık 2012 Cumartesi

Michel Foucault - Seçme Yazılar 4: İktidarın Gözü

Baudrillard'ın yanında Foucault okumak çocuk işi dediğimde ciddiydim. Serinin 2 ve 3. ciltlerini de okumuş biri olarak bu kitapda çok da farklı şeyler anlatıldığını söyleyemeyeceğim. Zaten konferans ve röportajları içermesi sebebiyle tamamlayıcı bir nitelik gösteriyor. Ama ilgi çekici biriki noktaya dikkat çekelim:
Genel olarak, devlet iktidarına ayrıcalık verilir. Birçok insan diğer iktidar biçimlerinin ondan türediğini sanır. Oysa bence, devlet iktidarının diğer iktidar biçimlerinden türdiğini söylemeye kadar varmasak da, en azından bu iktidarlara dayandığı, devlet iktidarının var olmasını sağlayanın onlar olduğu söylenebilir. İki cins arasında, yetişkinlerle çocuklar arasında, ailede, işyerlerinde, hastalarla sağlıklılar arasında, normallerle anormaller arasında var olan iktidar ilişkilei bütünün devlet iktidarından kaynaklandığı nasıl söylenebilir? Devlet iktidarı değiştirilmek isteniyora toplum içinde işleyen çeşitli iktidar ilişkileri de değiştirilmelidir. Yoksa toplum değişmez. Örneğin SSCB de yönetici sınıf değişti ama eski iktidar ilişkileri kaldı.
..Birkişiyi cinselliğine göre tanımlama düşüncesi onların aklına gelmezdi...Uzun vadede ve daha geniş bir strateji çerçevesinde cinsel kimlik üzerine sorular sormamak gerekiyor. Söz konusu durumda cinsel kimliğini onaylatmak değil, cinsellikle, farklı cinsellik biçimleriyle özdeşleşme buyruğunu reddetmektir önemli olan.

RETRO: Marduk - Here's No Peace (1997/1991) EP

91'de demo olarak kaydedilip 97'de anca görücüye çıkan bu kayıt biri girizgah niteliğinde sadece 3 parçadan oluşuyor. Fuck Me Judas'da olduğu gibi ruh black ama müzik death metal. Özellikle ritmik 2. parça zevkle dinlenesi bir karakter gösteriyor. Ayrı bir kısa albüm olarak çıkarma zahmetine niye girdiler, bu parçaları bir albümün ötesine berisine bonus olarak ekleyemezler miydi, yoksa eklemişlikleri var mı, ya da grup paragözlük mü yapmış, aklıma gelen ama asla araştırmayacağımız bir kaç soru.

6,0/10

14 Aralık 2012 Cuma

Red Hot Chili Peppers - Californication (1999)

Büyükçe bir Kaliforniya taşlaması olan bu albümün ilk çıktığı anı hepimiz hatırlarız, değil mi? Senelerce klipler döndü ekranda, şarkılar çalındı kafe barlarda. Bıkkınlık sıkkınlık gelmişti. Bu bünye bir kez daha Californication duysa patlayacak zannederdim. Gümm! Ancak oturup albümü baştan sona dinledikçe, defalarca dinleyebildikçe, popülerlikle rock müziğin çok iyi kaynaştırıldığını görüyoruz. Gayet de keyifle eşlik ederek, hebele höbele şeklinde daha çok, dinliyorum vallahi. Bir kere Around the World gibi benim için özel bir manaya sahip milenyum şarksısıyla açıyoruz. Yer Taksim meydanı, yılbaşı felan. Tarih öncesi bir döneme denk düşüyor yani. Enerji kaynaşması akıyor parçadan. Otherside asla sıkılmayacağım bir slow. Easily ile Emit Remmus, arka planda kalmış babalar. Sonra Road Trippin, Savior, Get On Top, Parallel Universe. Yeni halleri pek çekici gelmemekle beraber bu albüme ve öncesine, Under The Bridge şarkısı vardı bir de fi zamanında bunların, ara ara dönmek lassım.

8,0+/10

13 Aralık 2012 Perşembe

Dolorian - When All the Laughter Has Gone (1999)

Black metal ile doom metali en karanlık şekliyle harmanlayan grup belki de yeni yeni oluşan depresif black metal'in ilk öncülerindendir. Bunu bir araştırıp dönmek lazım. Ancak bildiğim bir şey var ki dinleyen her bir insancağızı diri diri mezara gömebilecek potansiyeli bilfiil harekete geçirebiliyorlar. Hedefledikleri buysa , boğum boğum klostrofobiyse başarılılar doğrusu. Yalnız, ben vaktimin zamanımın dolmasını bekleyeceğim. Belki yarın belki 21 aralıkda. Kısacası sadece kişisel sebeplerden dolayı notum düşük. Yoksa aradığınız jilet falçataysa doğru iz üzerindesiniz.

6,75-/10

12 Aralık 2012 Çarşamba

I Like Trains - Beacons (2012) EP

Post rock dediklerine bakmayın, enteresan bir indie rock yapıyorlar. Özellikle vokalin etkisiyle Interpol ile Editors'u post-punk'da birleştirememe hali gibi bir şey sergiliyorlar. Bu haysiyetli vokal maalesef birbirine benzer tempoya sahip parçalar içinde etkisini kaybediyor. Beacon gibi uygun bir şarkıda bile beklenen kopma anı bir türlü gelmiyor. Bir trenleri seviyoruz bir de Godot'yu bekliyoruz.

6,50+/10

8 Aralık 2012 Cumartesi

Anton Brückner - Symphony no. 9 (in Concert and Rehearsal, Celibidache) 1998

Bir önceki dinlediğim kayda göre daha teknik bir yöntem izlediğini söylemek mümkün. Bununla birlikte Star Warz tarzı destansılığa sık sık başvurmaktan da kaçınmamış Brückner. Zaten Celibidache kayıtlarının tertemiz haliyle dinlemeyi kolaylaştırdığını da söylemiştim. Ayrıca ikinci cd'nin yarısı prova kayıtlarından derlenmiş. Celibidache Almanca bir şeyler söylüyor, ardından bir enstrüman veya enstrümanlar kısa süreliğine icrasını yapıyor. Şöyle bir şey var ki ben klasik müzikte aradığımı çoktan buldum. Piyano, piyano, piyano. 3 sefer söyleyince belki salonda peydah olur. Klasik müzikte naifliği letafeti çok daha fazla seviyorum.

7,75/10

6 Aralık 2012 Perşembe

RETRO: Helloween - Master of the Rings (1994)

Vokalin Andi Deris'e teslimatıyla birlikte grup modern akımlardan fazlasıyla etkilenmişe benziyor. Üstelik hızlanan tempo ile birlikte tekrardan power metal ruhunu kucaklamışlar. Yine de In the Middle of a Heartbeat gibi slow bir şarkıya da yer vermeyi ihmal etmemişler. Yalnız albümün dörtçekeri ayrıksı soundu ve neşeli melodisi ile önceki albümlerindeki ruh halini yansıtan Perfect Gentleman. Şarkı o kadar çabuk bitiyor ki başa sara sara defalarca dinler durumda bulabilirsiniz kendinizi. İşin özü şu ki ben de pek beğenirim bu şarkıyı. Bununla birlikte diğer parçalara bir canlılık yüzLerine bir renk gelse de öyle çok da muhteşem olduklarını söylemek güç. Böylece Helloween kampanyamızın sonuna geliyoruz, kısa bir süre sonra Gamma Ray'de buluşmak üzere, sağlıcakla kalın...

7,25+/10

4 Aralık 2012 Salı

Selah Sue - Selah Sue (2011)

Albümün ilk yarısı, Leh kanallarında gösterilen çikolata reklamında da kullanıldığından pek bi meşhurumsu This World, Peace of Mind, Raggamuffin, Crazy Vibes, Black Part Love,  bomba gibi İngiltere üzerinden ithal Afrika tınısıyla yankılanırken, temponun düştüğü  slowlarda ve albümün geri kalanında o güzelim acı Adana kıvamındaki vokalden beklenenin tersine zaif bir performans görüyoruz. Çok da üzerinde durmuyoruz. Çünkü şu aralar pek bi moda olan Brit nostaljisi saga/soul sosuyla kadife gibi melez bir ses tarafından servis ediliyorsa bize dinleyip keyfetmek düşer. Ritmik haliyle de diğer yandan belki enerji düşüklüğünüz alabilir. Kısacası pop müziğin dumtıs eşliğinde yapılmadığını duyabilmek bile büyük bir şans iken hele hele güzel icra edildiği bir örneğe rastlamışsak, durmayalım, dinleyelim.

7,75-/10

2 Aralık 2012 Pazar

Orson Scott Card - Alvin Maker 2: Kızıl Kahin

Bu kitapla birlikte yazarın kalemini sevdiğim netleşmiş oldu.Daha önce belirtiğim gibi tek yanlı bakış açısından uzak ve alternatif tarih bezeli hikayesi zaten ilgi çekiciydi. Seri küçük Alvin etrafında şekilleneceğini ismiyle  belli etmesine rağmen, örneğin bu kitabın daha çok kızılderilileri ve onların direnişini konu alması daha büyük bir incelik. fakat redaksiyon konusunda sıkıntılar göze çarpıyor.
spoiler
Wobbish bölgesinin gelecekteki valisi olma planları peşinde kızılderili neslini  içkiyle yoketme planları kuran Bill Harrison'ın sahnesiyle açıyoruz kitabı. Alkolik tek gözlü Lolla-Wossiky'i köpek gibi kapısında tutarak bir tür kobay muamelesi yapmaktadır. Halbuki bu adam öldürdüğü bir şefin şaman oğludur. Dünyaya karşı olan aşırı farkındalığı kendisine acı verdiği için teselliyi içkide bulmuştur. Abisi ise kızılderilileri birleştirip beyazları bütün amerikadan kovmayı amaç edinen efsanevi savaşçı Ta-Kumsaw'dır. Beyazlar anlaşmaları çiğneyip kızılderililere içki satmaktadır.  Ta-Kumsaw'ın kızılderilileri toplayıp savaş çıkartacak olmasının tek sebebi bu değildir. Toprak ile kızılderililerin arasında mistik bir bağlantı vardır. Ruhsal olarak insanlar doğayla bütünleşiktir. Av hayvanları bile okun ucuna ölmeye gelir, kızılderililer ormanda yürürken bütünün parçası olur, farkedilmezlik pelerinine sarılırlar, günlerce yorulmadan enerjiyi topraktan çekerek koşturabilirler. Beyazlar ise toprağın ruhunu öldürmekten başka bir iş yapmamışlardır. En sonunda çıkan bir karışıklıkta Lolla elinde bir varil içki kaleden kaçar ve kendisini çağıran gizemli sesi takibe başlar. Nihayetinde küçük Alvin'i bulur. Alvin'in böcekleri kendi zevki ile ölüme gönderdiği olaya tanık olarak Alvin'in gözünü açmayı başarır.  Onun parlayan adamı olmuştur. Diğer yandan çocuk da kafasındaki sürekli gürültüyü yoketmiştir. Ve eskisi gibi yine doğayı hisseder hale gelmiştir. Ardından gördüğü kristal şehir vizyonu ile birlikte bir peygambere (ingilizce lisanında peygamberin kullanımı daha farklıdır, tarikat/mezheplerin 20.yy daki kurucuları bile bu tanımla tarif edilir) Diğer yandan genç amerikalıların düşmanı kuzeydeki Fransızlar da kızılderilileri kışkırtıp terör yaratma peşindedir. Vali olarak aslında cumhuriyetçi olduğundan dolayı sürülen LaFayette, komutan olarak ise Frederic bilmem ne görev almaktadır. Bildiğimiz Napolyon da yeni bir görevle buraya atanır. İnsanları kendine hayran bırakma gücünü kullanarak iyi bir savaş planı kurar. Tabi bir tılsımla bu etkiden LaFayette kurtulmuştur. Bu arada Harrison Vigour City'nin karşısındaki Lolla'yı takip eden kızılderililerin toplandığı peygamber kenti (Urfa :) ) ni yokedebilmek için provokasyon peşindedir. Çünkü Vigour şehrinin yöneticileri kendisinden hazzetmemekte ve kızılderililerden an azından nefret etmemektedir. İlk kitaptaki öğütlere istinaden küçük Alvin abisi Measure ile birlikte çıraklık yapacağı yere yolculuğa uğurlanır. Ancak aslında Harrison'un adamları olan bir grup kızılderili tarafından kaçırılır ve işkenceye tutulurlar. Alvin her seferinde abisini iyileştirmeyi başarır. Kızıl kahinin yönlendirmesiyle Ta-kumsaw onları kurtarır ama serbest bırakmak yerine Lolla'nın yerine götürür. Vigor şehrindekiler ise kahin ve Ta-Kumsaw'ın çocukları kaçırıp işkence ettiğini düşünerek galeyana gelir, Harrisondan yardım talep ederler. Tam istediği şey. Artık Tenskwa-Tawa adını alan tek gözlü kahin, kutsal bir gölün kenarına getirttiği Alvin'e kristal şehir görüntüsünü ve insanlığın tarihine gösterir doğayla bütünleştirerek. Kardeşi ile de arası açılmıştır. Kardeşinin istediğinin tersine doğunun beyazlara bırakılması gerektiğine inanmaktadır. O topraklar çoktan ölmüştür çünkü. Kızılderililerin de batıya çekilmesi taraftarıdır. Fakat görülerinde kan akacağını ve bunun da kendi projesi için bir gereksinim olduğunu görür. Ta-Kumsaw diğer kabileleri savaşa kışkırtmak ve Fransızlarla işbirliği yapmak için kardeşinden ayrılır. Yanında Alvin olmadığı takdirde öleceğine dair getirilen kehanete istinaden Alvin onun yolculuğuna katılır. Napolyon ile anlaşır. Ama LaFayette kralın başarılı olmasını istemediği için planları bozma yönünde  komplo teroilerine başlar. Salıverilen Measure kasabasına herşeyin yolunda oduğunu söylemeye giderken Harrison'ın adamları tarafından alıkonur. Hapsedilip işkenceye uğrar. Alvin'in yolculuğu onu sonunda kızılderililere kutsal olan sekiz yüzlü tepeye götürür. Orada ilk kitaptan tanıdığımız Taleswrapper ile rastlaşır. Peygamberin yarın öleceği bilgisini meşaleden aldığı bilgilerle Alvin'e aktarır. Alvin tepeye tırmanır, bir hücrede cançekişen Measure'ı ruhani bir yolculukta bulur , iyileştirir ve peygamber şehrine Harrison'ın komplosunu açığa çıkartması için gönderir. Çünkü Alvin'in ailesi başta olmak üzere Vigor halkı, Harrison'ın süvarileri ile birlikte peygamber kentini kuşatmıştır. Onbin kadar kahinin destekçisi sivil ise hiç bir direniş göstermeden meydanda beklemektedir. Dokuzbininin ölümüne neden olacak katliam başlamıştır ki Measure foyayı ortaya çıkarır. Kahin kalan halkını da alıp beyazları lanetler. Ellerinden durmaksızın akan kanı durdurmak için evlerindeki hanımlara ve kasabalarına gelen her yabancıya sebep oldukları dehşeti anlatmaları gereklidir. Böylece vicdana ve toprağa dayalı zımni bir sınır çizmiş olur iki halk arasında da. Harrison da lanetlenip sürgün edilir. Yani kahinin kanlı planı sonuç vermiştir. Alvin, Ta-Kumsaw'ın eşi Becca'yı ve onun insanların kaderini resmeden dokuma tezgahını görür. Fransızların kızılderililere güvenmemesi, Lafaytte'nin planları neticesinde, normalde amerikan ordusuna karşı kolayca galip gelecekleri savaş kaybedilir. Detroit yıkıntı haline dönüşür. Ta-Kumsaw yaralandıkça Alvin tarafından iyileştirilir. Sonuçta tek başına batıya kardeşinin yanına varır. Alvin de evine geri döner

1 Aralık 2012 Cumartesi

Sarratum - Old, Cold, Untold (2009)

En has black metal dinleyici için kayıt kalitesinin kötü olması makbuldür. Ama bir yere kadar. Kendi içinde bile kalite olarak tutarlılığı yakalayamamış bir albümle karşılaşana kadar en azından. Burada da parçaların prodüksiyonu kötüden banyoda kaydedilmişçesine berbat arasında değişiyor. Ki büyük ihtimal bu da aslında bu albümün bir tür derleme olduğunun göstergesi. Ve bu durum da isteristemez dinlemeyi ve konsantrasyonu olumsuz etkiliyor. En dikkat çekici özellik bu olduğu için girizgahı böyle yapmayı tercih ettim. Üstelik bu yerli sahneyi temsilen müziğini yapan yeraltı grubunun (kişisi) albümünde bir diğer dikkat çeken nokta ise soundun henüz  oturmamış olması. Bir yandan Summoning benzeri ki saygı albümünde de yer almışlardı, atmosferik black metalden Joy Division vokalini andıran bir tür deneyselliğe oradan güçlü melodilere tür içinde kalmak şartıyla yer vermekten çekinmiyor. Kulağa her ne kadar hoş gelse de yine dinlemeyi zorlaştıran bir faktör. Bununla birlikte bu arayış aslında bize çok iyi ifade edilemese de parlak bir yaratıcılığın izlerini sunuyor. Neredeyse disko ritmine bağlanan Black Rose bu anlamda oldukça manidar bir örnek.

6,25/10

29 Kasım 2012 Perşembe

RETRO: Marduk - Live in Germania (1997)

Havalar soğumaya başladıkça bir uyku hali bi tembellik çörekleniyor insanın tam içine. Bu yüzden kısa keseceğim. Koolarımı bile kaldırmak zor geliyor. Dinamizmi öldürüp parçaları aynileştiren prodüksiyon da keşke parça seçimi kadar iyi olaydı da bayram edeydik. Konser atmosferi de fifti fifti. Bu da o yalandan konser albümü mü bilmiyorum, ama zannetmiyorum da. Öyle yani. Taa Alamanyalardan...

7,50/10

28 Kasım 2012 Çarşamba

Colour Haze - She Said (2012)

Bir albüm çift cdden oluşuyorsa orada biraz duracak duraksayacaksın. Peşinen kabul etmek gerekir ki ortaya çıkan şey mükemmel olmayacaktır. Burada All albümüyle tanıyıp pek sevdiğim, öncesi sonrasıyla diye başlattığım dinleme turunda 2006 yılındaki Tempel'e kulak verdiğim grubun en güncel hali ile benzer bir durumdayız. Bu önceki sonraki halini Neurosis ve Om için de devam ettireceğim, her birinden iki albüm şeklinde. Colour Haze'i biliyoruz ki gayet kendine has, sertleştiği anlarda bile kadifemsi bir zarafete sahip, sofistike bir müzik sunuyorlardı dinleyiciye. Aynı durum üç aşağı beş yukarı devam ediyor. Yalnız dinlemeyi otantik hale sokan doğu ezgilerini bırakıp kendilerini cem (jam)e vermeleri o ihtiras ve tutku hissiyatını söndürüyor. Ortaya ister istemez  içki sofrasına meze arka fon musikisinden fazla bir şey çıkmıyor. Evet, başlangıçda biraz Latin ritimlerine uğranmış ki pek tercih ettiğim hareketler dahilinde değil bu. Görüşlerimi adını geçirdiğim önceki iki albümlerine kıyasen seslendiriyorum. Yoksa son şarkıdaki yaylı düzenlemeler ya da ilk cd nin son şarkısı başta olmak üzere bazı riflerin, fazlasıyla tekrarlanmasına rağmen, ilgi çektiği inkar edilemez. Yine de bu kadar cem bana fazla. Onun yerine Kyary Pamyu Pamyu dinlemek daha eğlenceli yutupta. 

7,50/10

25 Kasım 2012 Pazar

Be'lakor - Of Breath and Bone (2012)

Bir önceki Be'lakor albümünden bir miktar daha fazla hoşuma gittiğini söyleyebileceğim. En azından progresif detaylar dadadat tonlarında gitar ile dengeleniyor da dinleme daha bir gazlayıcı motivasyon altında gelişiyor. Yoksa çok da görünen duyulan bir fark yok. Ama bu grup nereye kadar gider, yolu nereye varır? Gönül rahatıyla diyebilirm ki şimdiden potansiyel sınırları belli olmuştur.

8,0/10

24 Kasım 2012 Cumartesi

üçtürü beştiri üçtürü beştiri top 5


1992
 1) Iron Maiden - Fear of the Dark
2) WASP - The Crimson Idol
3) Anathema - The Crestfallen EP
4) Keith Jarrett- Dmitri Shostakovich: 24 Preludes and Fugues Op.87 
5) Megadeth - Countdown to Extinction
6) Blind Guardian - Somewhere Far Beyond*



1993
1) Björk - Debut
2) Darkthrone - Under A Funeral Moon
3) Megadeth - Symphony of Destruction (Bootleg)
4) Rage - The Missing Line
5) Therion - Symphony Masses
6) Anathema - Serenades*



1994
1) The Offspring - Smash
2) Portishead - Dummy
3) Megadeth - Youthanasia
4) Yaşar Kurt - Sokak Şarkıları
5) Darkthrone - Transilvanian Hunger

1995
1) Moonspell - Wolfheart
2) Paradise Lost - Draconian Times
3) Blut Aus Nord - Ultima Thulee
4) Hypocrisy - Maximum Abduction (EP)
5) Björk - Post
6) Summoning - Minas Morgul*

1996
1) Şebnem Ferah - Kadın
2) Marilyn Manson - Antichrist Superstar
3) Moonspell - Irreligious
4) Ünlü - Son Defa
5) Özlem Tekin - Kime Ne

1997
1) Pentagram - Anatolia
2) Björk - Homogenic
3) Portishead - Portishead
4) Radiohead - OK Computer
5) Stratovarius - Visions

1998
1) Anathema - Alternative 4
2) Portishead - Roseland NYC Live
3) The Climb - The Climb
4) Death - The Sound of Perseverance
5) Paradise Lost - Reflection, best of
6) Massive Attack - Mezzanine*
7) Marilyn Manson - Mechanical Animals*


1999
1) Anathema - Judgement
2) Demons&Wizards - Demons&Wizards
3) Dark Tranquillity - Projector
4) Asafated - Tout va Bien (EP)
5) Nagelfar- Srontgorrth
6) Katatonia - Tonight Decision ** (EP yi saymazsak)

2000
1) Rotting Christ - Khronos
2) Dark Tranquillity - Haven
3) In Flames - Clayman
4) Björk - Selmasongs
5) Nevermore - Dead Heart in a Dead World

2001
1) Avantasia - Metal Opera
2) Summoning - Let Mortal Heroes...
3) Anathema - A Fine Day to Exit
4) Converge - Jane Doe
5) Ramsstein - Mutter

2002
1) Avantasia - Metal Opera II
2) Rotting Christ - Genesis
3) Sentenced - The Cold White Light
4) The Meads of Asphodel/Mayhem - Jihad/Freezing Moon
5) Deathspell Omega - Inquisitors of Satan
6) Antimatter - Saviour* (Spliti katmazsak)

2003
1) Şebnem Ferah - Kelimeler Yetse
2) Mors Principium Est - Inhumanity
3) Edge of Sanity - Crimson II
4) Anathema - A Natural Disaster
5) Korpiklaani - Spirit of Forest

2004
1) Mor ve Ötesi -Dünya Yalan Söylüyor
2) Neurosis - The Eye of Every Storm
3) Amon Amarth - Fate of Norns
4) Into Eternity - Buried in Oblivion
5) Rotting Christ - Sanctus Diavolos

2005
1) Sentenced - The Funeral Album
2) Mors Principium Est - The Unborn
3) Vega - Hafif Müzik
4) Darkest Hour - Undoing Ruin
5) Hard-Fi - Stars of CCTV

2006
1) Pinhani - İnandığın Masallar
2) Arctic Monkeys - Whatever People Say I am...
3) Katatonia - The Great Cold Distance
4) Massive Attack - Collected, best of
5) Amon Amarth - With Oden on our Side
6) Mono - You are There * (derlemeden dolayı)

2007
1) Rotting Christ - Theogonia
2) Şebnem Ferah - 10 Mart 2007 İstanbul Konseri
3) Burial - Untrue
4) Dark Tranquillity - Fiction
5) Klaxons - Myths of Near Future
6) Björk - Volta (konser albümü saymazsak)

2008
1) Portishead - Third
2) Grand Magus - Iron Will
3) Amon Amarth - Twilight of the Thunder God
4) Rainbow Arabia - The Basta (EP)
5) Pharaoh - Be Gone
6) Colour Haze - All * (EP den dolayı)


2009
1) Editors - In this Light..
2) Solstafir - Köld
3) Long Distance Calling - Avoid the Light
4) Kylesa - Static Tensions
5) Ch'aska - Pururauca


2010
1) Orphaned Land - The Neverending Way of...
2) Burzum - Belus
3) Deathspell Omega - Paracletus
4) Kurban - Sahip
5) Rotting Christ - Aealo

2011
2011'in ilk beşine iki yeni giriş olması yine 2011'i iyi bir yıl yapmaya yetmiyor. Yani buradaki ilk beş, diğer senelerin ilk onuna belki girer, belki de girmez.

1) Septic Flesh - The Great Mass
2) Solstafir - Svartir Sandar
3) Thy Catafalque - Rengeteg
4) A Hawk and a Hacksaw - Cervantine
5) Deafheaven - Road to Judah

2012
İyi başladı vallahi, memnunum. Yine de listede zayıflıklar var.

1) Sigh - In Somniphobia
2) Burial - Street Halo/Kindred
3) Fabrizio Paterlini - Autumn Stories
4) Ne Obliviscaris - Portal of I
5) Kafabindünya - Obi
6) Drudkh - Eternal Turn of the Wheel * (derlemeden dolayı bunu da ekleyelim)

İsmail Gökalp - Akyazı: Bir Devrimcinin Anıları

Bugün Türkiye radikal solu içinde ayrıksı bir yerde duran Odak çevresinin öncülü Üçüncü Yol grubunun, sonu faciayla biten Akyazı soygun girişimine katılıp hayatta kalan tek grup üyesi İsmail Gökalp, bu kitap vasıtasıyla sadece bu meşum olayı değil bu vesileyle siyasi hatıratını özetliyor. Öncelikle bugün Odak grubu küçük sayısallığına rağmen durmaksızın operasyon gören bir grup. İşin ilginci yayınlarına bakıldığında görece etkisiz varlığına rağmen solda görmeye alışkın olmadığımız bir olgunlukta değerlendirmelerde bulunan, yerli yerinde eleştiriler getirmekten çekinmeyen ve ayağını kökleştiği yerel özgünlükleri reddetmeden (Şefik Hüsnü, Mihri Belli ve Kurtuluş Savaşı) sağlam basmaya çalışan yapısıyla şiddeti pratik haline getirmediği aşikar. Ama eskiden görüldüğü kadarıyla diğerlerinden pratikte pek bir farkı yokmuş. Bunu ben değil yazar belirtiyor. Idol aldığı devrimci ağbileri o kadar gözüpek ve cesur ki elinde silahla geziniyor, polise de doğrultmaktan kaçınmıyor. Bu kadar basite indirgendi yani. Diğer yandan kamulaştırma adı altında bildiğin soygun girişiminin nasıl bütün bir kasaba halkıyla çatışmayla sonuçlandığını okurken getirilen kısıtlı özeleştiri (öldürülen insanlara karşı mekanik bir bakış açısı) o kadar havada kalıyor ki. Sadece soygun hüviyetiyle değil elinde silah halkın canına da kastetme olasılığı olarak somutlanıyor aslında kamulaştırma denen eylem şekli. Benim fikrim hissiyatım bu. İster istemez patlayan silahın sorumluluğundan kaçınarak (bu olaya özgü konuşmuyorum) halka rağmen halkçılığın zirvesinde dolaşmanın sonucu elbette yılların heba edildiği bir boşa çekme fenomeni ile tarif edilecektir.

23 Kasım 2012 Cuma

Robot Koch - Cosmic Waves (2012) EP

Artık dubstep kalıplarına da sığmayan eklektik bir elektronik müzik karanlık bir atmosfer eşliğinde bize sunuluyor. Ritimler sık olmakla birlikte yaratıcı dokunuşlara tabi tutulmuş. Yine de bazı anlar biraz amatörce Burial işi demekten alıkoyamasanız da iyi bir işle karşı karşıya olduğumuzu inkar edemiyoruz. Yarım saat süren bu EP de özellikle parmak ucu farkıyla daha agresif tonlarda vuruşlara sahip olan Void ile Sludge gibi örnekler daha bir hoşuma getti.

7,25/10

22 Kasım 2012 Perşembe

RETRO: Helloween - Step Out of Hell (1993) Single

Step Out Of Hell hiç de singlelık bir parça olmamakla birlikte Cut In The Middle ile Get Me Out Of Here eğlenceli nakaratlarıyla dikkat çekiyor. Bir de 4 dakikalık parodik bir konuşma var ki ne yapılmak istndiğine dair hiç bir fikrim yok. Yine hard rock sularında geziniyorlar.

6,0/10

21 Kasım 2012 Çarşamba

Rhapsody - Legendary Tales (1997)

Müziği fazlasıyla ciddiye alırım. Bugüne kadar alırdım. Karşıma hoppidi hoppidi melodiler, ortaçağ avrupası dans ritimleri ve klişe soslu fantastik hikayesi ile Rhapsody bugünlerde bilinen ismiyle Rhapsody of Fire çıkana kadar. Yandan çakma senfonik kısımları ya da hoppa folklorik etkiyi azaltıp (tat ve lezzet olarak tamamiyle silinmesi elbette yanlış olur) gitar tonuna ağırlık verseler benim zevkime daha uygun düşermiş doğrusu. Bununla birlikte mevcut halleriyle bile 90'larda power metali yeniden canlandıran haysiyetli gruplar arasında yerini almayı bildiler.

7,25+/10

20 Kasım 2012 Salı

Piano Magic - Life Has Not Finished With Me Yet (2012)

Ağır minimal sessizliğin sakinliğin yavaşlığın boğduğu bir tür ambiyatik pop ile karşı karşıyayız. Yani Radyo Eksen'in en sevdiği tarzlardan biri. Her ne kadar arada bir gitar devreye girse de can-ı gönülden daha baskın bir hale gelmesini dilemekten başka bir şey gelmiyor elimizden. Yoksa özellikle albümün başında eski Mısır ezgisine yaklaşan Judas, ya da olabildiğince tirajikomik bir ruh hali üzerinden yükselen albüme adını veren şarkı ya da gitar sayesinde göz dolduran High Definition'ın güzel melodilere sahip olmadığını söyleyemeyiz. Karanlık ve bittabiki bayan vokal sebebiyle Black Box Recorder'ı hatırlatan albüm, tabir-i caizse bu bayık hat boyunca ilerlemesi sebebiyle zor yutulur bir hap gibi. Ancak belirttiğim sebeplerden dolayı da büyük bir potansiyelin biraz cömertçe harcandığını görebiliyoruz. Yine de kötü değil, hiç değil. Sadece, niye? niye?

6,50/10

18 Kasım 2012 Pazar

Melanie Rawn - Ejderha Prens III: Güneşefendisi Ateşi

Serinin son kitabına geldik sonunda. Bir miktar temponun artmasından mütevellit okumanın kolaylaştığını söyleyebilirim. Hatta ve hatta hikayeyi de güzelleştiren yaratıcı yazarlık özellikelri konusunda ilerleme olduğunu bile ekleyebilirim.
Andy ile ailesi arasındaki bağlar iyice soğumaya başlar. Kendisi güneşefendilerinin geleneklerine aykırı uygulamalar geliştirmeye devam etmiş hatta metreslerinden çocukları bile olmuştur. Yıldızlardan beslenen büyücülük tekniklerini güneşefendilerine öğreterek savaşlarda pasif tavır alma kuralını da çiğnemeye başlamıştır. Çünkü vizyonunda kendi memleketi dahil ölüm kan ve gözyaşına boğacak bir istilayı görmüştür. Ancak güneşefendilerinin de savaşçı bir ruha bürünerek bu istilayı durdurabileceğini inanmaktadır. Diğer yandan Pol ise büyü tekniklerini, Andry'nin kalesinden ayrılan muhalif güneşefendilerinden öğrenmektedir. Kendi kalesini Pricemarch da inşa etmekte olup başına geçmek için gün saymaktadır. Onu seven Sionell ise başkasıyla evlenmesine rağmen Pol'a arkadaş gibi davranmaktadır.Yıldız büyücüsü Mireva yanında Ruval ve Marron ile birlikte kumpaslara devam etmektedir. Chiana'yı provoke ederek onun ordusunu harekete geçirme ve Meridalarla işbirliğinin yanısıra, Ruval'ın Princemarch'ın kanuni hakimi olduğu iddiası ile Pol'a meydan okuma konusunda kararlıdırlar. Bu esnada kılık değiştirme, ayna ile başkasını etki altına alma gibi değişik büyü yöntemlerine tanık olarak detaylara inebiliyoruz. Bu iki kardeş ejderleri öldürmeye başlayınca Pol ve şürekası tarafınan takip edilir. Yolda Ruala isminde yıldızbüyücüleri kökenli bir leydi gruba yardımda bulunur. Sonradan Riyan'ın sevdicağızı olacaktır. Bu ikili karşılaşmada Sorin hayatını kaybeder. Yani Andry'nin ikizkardeşi. Plan gereğince Cunaxa lordu Miyon , büyük kaleye teşrifatçıları ile gider. Hedefleri saf kızını Pol'e yamamaktır. Miyon kızına hep kötü davranır ki Pol acısın ve onu koruyucu bir ruh hali içinde sahiplensin. Tam da hedefledikleri olacaktır, fakat Pol planın farkına vararak kontrolünü hiç kaybetmez. Minerva, Miyon'un kızı Meiglan'ın baş dadısı kılığına girerek kaleye sızmayı başarır. Ruval ve Marron ise Miyon'un askerleri arasında yerini alır. Bu arada Ostvel Princemarch'daki sarayı kuşatmaya Chiana'nın ordusunun ilerlediğinin farkına varır. Sioned'in ve Andry'nin büyü gücüyle işgal etkisiz hale getirilir. Andry'nin haklı müdahalesi ailesi ve Rohan tarafından mahkum edilir ve şatosuna sürgün edilir. Tabi biraz öncesinde yemek salonunda Marron'un sinirden kılık değiştirme büyüsünü değiştirip meydan okuması ve Andry'nin kardeşini öldürmesi sebebiyle onu büyüyle yakarak küle döndürmesinin korkunç etkisinin de oldğunu söylemek lazım. Bu olay neticesinde Minerva ve Ruala kale içinde saklanmaya başarır bir süre. Minerva elegeçirilir. Ruala ise dışarıya kaçabilir. Ruala'nın meydan okumasına karşılık Pol'un da yıldızbüyücülüğü tekniğinde ilerlemesi için çalışması gerekmektedir. Ve bu gücü kendi genlerinden alabileceği yönünde özgüvenini geliştirmek adına artık ebeveynleri gerçek annesinin başkası olduğu sırını açıklamak zorunda kalacaklardır. Minerva ise onu sorguya çekmeye çalışan Andry'yi kandırıp kaçmayı başarır ve Pol ile Ruval'ın düellosuna müdahale ettiği anda Ruala tarafından öldürülür. Düello çok zorlu geçer. Hatta Ruval bir ejderin zihnini kontrol ederek Pol'a saldırtır. Ama ejder Pol'un yardımıyla kontrolü kırınca planları elinde patlar. Ta ta ta pol galip gelir. Meiglan ile koklaşmaya başlar. Miyon ve Chiana'nın canları bağışlanır. Amma sıkı bir kontrol altına alınırlar. Bir süre sonra Andry  bir kaç büyücü arkadaşı ile birlikte saptadığı gizli yıldızbüyücülerinin peşine düşerek suçlu olup olmadığına bakmaksızın infazına başlar, gizli olarak. Bu esnada onların da kendisi gibi bir istila vizyonu gördüğünü ve içlerinden bazılarının Minerva'ya karşı Pol'u destekleme kararı verdiğini öğrenmesine rağmen onların varlığını dünyadan silmeye kararlıdır. Böylece diğer bir üçlemenin girizgahı yapılır.

The Sarcophagus - Towards the Eternal Chaos (2009)

Yerli black metal gruplar arasında rastladığım en iyi kayıt kalitesine sahip  grubumuzun çıkış albümü jilet gibi keskin bir sound ile özellikle bateri ve düzenlemeler sayesinde elde ettiği epik atmosferi başarıyla kaynaştırıyor. Hızlandığı oranda daha da bünyeye gaz zerkeden gitar riflerinin (solo bilem var!) melodik olması barbar ve savaşçı atılganlığın derekesine leke süremiyor. Tabiki bu manik agresyon için grup Shining isimli grubun vokalini yapmasıyla ün ve şöhrete kavuşmuş Kvarforth'dan aldığı desteğe çok şey borçlu. Tecrübeye dayalı profesyonel vokal yaklaşımı inanın, çok şey farkettirmiş. Başlangıç introsundan sonra 3 şarkı gitgite etkileyici bir hale bürünüyor. Ondan sonrası ise albüme getireceğim eleştiri etrafında sönükleşmeye başlıyor. O da şu ki, grup halihazırdamevcut emsallerinden farklı bir şey üretmemiş durumda. Biraz daha besteciliğe ağırlık vermeleri gerekliliğinden başka işlerini gayet de iyi yapıyorlar. Lakin gruba henüz öznel bir karakter kazandırmaktan uzaklar. Melodikler, aynı zamanda brütal yanları var, biraz epik biraz atak. Lakin dinlemenin sonunda akılda kalıcı bir kimlik yok ortada.

7,0+/10

16 Kasım 2012 Cuma

RETRO: Marduk - Glorification (1996) EP

Glorification of Black God ile açılması bu kısa albümü daha dinlenebilir çok daha doğru ifadeyle daha satın alınabilir bir hale getiriyor. Çünkü diğer şarkılar thrash coverı olaraktan grubun istediği bir projenin eseri amma dinleyen açısından çok da istenilen, talep edilen değil, belki fanları dışında. 2 adet pek bilinmeyen Piledriver şarkısı, Total Desaster isimli hiç dinlemediğim lakin Marduk yorumunun arkasını deşeledikçe bünyeye güzel bir gaz pompaladığına inandığım Destruction şarkısı ile buraya yazmaktan erineceğim uzun isimli ilk dönem ki o dönemini de severim Bathory parçası. Gel gör mevlevi ol ki, bu black yorumlarını pek tutmadım. Pek çok kişi de benim gibi eh yani diyip geçmiş durumda. Ki bu da ender bir olgu, benim başkalarıyla hemfikir olmam, diyorum. Tadını çıkarayım bari.

6,50-/10

RETRO: Helloween - When the Sinner (1993) Single

When the Sinner iyi hoş bir parça da biri uzun olmak üzere iki versiyon olarak bir single'a tıkıştırılacak kadar ahım vahım şahım değil. Hatta daha düz ve rock ve öz ve has ve adam gibi adam I Don't Care You Don't Care 'in bu cihette kulağa daha bir güzel geldiğini söyleyebilirim. Zaten bu kadar, 3 şarkı.

6,50+/10

14 Kasım 2012 Çarşamba

V.A. - Maximum Hit Music 01 2012 (2012)

Biliyorsunuz, günümüzün pop müziğinden hiç hazetmiyorum, hele hele kliplerine hiç katlanamıyorum. Radyoda dinlemediğim için bazen komik duruma düştüğüm oluyor bu yüzden: Örneğin bu derlemenin de giriş parçası olan ve benim ecnebilerin deyişiyle guilty pleasureum Ai Se Eu Te Pego (ki sadece bu şarkı değil, söyleyenin Michel Telo olduğunu bilmeden sevmeye başladığım Bara Bara Bere Bere'yi de düşünürsek sanırım, ahh neyse boşverin, ayarım bozuldu galiba)'yu etrafımdakilere söylediğimde aldığım tepki böğ gelme ve kusma efektleriydi. Dolayısıyla ilk hedefim: Radyoda çalan popüler şarkıları dinlemek! Belçika ya da Hollanda'da yayımlanan bu derleme tam tamına 22 parçayı biraraya getiriyor. Klipleri müzik kanallarında dönen dans şarkılarıyla birlikte bir miktar daha kaliteli Kuzey Avrupa şarkılarının bir tür dengesi yakalanmış durumda. Yani Katy Perry, Flo Rida, Rihanna, LMFAO, Adele, Sean Paul, One Direction gibi isimlerin yanısıra çok bilmediğiniz Birdy, bir kaç Belçikalı hip-hopçıya da rastlamak mümkün. Yine de ağırlık ünlüler tayfasında. Çok da fazla duymadığım için süpriz yaratabilen parçalar olmadı değil. Take You Higher (Goodwill & Hook N Sling) güzel bir elektronik dans parçası, aynı şekilde Ode to Bouncer (Studio Killers) da ilginç tarzı ve güçlü basıyla dikkat çekiyor. Soul ve blues'a yakın Home Again (Michael Kiwanuka) de farklı bir yerde duruyor. Abartılı prodüksiyon eseri şarkıların biraz da olsa dengelenmesi iyi olmuş. İşin ilginci Sean Paul hatta ve hatta One Direction'dan ki kliplerinin salisesine bile dayanamıyordum, o kadar da rahatsız olmadım. Herşey de olduğu gibi müzikte de önemli bir kural işliyor demek ki: Alışmak.

7,0-/10

13 Kasım 2012 Salı

Tomoko Sunazaki - Tegoto (1992)

Koto, görünüşü kanuna benzeyen ve ipek tellerden oluşan bir Japon çalgısı. Bayan Tomoko Sunazaki ise şıkıdım şıkıdım kimonosunu giyip musikişinaslığını konuşturan bir koto üstadı. Tamamiyle sözsüz parçalardan oluşan bu albümde soundun yerel ile evrenselin sentezinden oluştuğunu ancak bir süre dinledikten sonra farkına varabiliyorsunuz. Genel olarak ilk bakışta filmlerdeki klişereden vesair tanıdık gelen dındırı dındırı dındındın melodileri gelse de inceliğinde bazı yerelliği modernize etme, özellikle ritimlerde, çalışmalarını duyumsayabilmek mümkün. Bununla birlikte,uyarmadı demeyin, alışana kadar bu ne yafu, bunların hepsi aynı be birader diyebilirsiniz. Normaldir, geçer.

7,50++/10

11 Kasım 2012 Pazar

Jean Baudrillard - Kusursuz Cinayet

Bodriya(r), Bodriya(r)! Okuyucuyu alaya alan bir modern zaman şarlatanı mı, yoksa gelecek toplumunun arkeolojisine kendini adamış bir kahin mi, karar veremiyorum. Aslında söylediklerinin gerçekliği 10 sene önce anlaşıldı ve bitti, şimdi perde Zizek'in. Ama bir Foucault anlaşılıp hakkı teslim edilmesine rağmen Baudrillard'da benzer bir şey yaşanmadı. O yüzden hala yapmış olduğu şeyi ümitsiz bir gelecek oyununa hapsolmuş olarak görebiliriz diye düşünüyorum.  Her söylediğini, (özellikle tercih ettiği sezgisel yöntem ve sembolik temsil sayesinde) idrak edebilmek bir o kadar güç ki sudoku faydası oluyor zihne. En yakın tümevarıma düşürebildiğim dağınık metolodiji ile birlikte nispeten Foucault'yu okumak çıtır çerez bir deneyim haline geldi.Yalan yanlış şöyle çalakalem aktaralım bakalım. Kendi sözleriyle:
Görüntü, gerçeğin kendisi haline geldiğinden, artık gerçeği imgeleyemez...Neyse ki, bize görünen nesneler hep daha önceden kaybolmuş nesnelerdir. Neyse ki, hiç bir şey bize geceleyin gökyüzündeki yıldızlardan daha fazla gerçek zamanda gözükmez. Eğer ışık hızı sonsuz olsaydı bütün yıldızlar aynı anda görünürdü ve gökyüzü dayanılmaz bir ışımayla parlardı. Neyse ki hiç bir şey gerçek zamanda olup bitmemekte..Neyse ki yaşamsal bir yanılsama düzeni içinde yokluğun, gerçekdışılığın, şeylerin dolaysızlıktan arınmış bir düzeni içinde yaşıyoruz. ..Neyse ki gerçeklik gerçekleşmedi...Dünya, ancak dış görünüşler düzeneği olan bu kesin yanılsama aracılığıyla varolur, her anlamın, her erekliliğin durmaksızın kaybolduğu yerdir... Geriye kalan tek belirsizlik, pek az olan gerçekliğine boyun eğmeden önce dünyanın nereye kadar gerçeklikten uzaklaşacağını ya da tersine çok fazla gerçeklik altında ezilmeden önce nereye kadar aşırı gerçekleşebileceğini bilmeye ilişkindir. Bir başka deyişle kusursuz gerçek olduğunda, gerçekten daha gerçek olduğunda, dünya eksiksiz simülasyonun etkisi altına girecektir.
Varoluş, boyun eğilmemesi gereken bir şeydir. ..ona inanmamak gerekir. İstenç ( ki bir inanç ve arzu yanılsamasıdır) boyun eğilmemesi gereken bir şeydir... Gerçek, boyun eğilmemesi gereken bir şeydir. Bize bir simülakr olarak sunulmuştur. Yalnızca boyun eğilmesi gereken kural vardır. Ama bu durumda bu artık öznenin değil, dünya düzeninin kuralıdır (Zaten dünyanın hiçliğinin bir parçası olduğumuza göre buna katacak hiç bir şeyimiz olmayacaktır, dünyada bir etkide bulunmayız yani) Artık istememe konusunda özgür değilizdir. Ama çoğu zaman ancak vadesi her zaman daha önceden belirlenmiş şeyi istemekten başka bir şey gelmez elimizden. İnsan hiçbir şeyi arzulamama korkusuyla hiçi arzulamayı yeğleyecektir (nesnesiz bir istenç)
Gerçeğin içinde ancak gerçek olabilen şey yanılsamanın etkisine girer. Gerçek içinde gerçeği aşan şey, bir üst yanılsamaya bağlanır. 
Artık seyirci değil, başarılı ve oyunun akışıyla giderek daha fazla bütünleşen oyuncularız. Dünyanın bir gösteri olarak gerçekdışılığını kaldırabilecekken ve dünyanın aşırı gerçekliği, bu sanal kusursuzluk karşısında savunmasız kalıyoruz. Gerçekten de her türlü yabancılaşmadan kurtulmanın ötesinde bulunmaktayız.
En yetkin biçimde belirlenmiş görüntünün temsiliyetle hiç bir ilgisi yoktur, ..görüntünün her türlü üretken yanılsaması teknik kusursuzlukla ortadan kaldırılmıştır (zaman için gerçek zaman, müzik için high fidelity, seks için pornografi, düşünce için yapay zeka, dil için sayısal diller ve beden için genetik kod ve genom) İster hologram veya sanal gerçeklik, isterse üç boyutlu görüntü söz konusu olsun, artık kendisini üreten dijital kodun kendini gerçekleştirmesinden başka bir şey değildir. Bu, görüntünün görüntü niteliğini yok eden daha açık bir deyişle gerçek dünyadan bir boyutu kaldıran aşırılaşmadan başka bir şey değildir.Bu kusursuz yetkinliğe, bu yararsız kusursuzluğa ne denli yaklaşılırsa yanılsamanın gücü o denli azalır. (Bu tekniklerde, iletişim de örneğin, zamansal gecikme yok olur) Sanal gerçeklikle ve onun tüm sonuçlarıyla tekniğin en uç noktalarına, aşırı bir görüngü olarak tekniğin içine geçmiş bulunmaktayız. Bu varsayım, teknik yabnacılaşmadan çok daha vahimdir. Tüm teknolojilerimiz, egemen olduğumuzu andığımız,  oysa çalıştırıcılarınan başka bir şey olmadığımız bir düzen aracılığıyla üzerimizde egemenlik kuran bir dünyanın araçlarından başka bir şey değildir. (Bu bağlamda) iktidar, kitleleri yönlendirdiğini (kitle iletişim araçları vasıtasıyla) sandığı sırada, kitleler kendi gizli etkisizleştirme ve dengesizleştirme stratejilerini benimsettirirler.Her iki varsayım aynı anda geçerli olsa bile...kitle iletişim alanında yapılacak veya söylenecek herşey, bundan böyle alaycı bir biçimde kararsızlık sunar.
Alay,..modern dünyanın tek tinsel biçimidir. Yalnızca alay gizi elinde tutar, ama onu artık yalnızca bizim elimizde bulundurma ayrıcalığımız yoktur. Çünkü artık alay, ..nesnel bir işlevdir. Öznenin eleştirel işlevi, yerini nesnenin alaycı işlevine bırakmıştır. Dünyamızın halesi artık kutsal bir yan içermez. Artık görünüşlerin kutsal ufku değil, mutlak ticari malın eleceğini sözkonusudur. Özü, reklama dayanır. Göstergeler evrenimizin merkezinde ticari malın soytarılığıyla sahnelenmesini bütünleştiren bir alaycı ilah vardır. Öznenin artık temsiliyette söz sahibi olmaktan çıkıp dünyanın nesnel alaycılığnın çalıştırıcısı durumuna indirgendiği bu tersine çevrilmeyle tüm fizikötesi ortadan kalkmıştır.
Irk ve dil farklılıklarını göz önünde bulundurmaksızın ötekini bütün biçimleri altında ortadan kaldırarak, toptan bir olumluluğu yerleştirmek için bütün ayrıksı durumları ortadan kaldırarak, bizler, kendimizi ortadan kaldırmak üzereyiz. (Kendini ölümden korumaya çalışan insanoğlu ırkçılık mecrasına varan bir politikada ötekiyi yeniden kurmaya çalışır)
Özün özcesi şu: Platonvari bir açıklama ile idealar dünyasını temsilen görüngülerden oluşur dünyamız. Kendileri gerçek haline gelen görüngülerin ardından ideal anlamda gerçekliğin tözünü arayarak yanılsamaktan kurtulmaya çalışan simülasyon, hedeflediğinin tersine (ki insanoğlunun gerçeklikten ve ölümden kaçış mücadelesinin parçası olarak) yukarıda bahsi geçen teknik faktörler aracılığıyla aşırı gerçekliği yaratıyor. Foucault'nun da sevdiği cinselliğin reklam başta olmak üzere insanların dünyasına abartıyla sunulması örneğinde olduğu gibi , yıldızların tümü kamaşmaya başlıyor ve insanlık aslında hiç bir zaman ulaşamayacağı kusursuzluk peşinde anlamsızlık daha doğrusu aşırı-anlam düzleminde kaosa sürükleniyor. Ama bir ümit vardır: olumsuzlanmanın olumsuzlaştırılamadığı bu aşırı gerçek döneminde olumluyu olumluyla çoğaltmak mümkündür. Yani iyi'nin iyi'yi ya da kötü'nin kötü'yü üretmesi iyidir (olumlu), İyi'nin kötü'yü (ya da zıttı) ise kötüdür. Örneğin fransızca "aptal ve kötü" deyiminde olduğu gibi kötü kötüyle dengelenir. Brecht'in ,bir şey istenmeyen bir yerde duruyorsa bu karmaşadır, istenen yerde hiç bir şey yoksa bu düzendir deyişi üzerinden: düzeni oluşturan hiçlik diyalektiği kendimizi güven içinde hissedebileceğimiz yegane çözümdür. Gerçek cesaret, orada birisinin bulunması gereken yerde bulunmamasıdır. Buna karşın bir kimsenin gerçekten olması gerektiği yerde olması durumu imkansızdır.
Özün özün özcesi şu: yansımanla barış, şefkat göster, sev onu. Kötünün kötüsü var bak!

Triggerfinger - I Follow Rivers (2012) Single

Lykke Li'yi kliplerinde rastladığım kadarıyla biraz ruhsuz buluyorum, bu şarkının da aslını asıl sahibinden duyduğumu hiç mi hiç hatırlamıyorum. Bu versiyonu da daha çok coverlarıyla ünlenmiş olan  Belçikalı rock grubundan dinleyince, hiiiç aldığım keyfi riske atmayayım dedim. Orjinali bir kenarda beklesin. Triggerfinger'ın bu şarkıda yansıttığının tersine sert bir soundla müzik yaptığı söylense de karşımızdaki yorum oldukça hissiyatli, yalın ve dinleyeni daha ilk duyduğu an esir alan bir özelliğe sahip. Artık sakalları ağarmış abimiz görünüyor ki karizmatik hal ve duruşun zirvesine ulaşmış. Sonucunda sesi de yıllanmış şarap kıvamına varmış. Hem bir hasret hem bir özlem hemi de umut türküsü I Follow Rivers. Diğer benzeri şarkılar gibi henüz bıktırmadı bendenizi. Tabi telefon melodisi yapınca bu durum ne kadar devam eder bilmiyorum. Ama öncelikle baştaki sessiz kısmı kesip atmalı ki telefon çaldığında vurucu kısımları duysun elalem.

8,50+/10

10 Kasım 2012 Cumartesi

Ayo - Joyful (2006)

Ayo'yo (o'su alttan noktalı) Down on My Knees isimli küçük düşürücü bir aşk şarkısıyla tanımıştık. Ve bu akustik ağırlıklı soul ritimli iç parçalayan şarkıyı elbette sevdik. Dizlerime çöktüm, yalvarıyorum, lütfen lütfen beni bırakma diyen bir sese kulak vermemek olmaz bittabi. Bir kez soul'a yakın olmakla birlikte parlak bir keskinliğe sahip olması vokali, hoş bir yerde konumlandırıyor. Birbirine bazen fazlasıyla benzeyen şarkılar, her ne kadar Down On My Knees hitinin yanısıra What is Love ve Without You gibi diğer bir kaç parça öne çıkıp kendini gösterebilse de, popüler anlamda şarkıcıya ayak bağı olmuş görünüyor. Yalnız amerikan stilinden farklı Akdenizvari bir atmosferi sunması dinlemeyi daha moody bir hale büründürüyor. Kısacası dinlemekten pişman olunmayacak ha dinleyini de öyle uzaya götürmeyen, bir albüm.

7,0/10

9 Kasım 2012 Cuma

Colour Haze - Tempel (2006)

Colour Haze gibi bir gruba rastlamadım. All'u dinleyip oldukça beğenmiştim önceden. Şimdi Tempel'ı ardından da bu sene çıkan She Said adlı albümlerine kulak verip yıllar içindeki değişimlerini gözlemleme fırsatını yakalacağım. Aynısını Neurosis ve Om için de yapacağım. Grubun bu albümü takip eden All'un sofistikasyonunundan ( varmı böyle bir kelime lugatimizda) ve profesyonelliğinden bir nebze eksik kalmışsa da stoner/heavy psyche gibi bir türde uzmanlaşıp elitleşmenin türün ruhuna aykırı bir gelişme olacağına varsayarak çok da kafama takmıyorum. Vokaller yine keyfe keder devreye giriyor. Özellikle misal Fire gibi bir şarkıda fısıltıya varan sükuneti iç gıcıklıyor. Yani süper bir şey bu. Ritimler ve tempo ağır değil, trippy, keyifli. Müzik ise kadife gibi yumuşak bir sertliğe sahip. Sıcak bir şekilde kavrıyor dinleyeni. Melodiler biraz güçsüz kalsa da grup yine dinlemesi müthiş rahat, peynir zeytinli bir kahvaltı tabağına damlatılan kekikli zeytinyağı sosu kıvamında bir keyif takdim ediyor.

8,50-/10

8 Kasım 2012 Perşembe

Katatonia - Dead End Kings (2012)

Bir önceki Katatonia entrysine baktım da amma kızmışım yafu o zaman. Yanlış da değilim hani. Kuul ve soğuk bir vokal ve tekdüze bateri tıkırtılarını Viva Emptiness zamanına gönderme yapan gitar işi rifler ve melodiler kurtarmaya yetmiyor bence. Parlayan kimi anlar var ama toplarsanız, üstüste eklerseniz yani bir seferde dinlemek isterseniz çekilmesi zor, keyif vermeyen bir kayıt haline geliyor. Eski zamanlara ait referanslar öyle gök gürleten yer titreten bir performans sunmuyor ki yine de albümün iskeleti bu besteler. Kötü bir albüm değil elbette, Katatonia'dan bahsediyoruz. Amma bazen bu müzisyen arkadaşlar bu şarkıları icra ederken kendilerini nasıl oluyorda uyumaktan alıkoyuyorlar merak ediyorum. Öztürkçesi sıkıcı, sindirmesi zor. Zaman verirseniz aslında albümün düzenlemelerine nasıl kafa yorulduğuna, çok kısa süreli de olsa devreye giren bir solonun nasıl fark yarattığına şahit olabilirsiniz. Bu yönüyle de ve sertlik namına karşılaştırılırsa önceki albümünden daha iyi bir noktada durduğunu bile söyleyebilirim. En azından bu seneki Anathema'dan bir gömlek daha üstün işler sunuyor Dead End Kings. Yine de ben artık o yoldan yürümüyorum. Diyorum ki: ritim arkadaşlar ritim, canlılık ve biraz da arabesk.

6,50/10

7 Kasım 2012 Çarşamba

RETRO: Helloween - Chameleon (1993)

Ya, bir şey söyleyeceğim: Eğer power metal gözlüklerini çıkarıp ki P si bile yok burada, ayarınızı heavy metal'e, hatta ve hatta hard rock'a getirirseniz , bir tık bir tık daha çevirin ayar düğmesini, hiç de fena bir albüm değil. Hatta, iyisi mi, dinlediğiniz grubun Helloween olduğunu bile unutun. Tamamdır, gayet keyifli yumuş yumuş tatlı melodilerden oluşan bir albümle karşı karşıya olduğumuzu inkar edemeyeceksiniz bu durumda. Hmm, bu melodiler o kadar akılda kalmıyor mu, fazla mı genel kitleye yani tüketicilere yönelik, besteler arasında sound uyumu yok mu, garip sentezler mi yapılmış (moderen soundlu Revolution da yedule yedule you narası mı?), geçelim yafu. Amma da seçicisiniz. Bu albümde sevdiğim şeylerden biri de Kiske'nin vokalinin sakinleşerek yumuşaması ehlileşmesi. Ses renginin güzelliğini cırtlamaya fırsat vermeden bol bol duyabilmek mümkün. Lakin sanki şarkılar aman aman progresifmiş gibi 8 -9 dakikaya varan sürelere ulaşması da pek anlaşılır değil. baladlar konusunda ise hala kararsızım. Güzeller mi, çok mu tribünlere oynuyorlar, karar veremedim.

7,25/10

6 Kasım 2012 Salı

Insomnium - Above the Weeping World (2006)

Mantiki çıkarımlar içinde baştacı göz nuru bir albüm olması gerekirken kim bilir belki bahsini daha önceden geçirdiğim içime çöreklenmiş huysuz ve mızmız minotaur yüzünden belki de kaderin talihsiz oyunları, bir türlü ısınamadığım albümler arasında yerini aldı Above the Weeping World. Ya ismi bile bir garip geldi işin aslı. Melodik death'in melodik tarafını bazı riflerde görmekle beraber bünyeye ağırlık yapan atmosferi beni etkilemeye başaramadı. Çok da çaba gösterdim, istedim, sevmeyi hoşlanmayı. Ne dramasını ne melankolisini idrak edebildim. Bana Death gibi enercayzır şeyler lazım demek ki.

6,25/10

4 Kasım 2012 Pazar

RETRO: Marduk - Heaven Shall Burn... When We Are Gathered (1996)

Hatırladığımdan daha iyi çıkığını söylemeliyim. Halihazırda klasik konumuna yükselmiş Glorification of the Black God'ın yanısıra amansız ofansıyla Darkness It Shall Be ve yine Kont Drakula takıntılı Dracul Va vıdı vıdı hayli öne çıkan parçalar. Besteler arasında çeşitlilik de sağlanmış. Kayıt kalitesinin bir nebze daha iyi olmasının black metal'de hiç de fena durmadığını tersine güzellik kattığını görebiliyoruz bu vesileyle. Hep çamır kayıt hep cızırtı fosurtu, nereye kadar?

8,0/10

3 Kasım 2012 Cumartesi

Bakırköy Oda Orkestrası Konseri 28-10-2012

Yavaş yavaş içine girdiğim klasik müziğini bir de sahneden dinlemek nasıl olur merakıyla ilk kez bir klasik müzik konserine gitmiş bulunmaktayım. Ucuz biletlerin yanısıra böyle bir orkestrayı desteklemesiyle , hem de ilçe gibi küçük ölçeğine rağmen, Bakırköy belediyesi büyük bir övgüyü hakediyor. Kendi oturduğum yerdeki belediye aktiviteleri genelde dini sohbetler ve konferanslar en iyi ihtimalle TSM terennümleri üzerinde şekillenirken, özellikle. O yüzden performans hakkında da bir eleştiri getiremeyeceğim. Zaten etim ne butum ne, klasik müzikten anlayan biri de değilim ki. Neyse, konsere Bach'ın ünlü Air adlı parçasının da bulunduğu süitle başladılar. Barok tarzı, kötü olamaz zaten. Eserin tümüne ordan burdan kulak aşinası olduğumu anlıyorum. Yine Bach'a ait keman konçertosunda ise baş kemancı abimizin (bu kavramın ismi neyse artık, assolist olarak öne çıkıyor yani) keman yayının teli kopuyor. Yine de performansa devam ederken aklımda sorular beliriyor. Bu yayda alternatif yedek tel mi var? Kulisde başka bir yay yok mudur? Tel kopmasına rağmen çalmaya devam edince performansı kötü etkilemez mi ki özellikle bir yerde gayriihtiyari keman sesinin kulak tırmaladığını açıkca farkedebildim? Yalnız konçertonun andantesi oldukça etkileyiciydi. Ardından sanırım, sıralamayı hatırlayamıyorum,  Elgar'ın bir çalışması icra edildi. İlk kez dinlememe bağlı olarak sıkıldığımı inkar edemeyeceğim. Ardından Mozart'ın ünlü Küçük Bir Gece Müziği ile yine bilindik mecralara yöneldik. Kapanışı ise bir kaç Rachmaninoff şarkısı ile yaptık. Kasıtlı olarak daha önce dinlememekle birlikte tam kafamdaki Rachmaninoff imgesini tamamladı bu şarkılar. Ayriyeten takip etmek lazım besteciyi. Afişte bir de yabancı bir solistin yer alacağını okuyunca konserin sonuna kadar bir vokalin katılmasını bekleyip durdum. Sonunda kafama dank etti, bu baş kemancı abimiz sanırım o misafir sanatçıydı. Neyse hoş güzel bir akşam için konserde emeği geçen herbirkeslere teşekkür ediyoruz.

1 Kasım 2012 Perşembe

Gang of Four - Entertainment! (1979)

Grubun ismi kuul, belki de Çin'de daha bir seviliyorlardır kim bilir, dans-rock'ın post-punk üzerinden kuran atalardan biri olması açısından kuul, albüm kapağı kuul, punk tavır kuul, antikapitalist sert sözler kuul. Kısacası karşımızda duran albüm her tarafından britişlik sızan ve çok da sevilip sayılan kült bir albüm. Yani sevmedim (nispeten), içine giremedim, ısınamadım bir türlü. Çabaladım, gerçekten. Ben de çoğunluğun, en azından dinleyenler arasında, parçası olmalıyım. I-ııh. Damaged Goods bir adım daha önde. Genel sound olarak diğer parçalar da fena değil. Ancak o konjönktüre o döneme ait bir albüm bence. Dinledikçe özellikle A yüzü'ne bir nebze alışıyorsunuz.

7,0/10

29 Ekim 2012 Pazartesi

A Silver Mt.Zion - "Born Into Trouble as the Sparks Fly Upward." (2001)

Son dönemde yaptıklarının anti-tezini yapmışlar bu ikinci albümde (bak, şimdi kendi kendime merak ettim, niye bundan önce ilk albümünü dinlemedim ben bu arkadaşların?). Efraim'in vokali müziği ezmiyor, bilakis yer aldığı 2-3 şarkıda dahili bir parça olarak yerini bulabiliyor. Manik depresif bir yörüngede kaybolmuyoruz. Ayrıca grubun, bir GY!BE olup onu müzikalleştirerek aşma gayreti içinde çabaladığını da görebiliyoruz. Örneğin sokağa çıkma çağrısı  Built Then Burn ya da diğer çocuk alıntıları kendi halleriyle kalmıyor. Duygusal olarak da post-apokaliptik umutsuzluktan da sıyrılınmış durumda. Ki bu da mantiki bir yönelişin varacağı nokta. Ancak herbirkeslerin çok sevdiği bu albümün, çok ilginç bir şekilde, beklentilerimi karşılamadığını görmek beni üzüyor. Bunun bir sebebi yeterince bir hissiyat oluşturamaması içimde. Diğer bir faktör ise içime çöreklenen ve kulağına gelen her melodiye, off olmamış, hayır diye mırıl mırıl söylenen, oflayan ve poflayan huysuz bir minotaur'un varlığı. Evet, hepsi onun suçu.

7,75/10

Blindead - Affliction XXIX II MXMVI (2010)

Bir bakıma Cult of Luna'yı hatırlattı bana. Atmosferik sludge yapıyorlar çünkü. Bir bakıma da Neurosis'i. Çünkü amansız ve doom bir sounda takılıp kalınmandan, müzik ilerletilmiş post-rock ve progresif metal özellikleriyle süslenilmiş. Gerilimi bol sükuneti ihtiva eden dakikaların yanısıra, kimi zaman bu grunge yafu dedirttirebilen bir kaç farklı vokal tarzı ya da parkta oyun oynayan çocuk cırıltısı alıntıları albümü renklendiriyor, girinin değişik tonları şeklinde oluyor bu renklendirme daha çok. Genelde yavaş tempolu ve karanlık besteler kurşuni bir ağırlık çökerttiriyor dinleyene. Bir de albümün neredeyse tek şarkıdan oluşuyor hissi vermesi, parçaların akılda kalınabilirliğini düşürüyor. Polonya'dan yine güzel bir performans kısacası.

8,25-/10

27 Ekim 2012 Cumartesi

Beastie Boys - Licensed to Ill (1986)

Beyaz rapçiler sözkonusu olduğunda isimleri genelde unutulan Beastie Boys aslında rock öğelerini de türe yedirerek farklı bir sentez elde etmişlerdi. İşin içinde rock olursa ister istemez sert, tepki dolu ve kızgın bir tavır beklemeniz mantık dahilinde. Ama burada özellikle funk öğelerinin de başarıyla kullanılması sonucu bugün de türü geliştirip kısa bir süre içinde de dejenere ederek popülerleşmesine ve bence çığlıklar içinde can çekişmesine sebep olan parti/kulüp hip hop'ının babası olduklarını kanıtlıyorlar. O zamanlar gerçekten daha güzel daha doğrusu daha samimi bir gösterge bu. Ve daha grubun ilk albümü. 3 adet tenorün vokali , özellikle daha masküler MCA'yi (ki yakın bir dönemde genç yaşında kaybetmiş durumdayız) bir miktar kenarda tutarsak gayet genç ve çiğ tınlıyor. Böylece Eminem'i de hatırlamış oluyoruz. Bunun yanısıra yapmak istediklerini tam da ortaya koyduklarına şüphe yok. Albümün hiti gençlik marşı ayarında Fight For Your Your Right olmakla birlikte eğlence dozajı yüksek bir Girls, bir Brass Monkey, Ali Baba'lı Rhymin & Stealin de enfes parçalar. Zaten konu hip-hop/rap olunca ben biraz daha hereketli ve eğlenceli olanları dikkate alabiliyor, tabir-i caizse katlanabilir buluyorum.

8,0+/10

25 Ekim 2012 Perşembe

Orson Scott Card - Alvin Maker I: Yedinci Oğul

Şimdilik 6 kitaptan oluşan fantastik seri, yeraltı edebiyatı konusunda yıllardır sabırlı çalışma gösteren 6.45 yayınlarından çevrilmeye başlanmış. Hangi cilde geldiler bilmiyorum, TÜYAP'da devamını görebilir ve satın alabilirim. Bu seriyi ilgi çekici hale getiren en önemli özellik Amerikan tarihine getirdiği alternatif tarih anlayışıyla dünyadan çok da kopuk olmayan fantaztik unsurları gayet köklü bir zeminde birleştirebilmesi. Daha ABD yeni kurulmuştur. Fransız destekli yerliler yeni yerleşimlere sorun olurken körpe devletin bir parçası olarak yerlilerin bir kısmı da kendi eyaletlerini yönetmektedir. Ayrıca güneyde hala İngiliz krallığına bağlı topraklar mevcuttur. Yeni topraklara püriten yani bağnaz bir hristiyanlık anlayışını egemen kılmaya çalışan motiflerle,  bir tür büyü sayılabilecek doğayla uyumlu şifa, kehanet gibi olağanüstü güçlerin zıtlaşması üzerinde ilerliyor hikaye. Tarihin önemli aktörleri George Washington ya da Benjamin Franklin gibi isimlere de farklı biyografileriyle ile tanık oluyoruz.
spoiler
Annesi daha Alvin'e hamileyken batıya göçleri esnasında üzeriden geçmeye çalıştıkları nehirde kazaya uğrar. Anne ve yedinci oğul Alvin hayatlarını kurtarır. Fakat abisi nehirde ancak Alvin'in doğumuna kadar hayatta kalabilir. Böylece Alvin, yedinci oğulun yedinci oğlu olur. Bu da metafizik olarak onu Tanrı-Şeytan dualizminin ötesinde evreni hiçlemeye çalışan Yokedici'nin karşısına Maker yani yaratıcılık gücüyle donatır hale getiriyor. Değirmentaşını kayadan çocuk oyuncağı gibi oyabiliyor, ziyaretine gelip güçlerini farkındalığını sağlayan ve bu yetiyi kendi çıkarı için kullanmaması gerektiğini öğreten yerli Parlayan Adam'ın içini iyi ediyor, tamirat işinde ustalığını konuşturuyor vs. Fakat Yokedici su elementini kullanarak çocuğun başına yirmiden fazla kez dert olarak onu öldürtmeye çalışıyor. Bu da yetmiyor, Alvin'in ailesi, dindar anne ve agnostik baba ile bir sürü çocuk, ile birlikte yaşadığı kasabanın katı doktrinci ve hurafelere inanmayan papazına melek gibi görünüp Alvin'e zarar verdirmeye çalışıyor. Fakat bu ufaklığın doğumunu müjdeleyen ve kahin güçleri sebebiyle meşale olarak adlandırılan bir kız uzak bir yerden de olsa onu koruyor. Ve Taleswrapper isimli yaşlı bir hikayeci gezgin de Alvin'in gücünü keşfettiğinde bu kızcağıza misyonunda katılıyor. Nihayetinde babasını Alvin'i bu kızın da bulunduğu kasabadaki demirciye çırak olarak götürebilmek için ikna ediyor.

24 Ekim 2012 Çarşamba

RETRO: Helloween - Number One (1992) Single

Eh fena değil Number One, isminden çok daha fazla duyguya hitap eden ve gayet leziz sözsüz Les Hambourgeois Walkways ile o dönemlerde yazdıkları en iyi parçalardan You Run With the Pack ki melodik ve hızlı nakaratı ile grubun diğer şarkıları arasında ayrıksı bir yerde duruyor, yani 3 parçadan müteşekkil bu single. Tekçalar mı diyorlardı öztürkçede. Beklentilerin üzerinde kannımca.

7,75-/10